Dua Nur
Kıdemli Üye
- Katılım
- 29 Nis 2007
- Mesajlar
- 37,459
- Tepkime puanı
- 247
- Puanları
- 0
Mezhep sözlük anlamı olarak” gitmek, izlemek,gidilen yol” demektir. Terim anlamı olarak ise, dinin aslî (inanç) veya fer’î(ibadet-muamelat) hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hükümçıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin (müctehid) ortaya koyduğugörüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına gelmektedir.
Mezheplerin, Hz.Peygamber (S.A.V.)Efendimiz döneminde olmaması gayet doğaldır. Efendimiz (S.A.V.)hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul vefüruunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber(S.A.V.)’e sorar, O da açıklardı.
Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekirve Hz. Ömer dönemlerinden sonra çıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilksiyasi ve bidat mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dinikisveye bürünmüşlerdi.
Şunu belirtelim ki akaidde ihtilafzararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğüzaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar,dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selefâlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemişlerdir.Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifaketmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başkahiç bir şey birleştiremez.
Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattakiihtilaflar gibi bid’at ve delâlete götürmez. İtikadî ile amelî hükümdekiihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm dininin akaidinde kesin delilsizihtilaf haram, bid’at ve dalalet sayılırken fıkhi meselelerde içtihadlarınfarklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre ümmete genişimkânlar sağlanmış olur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Muaz İbn Cebel’iYemen’e vali olarak gönderirken ona sordu. “Ne ile hükmedeceksin?” O da“Allah’ın kitabıyla” “-Onda bulamazsan.” Muaz: “Rasulullah’ın sünnetiylehükmederim” dedi- “Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın.” diyesorunca, Muaz: “O zaman re’yimle (görüşümle) içtihad ederim.” dedi. Rasulullahbu cevaptan memnun kalarak “Rasulünün elçisini, resulünün razı olacağı bir şeyemuvaffak kılan Allah’a hamdolsun ” dedi.[SUP]1[/SUP] Böylece Rasulullah Kitapve Sünnet’te hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi.Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel’in yolunu takip ettiler.
Abdullah (R.A.) den rivayete göre Resûlullah(S.A.V.) Efendimiz:
“Müslümanların güzel gördüğü birşey, ALLAH katında da güzeldir”[SUP]2[/SUP]buyurmuştur.
Bu sebeple müslümanların dini varlıklarını temsileden bütün müçtehitlerin bir mesele hakkında aynı görüş ve kanaattabulunmaları, o mesele hakkında şer’an muteber bir delildir, bir hüccettir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, müctehidiniçtihadında isabet ederse, iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığıiçtihadında hata ederse, bir sevap alacağını ifade etmiştir.[SUP]3[/SUP]
Mezheplerin Kuruluşu
Hicri 1. yüzyılın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, akaid ve fıkıhtakigörüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini açıklarlardı. Bunlardanokuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan insanlar, bunlarıngörüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve içtihadlarıhalkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır. Mezhep sahibi olanbu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyunuz,diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi kimselerindavet ve emriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdi.
Mezheplerin ortaya çıkışına neden olansebepler olarak şunlar zikredilebilir:
İnsanların anlayış-zeka seviyelerin farklı olması;insanların arzu ve isteklerinin uyuşmaması; metod ve ölçülerin farklı olması,mesela mutezile aklı esas almış, ehlisünnet ise nakli esas alırken aklıdestekleyici olarak görmüştür. Kuranda muhkem ve müteşahih ayetlerin bulunması,Müteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve te’villerinin ihtilafayol açması; hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlarsebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle ameledilip edilemeyeceği gibi meselelerin ihtilafa yol açması; Arapça’nin belagatve gramerinin tüm incelikleriyle bilinememesi; hilafet çekişmeleri, ırkçılığıngelişmesi, fethedilen yeni yerlerde yeni kültürlerle karşılaşılması, örf veadetlerin değişiklik göstermesi gibi nedenler mezheplerin ortaya çıkmasınasebep olmuşlardır.
Mezhepler Bidat midir?
Bugün mezhepleri bidat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bidat; bazı kimselerindinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer’î imiş gibi göstermelerive bununla Allah’a ibadeti kastetmeleridir.
“Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, binaenaleyhbid’attir” diyenler yanılgı içindedir. Asr-ı Saadet’te Mushaf (Kitap şeklindeKur’ân) da yoktu. Mushafa da mı bid’at diyeceğiz? Mushaf Kitabullah’ınmetninin, İlâhî nazmın tamamını bir araya getirmiştir; fıkıh mezhepleri deKur’ân’ın ve Sünnetin hükümlerini bir araya getirmiştir. Hiçbir kimsenin hakkıve haddi yoktur ki kendi kafasından bir hüküm koyabilsin.
Mezhepler rahmettir
Bugün dört büyük mezhep, müslümanlar hakkında bir ilahi rahmettir. Bunlar dörttemel delilden dini hükümleri çıkarmış, müslümanlara takip edecekleri yoluaçıkça göstermişlerdir. Artık bunlardan her hangisinin mezhebine uyan birMüslüman hak bir mezhebe intisap etmiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’inyolunda bulunmuş olur.
Bu pek muhterem müçtehitlerin hepsi de dinimeselelerin esasında ittifak etmişlerdir. Aralarında bir ayrılık yoktur. Ancakikinci derecede bulunan bir kısım fer’î (ayrıntılı) meselelerde ihtilafetmişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların birçoğu dagörünüşte bir ihtilaftan başka şey değildir. Çünkü bu meselelerin birçoğunda bumübarek zatlardan biri, bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat vemüsaade yolunu tercih etmiş, bu şekilde ümmet-i merhumenin önünde geniş birrahmet sahası açık bulunmuştur. İşte Abdullah ibn-i Abbas (R.A.) den rivayetedilen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir.”[SUP]4[/SUP]hadis-i şerifi ile buna işaret buyrulmuştur.
Dinimizin bir ilâhî yönü, bir de insanlarınanladığı ve uyguladığı yönü vardır. Mezhep, bunlardan ikincisine karşılıkgelmektedir. Dolayısıyla mezhep, bir veya birkaç meselede kendine has biranlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimsenin oluşturduğu basit birolgu olmayıp İslâm’ı benimseyen bir zümrenin bütün fikir ve amel tarzları iletöre, âdet ve geleneklerinin bütününü ifade eder.
Bir Mezhebe Tabi Olmak Zorunluluk mudur?
Dinin temel kaynaklarından hüküm çıkarmaya gücü yetmeyen kimselerin bu işinehli olan müçtehid kimselere tabi olması, Allah Teâlâ’nın kesin bir emridir.Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre, bilenleresorun.”[SUP]5[/SUP]
Ayet-i Kerimede geçen “ehl-i zikir”den maksat âlimlerdir. Buemirden de anlaşılmaktadır ki: Müminler, bilmediklerini bilenlere sormaklamükelleftirler. Bu nedenle herkes tabi olduğu mezhebe göre hareket etmeli vebundan sorumlu olacağını bilmelidir.
Evet… Düşünmeli ki, müslümanlıkta ibadetlere,muamelelere ve diğer konulara âit ne kadar çok meseleler vardır. Bunlarınhükümlerini, Kur’an-ı Mübin ile hadis-i şeriflerden ve ümmetin icmâından bulupmeydana çıkarmak öyle her müslüman için kolay birşey değildir. Bu pek büyük birihtisas işidir.
İşte bu yüksek müctehidler, bu vazifeyi sadece HakTeâlâ’nın rızası için yapmış, müslümanlara lazım olan bütün meseleleri açıkçabildirmiş, her asırda milyonlarca ehli islama rehber olmuşlardır.
İhvanlarnet
Mezheplerin, Hz.Peygamber (S.A.V.)Efendimiz döneminde olmaması gayet doğaldır. Efendimiz (S.A.V.)hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul vefüruunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber(S.A.V.)’e sorar, O da açıklardı.
Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekirve Hz. Ömer dönemlerinden sonra çıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilksiyasi ve bidat mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dinikisveye bürünmüşlerdi.
Şunu belirtelim ki akaidde ihtilafzararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğüzaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar,dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selefâlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemişlerdir.Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifaketmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başkahiç bir şey birleştiremez.
Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattakiihtilaflar gibi bid’at ve delâlete götürmez. İtikadî ile amelî hükümdekiihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm dininin akaidinde kesin delilsizihtilaf haram, bid’at ve dalalet sayılırken fıkhi meselelerde içtihadlarınfarklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre ümmete genişimkânlar sağlanmış olur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Muaz İbn Cebel’iYemen’e vali olarak gönderirken ona sordu. “Ne ile hükmedeceksin?” O da“Allah’ın kitabıyla” “-Onda bulamazsan.” Muaz: “Rasulullah’ın sünnetiylehükmederim” dedi- “Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın.” diyesorunca, Muaz: “O zaman re’yimle (görüşümle) içtihad ederim.” dedi. Rasulullahbu cevaptan memnun kalarak “Rasulünün elçisini, resulünün razı olacağı bir şeyemuvaffak kılan Allah’a hamdolsun ” dedi.[SUP]1[/SUP] Böylece Rasulullah Kitapve Sünnet’te hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi.Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel’in yolunu takip ettiler.
Abdullah (R.A.) den rivayete göre Resûlullah(S.A.V.) Efendimiz:
“Müslümanların güzel gördüğü birşey, ALLAH katında da güzeldir”[SUP]2[/SUP]buyurmuştur.
Bu sebeple müslümanların dini varlıklarını temsileden bütün müçtehitlerin bir mesele hakkında aynı görüş ve kanaattabulunmaları, o mesele hakkında şer’an muteber bir delildir, bir hüccettir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, müctehidiniçtihadında isabet ederse, iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığıiçtihadında hata ederse, bir sevap alacağını ifade etmiştir.[SUP]3[/SUP]
Mezheplerin Kuruluşu
Hicri 1. yüzyılın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, akaid ve fıkıhtakigörüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini açıklarlardı. Bunlardanokuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan insanlar, bunlarıngörüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve içtihadlarıhalkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır. Mezhep sahibi olanbu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyunuz,diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi kimselerindavet ve emriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdi.
Mezheplerin ortaya çıkışına neden olansebepler olarak şunlar zikredilebilir:
İnsanların anlayış-zeka seviyelerin farklı olması;insanların arzu ve isteklerinin uyuşmaması; metod ve ölçülerin farklı olması,mesela mutezile aklı esas almış, ehlisünnet ise nakli esas alırken aklıdestekleyici olarak görmüştür. Kuranda muhkem ve müteşahih ayetlerin bulunması,Müteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve te’villerinin ihtilafayol açması; hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlarsebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle ameledilip edilemeyeceği gibi meselelerin ihtilafa yol açması; Arapça’nin belagatve gramerinin tüm incelikleriyle bilinememesi; hilafet çekişmeleri, ırkçılığıngelişmesi, fethedilen yeni yerlerde yeni kültürlerle karşılaşılması, örf veadetlerin değişiklik göstermesi gibi nedenler mezheplerin ortaya çıkmasınasebep olmuşlardır.
Mezhepler Bidat midir?
Bugün mezhepleri bidat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bidat; bazı kimselerindinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer’î imiş gibi göstermelerive bununla Allah’a ibadeti kastetmeleridir.
“Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, binaenaleyhbid’attir” diyenler yanılgı içindedir. Asr-ı Saadet’te Mushaf (Kitap şeklindeKur’ân) da yoktu. Mushafa da mı bid’at diyeceğiz? Mushaf Kitabullah’ınmetninin, İlâhî nazmın tamamını bir araya getirmiştir; fıkıh mezhepleri deKur’ân’ın ve Sünnetin hükümlerini bir araya getirmiştir. Hiçbir kimsenin hakkıve haddi yoktur ki kendi kafasından bir hüküm koyabilsin.
Mezhepler rahmettir
Bugün dört büyük mezhep, müslümanlar hakkında bir ilahi rahmettir. Bunlar dörttemel delilden dini hükümleri çıkarmış, müslümanlara takip edecekleri yoluaçıkça göstermişlerdir. Artık bunlardan her hangisinin mezhebine uyan birMüslüman hak bir mezhebe intisap etmiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’inyolunda bulunmuş olur.
Bu pek muhterem müçtehitlerin hepsi de dinimeselelerin esasında ittifak etmişlerdir. Aralarında bir ayrılık yoktur. Ancakikinci derecede bulunan bir kısım fer’î (ayrıntılı) meselelerde ihtilafetmişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların birçoğu dagörünüşte bir ihtilaftan başka şey değildir. Çünkü bu meselelerin birçoğunda bumübarek zatlardan biri, bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat vemüsaade yolunu tercih etmiş, bu şekilde ümmet-i merhumenin önünde geniş birrahmet sahası açık bulunmuştur. İşte Abdullah ibn-i Abbas (R.A.) den rivayetedilen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir.”[SUP]4[/SUP]hadis-i şerifi ile buna işaret buyrulmuştur.
Dinimizin bir ilâhî yönü, bir de insanlarınanladığı ve uyguladığı yönü vardır. Mezhep, bunlardan ikincisine karşılıkgelmektedir. Dolayısıyla mezhep, bir veya birkaç meselede kendine has biranlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimsenin oluşturduğu basit birolgu olmayıp İslâm’ı benimseyen bir zümrenin bütün fikir ve amel tarzları iletöre, âdet ve geleneklerinin bütününü ifade eder.
Bir Mezhebe Tabi Olmak Zorunluluk mudur?
Dinin temel kaynaklarından hüküm çıkarmaya gücü yetmeyen kimselerin bu işinehli olan müçtehid kimselere tabi olması, Allah Teâlâ’nın kesin bir emridir.Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre, bilenleresorun.”[SUP]5[/SUP]
Ayet-i Kerimede geçen “ehl-i zikir”den maksat âlimlerdir. Buemirden de anlaşılmaktadır ki: Müminler, bilmediklerini bilenlere sormaklamükelleftirler. Bu nedenle herkes tabi olduğu mezhebe göre hareket etmeli vebundan sorumlu olacağını bilmelidir.
Evet… Düşünmeli ki, müslümanlıkta ibadetlere,muamelelere ve diğer konulara âit ne kadar çok meseleler vardır. Bunlarınhükümlerini, Kur’an-ı Mübin ile hadis-i şeriflerden ve ümmetin icmâından bulupmeydana çıkarmak öyle her müslüman için kolay birşey değildir. Bu pek büyük birihtisas işidir.
İşte bu yüksek müctehidler, bu vazifeyi sadece HakTeâlâ’nın rızası için yapmış, müslümanlara lazım olan bütün meseleleri açıkçabildirmiş, her asırda milyonlarca ehli islama rehber olmuşlardır.
İhvanlarnet