Mezhepler Bidat midir? Peygamberimizin Neden Mezhebi Yoktu!

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
Mezhep sözlük anlamı olarak” gitmek, izlemek,gidilen yol” demektir. Terim anlamı olarak ise, dinin aslî (inanç) veya fer’î(ibadet-muamelat) hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hükümçıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin (müctehid) ortaya koyduğugörüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına gelmektedir.
Mezheplerin, Hz.Peygamber (S.A.V.)Efendimiz döneminde olmaması gayet doğaldır. Efendimiz (S.A.V.)hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul vefüruunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber(S.A.V.)’e sorar, O da açıklardı.
Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekirve Hz. Ömer dönemlerinden sonra çıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilksiyasi ve bidat mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dinikisveye bürünmüşlerdi.
Şunu belirtelim ki akaidde ihtilafzararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğüzaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar,dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selefâlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemişlerdir.Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifaketmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başkahiç bir şey birleştiremez.
Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattakiihtilaflar gibi bid’at ve delâlete götürmez. İtikadî ile amelî hükümdekiihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm dininin akaidinde kesin delilsizihtilaf haram, bid’at ve dalalet sayılırken fıkhi meselelerde içtihadlarınfarklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre ümmete genişimkânlar sağlanmış olur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Muaz İbn Cebel’iYemen’e vali olarak gönderirken ona sordu. “Ne ile hükmedeceksin?” O da“Allah’ın kitabıyla” “-Onda bulamazsan.” Muaz: “Rasulullah’ın sünnetiylehükmederim” dedi- “Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın.” diyesorunca, Muaz: “O zaman re’yimle (görüşümle) içtihad ederim.” dedi. Rasulullahbu cevaptan memnun kalarak “Rasulünün elçisini, resulünün razı olacağı bir şeyemuvaffak kılan Allah’a hamdolsun ” dedi.[SUP]1[/SUP] Böylece Rasulullah Kitapve Sünnet’te hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi.Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel’in yolunu takip ettiler.
Abdullah (R.A.) den rivayete göre Resûlullah(S.A.V.) Efendimiz:
“Müslümanların güzel gördüğü birşey, ALLAH katında da güzeldir”
[SUP]2[/SUP]buyurmuştur.

Bu sebeple müslümanların dini varlıklarını temsileden bütün müçtehitlerin bir mesele hakkında aynı görüş ve kanaattabulunmaları, o mesele hakkında şer’an muteber bir delildir, bir hüccettir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, müctehidiniçtihadında isabet ederse, iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığıiçtihadında hata ederse, bir sevap alacağını ifade etmiştir.[SUP]3[/SUP]
Mezheplerin Kuruluşu
Hicri 1. yüzyılın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, akaid ve fıkıhtakigörüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini açıklarlardı. Bunlardanokuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan insanlar, bunlarıngörüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve içtihadlarıhalkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır. Mezhep sahibi olanbu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyunuz,diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi kimselerindavet ve emriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdi.
Mezheplerin ortaya çıkışına neden olansebepler olarak şunlar zikredilebilir:
İnsanların anlayış-zeka seviyelerin farklı olması;insanların arzu ve isteklerinin uyuşmaması; metod ve ölçülerin farklı olması,mesela mutezile aklı esas almış, ehlisünnet ise nakli esas alırken aklıdestekleyici olarak görmüştür. Kuranda muhkem ve müteşahih ayetlerin bulunması,Müteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve te’villerinin ihtilafayol açması; hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlarsebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle ameledilip edilemeyeceği gibi meselelerin ihtilafa yol açması; Arapça’nin belagatve gramerinin tüm incelikleriyle bilinememesi; hilafet çekişmeleri, ırkçılığıngelişmesi, fethedilen yeni yerlerde yeni kültürlerle karşılaşılması, örf veadetlerin değişiklik göstermesi gibi nedenler mezheplerin ortaya çıkmasınasebep olmuşlardır.
Mezhepler Bidat midir?
Bugün mezhepleri bidat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bidat; bazı kimselerindinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer’î imiş gibi göstermelerive bununla Allah’a ibadeti kastetmeleridir.

“Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, binaenaleyhbid’attir” diyenler yanılgı içindedir. Asr-ı Saadet’te Mushaf (Kitap şeklindeKur’ân) da yoktu. Mushafa da mı bid’at diyeceğiz? Mushaf Kitabullah’ınmetninin, İlâhî nazmın tamamını bir araya getirmiştir; fıkıh mezhepleri deKur’ân’ın ve Sünnetin hükümlerini bir araya getirmiştir. Hiçbir kimsenin hakkıve haddi yoktur ki kendi kafasından bir hüküm koyabilsin.
Mezhepler rahmettir
Bugün dört büyük mezhep, müslümanlar hakkında bir ilahi rahmettir. Bunlar dörttemel delilden dini hükümleri çıkarmış, müslümanlara takip edecekleri yoluaçıkça göstermişlerdir. Artık bunlardan her hangisinin mezhebine uyan birMüslüman hak bir mezhebe intisap etmiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’inyolunda bulunmuş olur.

Bu pek muhterem müçtehitlerin hepsi de dinimeselelerin esasında ittifak etmişlerdir. Aralarında bir ayrılık yoktur. Ancakikinci derecede bulunan bir kısım fer’î (ayrıntılı) meselelerde ihtilafetmişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların birçoğu dagörünüşte bir ihtilaftan başka şey değildir. Çünkü bu meselelerin birçoğunda bumübarek zatlardan biri, bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat vemüsaade yolunu tercih etmiş, bu şekilde ümmet-i merhumenin önünde geniş birrahmet sahası açık bulunmuştur. İşte Abdullah ibn-i Abbas (R.A.) den rivayetedilen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir.”[SUP]4[/SUP]hadis-i şerifi ile buna işaret buyrulmuştur.
Dinimizin bir ilâhî yönü, bir de insanlarınanladığı ve uyguladığı yönü vardır. Mezhep, bunlardan ikincisine karşılıkgelmektedir. Dolayısıyla mezhep, bir veya birkaç meselede kendine has biranlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimsenin oluşturduğu basit birolgu olmayıp İslâm’ı benimseyen bir zümrenin bütün fikir ve amel tarzları iletöre, âdet ve geleneklerinin bütününü ifade eder.
Bir Mezhebe Tabi Olmak Zorunluluk mudur?
Dinin temel kaynaklarından hüküm çıkarmaya gücü yetmeyen kimselerin bu işinehli olan müçtehid kimselere tabi olması, Allah Teâlâ’nın kesin bir emridir.Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre, bilenleresorun.”
[SUP]5[/SUP]

Ayet-i Kerimede geçen “ehl-i zikir”den maksat âlimlerdir. Buemirden de anlaşılmaktadır ki: Müminler, bilmediklerini bilenlere sormaklamükelleftirler. Bu nedenle herkes tabi olduğu mezhebe göre hareket etmeli vebundan sorumlu olacağını bilmelidir.

Evet… Düşünmeli ki, müslümanlıkta ibadetlere,muamelelere ve diğer konulara âit ne kadar çok meseleler vardır. Bunlarınhükümlerini, Kur’an-ı Mübin ile hadis-i şeriflerden ve ümmetin icmâından bulupmeydana çıkarmak öyle her müslüman için kolay birşey değildir. Bu pek büyük birihtisas işidir.
İşte bu yüksek müctehidler, bu vazifeyi sadece HakTeâlâ’nın rızası için yapmış, müslümanlara lazım olan bütün meseleleri açıkçabildirmiş, her asırda milyonlarca ehli islama rehber olmuşlardır.
İhvanlarnet
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Mezhep Bağnazlığı

Mezhep vakıası bilindiği gibi İslam'ın ilk dönemlerinde karşılaştığımız bir vakıa değildir, İslam'ın ilk dönemlerinde birçok müctehit bulunmasına ve bunlar birçok konuda aynı veya farklı içtihatlarda bulunmalarına rağmen, bu durum Müslümanları genel olarak mezhep diyeceğimiz bir gruplaşmaya yöneltmemiştir. Böylesi mezhebi gruplaşmaları daha sonraki asırlarda görüyoruz. Ümmetin meselelerini dert edinen, bu meseleleri İslami çerçevede çözümlemeye gayret edinen birçok müctehidin görüş ve ictihadları, müteakip yıllarda tertib ve tasnif edilerek birer mezhep vakıası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ümmetin problemlerine ilişkin ictihadlarda bulunmak, tartışılmaz bir gereklilik olmasına karşın; bu ictihadların bir ekol, bir mezhep olarak kurumlaşması ise tartışı*labilecek bir konudur.

Ancak tartışılmaması gereken gerçek ise, mezheplerin kuruluşundan günümüze doğru gelişen ve birçok olumsuzluklara neden olan mezhep bağnazlığıdır. Birçok mezhep müntesibi arasında oldukça yaygınlaşan bu mezhep bağnazlığı, ne yazık ki Müslümanların birbirlerinden ayrılmasına, birbirlerine karşı bölücü ve yıkıcı yaklaşmalarda bulunmalarına neden olmuştur.


Söz konusu mezhepler içinde kendilerine fakih denilen kimseler ise halktaki bu mezhep bağnazlığını gidermek bir yana, bu bağnazlığı daha da körükleyici yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Kendilerine fıkıh despotu diyebileceğimiz bu kimselere göre asırlar önce ileri sürülen bütün mezhebi görüşlerin, bütün ictihadların, aynı şekilde günümüzde de yaşanması gerekmektedir. Bu mezhebi ictihadlara müdahale etmek veya bunları değiştirmeye çalışmak, dini değiştirmeye çalışmak gibi bağışlanmaz bir suçtur bu kimselere göre!.

Çünkü bu kimseler mezhebi din kabul etmişler veya diğer bir deyişle yüce İslam dinini mezhebi sınırlara hapsetmişlerdir.
Halbuki İslam dini mezheplerin içinde değil, mezhepler İslam dininin içinde olabilir. Ayrıca evrensellik vasfı, İslam'la ilgili bir vasıftır. İslam'ın evrensellik vasfını mezheplere vermek, mezhepleri ve bütün mezhebi görüşleri evrensel kabul etmek; mezhepleri putlaştırmak olup, günümüzdeki problemlerin bellibaşlı nedenlerindendir.

Oysa değil bu müctehidlerin ictihadlanna, Efendimiz (s.a.v.)'in zaman, mekan ve muhatabı dikkate alarak yaptığı bazı tatbikatleri dahi evrensel kabul ederek, bu tatbikatlere şabloncu bir zihniyetle yaklaşamayız. Kuran ve Sünnet arasındaki
ahenkli ilişkiyi bilen Müslümanlar için, belirttiğimiz bu yaklaşım hiç de gizli değildir.


İslam'ın en temel kaynağı olan Kur'an'i Kerim, bazı hükümlerin nasıl ve ne şekilde pratiğe geçirileceğini müşahhas bir şekilde bildirmesine rağmen, bazı hükümlerin tatbikatında Müslüman önderlere belli sınırlar dahilinde bir muhayyerlik vermiştir. Bu muhayyerliğin verilmesindeki hikmet, sözkonusu hükümlerin pratiğe geçirilmesinde zaman, mekan ve muhatap gibi unsurların dikkate alınması gereğidir. Nitekim Resuîullah (s.a.v.) bu hükümleri pratiğe geçirirken sözkonusu unsurları dikkate almış ve bu hükümlerin en güzel pratiğini ortaya koymuştur.


İşte Sünnet-i Nebevinin bir bölümünü oluşturan bu pratiklerde dünya Müslümanlarının ve özellikle Müslüman önderlerin örnek alması gereken husus; salt pratiğin kendisi değil, İlahi hükmün pratiğe geçirilmesinde Resulullah (s.a.v.)'in gösterdiği Nebevi usuldür.


Mehmed Alagaş
 

CENGİZHAN

Yasaklı
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
4,261
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Konum
Ankara
Çok güzel bu yazının bir kaç cümlesi üzerinde duracağım.
Söz konusu mezhepler içinde kendilerine fakih denilen kimseler ise halktaki bu mezhep bağnazlığını gidermek bir yana, bu bağnazlığı daha da körükleyici yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Kendilerine fıkıh despotu diyebileceğimiz bu kimselere göre asırlar önce ileri sürülen bütün mezhebi görüşlerin, bütün ictihadların, aynı şekilde günümüzde de yaşanması gerekmektedir. Bu mezhebi ictihadlara müdahale etmek veya bunları değiştirmeye çalışmak, dini değiştirmeye çalışmak gibi bağışlanmaz bir suçtur bu kimselere göre!.

Burada çok önemli bir tesbir yapılmaktadır...ki mezhep bağnazlığı gerçekten asırlar boyu bir
despotluk yarsında yürütülmüştür.
Bunu en çok ta bir din adamının özellikle de o din adamı bir arap ise...

... Bilmem kim HAZRETLERİ BUYURUYORLAR Kİ tarzında sanki ALLAH buyuruyormuş
kisvesi verilerek , bu din adamlarının görüşlerinin aktarıldığı müşahade edilmektedir.



Yazının en önemli bölümü ,çok gerçekçi bir tesbittir.

İslam'ın en temel kaynağı olan Kur'an'i Kerim, bazı hükümlerin nasıl ve ne şekilde pratiğe geçirileceğini müşahhas bir şekilde bildirmesine rağmen, bazı hükümlerin tatbikatında Müslüman önderlere belli sınırlar dahilinde bir muhayyerlik vermiştir. Bu muhayyerliğin verilmesindeki hikmet, sözkonusu hükümlerin pratiğe geçirilmesinde zaman, mekan ve muhatap gibi unsurların dikkate alınması gereğidir.

Burada anlatılan gerçek...

Kur'anı kerim hükümlerinin pratiğe geçirilmesi aşamasında toplumun yaşadığı devir,
yaşadığı coğrafya ve iklim, toplumun yaşam şartları göz önüne alınarak dini akidelerin
tesbit edilmesi gereği belirtilmektedir..

Buradan şunu anlıyoruz ki bin yıl önceki toplumların yaşadığı şartlara, onların yaşadığı
coğrafyave iklim şartlarına göre , o zamanın din adamlarının hazırladıkları akaid,
bu günün toplumlarına uygulanmasında aksaklıklar meydana gelmektedir...

Tüm islami akaidin toplumun yaşamakta olduğu zaman ,devir,coğrafya,iklim, ve
yaşam şartlarına uygun olarak ve kur'anın temel ilkeleri temel alınarak
hazırlanması gerektiği anlatılmaktadır....
 

ebkem

Baş Yücelik
Katılım
3 Ara 2011
Mesajlar
3,128
Tepkime puanı
321
Puanları
0
Yaw bi de farklı meselelere değinin hep aynı pilav. Aaa siz zamane allamelere daha velud olmalısınız. Ümmet-i muhammed durmuş sizden fetva beklemekte, bütün islami meseleleri siz deha zihniyetler halledecek n'olur arkadaşlar helaya dahi gitmeyin. Evel Allah klavye başında bu maçı siz alacaksınız arkadaşlar. Maşallah her kelime here cümle ilim.

Hayy kedi canınızı sizin. Devam edin.
 

forumdayim

Profesör
Katılım
7 Eyl 2009
Mesajlar
1,156
Tepkime puanı
29
Puanları
0
Konum
almanya
güzel bir konu allak bullak edilmis.... mezhep din degildir ancak mezhepsizlik dinsizlige giden bir köprüdür...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Çok güzel bu yazının bir kaç cümlesi üzerinde duracağım.


Burada çok önemli bir tesbir yapılmaktadır...ki mezhep bağnazlığı gerçekten asırlar boyu bir
despotluk yarsında yürütülmüştür.
Bunu en çok ta bir din adamının özellikle de o din adamı bir arap ise...

... Bilmem kim HAZRETLERİ BUYURUYORLAR Kİ tarzında sanki ALLAH buyuruyormuş
kisvesi verilerek , bu din adamlarının görüşlerinin aktarıldığı müşahade edilmektedir.



Yazının en önemli bölümü ,çok gerçekçi bir tesbittir.



Burada anlatılan gerçek...

Kur'anı kerim hükümlerinin pratiğe geçirilmesi aşamasında toplumun yaşadığı devir,
yaşadığı coğrafya ve iklim, toplumun yaşam şartları göz önüne alınarak dini akidelerin
tesbit edilmesi gereği belirtilmektedir..

Buradan şunu anlıyoruz ki bin yıl önceki toplumların yaşadığı şartlara, onların yaşadığı
coğrafyave iklim şartlarına göre , o zamanın din adamlarının hazırladıkları akaid,
bu günün toplumlarına uygulanmasında aksaklıklar meydana gelmektedir...

Tüm islami akaidin toplumun yaşamakta olduğu zaman ,devir,coğrafya,iklim, ve
yaşam şartlarına uygun olarak ve kur'anın temel ilkeleri temel alınarak
hazırlanması gerektiği anlatılmaktadır....

Kemalist ve Laik düzen, ALAGAŞ'ın düşmanıdır...

Hal böyle olmasına rağmen, ALAGAŞ yılmamış, nice düşmanlıklara rağmen, senin de yiyebileceğin yemekleri önüne koymuş...

Ondan sonra utanmadan, haya etmeden, ahlaksız ve namussuzca, ondan esinlenerek birilerini vurmaya çalışıyorsun...

Anladık temcit plavı...

Arap'larla bu iş olmaz...

1430 küsür evveline gitmekle bu iş olmaz...

Klasiklerle, geleneklerle bu iş olmaz...

Daha bir çok şeyi sıralıyorsun utanmadan...

1923'ten bu yana, senin İlah diye tapındıkların ve kabirlerinden istimdat ettiklerin,

Kur'an'ın, İslam'ın, Din'in ve Peygamber'in anlaşılması için ne çaba sarfettiler... Günümüze medeniyetinde..?

Var mı ifade edebileceğin bir argüman... Yassak... Yassak... Yassak'tan başka...

ALAGAŞ'a Laik ve Kemalist Düzen şedittir, düşmandır...

Senin İlah edindiklerinin hiç bir müsbet bir ameliyesi yok mu Kur'an ve Peygamber alanında, ki ilahlarının düşmanlarından besleniyorsun...

ALAGAŞ'ı ben severim... Mezhep hakkında ifadeleri de hoş... Bir anlayışı yeriyor haklı da...

Ama, senin bundan alacağın hiç bir şey yok ki...

Çünkü ALAGAŞ, yönetimi Allah'tan alanları zaten kafir ilan ediyor ki senin ilahlarının da düşmanlığı burada...

Üniversitede okutmansın ama bunları anlamayacak derecede de BEDEVİ'den çok daha sefihsin...

Senin gibi birini burada nasıl barındırıyorlar anlamış değilim..!!!
 

ehlinimet

Asistan
Katılım
7 Ocak 2013
Mesajlar
409
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Çok güzel bu yazının bir kaç cümlesi üzerinde duracağım.


Burada çok önemli bir tesbir yapılmaktadır...ki mezhep bağnazlığı gerçekten asırlar boyu bir
despotluk yarsında yürütülmüştür.
Bunu en çok ta bir din adamının özellikle de o din adamı bir arap ise...

... Bilmem kim HAZRETLERİ BUYURUYORLAR Kİ tarzında sanki ALLAH buyuruyormuş
kisvesi verilerek , bu din adamlarının görüşlerinin aktarıldığı müşahade edilmektedir.



Yazının en önemli bölümü ,çok gerçekçi bir tesbittir.



Burada anlatılan gerçek...

Kur'anı kerim hükümlerinin pratiğe geçirilmesi aşamasında toplumun yaşadığı devir,
yaşadığı coğrafya ve iklim, toplumun yaşam şartları göz önüne alınarak dini akidelerin
tesbit edilmesi gereği belirtilmektedir..

Buradan şunu anlıyoruz ki bin yıl önceki toplumların yaşadığı şartlara, onların yaşadığı
coğrafyave iklim şartlarına göre , o zamanın din adamlarının hazırladıkları akaid,
bu günün toplumlarına uygulanmasında aksaklıklar meydana gelmektedir...

Tüm islami akaidin toplumun yaşamakta olduğu zaman ,devir,coğrafya,iklim, ve
yaşam şartlarına uygun olarak ve kur'anın temel ilkeleri temel alınarak
hazırlanması gerektiği anlatılmaktadır....
Şahsa değildir cevabım bu gibi düşünenlere sözüm. İslamı bir kez araştırın öyle yazın yazılarınızı nasıl böyle hafife alırsınız bu konuyu.Ehli delalet e güldürürsünüz halinizi.O ki Hazret dediklerimiz dini İslama hizmet etmişler hayatlarını feda etmişler.
Sizin haliniz babasından miras kalan asırlık el dokuması kilim ile ayakkabısının boyasını parlatan adamın durumuna benzer.Zekat nedir bilmezsin öşür nedir bilmezsin ayın hilaline göre gün tayininden tut kurban gibi nikah gibi meselelere ait ve ya miras hukuku ile tüm bunların bir ölçüsü ve tayini vardır.Yahudi ne anlar feraizden hristiyan ne işi olur borç hukukundan bilmeyen inkar eder mezhebini.
Mezheplerin Ortaya Çıkışı (1)

Asr-ı saâdette müslümanlar herhangi bir güçlükle karşılaştıkları ve dinin bir hükmünü anlayamadıkları zaman gelirler ve Resulullah Aleyhisselâm'a sorup öğrenirlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın ahirete irtihalinden sonra fetihlerle İslâm ülkesinin sınırları genişlemeye ve nüfusu çeşitlenip artmaya başladığında, fakih sahabeler yeni hadiseleri çözüme kavuşturmak için ictihada başvurmuşlardır.
Ashâb-ı kiram devrinde sonraki devirlere nispetle yeni meseleler ve bunlara bağlı hükümler çok değildi. Onlar yalnızca gerçekleşen hadiselere eğilmişler, onlara çözüm arama yoluna gitmişler, meydana gelmemiş hadiselerle ilgilenmemişlerdir. Aralarında görüş ayrılığı yok denecek kadar azdı.

Tabiin devrinde de ilimde derinleşmiş, salâhiyet ve ehliyete haiz âlimler, çözümü gereken meseleleri Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'ye başvurarak çözüme kavuşturdular.
Tabiin'den sonra talebeleri gelmektedir. Bunlara "Tebe-i tabiin" denir. Fıkhî mezheplerin ortaya çıkışı bunların dönemine rastlar.
Ashâb-ı kiram ve Tabiin devirlerinde "Rey"in büyük önemi vardı. Tabiin döneminde ictihad usülleri ortaya çıkmış, müslümanlar arasındaki ihtilâflar artmış, tartışmalar çoğalmış, çeşitli fırkalar ortaya çıkmıştı.
Müslüman ismini taşıyan veya müslüman olduklarını iddiâ ettikleri halde İslâm'ı içten yıkmaktan başka gayesi olmayan bir takım ifsatçılar uydurma hadisler yaymışlardır. Uydurulan bu sözleri sahih Hadis-i şerif'lerden ayırmak için İslâm âlimleri çok büyük gayret sarfetmişler, şâyân-ı hayret ölçüler koymuşlardır.

İslâm dini'nin hükümlerini en iyi bilen, en iyi açıklayan ve karşılaşılan yeni meselelere "Nass"ların rehberliğinde çözümler getiren bazı büyük âlimlerin etrafında topluluklar teşekkül etmeye başladı. Kitap ve Sünnet'ten hüküm çıkarmak kudretinde olmayan kimseler, haliyle bu kudrette olan müctehidlere tâbi oluyorlardı. Bu topluluklar giderek mezhep haline geldi. Böylece Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi gibi Fıkhî mezhepler ortaya çıktı.
Hasan Basrî, Evzâî, Sevri, Taberi... gibi çok değerli müctehidler gelmişse de, bugün umum olarak mezheplere saldırıldığı için, dört büyük mezhep üzerinde duruyoruz. Çünkü ehl-i dalâlet mezheplerle çok oynuyor.

İhtilâflardan sonra doğan görüş ayrılıkları dinin özüne âit değildir. Bunlar anlayış farklarından umumi hükümleri hususi meselelere tatbikten ibarettir. Değişik meselelerde ihtilâf eden müctehidler daima "Nass"lara bağlı kalmışlardır. Bunlar Ashâb-ı kiram'ın sözlerine muhalefette bulunanlara müsamaha etmezlerdi. Çünkü Ashâb-ı kiram vahyin gelişini ve tatbik edilişini görmüşler, yaşamışlar, öğrendiklerini Resulullah Aleyhisselâm'dan almışlar ve kendilerinden sonra gelenlere titizlikle öğretmişlerdir.
İslâm dini'nde Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle açık olarak emredilen ve üzerine icmâ edilen meselelerde ihtilâf yoktur. Hakkında icmâ olan dinin hükümlerinden herhangi birini inkâr eden kimse dinden çıkar ve kâfir olur.
Mezheplerdeki cüz'î ihtilâflar Din-i mübin'in uygulama alanı ile ilgili hükümlerine yani "Fürû"a âittir. Büyük müctehidler, ihtilâfların sebeplerini büyük bir titizlikle araştırmışlar, çözüm bulmak için gayret sarfetmişlerdir.
Mühim olan Allah-u Teâlâ'nın hükmüdür, şahsın hükmü yoktur. Yaratan da, yaşatan da, hüküm veren de ancak Allah-u Teâlâ'dır.
Müctehid imamlar ilmin en derunî noktalarına vardıkları için, Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'leri en iyi anlayan onlardır.
Din-i mübin'i aslından çıkarmamak için ölüme razı olmuşlar. Canlarını dahi ortaya koymuşlar, bir çok eziyetler çekmişlerdir.
Bunlar dinde yıldız gibi, kibrit-i ahmer gibidir. Müctehid imamlar Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerde açıkça beyan edilen hususlarda hiçbir zaman ihtilâfa düşmemişlerdir. İctihatlarını yaparken bu iki kaynağı esas almışlardır.
Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerde geçen bazı ahkâmın uygulanması için te'viller yapmışlardır.

Mezheplerin ortaya çıkışına ve ümmet-i Muhammed'e rahmet oluşuna bazı misaller verelim.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Her kırk koyundan bir koyun zekât vermek gerekir." (Tirmizî. Zekât: 4)
Hanefî ulemâsı koyunun aynî olarak veya kıymetinin verilmesini söylemişlerdir. Çünkü zekâtın farz olmasındaki gaye, fakirin ihtiyacının giderilmesidir. Fakir koyuna mahtaçsa koyun, kıymetine muhtaçsa kıymeti verilir. Yani kırk koyunu olan ve zekât vermekle mükellef bulunan bir kimse, bir koyunun kıymetini vererek, zekât vecibesini yerine getirmiş olur. Bu koyunlardan birini aynî olarak vermesi gerekmez.
Şâfiî ulemâsı ise bunun uzak bir tevil olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Hadis-i şerif'in zâhirinden anlaşılan mânâ, aynî olarak koyunun verilmesi gerektiğidir. Zira Resulullah Aleyhisselâm bunu hususi olarak zikretmiştir. Onun içindir ki Şâfiî ulemâsı koyunun yerine kıymetinin verilmesini geçerli saymamıştır. Bu hususta Malikîler de Hanbelîler de Şâfî ulemâsının görüşünü paylaşmışlardır.
Bu Hadis-i şerif Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- tarafından Yemen'de vali iken şu şekilde uygulanmıştır.
Yemenlilere "Darı veya arpa yerine, bana hamîs (beş zira uzunluğunda elbise) veya kullanılmış elbise getiriniz. Bu sizin için daha kolaydır. Medine'deki Resulullah Aleyhisselâm'ın ashabı için daha faydalıdır." demiştir.
O, zekât toplarken, zekâtı çıkarılan malın aynı cinsten olması yerine elbise almıştır. Yemen'de elbise bol, Yemenliler'in ise elbise vermesi kolaydı. Medine'de ise elbise az olduğu için Ashâb-ı kiram elbiseye muhtaçtı.
Bu uygulamanın hikmeti ise fakirlerin yiyecek, içecek ve giyecek gibi değişik ihtiyaçlarını temin etmeye yöneliktir. Öyleyse zekât olarak malın kıymetinin verilmesi, bu ihtiyaçların karşılanması bakımından daha faydalıdır.

 

ehlinimet

Asistan
Katılım
7 Ocak 2013
Mesajlar
409
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Mezheplerin Ortaya Çıkışı (2)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Fâtiha'yı okumayanın namazı olmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 422)
İmâm-ı Şâfiî -rahmetullahi aleyh-e göre her namazın her rekâtında imam ve cemaatin Fâtiha'yı okuması farzdır. Zammı sûre okumak müstehaptır.
İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh-e göre ise; Fâtiha'sız kılınan namaz, tam değildir. Cemaat, imamın okuması ile yetinir, imam ise tabii okur.
İmâm-ı Mâlik -rahmetullahi aleyh- ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel -rahmetullahi aleyh-e göre, cehri namazlarda imam okur, cemaat dinler. Gizli okunan namazların her rekâtında Fâtiha okumak farzdır. Okunmazsa namaz olmaz.

Uhud şehidleri için:
"Onları kanları ile gömün, yıkamayın." (Buhârî)
Şehidlerin yıkanmamasında Ümmet-i Muhammed'in icma'ı vardır. Şehitlerin namazı için İmâm-ı Âzam kılınır, diğer üç mezhep imamları, kılınmaz demişlerdir.
"Bağışından dönen; kusan, sonra kustuğunu yiyen köpeğe benzer." (Buhârî)
İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh- "Bağışa engeller bulunmazsa yabancıya olan bağıştan dönebilir, amma bu dönüş çirkin bir şeydir." derken;
İmâm-ı Şâfiî -rahmetullahi aleyh- ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel -rahmetullahi aleyh- "Yabancıya yapılan bağıştan da dönülemez. Bu Hadis-i şerif bağıştan dönmenin haram olduğunu gösteriyor. Ancak baba oğluna yaptığı bağıştan dönebilir." diyorlar.
İmâm-ı Mâlik -rahmetullahi aleyh- de: "Karşılık bir şey alma ümidi ile yapılan bağışlardan dönülebilir."demektedir.
"İmamlar size namaz kıldırırlar. Dosdoğru kıldırırlarsa sevabı hem size, hem onlaradır. Hata yaparlarsa sevabı size, günahı onlaradır." (Buhârî)
İmâm-ı Şâfiî'ye göre: "İmamın abdestsiz olarak namaz kıldırdığı anlaşılırsa, cemaatin namazı tekrar kılması gerekmez."
İmâm-ı Âzam ise: "İmamın namazı sahih olmadıkça cemaatın namazı da sahih olmaz."

"Ümmetime zor gelmeyecek olsaydı, yatsı namazının böyle gecenin üçte birinde kılınmasını emrederdim." (Buhârî)
İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh-e göre: Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar bırakmak mendup ise de yarı geceye tehiri mekruhtur.
İmâm-ı Şâfiî'ye göre de mendup'tur.

İctihad farkının Âyet-i kerime üzerindeki uygulamasına da şu misali verelim:
Zıhar kefareti ile ilgili Âyet-i kerime'de:
"Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyursun." buyurulmaktadır. (Mücâdele: 4)
Hanefî ulemâsı bu ifade ile altmış fakirin yiyeceğini yedirmek, yani bu miktar yiyeceği vermek olarak anlamışlardır. Bu kefareti ödemesi gereken kimse altmış fakiri bir günde doyurabileceği gibi, bir fakiri altmış gün doyurmasının câiz olduğuna hükmetmişlerdir.
Âyet-i kerime'deki hükmün gayesi, belirtilen sayıda fakirin doyurulması ve yeme ihtiyacının karşılanmasıdır. Bir fakirin altmış gün ihtiyacının karşılanması da, bir günde altmış fakirin ihtiyacının karşılanması gibidir.
Şâfiî ulemâsına göre ise Âyet-i kerime'de geçmeyen bir lâfzın, yani "Yiyecek" kelimesinin varlığı kabul edilmekle, buna karşılık Âyet-i kerime'deki fakirlerin sayısını belirten "Altmış" kelimesi kaldırılmış olmaktadır. Halbuki Allah-u Teâlâ'nın bu emrindeki hikmetinin gayesi, altmış fakirin doyurulmuş olması muhtemeldir. Zira toplulukta bereket ve fazilet vardır. Böylece kefaret gereken kişi için beraberce duâ etme imkânı doğmuş olur.
Gerçek müctehidler bu şekilde içtihad ettiler. Bunlar Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerde kesin olan hükümlerde ve itikadî konularda görüş belirtmediler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Ümmetimin ihtilâfı rahmettir." buyurmuşlardır. (Nevâdir-ül Usûl)
Yani fakih ve müctehidlerin büyüklerinin arasındaki ihtilâf, şeriat dairesini genişlettiği ve ümmet-i Muhammed'in muamelelerini kolaylaştırmaya sebep olduğundan rahmete vesiledir.
Yoksa kendilerini âlim zanneden bilgisizlerin ihtilâfı, nifaktan başka bir şey değildir. Gayeleri ittifak değil nifaktır. Bunların bütün iş ve icraatları hep kötülüktür. Bunları gururları aldatmıştır.
Bunlar huzur-u ilâhi'ye nasıl çıkacaklar?

Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm'ı yaşamak, emr-i ilâhî'yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gökkubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibi sapıklar, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.

İslâm'ı yaşamayanlar İslâm'dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildirler.
İslâm'ı yaşamadıkları halde İslâm'dan bahseden, ileri-geri konuşan, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri hafife alıp, ortadan kaldıranlar tahripçidirler.
Bunlar ruh adamı değil süs adamıdır, sun'i çiçeğe benzerler. Ruhları ölmüştür, yaşayan nefistir, her biri bir canlı cenazedir. Bunların hükmü budur.
Ruhu ölmüş, kalbi mühürlenmiş, nefis putuna tapmış kimseler sapıktırlar ve yalancıdırlar. Zan ile hareket ederler. Kendileri saptıkları gibi, başkalarını da saptırmaya çalışırlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." buyuruyor. (A'râf: 54)
Mahlûkun hiç hükmü yoktur, kim olursa olsun. Böyle olduğu halde emr-i ilâhî'yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözünü doğru kabul edenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)
Emr-i ilâhi'yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan hem şirke düşmüş hem de küfre girmiştir. Bunun böyle olduğunu kesin olarak bilin. Esas budur. Öz, Allah-u Teâlâ'nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm'ın beyanıdır.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah'ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır." (Mücâdele: 18-19)
Öz ve özden alanlar öz söyler, özden nasipdar olmayanlar söz söyler. Bu sözleri söyleyenler nefis putuna dayanarak şeytandan ilham alarak ve zanna uyarak söylerler. Bunların da alâmeti budur.
Nûr ehlinin kaynağı Hazret-i Allah ve Resul'üdür. Diğerlerinin kaynağı ise şeytanın iğvâsı ve kendi zannıdır.
Birisi Allah ehli, diğeri dalâlet ehlidir.
Allah-u Teâlâ'nın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O'na aittir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise:
"Hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır." buyuruluyor. (Mümin: 12)
Onlar ise kendi zanlarını yürüterek delilsiz ve mesnedsiz konuşmaktadırlar.
Onlar bu Âyet-i kerime'yi bilmiyor, görmüyor, görmek de istemiyorlar. Bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyorlar. Halbuki bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr eden kâfirdir. Onlar ise sûreyi inkâr ediyorlar.
Hem Allah-u Teâlâ'nın hükmünü değiştirip kendi hükmünü koyuyorlar, hem de inkâra kalkıyorlar. Bu ise din-i İslâm'ı ifsattır, küfrün üzerinde bir küfürdür.
Bunlar gökkubbe altındaki insanların en şerlileridir.

Allah-u Teâlâ ancak "Ulül-elbâb"a varanların hakikati bileceğini beyan buyuruyor. Çünkü onların muallimi bizzat Hazret-i Allah'tır.
Onlar Allah-u Teâlâ'nın bütün emirlerini tatbik etmiş, nehiylerinden sakınmışlar, yani İslâm'ı yaşamışlardır.
Bunlar:
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd: 112)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere İslâm'ı yaşamışlar ve başkalarının da yaşamaları için gayret göstermişlerdir.
Bir kimse Allah-u Teâlâ'nın bütün emirlerine riâyet etmedikçe, her nehyettiği şeyden kaçınmadıkça hiçbir zaman hakikat ehli olamaz.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İslam'ı anlamayan/anlayamayan, onu yaşayamaz. Çünkü, hiç bir şeyi anlayamayan hiç bir şeyi tatbik edemez/yaşayamaz.

İslam'ı anlayan, (istikameti doğru) mezheblerin neden gerekli olduğunu anlar.

İslam'ı anlayan, mehebleri izlemeden Allah ve Rasulüne varamayacağını bilir.

Mezhebi bilen İslam'ı da anlamış olur.

İslam, Kur'an+Sünnet+İcma+Kıyastır. Bu 4 kaynağı derli toplu ve usulüne uygun olarak, ancak Mezheb ile bulabilirsin. İslam bize nakledilerek ulaşmıştır. Ayet Hadis naklinin Müslümanlarıyız. Nakledene sırt dönen nakle de sırt döner.

Bunları istersen günlerce yaz... Sayfa sayfa kitaplar hacminde anlat. Özü özeti budur biiznillahi teala.

Son söz, @forumdayim abinin buyurduğu gibi:

Hak Mezhebi kaybeden, İslam'ı da kaybetmiştir. Sonu dinsizlik. Nokta.

Fi emanillah.
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
iş mi namaz mı diye konu açan sonra da hiç bir ayet e hiç bir Hadise hiçbir fıkıh alimine hicbir mezheb imamina isnad edemeden kendi şaşkın kafası ile kendince hüküm veren bir adamın hangi sözüne itimad edilebilir ki.. cengiz bu güruhun edebiyat parçalamak ta aslan fakat pratikte sudan çıkmış balık oldugunun olacagının basit ama gercek bir örneği numune i imtisali.. ne demiş ziya paşa




"Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde"






o kadar yani.,
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Arkadaşlar,
Bu konu hakkında forumda çok şeyler yazıldı ve ilmi olarak da her şey ortaya koyuldu. Onun için biz bu yazılanları okumadan böyleb,rkonuyu açanlara kestirmeden diyoruz ki:

İlk MEZHEBSİZ ŞEYTAN'dı. Bilindiği gibi, O kendi aklını beğenerek meleklerin mezhebine yani davranışlarına uymadı, sonuç :Ebedi cehennem odunu olarak kalmak !
Onun için her kimki, "Ben mezheb falan tanımam!" diyorsa bilmiş olun ki, o şeytanla CEHENNEMDE buluşmak üzere sözleşme imzalamıştır. Din ve diyanetle asla bir ilgisi ve bilgisi yoktur.
"Peygamberimizin mezhebi neden yoktu !" diye bir soru daabsürd birsorudur.Çünkü, Peygamberimizin mezhebi vardı.Omezhebin adıda EHL-İ SÜNNET MEZHEBİ'dir.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Müctehidlerin ortaya koyduğu birikim elbet de takdire şayandır...

Lakin, o birikimin üzerine asla bir şey koyulmaz deyip de koyanları Din'den uzaklaştırırsanız,

Bu sefer de sizin tutumunuz da şuna havi olur:

Müctehidlerin ortaya koyduğu birikim Din'den de, Kur'an'dan da öte bir şeydir... Ve daha da üstündür...

Böyle bir şeye hakkınız yoktur...

Bence ALAGAŞ iyi bir niyyetle bir makale arzetmiştir... Sağolsunlar...

Peygamberimiz Dönemi'nde "EHLİ SÜNNET" diye bir argüman bilinmemektedir... Böyle bir anlayış da yoktur... Sanırım Fakiri, Müctehidlerin birikimini Kur'an'ın üzerinde tuttuğundan nereden sallayacağına karar verememiş...

Fakiri bu ismi gibi bilgisi de fakir olunca Peygamberi de ehli sünnet mezhebine otutturur...

Cahillik böyle bir şey...

Peygamber, kendisinden sonra geleceklere bir rivayete göre bir şey bırakmış:

Kur'an...

Diğer rivayete göre de:

Kur'an ve Sünnet...

Ehl-i sünnet mezhebi falan bırakmamış...

Geleneği Kur'an edinenden daha zalim kim olabilir ki...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
"İlk mezhepsiz şeytandı..."

Fakiri'den...

Böyle bir sözü ifade edenin aklı yerinde mi acaba..?

Hangi mezhebi inkar etmiş Şeytan...

Hanefi mezhebini mi..?

Aklına şaşayım...

Cezalı iken burada bilgiden güller açardı...

Şimdi de cehaletten güller soluyor...
 

forumdayim

Profesör
Katılım
7 Eyl 2009
Mesajlar
1,156
Tepkime puanı
29
Puanları
0
Konum
almanya
meftun kardes, mezhep nedir, müctehidlerin ictihadidir, durum bu olunca , yine biliyoruzki peygamberimiz efendimiz buyurmusturki ashabim gökdeki yildizlar gibidir hangisine uyarsaniz hidayete erersiniz, ashabin tamaminin müctehid makaminda olduguda anlasilmis oluyor... mezhepler islam ümmetinin cogalip dagilmasi neticesinde kurumsallasmis müslümanlarin islamdan daha sihhatli istifade etmeleri saglanmistir... müctehidlerin ictihadleri kesinlikle kurandan ve sünnetlerden üstün degildir ancak ictihadleride kuran ve sünnete rakip görmekte hicte iyiniyetli bir yaklasim degildir, cünkü müctehidler kuran ve sünnetten aldiklari ilhamla gerekli olan yerlerde ictihadde bulunmuslardir... bu günde o ictihadlerin ruhuna ters düsmiyecek sekilde gerekli olan yerlerde yetkili zatlar kiyasta bulunurlar ...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
meftun kardes, mezhep nedir, müctehidlerin ictihadidir, durum bu olunca , yine biliyoruzki peygamberimiz efendimiz buyurmusturki ashabim gökdeki yildizlar gibidir hangisine uyarsaniz hidayete erersiniz, ashabin tamaminin müctehid makaminda olduguda anlasilmis oluyor... mezhepler islam ümmetinin cogalip dagilmasi neticesinde kurumsallasmis müslümanlarin islamdan daha sihhatli istifade etmeleri saglanmistir... müctehidlerin ictihadleri kesinlikle kurandan ve sünnetlerden üstün degildir ancak ictihadleride kuran ve sünnete rakip görmekte hicte iyiniyetli bir yaklasim degildir, cünkü müctehidler kuran ve sünnetten aldiklari ilhamla gerekli olan yerlerde ictihadde bulunmuslardir... bu günde o ictihadlerin ruhuna ters düsmiyecek sekilde gerekli olan yerlerde yetkili zatlar kiyasta bulunurlar ...

Müctehidlerin yorumunu Kur'an'ın ve Sünnet'in karşısında gören yok ki...

Neticede müctehidinki de bir yorumdur...

Dolayısıyla bugün birileri Allah rızası için bazı şeyleri ifade edince, o edilen şeyler de bu yorumlara muhalif olunca,

Bunları da Kur'an'a rakip görmeyelim...

Müctehidin yorumunun hilafına biri kelam edebilir... Gayet normal....

Sen de edilen yorumu almazsın olur biter...
 

abdullah birisi

Kıdemli Üye
Katılım
12 Mar 2013
Mesajlar
10,357
Tepkime puanı
517
Puanları
0
Konum
istanbul
acizane bu tip arkadaşlara ben çorba mezhebli diyorum... bu tiplere an can alıcı soru.. sen mukallidmisin yoksa müçtehidmisin.... mukallidsen zaten bir mezhebe uyuyorsundur sorun yok.. yok eğer ben müçtehdim diyorsan o zamanda sorun yok çünkü aklını yitirmişlerle konuşulacak bir şey yok....
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Evli bir erkeğin başına silah dayadınız... Onu canıyla korkutuyorsunuz... Ve ailesini boşamasını istiyorsunuz... Korkudan da olsa, bu talak reel bir talaktır Hanefi mezhebine göre...

Yani, böyle bir hükmün hilafına diyelim biri konuştu, ne oılur dinden mi çıkar...

Kur'an ayaklar altına alınınca ses yok.... Yoruma muhalif konuşunca insanları dinden çıkarıyorsunuz...

Sizin Dininiz yorum sanırım...

Eeee bizler de aklını yitirmişlerle konuşamayız, haklısın....

Dinini yorum edinenler kadar daha tehlikeli kim olabilir...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Çorbalı mezhebi emreden Allahü Teala:

Bilmediklerinizi bilenlere sorunuz...

İmam Şafii'ye de sorarım, İmam Muhammed'e de...

Çorbaysa çorba...

Seninki armut mu..?
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
sabahdan beri yazan çizen kimseye fırsat vermeyen meshep tüçarlarına duyurulur uyduğunuz meshebin farkındamısınız
inanın sizin meshep imamı kabul ettiğiniz imamın talebeleri sizden fazla eleştirmiş araştırmış hayır ben hocamın şu görüşlerini kabul etmiyorum demiştir şimdi cahil çıkıyor şeytanda meshepsizdi falan gibi hakaret dolu sözler zira haklı küfür üzere olanlar
küfür ederler işte onlarda gerteğini yapıyorlar hoş gelmişin fakiri sen ve küfürlerin bir bütünsünüz
ben meshep tanımaz falan değilim fakat uyduğum meshebinde okunması anlanması gerekir diyorum
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
"İlk mezhepsiz şeytandı..."

Fakiri'den...
Böyle bir sözü ifade edenin aklı yerinde mi acaba..?
Hangi mezhebi inkar etmiş Şeytan...
Hanefi mezhebini mi..?
Aklına şaşayım...
Cezalı iken burada bilgiden güller açardı...
Şimdi de cehaletten güller soluyor...

Yerinde , yerinde! Sen asıl kendi aklını bugüne kadar muhafaza edebildin mi ona bak!
Biz yokken forumda gülleraçıyormuş!
Öyle ya, sizin gibi mezhbesizlerve tasavvuf düşmanları istedikleri gibi forumda cirit atıyorlar o zaman !
Çok haklısın çok!


 
Üst