Tahsin EMİN
Kıdemli Üye
- Katılım
- 7 Şub 2012
- Mesajlar
- 11,757
- Tepkime puanı
- 490
- Puanları
- 83
Mezhep Konusu
Peygamberimiz'in vefatından bu yana, hiçbir alim, hiçbir müctehid "mezhep" kurmamıştır. Tek bir istisnası yoktur.
Ümmetin içersinde, bilenler vardır, alimler vardır ne bileyim ictihad edebilecek düzeyde bilginler vardır. Onlar, var olan şartlara ve ümmetin o günkü mes'elelerine ilimleri ve bilgileri ekseninde ayna tutarlar.
Hadise bundan ibarettir.
Elbet kaynaklar farklı olmasa da her bir alimin kendine has (spesifik) usulü vardır. Dolayısıyla alimler usulleri ekseninde birbirleriyle de ihtilaf eden olmuşlardır ki, insan düşünen ve fikri olan bir varlık olması hasebiyle bu ihtilaflar da gayet yerinde ve olması gereken bir şeydir.
Genellikle kaynaklar,
Kur'an,
Sünnet,
Sahabe kavilleri ve tesbitleri,
Alimlerin cem'an ittifak ettiği görüşler (icma),
İlletleri aynı olan iki şeyin mukayesesi (Kıyas),
Müstahsen yerine göre de ümmetin güzel bulduğu ve de İslam'a uygunluk gösteren adetler vs...
İşte ümmet içersinde yaşayan ve hayatını devam ettiren alimler, ümmetin mes'eleleri ve soruları karşısında ilimlerini, bilgilerini, tesbit ve ictihatlarını yukarıda ifade ettiğim kaynaklar muvacehesinde yerine getirmişlerdir. Allahü Teala cümlesinden razı olsun.
Böyle bir duada bulunmam, Allahü Teala'nın Kur'an'da "bilen"lere ayrıcalık tanımasındandır.
İfade ettiğim husus dün ne ise bugün de aynıdır, değişen bir şey yoktur.
Bugün de dini bir konuda (iman, ibadet, muamelat, ukubat, feraiz vs) eksikliği olan müslümanlar eksikliklerini telafi etme noktasında "bilen"e danışıyorlar ve aldıkları cevapla da ya "amel" ediyorlar ya da mutmain olmayıp daha farklı "bilen"lere yöneliyorlar.
Bu ameliye, İmam Azam Ebu Hanife döneminde de bu şekilde ikame edilmiştir...
İmam Şafii döneminde de... Ve diğer müctehidler döneminde de bu şekilde ikame edilmiştir.
İster beğenin ve isterse beğenmeyin, ümmet içersinde yaşayan her bir alim, kendi usulünü isimlendirme ve mezhebini kurma adına asla kalemini kuşanan olmamıştır. Bilen varsa söylesin ben bilmiyorum.
AFGANİ de öyle, ABDUH da öyle, Abdü'lvahhab da öyle vs...
Bugün mezhep olarak bildiğimiz mezhep isimlendirmeleri sonradan olan bir isimlendirmedir.
Mesela, "Hanefi" ya da "Hanefilik" isimlendirmesinin Numan b. Sabit'le (R.alh) ilgi ve alakası yoktur.
Sonraki kuşaklar, Ebu Hanife'nin usulü ekseninde mes'elelerine ya da sorularına çare arayanları o usulün merkezinde olan, birinci insanın ismi ya da mahlasıyla (müstear) tanımlamışlar ve arkasından da bu tanımla "Hanefi Mezhebi" olarak neşet etmiştir.
Durum bundan ibarettir.
Günümüzde "bilen"lerden ziyade "mezhep" merkeze alınmış ve mezhep de imanin olmazsa olmaz parçası hale getirilmiş,
Böyle bir anlayıştan sakınan ama bilmedikleri mes'elelerde Kur'an'ın emrine göre hareket edip, ülamaya danışan nice insanlar da,
Mezhepsiz olarak itham edilmiş ve arkasından,
Sapık, sünne düşmanı, bid'atçi şeklinde kötülenmiş ve aşağılanmışlardır.
Mezhep algılamasının bir diğer kötü versiyonu da "Din" edinilmesidir.
Halbuki İslam birdir. Böyle inanılır da ama mezhepler de din olarak algılanır, birçokları bunun farkında da değillerdir. Bu çok korkunç bir şeydir.
Ben bunları fiilen ve reelde yaşayan birisiyim.
Halbuki asıl mes'ele şudur,
Darda kaldığın ve bilmediğin bir mes'eleyi "bilen"e danışmaktır. Bunun ötesinde var mıdır başka bir şey?
En güzeli danışmamak ama bütün dini ilimlere tamamen vukufiyet de mümkün gözükmemektedir.
Hal böyle olunca da danışmak, sormak kadar doğal ve tabii bir şey yoktur.
Allahü Teala "bilen"lerden ziyade müstefit olmayı bizlere nasip eylesin.
Bendeniz de, bilmediklerimi bilenlere danışıyorum ve çoğunlukla da bu bilenler, İmam Azam Ebu Hanife başta olmak üzere O'nun usulünü bilenlerdir.
"Allahü Teala'dan en çok korkan alimlerdir..." (Kur'an)
"Alimler, Peygamber'in varislerdirler..." (Hadis)
Selamlar...
Peygamberimiz'in vefatından bu yana, hiçbir alim, hiçbir müctehid "mezhep" kurmamıştır. Tek bir istisnası yoktur.
Ümmetin içersinde, bilenler vardır, alimler vardır ne bileyim ictihad edebilecek düzeyde bilginler vardır. Onlar, var olan şartlara ve ümmetin o günkü mes'elelerine ilimleri ve bilgileri ekseninde ayna tutarlar.
Hadise bundan ibarettir.
Elbet kaynaklar farklı olmasa da her bir alimin kendine has (spesifik) usulü vardır. Dolayısıyla alimler usulleri ekseninde birbirleriyle de ihtilaf eden olmuşlardır ki, insan düşünen ve fikri olan bir varlık olması hasebiyle bu ihtilaflar da gayet yerinde ve olması gereken bir şeydir.
Genellikle kaynaklar,
Kur'an,
Sünnet,
Sahabe kavilleri ve tesbitleri,
Alimlerin cem'an ittifak ettiği görüşler (icma),
İlletleri aynı olan iki şeyin mukayesesi (Kıyas),
Müstahsen yerine göre de ümmetin güzel bulduğu ve de İslam'a uygunluk gösteren adetler vs...
İşte ümmet içersinde yaşayan ve hayatını devam ettiren alimler, ümmetin mes'eleleri ve soruları karşısında ilimlerini, bilgilerini, tesbit ve ictihatlarını yukarıda ifade ettiğim kaynaklar muvacehesinde yerine getirmişlerdir. Allahü Teala cümlesinden razı olsun.
Böyle bir duada bulunmam, Allahü Teala'nın Kur'an'da "bilen"lere ayrıcalık tanımasındandır.
İfade ettiğim husus dün ne ise bugün de aynıdır, değişen bir şey yoktur.
Bugün de dini bir konuda (iman, ibadet, muamelat, ukubat, feraiz vs) eksikliği olan müslümanlar eksikliklerini telafi etme noktasında "bilen"e danışıyorlar ve aldıkları cevapla da ya "amel" ediyorlar ya da mutmain olmayıp daha farklı "bilen"lere yöneliyorlar.
Bu ameliye, İmam Azam Ebu Hanife döneminde de bu şekilde ikame edilmiştir...
İmam Şafii döneminde de... Ve diğer müctehidler döneminde de bu şekilde ikame edilmiştir.
İster beğenin ve isterse beğenmeyin, ümmet içersinde yaşayan her bir alim, kendi usulünü isimlendirme ve mezhebini kurma adına asla kalemini kuşanan olmamıştır. Bilen varsa söylesin ben bilmiyorum.
AFGANİ de öyle, ABDUH da öyle, Abdü'lvahhab da öyle vs...
Bugün mezhep olarak bildiğimiz mezhep isimlendirmeleri sonradan olan bir isimlendirmedir.
Mesela, "Hanefi" ya da "Hanefilik" isimlendirmesinin Numan b. Sabit'le (R.alh) ilgi ve alakası yoktur.
Sonraki kuşaklar, Ebu Hanife'nin usulü ekseninde mes'elelerine ya da sorularına çare arayanları o usulün merkezinde olan, birinci insanın ismi ya da mahlasıyla (müstear) tanımlamışlar ve arkasından da bu tanımla "Hanefi Mezhebi" olarak neşet etmiştir.
Durum bundan ibarettir.
Günümüzde "bilen"lerden ziyade "mezhep" merkeze alınmış ve mezhep de imanin olmazsa olmaz parçası hale getirilmiş,
Böyle bir anlayıştan sakınan ama bilmedikleri mes'elelerde Kur'an'ın emrine göre hareket edip, ülamaya danışan nice insanlar da,
Mezhepsiz olarak itham edilmiş ve arkasından,
Sapık, sünne düşmanı, bid'atçi şeklinde kötülenmiş ve aşağılanmışlardır.
Mezhep algılamasının bir diğer kötü versiyonu da "Din" edinilmesidir.
Halbuki İslam birdir. Böyle inanılır da ama mezhepler de din olarak algılanır, birçokları bunun farkında da değillerdir. Bu çok korkunç bir şeydir.
Ben bunları fiilen ve reelde yaşayan birisiyim.
Halbuki asıl mes'ele şudur,
Darda kaldığın ve bilmediğin bir mes'eleyi "bilen"e danışmaktır. Bunun ötesinde var mıdır başka bir şey?
En güzeli danışmamak ama bütün dini ilimlere tamamen vukufiyet de mümkün gözükmemektedir.
Hal böyle olunca da danışmak, sormak kadar doğal ve tabii bir şey yoktur.
Allahü Teala "bilen"lerden ziyade müstefit olmayı bizlere nasip eylesin.
Bendeniz de, bilmediklerimi bilenlere danışıyorum ve çoğunlukla da bu bilenler, İmam Azam Ebu Hanife başta olmak üzere O'nun usulünü bilenlerdir.
"Allahü Teala'dan en çok korkan alimlerdir..." (Kur'an)
"Alimler, Peygamber'in varislerdirler..." (Hadis)
Selamlar...