Mevlana Köşesi

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
mevgj7.png


mevlana'dan sözlerle başlamak istiyorum satırlarıma;

"Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok."
Mevlânâ

"Her gün bir yerden bir yere göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım."
Mevlânâ

Biz birleştirmek için geldik
Ayırmak için gelmedik



MEVLANA'NIN HAYATI

Hz. Mevlana 1207 yılında Belh şehrinde doğmuştur. Babası Sultan-ül-Ülema diye bilinen Bahaeddin Veled annesi Mümine Hatun 'dur. Bahaeddin Veled ailesi ile birlikte Belh 'den ayrıldıktan sonra Bağdat 'a buradan da Hac için Mekke 'ye gitmiş ve daha sonra Anadolu Selçuklularının en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu 'ya geçmiştir.

Malatya, Erzincan, Akşehir yoluyla Larende 'ye ( bugünkü Karaman ) geldi. 1225 yılında oğlu Hz.Mevlana 'yı Gevher Hatun 'la evlendirdi. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad 'ın daveti üzerine 1228 yılında Hz.Mevlana ile birlikte Konya 'ya geldi. Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat etti. Hz.Mevlana ertesi yıl babasının müritlerinden olan Muhakkık-i Tirmizi 'ye 9 yıl süreyle müritlik etti. (1232-1241) Bazı kaynaklarda Hz.Mevlana 'nın öğrenimini ilerletmek için Şam 'a gittiği söylenir. Muhakkık-i Tirmizi 'nin ölümünden sonra Hz.Mevlana medreselerde bir süre ders vermiştir. Verdiği dersler Selçuklu Sultanı ve vezirleri tarafından da takip edilmiştir.

1244 'de Şems-i Tebrizi ile tanışmasıyla Hz.Mevlana 'nın hayatı değişmiş ve sahip olduğu ilmin yanında, O 'nu bir gönül adamı yapmıştır. Şems-i Tebrizi ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal eden Hz.Mevlana, müritlerinin ve halkın tepkisiyle karşılaştı. Şems-i Tebrizi bunun sonucunda 1246 yılında Şam 'a gitti. Ancak Hz.Mevlana 'nın ısrarlı davetleri üzerine 9 ay sonra Konya 'ya döndü.

Şems-i Tebrizi devam eden tepkiler neticesinde 1247 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kayboluşuyla ilgili olarak Şems-i Tebrizi 'nin öldürüldüğü ve ayrıca Hz.Mevlana 'nın üzülmesine dayanamadığı için gizlice Şam 'a gittiği yolunda görüşler vardır.

Bu olaydan sonra Mevlana kendini tamamen şiire, semaya ve çevresindekileri manevi yönden olgunlaştırmaya verdi. Daha sonraları kendisine sohbet arkadaşı olarak sırasıyla Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi 'yi seçti. Hz.Mevlana 1273 yılında Konya 'da vefat etti.


mvdk1.png


Hazret-i Mevlana’nın Dostları, Halifeleri; Kendisine ilham Kaynağı Olan Mutasavvıflar;

Şems-i Tebrizi Hazretleri

Bu zatın adı, Şemseddin Muhammed olup doğumu 1186 dır. Tebrizli Melekdad oğlu Ali’nin oğlu olan Şems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanının yegane şeyhi olarak gördüğü Tekbirzi Şeyh Ebu Bekir Sellebaf’a (sele ve sepet örücüsüne) intisap etti ve onun terbiye ve irşadıyla yetişip olgunlaştı.

Şems, ulaştığı manevi makama kanaat etmediğinden daha olgun mürşidler bulmak arzusuyla seyehate çıktı. Senelerce takati tükenircesine bir çok bir çok yerler dolaştı, zamanının arifleriyle görüştü. Bu arifleri, mana alemindeki uçuşunda kinaye olarak Şems’e, Şems-i Perende (Uçan Güneş) adını vermişlerdir.

Şems, ta çocukluğundan itibaren fikren ve ruhen hür bir derviş, kendinden geçercesine ilahi aşka dalarak yaşayan bir şahsiyetti. Şems, kendisini ruhen tatmin edecek seviyede bir Hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadaşı arayan bir kamil velidir.

Yana yakıla, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan Şems’in bir gece kararı elden gitti, heyecan içinde idi. Allah’ın tecellilerine gömülüp mest olmuş bir halde münacatında “Ey Allah’ım! Kendi, örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum” diye yalvardı. Allah tarafından, istediğinin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belhli Sultanü’l-Ulema’nın oğlu Muhammed Celaleddin olduğu ilham edildi. Bu ilham ile Şems, 29 Kasım 1244 yılı Cumartesi sabahı Konya’ya geldi.


MESNEVİ'NİN YAZILIŞI

Eflaki, Mesnevi’nin yazılıp tamamlanmasını anlattığı bahiste diyor ki: “Mevlana Hazretleri, asil kişilerin sultanı Çelebi Hüsameddin’in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi’yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, akşamdan başlıyarak gün ağarıncaya kadar birbiri arkasından söyler, yazdırırdı.

Çelebi Hüsameddin de bunu sür’atle yazar ve yazdıktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana’ya okurdu. Cilt tamamlanınca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapıp tekrar okurdu.” Bu şekilde dikkatlice 1259-1261 yılları arasında yazılmaya başlanılan Mesnevi, 1264-1268 yılları arasında sona erdi.


Hazret-i Mevlana’nın Ziyaretçilerine Seslenişi

“Kardeş, mezarıma defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz. Hak Teala beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem, çürüsem bile, ben yine o aşkım.”

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız?
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”


mloe4.png



MEVLANA'NIN VASİYETİ

"Ben size, gizli ve aleni, Allan’dan korkmanızı,

Az yemenizi,

Az uyumanızı,

Az söylemenizi,

Günahlardan çekinmenizi,

Oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi,

Daima şehvetten kaçınmanızı,

Halkın eziyet ve cefasına dayanmanızı,

Avam ve sefihlerle düşük kalkmaktan uzak bulunmanızı,

Kerem sahibi olan Salih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ederim.

İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır.

Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır.

Hamdı, yalnız tek olan Allah'a mahsustur.

Tevhide ehline selam olsun."

Seb-i Arus irfan ve sevgi güneşi Mevlana, 5 Cemazelahir, 672 (17 Aralık, 1273) Pazar
günü gurup vakti, bütün parlaklığı ile, bütün güzelliklerime gülerek ebediyet
âleminin semasına doğdu. Mevleviler, o geceye seb-i Arus derler.

Müslüman olan, Müslüman olmayan, küçük, büyük ne kadar Konyalı varsa hepsi, Mevlana’nın cenaze merasimine katildi Müslümanlar, Müslüman olmayanları sopa ve kılıçla savmaya çalışarak, onlara: "Bu merasimin sizinle ne ilgisi vardır? Bu din sultani Mevlana bizimdir, bizim imamımızdır," diyorlardı. Onlar da su cevabi veriyorlardı: "Biz Musa’nın İsa’nın ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözünden anlayıp öğrendik.

Kendi kitabımızda okuduğumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini onda gördük. Sizler nasıl onun muhibbi müridi iseniz, bizde onun muhibbiyiz. Mevlana Hazretleri'nin zati, insanların üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler güneşidir. Güneşi bütün dünya sever. Bütün evler onun buruyla aydınlanır. Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeğe ihtiyaç duyamazlık edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüzdü?''

Mevlana’nın vasiyeti üzerine şeyh Sadrettin, Mevlana’nın namazını kıldırmak üzere niyetlendiğinde dayamayıp baygınlık geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadı Siraceddin imamlık etti. Mevlana'ya, Yeşil Kubbe denilen Türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II. Giyaseddin Keyhüsrev'in kızı) Gürcü Hatun'un yardımlarıyla Çelebi Hüsameddin zamanında yapıldı. Türbenin mimari, Tebrizli Bedreddin'dir.


mlnbj7.png


Ondördüncü yüzyılda yaşayan yüzyıllardır kişiliği, eserleri, şiirleri ve düşünceleriyle insanlığa sevgiyi öğreten “ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyen Mevlana’nın düşüncelerini, sevgi ve geniş hoşgörüsünü bir parçacık yaşadığımız çevrelere anlatıp tattırırsak ne mutlu bize.

Her sözü düşündüren, ibret veren, hayata yön veren, yol gösteren, ufuklar açan, insan olmanın bilincine vardıran, erdemleştiren derin bir mana vardır.…

"Gel, gel, ne olursan ol yine gel.
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel.
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..."

"Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler gönül tuzağının taneleridir. Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını alamaz. Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar. "


"Doğruluk, her duygunun uyanıklığıdır; bu sûretle duy-gulara zevk, munis olur. "


"Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olma-dıkça müflisliğini bilmez.


Mevlana insanları dünyanın geçici, aldatıcı zevklerinden, hırs, kötülük, bencillik, yalan ve ikiyüzlülükten arındırıp, hoşgörüye, kendisiyle barışa, gerçek güzelliğe, sonsuz mutluluğa, insan sevgisine, evrensel ve tanrısal olana yönlendirmeye çalışmıştır... Zaman zaman, dünya malını, kendisini bile hiçe sayarak hedeflediği mananın ve amacının peşinden koşmuştur…

Ey müslüman, edep nedir?" diye sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektedir.
Kimi, "falan adamın huyu kötü, tabiatı fena" diye şikayet eder, görürsen, bil ki, bu şikayetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor!
Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir."

Rızıklar denizini, bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır?

Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su....

Harislerin, dünyayı çok sevenlerin göz testileri hiç dolmaz.

Sedef de kanaat edici olmayınca içi inci ile dolmaz.

Halbuki ilâhi aşk yüzünden, nefsaniyetten kurtulan,

benlik elbisesi yırtılan kimse, hırstan da, ayıptan da,

kötülüklerden de tamamıyla temizlenir.


Mevlana bir düşünür, bir filozof, bir şair. Şiiri, sanatı, düşünce ve fikirleriyle coşkun bir sufi, bir ermiş, bir derviş, bir mürşit, bir ulu pir… Ve sayamayacağım kadar çok yönlü bir merkez, bir derya…
Mevlana, aşkı ve sevgiyi bütün evrende, bütün varlıklarda aramıştır. Görünenden, görünmeyene, bireyden evrensele, evrenselden tanrısala kadar…

"Güle aşık, halbuki esasen gül, kendisine aşık, kendi aşkını aramakta."


"Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir.


"Gönül, ne tarafı işaret ederse duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider. "


"Sevgiden acılıklar tatlılaşır. Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı-duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Bu sevgide bilgi neticesidir.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
adszfj8.png


Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rûmî



**Mevlana'dan**


** O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti.
Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

** Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da
nedir bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.

** Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor,
gama binlerce defa aferin.

** Nefsin, üzüm ve hurma gibi
tatlı şeylerin sarhoşu oldukça,
ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?

** Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
Selviyi hür bir halde yücelten,
kederi de sevinç haline sokabilir.

** Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir,
nasıl olur da güneş üflemekle söner?
 

ervaa02

Üye
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
51
Tepkime puanı
2
Puanları
0
mewlana dıyarı konyada okyorum onu herzamana zıyert etme fırsatımda war
ama esnewı hakkında o kadarda bılgım yok ama gercektende ısterdım ogrenmeyı
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
MEVLÂNA'NIN ESERLERİ

MESNEVİ


Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.

Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.

Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.

Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.

Mesnevî'nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür

Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.


DİVAN-I KEBİR

Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.


MEKTUBAT

Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.

Fİ Hİ MA Fİ H

Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.

MECÂLİS-İ SEB'A


(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :

1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.

Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
adszrz2.png


MEVLANA DA CİDDİ DEĞİŞİM;

642 yılına gelindiğinde Mevlana’da ciddi değişim oluyor. Varlığında kendini kaybettiği Şemsi Tebrizî ile tanışıyor. "O neredendir, nerelidir, biz onu bilmiyoruz." diyen Mevlana, odunun ateşte yandığı gibi onun karşısında yanıyor. Şeyhi ona: "Anadolu’ya git. Orada ciğeri yanık, kalbi susamış biri var, onu aydınlat gel." dedi. Tebriz, Bağdat, Ürdün, Kayseri, Şam derken bir pazartesi Konya’ya geldi.

Bir gün Mevlana’nın ata binmiş olarak geldiğini, etrafında insanların faydalanmak için bir şeyler sorup öğrendiklerini gördü. Şems ilerleyerek Mevlana’nın önüne gelip durdu, ve:

"Riyâzat ve ilmin amacı nedir?" diye sordu.

Mevlana da:

"Şeriat ve edebi bilmektir." dedi.

Şems:

"Hayır, amaç; bilinene ulaşmaktır.” dedi ve Hakim Senâî’nin şu şiirini okudu:

"İlim seni senden korumuyorsa,

Cahillik, o ilimden çok daha iyidir."

Rengi sararan, şaşıran Mevlana, Şems’le beraber gittiler ve altı ay baş başa kaldılar. Bu sürenin sonunda; okutan, vaaz eden, fetva veren Mevlana, yeni okumaya başlayan talebeye döndü. Oğlu Veled şöyle diyor:

"Şeyh üstad; yeni öğrenen bir talebeye döndü,

Her gün onun huzurunda ders okuyordu.

Gerçi ilimde ve zahidlikte en yetişkin biri idi ama,

Güzel koku gösteren yeni bir ilim bulmuştu o."

Mevlana’nın kendisi de bu birliktelikten sonra şöyle diyor:

"Şemsi Tebrizi bize hakikat yolunu gösterdi.

Onun gelişinin feyz ve bereketi ile biz iman taşıyoruz."


Şems gidiyor

Bu durum Mevlana’nın hoşuna gidiyor ama, bu durumdan rahatsız olanlar da vardı. Nitekim kendisinden ilim tahsil eden, sohbetlerinden faydalanan talebeleri, her ne kadar Mevlana’ya bir şey diyemiyorlarsa da kendi aralarında ileri-geri konuşuyorlar ve Şems’e karşı tavır alıyor, hatta kin besliyorlardı.

Olayı fark eden Şems, bir gün aniden kayboldu. Gitmesinden iyilik bekleyen talebelerine ikinci bir şok geldi. Hiç olmazsa muayyen zamanlarda görüp, dinledikleri Hz. Mevlana’yı hiç göremez, görseler bile dinleyemez oldular.

Mevlana’daki bu durum Şam’dan, Şems’in mektubu gelene değin devam etti. Mevlana da Şems’e şiirler gönderiyordu:

“Senin bizi terk ettiğin günden beri;

Huzurumuz tadımız kalmadı, muma döndük.

Bütün gece boyu mum gibi yanıyoruz.

Onun ateşinden uzak, baldan da mahrumuz.

Ey Şems, Ermenistan ve Rum’un kendisi ile övündüğü sen!

Akşamım, senden dolayı sabah gibi aydınlandı.”

Bu arada, Mevlana’ya, Şems’e karşı muhalefetler son buldu diye güven gelince, Şems’i, getirmek için oğlu Veled’i Şam’a gönderdi.

Nefislerin öldürülmesi gereken tarikat ekolünde bu tip hasetlik olaylarının cereyan etmesi ne acı.

Şems geldi. Ortalık durulmuş gözüküyordu. Öyle de oldu. Hakkında olumsuz düşünen birçok kimse gelip özür dilediler. Mevlana’nın Şems’e olan bağlılığı daha da arttı. Bu defa düşmanlık içteydi. Yani Mevlana’nın oğlu Alaaddin, kardeşi Veled’i çok sevdiğinden dolayı Şems’e kızıyordu. Bu durumu fark edenlerin kışkırtmalarını değerlendiren Alaaddin’in tavrı kötüleşti.

Fark ettiği bu durumu Veled’e şöyle ifade etti:

"Bu adamların hareketlerinden dolayı bir daha kimsenin göremeyeceği, bulamayacağı bir yere çekip gideceğim."

Diğer taraftan Şems’e karşı kin ve düşmanlık yine nüksetti. Bu durumu bilmesine (sezmesine) rağmen Mevlana’nın gerekli önlemi almaması da dikkat çekici. Bir müddet sonra da ortadan kayboluyor. Mevlana bu olayı,

"Ansızın herkesin ortasından kaybolup gitti.

Herkesin gönlündeki karanlıklar gitsin diye."

şeklinde dile getiriyor.




Seyahat ve Sükunet

Şems’in kayboluşu Mevlana’yı perişan etti. Önceleri sadece benimsediği "Semâ"yı, artık hayatının parçası haline getirdi. Gizli-açık bağırmalar, zamanlı-zamansız semalar ve ardından en yankılı gazeller bu dönemde oluştu. Şayet birisi Şems’i gördüğünü söylese sırtındaki giysiyi hediye ediyordu.

Mevlana seyahate çıktığında onu tanıyan herkes bu durumuna şaşırıyor, “Mevlana gibi bir zatı bu duruma düşüren Şems nasıl birisidir.” diye.

Şam’da da izine rastlayamadı. Onun için: "Ben ve Şems, iki ayrı varlık değiliz. O bir güneşse ben bir zerreyim; o bir denizse ben bir damlayım. Zerrenin varlığı güneştendir, damlanın ıslaklığı denizdendir. Öyle ise arada ne fark vardır." Demek sureti ile teselli olmaya çalışıyordu. Bir müddet sonra tekrar Konya’ya döndü. Döndü dönmesine ama içindeki aşk onu durdurmuyordu. Gene cezbe galip gelerek tekrar Şam’a gitti. Artık tamamen ümidini kaybeden Mevlana bu sefer şöyle demeye başladı: "Ben kendim Şems’in aynıyım. Dolayısıyla onu aramak yerine kendimi aramalıyım." Sonra Konya’ya sükunet içinde döndü.




Tekrar göreve dönüş ve vefatı

Mevlana sükunet sağlayıcı seyahatinden döndükten sonra, önce Şeyh Selahaddin Zerkub’u, daha sonra Hüsameddin Çelebi’yi kendisine halife (yardımcı) seçerek vazifesini yapmaya çalıştı. Özellikle şunu belirtmek gerekir ki, Mesnevi’nin yazılmasında en büyük pay sahiplerinden birisi Hüsameddin Çelebi’dir.

Kendi seyrinde devam eden çalışma sürerken Mevlana hastalandı. Ziyaretine gelenlerden birinin: "Allah acil şifalar versin, tamamen sıhhate kavuşacağınızı umuyorum." demesi üzerine Mevlana: "Artık şifa size mübarek olsun. Aşık ile maşuk arasında kıl payı kadar fark kaldı. Onun da kalkmasını ve nurun nura katılmasını istemiyor musun?" dedi.

Nitekim 68 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu. Konya’da yer yerinden oynadı. Müthiş bir katılımla cenaze bugünkü Mevlana türbesinin bulunduğu yere defnedildi.


RABBİM BÖYLE DOSTLUKLAR NASİP ETSİN BİZLERE!!!
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Hz.Mevlana'nın Sözleri...

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse


Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...


Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim....

Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...

Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...

Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...

Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin

Beri gel, beri !
Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...
 

rainbow

Asistan
Katılım
18 Nis 2007
Mesajlar
239
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
İstanbul

Mevlana nın en sevdiğim sözlerinden biri....


BAK...BiL Ki DOMUZLARIN ÖNÜNE iNCiLER SERiLMEZ
MÜCEVHERDEN SARRAFLAR ANLAR ANCAK,BASKASI BiLMEZ.
NE FARKEDER Ki KÖR iNSAN iÇiN ELMAS DA BiRDiR CAMDA.
SANA BAKAN BiR KÖR iSE,SAKIN KENDiNi CAMDAN SANMA.
 

kardem

Asistan
Katılım
22 Ağu 2007
Mesajlar
490
Tepkime puanı
22
Puanları
0
mevbanwc2.gif
rumiportaw5.jpg
<A id=thelink onclick="return fitsInWindow();">setImgWidth();
Kıssalar
RESSAM
Padişahı vardı ki bir ülkenin; kılı kırk yarar, haklı ile haksızı, doğru ile yanlışı tam ayırır, adaletinde kimsenin şüphesi kalmaz, verdiği karar gönül rahatlığı ile herkes tarafından kabul görürdü.
Tebaasında bulunan Çinliler ile Rumlar:
-Biz en iyi ressamız!
-Hayır, en iyi ressam bizleriz! Diye aralarında tartışır, lakin bir sonuca varamazlar.. Ulu hakem olarak Padişaha arz ederler durumlarını. O zamana kadar yaptıklarını bir bir sayar dökerler ve bununla diğerine üstünlük kurmalarına yol ararlar.

Padişah:
-Sizi imtihan edeceğim, bakalım hanginiz davasında daha haklı?
Çinliler:
-Padişahım; bizlere iki ayrı oda verin, marifetlerimizi bir birimizden habersiz ve gizli olarak icra edelim… Tâ ki nihayetinde hakemimiz olarak vereceğin karar
ile üstün olan belirlensin…

Rumlar:
-Padişahım: Tek oda verin, ama bir birimizi görmeyecek ve seslerimizi duymayacak şekilde örtülerle ayırın ortasından ki, değerlendirme vaktinde ikisini bir arada görüp karar vermek kolay olsun…
Her kes tarafından kabul gören bu fikir uygulandı. Bir oda, Çinlilerle Rumların bir birlerinden habersiz çalışabilecekleri şekilde ortadan ikiye ayrıldı..
Çinliler her sabah türlü türlü boyalar istediler, padişah hazinelerini açtırarak her isteneni verdi.
Rum ressamlar ise:
-Pas gidermekten başka ne resim işe yarar, ne de boya… dediler kendi kendilerine. Kapılarını kapatıp başladılar duvarlarını cilalamaya. Gök gibi tertemiz, saf ve berrak hale getirdiler duvarları. “İki yüz renge boyamaktansa renksizlik daha iyi, renk bulut gibidir, renksizlik ise ay… Bulutta parlaklık ve ışık görürsen bil ki yıldızdan, aydan yahut güneştendir…”
Çinli ressamlar işlerini bitirdiler haber verdiler, padişah gelerek yapılanları seyre daldı. Hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalade güzel şeylerdi. Perdenin kaldırılmasını emretti. Görülenler karşısında gözler adeta yuvalarından fırladı… Hayret nidaları salonu doldurdu… Çinli ressamların yaptıkları tüm
resim ve nakışlar odanın cilalanmış duvarına vurmuş, orada bulunanların tamamı diğer duvarda daha iyi görünüyor, resimlerin akisleri göz alıyordu.

Oğul dedi bu kıssayı anlatan; Rum ressamları sofîlerdir. Onların ezberlenecek kitapları, dersleri yoktur… Gönülleri adamakıllı cilalanmış; istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmıştır. O aynanın saflığı, berraklığı gönlün vasfıdır. Gönüllerini cilalamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuştur. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler.

» No Comments
LOKMAN




mevbanwc2.gif
setImgWidth();
rumiportda1.jpg
setImgWidth(); Kıssalar
LOKMAN
Efendisinin düzinelerle kölelerinden yalnızca birisi idi Lokman. Derisinin siyahlığının aksine, tüm aydınlığını içinde saklamıştı sanki. Diğer köleler ise tam aksine… Ne onun hikmetli sözleri, nede ağırbaşlılığı ilgilerini çekmez, sürekli yapmaları gereken işlerden kaytarmaya, kendilerinin olan zamanlarını; “efendilerinin malı kendilerinin olsa” neler yapacakları hakkında fikir üretmekle geçirirler. Lokman’ı anlamak bir yana, ondaki farklılıktan
rahatsız dahi olurlar… Fırsat buldukça da efendilerinin gözünden düşürmek için arkadaşlarına olmadık düzenler kurar, akla gelmedik yalanlar uydururlar.

Hep aynı geçen günlerinin birinde efendi, meyve yemek istedi ve kölelerini bağa gönderdi. Herkes topladı; Lokman hariç, topladıklarının çoğunu yediler diğerleri… Birleştirdiler kalanları ve evin yolunu tuttular.
Efendi:
-Bu nedir.. akşama kadar bununla mı oyalandınız?. Hepinizi
cezalandıracağım… diye kükredi.

Köleler:
-Aman efendimiz, vallahi bizim bir suçumuz yok… Meyveleri Lokman yedi, dediler.
Lokman:
-Efendimiz, iznin olursa yalnız görüşmek isterim.
Efendi, kabul ettiğini bildirdi teklifi, diğerlerine dışarı çıkmaları için işaret etti.
Lokman:
-Efendimiz, ben hiç meyve yemedim. Ama kalbinin mutmain olması için bir tedbir söylerim ..
-Nedir, söyle bakalım.
-Ey kerem sahibi, hepimizi imtihan et. Bizlere fazlasıyla sıcak su içir, ondan sonra büyük bir sahraya götür bizleri… Sen atlı olarak koştur hepimizi. O zaman kötülük yapanı gör, Hakkın işlerini seyret..
Aklı yattı efendinin. Zaten Lokman’ın yapmayacağını biliyor, lakin aklına diğerlerinin suçunu ispatlayacak çare gelmiyordu. Herkesi topladı, getirilen sıcak suyu içmelerini söyledi, hepsi korkudan içtiler.. Sonra onları ovalarda kovalamaya başladı. Koşturdu koşturdu.. Nihayet yoruldular. Başladılar kusmaya. İçtikleri su yedikleri meyvelerin hepsini çıkardı. Lokman’ında içi
bulandı, O da kustu. Fakat karnından halis su geldi.
Oğul: Kıyamet gününde bütün sırlar çıkacak, bilinip görülecek… Sizin de bilinmesini istemediğiniz sır aşikar olacaktır. Lokman’ın hikmeti bunları gösterebildi ise, varlığın rabbi olanın hikmeti nelere kâdir değildir.


» No Comments

AHMAK




mevbanyt6.gif

rumiportda1.jpg

setImgWidth(); Kıssalar
AHMAKMeddah tüm kurnazlıklarını, yaptığını duyduğu hilelerini bir bir sayıp döktü; şimdiye kadar kandıramadığı kimse olmadığını belirtti terzi “Ciğeroğlu” nun…
Dinleyiciler arasındaki bir Âdem:
-O da kim oluyormuş, benden bir iplik bile çalamaz, isterseniz sizinle bahse dahi girerim… dedi.

-Yapma kardeş, senden daha akıllı nice kişileri mat etti bu adam. Bahse girişme, onun hileleriyle sen de kendini kaybedersin, yazık olur.
Âdem büsbütün kızdı:
-Benden ne yeni, ne eski bir şey alamaz. Dileyenle bahse girelim, tabi sözünüzün eri iseniz.

Tamahkar bazıları işi büsbütün kızıştırdılar. Yapamazsın, yaparsın derken…
-Şu Arap atımı bahse koyuyorum, eğer o terzi benim rızam dışında, benden habersiz kumaşımdan bir şey alırsa bu atım sizlerin olsun, ama başaramazsa; bunun dengini
isterim sizlerden… deyiverdi Âdem.

Sabahı zor etti, vurduğu gibi bir top atlas kumaşı koltuğunun altına, tuttu hilekar terzinin dükkanının yolunu. Terzi bütün riyakar gülümsemesi yüzünde takılı olduğu halde karşıladı, avını kollayan tilki gibi. Hoş beş, izzet ikram derken, ustalığını sergileyen, önceden diktiği giysileri göstererek büsbütün
güvenini kazandı Âdem’in. O’ da atıverdi İstanbul Atlasının topunu terzinin önüne:

-Bundan bana savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun ki; savaşta ayağıma dolaşmasın, yukarısı dar olsun ki; güzel dursun dedi.
Terzi elini gözünün üzerine tutarak selam verdi:
-Başütüne sevimli müşterim. Sana sonsuz hizmetlerde bulunacağım. Öyle memnun edeceğim ki seni… ben de beğeneceğim, sen de.

Kumaşı aldı önüne ölçtü, ne kadardan çıkacağını hesap etti, sonra lafa tuttu.. Başka beylerin hikayelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanlarını saymaya başladı. Nekesleri ise zemmetti. Güldürmek için tuhaf tuhaf sözler söyledi. Ateş gibi makasını çıkardı, kumaşı kesip biçmeye başladı. Göz ucuyla Âdem’i takip ederken; ağzında ise türlü masallar, gururunu okşayacak, kendinden geçirecek sözleri maske yapmıştı kendine adeta.
Hikayelere gülmekle, zaten daracık olan gözü büsbütün kapanmışken, durumu fark eden kurnaz terzi kaşla göz arasında bir parça kumaşı çalarak, şalvarının içine gizledi.
Dinlediklerinin tadından Âdem; tutuştuğu bahsi de, atlas kumaşını da unutmuştu.
Anlatılanlara dalmış, adeta sarhoş olup kendinden geçmişti.
-Allah için o kadar güzel anlatıyorsun ki, lâtifelerin canıma can kattı, ne olursun gülünecek bir şey daha söyle… diye yalvardı adeta.

Hain terzi bir fıkra anlatarak o kadar güldürdü ki, gülmekten sırt üstü yere yıkıldı akıl fukarası Âdem. Sonra da fırsat bu fırsat deyip bir parça daha keserek gömleğinin içine sokuverdi ..
Âdem; gülünç bir şey daha anlat, dedikçe terzi öncekinden daha gülüncünü anlatıyor, ahmak gülerken de kendisi bir parça daha keserek bir tarafına saklıyordu.
Nihayet:
-Bir daha anlat.. deyince Âdem,terzi dahi insafa gelip:
-A hadımağası vazgeç… Bir latife daha söylersem vay haline… Kaftanın dapdaracık olur, giremezsin içine. Kim kendine böyle iş işler?. Gülüyorsun ama, gülmenin yeri mi?. Eğer bilseydin kan ağlardın güleceğin yerde.
-Ey bilgisizlik ve şüphe mezarına düşmüş kişi dedi… yukarıdaki kıssayı anlatan: Feleğin lâtifesini, nereye kadar arayacaksın? Ne vakte dek şu cihanın işvesini tadacaksın? Ne aklın düzeninde kaldı, ne cânın. Lâtifesi, bahçelere bir hoş tad verir ama, kış gelince verdiği şeylerin hepsini yele verir.
Mesnevi:6.cild.Sayfa:134-135-136-137
mev028pngn3.jpg

^DİYAR^ kardeşimin hazırladığı köşeyi çok beğendim.Bu da nacizane kardemden olsun !..........................

ihvanimza.gif
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
...mesnevi...

37179223ds8.png



MESNEVİ;

Mesnevi, Mevlana'nın deyimiyle Kuran'ın tefsiridir. Allah'ın emirlerinin korkutularak değil sevdirilerek anlatıldığı Mesnevi'deki hikaye ve örnekleme uslubu Kuran-ı Kerim'de de var. Farsça yazılan ve 26 bin beyitten oluşan Mesnevi'de anlatılan olaylar, eserin yazıldığı devrin koşulları bilinmeden anlaşılamaz. Mesnevi olaydan olaya öyküden öyküye geçerek, bu olay ve öyküleri tasavvufi ya da ahlaki bir ilkeye bağlıyor.

Özellikle varlık birliği inancını kapsayan Mesnevi planlanmış, düşünülmüş, kurgulanmış bir eser değil. Mevlana Mesnevi'nin ilk 18 beytini kendi yazdı. Sonrakileri kendi söyledi, Hüsameddin Çelebi yazdı. Sabahları erken kalkıp Meram'da uzun yürüyüşlere çıkarlardı. Mevlana, semadayken, ayaktayken otururken, yürürken, bazen akşamdan başlayarak gün ağarıncaya kadar Mesnevi'yi söylemeye devam ederdi.


MESNEVİDEN;

• Bir cihan bir dağdır;yaptıklarımız ise ses.Seslerin
aksi yine dönüp bize gelir.
• Kalemin rüzgardan,kağıdın sudan olursa.ne yazarsan yaz derhal yok olur
.
• Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin ,
hemde dermanı olmayan bir dertsin.

• Allah seni çirkin yarattıysa bile,kendine gelde,hem yüzü,hemde huyu çirkin olma.

o Beyaz bir kağıda yazı yazarsan bakar bakmaz okunur.
o
• İstenenleri isteyenlerin gözüyle gör.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Mevlana'dan Düşünceler...
Aşk...


Bütün maddi ve manevi sevgi ve bağların hepsi, gerçekte Allah'ı sevmek ve bilmektir.

Gerçek aşığa aşktan başka her şey haramdır.

İnsan birine aşık olduğu zaman ne zilletlere katlanır! Sevgilisine kavuşmak için her şeyini feda eder. Aşık için de Peygamber'in ve Allah'ın aşkı bundan aşağımıdır?

Aşıkla maşuk arasında tam bir teklifsizlik bulunması ne güzel şeydir!

İnsan her zaman göremediği, işitemediği ve düşünemediği bir şeye aşıktır. Mecnun Leyla'nın hayaline aşıktır. Mecazi bir sevginin hayali ona böyle bir tesir yaparsa, gerçek sevgilinin aşığa kuvvet, kudret bağışlamasına hayret etmemek gerekir.

Suret aşkın fer'idir; çünkü aşk olmadan suretin değeri yoktur. Aşk, sureti meydana getirir.

Allah aşkı ve muhabbeti her şeyin içinde vardır. İnsan kendisini yaratanı nasıl sevmeyebilir? Bu sevgi onun özündedir; fakat bir takım engeller bunu duymasına mani olur. Her şeyin sonu O'na varır. Yani artık insan her şeyi Allah için sever, başkası için O'nun talebinde bulunur ve bu aşk böylece Allah'da nihayetlenirse, sonunda Allah'ın zatını da bulur.

Ahiret de, Hakk da, dostluk ve muhabbette gizlidir.

Aslolan sevmektir. İnsan kendisinde bu hissi duyunca, onu arttırmak için çalışmalıdır.

Vücutlarımız bir kovan gibidir; bu kovanın balı ve mumu da Allah aşkıdır.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Allah Mutlak Varlıktır...

Her şeyin aslı birdir. Sadece "Bir" vardır. İkilik teferruattadır. Maksada bakılacak olursa, ikilik kalmaz. Esas birdir.

Mesela şeyhler'in görünüşleri değişik, işleri ve sözleri başka başka ise de maksatları itibariyle hepsi birdir. Bu da Allah'ı taleb etmektir.

Allah'ta ikilik yoktur. Binaenaleyh "Ben"i öldürmek, yok etmek lazımdır; çünki "O" ölmiyen bir diridir.



Akl-ı Küll


Mutlak varlığın kendisini bilmesine, yani zuhuruna, hükema "Akl-ı Küll" ismini vermiştir. Buna İslam filozofları "Hakikat-i Muhammediye"de derler.

"Böylece Muhammed (sas)'in asıl olduğu malum oldu. Çünki hakkında: Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım (H.K.) buyurulmuştur.

Şeref, gönül alçaklığı, hikmetler ve yüce makamların hepsi ne varsa, onun bağışı ve onun gölgesindedir. Çünki ondan hasıl olmuştur. Mesela bu el ne yaparsa akıl sayesinde yapar. Onun üstünü aklın sayesi kaplamıştır.

Bir insanda aklın sayesi, gölgesi olmazsa, onun organları çalışmaz. Şu halde bütün organlar akıl sayesinde her işi muntazam, iyi ve yerinde olarak yaparlar. Gerçekten bütün bu işler akıldan hasıl olur. Organlar alettir. Bu tıpkı zamanın halifesi gibidir. Bu büyük Peygamber Akl-ı Küll yerindedir. Zamanındaki halkın, insaların akılları onun organlarıdır. Her ne yaparsa, onun sayesinde yapar. Eğer onlardan yanlış bir hareket gelirse bu Akl-ı Küllün gölgesini onların başlarından kaldırmış olmasındandır.

Dünyada Peygamberin bilmediği ne var ki? Herkes ondan öğrenir. Akl-ı Cüz'inin Akl-ı Küllide olmıyan nesi var acaba? Kendiliklerinden yeni bir şey bulanlar Akl-ı Küllidir. Akl-ı Küll öğretmendir; onun öğrenmesine lüzum yoktur.

Nebiler Akl-ı Küll'dür; Akl-ı Küll her şeyi ortaya koyan, bulan ve meydana getirendir.

"Yerle gök arasında olan şeyler ve bütün varlıklar Akl-ı Küllün gölgesidir. Akl-ı Cüz'inin gölgesi insana göre, varlıklardan ibaret olan Akl-ı Küll'ün sayesi de kendine uygun bir şekilde olur."


Namaz

Namaz, bu suretten ibaret değildir. Bu namazın başı tekbir, sonu selamdır. Başı ve sonu olan her şey kalıptır. Onun ruhu eşsiz ve sonsuzdur.

İstiğrak, kendinden geçiştir ve bu kılınan namazdan daha iyidir.

Kalb huzuru olmadan kılınan namaz, namaz olmaz. Namaz içtedir ve ruhun namazıdır. Şeklen kılınan namaz geçicidir.


Oruç

Oruç insanı bütün zevklerin, güzelliklerin kaynağı olan yokluğa doğru götürür.

Allah daima sabredenlerle beraberdir, düşüncesinde olan Mevlana, nefsi yenmek için mühim bir silah ve bu yenmeden mütevellit bulunan bir nevi manevi haz kaynağı olan "oruca" daha çok önem vermiş görünüyor.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Mevlana'dan Hayata Dair (1)

22180721ec1.png


Mevlana'dan Hayata Dair (1)

• Ey gördüğü güzele takılıp kalan kişi! Onun sûretini görüyor, mânâsından, yâni, ahlâkının güzel mi, çirkin mi olduğundan gâfil bulunuyorsun. Eğer akıllı bir adam isen sedefteki inciyi bul .

• Dünyadaki kalp sedefleri, yâni, bedenlerimizin hepsi de can denizinin feyzi ile diridir.

• Ne vakte kadar testinin şekli, biçimi ile üstündeki nakışlarla oyalanıp duracaksın? Testini şeklini, nakşını bırak da içindeki suyu ara.Yani, insanların güzelliklerine, dış görünüşlerine bakma da ahlâklarına, huylarına, tabiatlarına bak.

• Ama her sedefte inci yoktur.Gözünü aç da her birinin gönlüne, içine bak.

• Onda ne olduğunu, bunda ne olduğunu ayırt et.Çünkü, o değersiz biçilmez inci, pek az bulunur.

• Şekle bakarsan dağ, bir la’le göre yüzlerce defa büyüktür.

• Görünüşte elin,ayağın, saçın, sakalın gözüne göre yüzlerce defa büyüktür.

• Fakat, gözünün bütün uzuvlardan daha kıymetli olduğunu sen de bilirsin.

• Gönlüne gelen tek bir düşünce yüzünden de, yüzlerce cihan bir anda baş aşağı devrilir gider.

• Pâdişahın bedeni de, görünüşte diğer insanların bedeni gibidir.Fakat yüzlerce asker, onun arkasından koşar. Onun izinden yürür.

• Sonra, o pâdişahın şekli, görünüşü de, bir gizli düşünce tarafından sevk ve idare edilir.

• Şu sonsuz, sayısız halka dikkatle bak, hepsi de bir düşünceye dalmış, yeryüzünde sel gibi akıp gitmede .

• O düşünce, halk nazarında önemsiz küçük bir şeydir. Fakat, sel gibi dünyayı sürükler götürür.

• Görüyorsun ki, dünyada her hüner, her sanat bir düşünce ile meydana gelmede, olmadadır.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Hakk'tan sayılamayacak kadar lütuflar, ihsanlar; senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar, kusurlar...

•.Ey gönül, isledigin suçlara, kusurlara karsılık, Hakk'tan özür dilemek için neler düsünüyorsun? O'ndan sayılamayacak kadar lutuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar, kusurlar, cefalar
görünmede...

• O'nun tarafından, bunca keremler, senden ise, manasız aykın isler; O'ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar...

• Senden bunca haset, bunca kötü düsünce, bunca dedikodu. O'ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler.

• Yaptıgın kötülüklerden, isledigin günahlardan pisman olup da, candan Allah dedigin zaman, seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetisen, sana o duyguyu veren, kendini hissettiren O'dur.

• İsledigin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha islememeye karar veriyorsun, iste o anda bu duygularla için karıstıgı, kendinden utandıgın, kendini ayıpladıgın, vicdanın sızladıgı zaman düsünmüyor musun? Bu duyguları sana veren, bu pismanlıga seni düsüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O'nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?

• 0, seni bazen yaratılısına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüs, altın, kadın sevdasına düsürür. Bazen de canına Hz.Mustafa'yı hayal etmenin nürunu verir de içini aydınlatır.

• Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulastırır. Kurtulus gemisini
korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.

• Ey zavallı insan, bu düsüslerden, bu hallerden sakın ye'se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok agla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulagına kurtulus sesleri gelsin.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Keşke uyuyabilseydim de, rüyada yüzünü gösterseydin...

• Sevgilim, belki vefa ve merhametin cosar da, kapıyı açarsın; "Orada, ne bekliyorsun kalk, içeri gir!" diye seslenirsin ümidiyle ben senin kapında oturmus bekliyorum.

• Ey pek güzel olan yüzünde her zaman yüzlerce lütuf, yüzlerce merhamet nuru parlayan sevgili! Canım, kapında senden gelen misk kokularına, anber kokularına gark olmustur.

• Biz mest olmusuz; basımız dönmede, baskalarının yaptıkları islerle bizim ilgimiz yok. Dünya alt üst olsa, yakılsa, yıkılsa umurumuzda degil. Yeter ki senin askını kaybetmeyelim. Yeter ki senin askın ebedî olsun!

• İçimizde senin askın el çırpmada, yüzlerce baska alemler yaratmada, göklerden de dısarda, ötelerde yepyeni yüzlerce asırlar meydana gelmede.

• Bugün biz senin misafiriniz. Güler yüzünüzün mesti oldugumuz için seni bırakıp baska yere gidemiyoruz. Sen öyle essiz bir güzelsin ki, Allah'a yemin ederim ki yüzünün güzelligini düsününce, hayal edince, su gönlüm beni bırakıp
gidiyor.

• Kurtulmam için, gönlü uyanık bir can bulursam, onun etegine yapısacagım, himmet isteyecegim. Keske uyuyabilseydim de rüyada yüzünü gösterseydin.

• Bütün canlar, can denizinden geldikleri, can denizini tanıdıkları, bildikleri için oraya dogru sel gibi akıp gidiyorlar da, baska tanıdıklardan, baska sevgililerden yüz çevirmislerdir.

• Can denizine dogru kosan seller de çesit çesit. Bir sel var yüksek daglardan kaynagını alarak, hayran hayran basını taslara çarparak, köpürerek, aglayarak, heyecanla feryat ederek, aslı olan can denizine dogru kosuyor, kosuyor. Bir sel de var ki yolunu kaybetmis, birincisi; "Allah'a hamd olsun!" demede, ikin-cisi; "La havle" okumada.

• Ey günes gibi dogup, müflislere, yoksul kisilere sevgi sarabı sunan lütfeden. Bir ihsanda bulun, o saraptan bize de sun! Biz de yoksuluz, biz de sasırdık, yolumuzu kaybettik.

• Nasıl olmussa gül, ansızın seni görmüs, çasırıp kalmıs da elbisesini yitirmis.Çeng senin çenginin sesini duymus, feryada baslamıs, utanıp basını önüne egmis.

Nıyazi-i Mısrî hazretlerinin su siiri bu hakîkati belirtiyor:

"Huda davet eder elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakîkat sehrine çün rıhlet oldu
Gönül durmaz iver elhamdülillah."

" La havle vela kuvvete illa billah"; Allah'tan baska kimsede güç, kuvvet yoktur, anlamın;ı gelen bır hadîsten alınan "La havle". Mü'minler, sasırdıkları, darda kaldıklan zaman "La havle" derler.

• Zühre yıldızının burcunda en tali'li olan kimdir? Ney'dir. Çünkü ney, dudagını senin dudagına koymus, senden name ögreniyor.

• Çeng, sensiz kalınca fenalasıyor, hasta, kötü bir varlık oluyor. Ney de sen olmayınca hüzünlerle doluyor, inlemeye, aglamaya baslıyor. Çengi kucagına al, onu iyilestir! Ney'i de öp, oksa. Def de sana yalvarıyor. "Ne olur?" diyor, "Beni eline al! Yüzüme vur, vur, vur da senin vuruslarınla yüzüm degerlensin, ahenk yolunda meclise parlaklık gelsin."

• Bu parça parça olah canı al, onun her parçasına ask sarabı içir, onu güzelce sarhos et de dün gece elden kaçan fırsat simdi yeniden gelsin!

• Ey yüce padisah; dogrusu bizim için bundan sonra ayık olmak ayıptır, yazıktır! Allah'ın sana yemin ederim ki, artık bundan sonra ben ayık olarak senin büyüklügünü, gücünü, kuvvetini anlatamam, senden bahsedemem, ancak senin ask sarabınla mest ohınca dilim çözülür.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Gülün geçirdiği saftalar, başından geçen maceralar...

• Ey bir yerde duramayan, dinlenme nedir bilmeyen rüzgarımız! Güle bizden haber götür de de; "Gül bahçesinden kaçıp sekerle dost olan gül, nasıl oldu da yurdundan, anandan, babandan, kardeslerinden arkadaslarından ve sana gönül veren, senin için feryat edip duran bülbülden ayrıldın geldin, sekere karıstın, 'gülbeseker' tatlısı oldun?"

• Ey gül'. Neden sekere karıstın? Aslında sen, kendin sekersin, seker gibi tatlısın, hossun. Seker oldugun için, herkesten çok sen, sekere layıksın ama, neden gül bahçesine karsı vefasızlıkta bulundun? Seker de, gül de hos, fakat vefalı olmak her ikisinden de hos, her ikisinden de tatlı.

• Ey gül, madem ki bahçeden ayrıldın gittin, sana bir iki sözüm var: 0 güzel yanagını sekerin yanagına koy da sekerden tat al, seker gibi ol, sekere de bahçeden alıp götürdügün hos kokunu ver! 0 da gül gibi olsun. Ayrılıgı göze aldın ama, bu ayrılıkta kazancın da var: Sen sekerin içine girdigin için gül olarak oradan oraya götürülmekten, yolculugun cefasından, solup pörsümekten, yerlere atılmaktan, çignenmekten kurtuldun.

• Simdi 'gülbeseker' tatlısı oldun ya, seni yiyenlere gönül gıdasısın, göz nurusun. Bu yüzden artık gülden gönlünü çek; o nerede, bu nerede?

• Sen bahçede dikenle beraber oturuyorsun. Akıl gibi cana yakın idin, insana karıstın. Sekerle beraber iken simdi insanla beraber oldun. Nur oldun. Haydi simdi de su günahlarla kirlenmis yeryüzünden gökyüzüne yüksel menzil menzil, konak konak ta onunla manen bulusma yerine kadar yürü!... *

• Ey gül! Sen simdi dünyaya yukarıdan bakıyorsun da, dünyadaki acaip halleri gördügün için dünyaya gülüyorsun. 0 yüzden elbiselerini yırtıyorsun. Ey kızıl kaftanlı, güçlü, kuvvetli yigit er, ben senin hayranınım!

• Güller "Kim manen Hakk'a ulusmak için merdiven isterse, belanın, ızdırabın bir merdiven oldugunu bilsin de,
basına gelenlerden sikayet etmesin! Belalardan korkmasın, canını belalara atsın!" diye naralar atarak, uçusup saçılarak gökyüzünden gül bahçelerine yagmada...

• Kendine gel de, su kaptan, gülsuyu çıkaran ustanın testisinden bir yolunu bulup ter gibi sız, o hapsedilmis kaptan, bir rüh gibi kaç, kurtul.

• Ne de tali'liymissiniz, ne de bahtınız yarmıs! Benziniz gül gibi kıpkırmızı. Biz de sizin gibiydik, rüh olduk, kurtulduk. Haydi siz de rüh olun, bu kirli yeryüzünden kurtulun.

• Gülbesekerden maksadımız, Hakk'ın lütfuyla bizim varlıgımızdır. Varlıgımız sanki demir kırıntısı, Hakk'ın lütfu ise mıknatıs!..

• Akıl da aynadır. Demirden ayna yapan aynacı, onu parlatmak, ayna haline getirmek için ona çok eziyet etmededir de, bu yüzden olacak, ayna bizi istemiyor, bize gelmiyor, hep biz onu elimize alıyor, ona bakıyoruz. 0 bize sunları söylüyor ama, kulaklanmız gaflet pamügu ile tıkalı oldugu için duyamıyoruz: "Ey insanlar, ben sizi sizsiz isterim."
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim...

• Ey Yusuf, gözleri görmeyen Yakup'a gel. Ey gözlerde gizlenmis olan îsa, sen de su gök kubbenin üstünden hir görün...

• Ayrılıktan ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi, inceldi ok gibi oldu. Dertli Yakup ihtiyarladı, ey genç Yüsuf artık gel!

• Ey îmran oglu Müsa! Senin Hakk'a yalvarman için, ne Tur-ı Sîna'lar var! îsrail ogulları buzagıya tapıyorlar. Artık Tur-ı Sîna'dan dön!... Bizi kurtarmaya gel!

• Benzim safran gibi sarardı. Boynum büküldü, çene düstü. Beden mezarında sıkıstım kaldım. Ey rühu darlıktan kurtaran, rahata kavusturan! Gel, beni benden, beni bedenden kurtar!

• Hz. Muhammed'i (sas) gözleyen gözüm, gamınla sana müstakım diyor. "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." ayetinin sırrı, gel de o dagınık saçlar arasından yüzünü göster!" Enbiy Suresi 21/107. ayete isaret var."

• Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nür kaynagısın ki, su günes senin nuruna karsı sanki aksam kızıllıgı, ey bütün dünya padisahlarını geride bırakan,, azîz varlık, ey Hakk ile gören göz, ey her seyi bilen gönül! Gel!

• Dünyada mevcut bütün canlar, sana karsı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Halbuki sen, cansın, canlar canısın, cansız beden ne ise yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermistim. Gel, ey sevgili gel de simdi sana canımı da vereyim!

• Ey-sevgili, ilacım de sensin, çarem de sensin. Yüz parça olmus gönlünnün nuru da sensin, çaresiz gönlümde, senden baska ne varsa hepsi yok oldu, beni kimsesiz bırakma! Gel!
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Ömür kervanının kalkmak üzere olduğunu haber veren çanlarının seslerini duyuyor musun?...

• Gökyüzünden cana; "Haydi geri dön!" diye bir ses geldi. Can da; "Ey beni çagıran yüce varlık, merhaba, geliyorum." diye cevap verdi.

• Ses duydum; "Basüstüne, her an yüzlerce can sana feda olsun. Bir kere daha çagır da; (...... ) makamına kadar uçayım.

(...... )Bu beyitte Insan Süresi, 76/1. ayete isaret var. Bu ayeti tefsir edenler, insanın maddî varlıgının çesitli merhalelerden geçerek nihayet bir damla meni halinde ana rahmine düstügünü ve ınsanın henüz kendisinin atılacak bir seyi olmadıgına ve kemalin yoklukta olduguna etmekte.

• Ey bizim essiz misafirimiz, bizim canımızın sabrını da, kararını' da aldın. Seni nerede arayayım? Nerde bulayım? Seslenen "0, candan da, rnekandan da dısarıdadır, 0, çok üstün bir yerdedir." dedi.

• Su zindanda bulunanların, ayaklarına baglanmıs olan agır zincirleri çözeyim, gökyüzüne de bir merdiven koyayım, koyayım da can, yücelere çıksın.

• Sen cana, canlar katan bir güzelsin. Sonra yabancı da degilsin, bizim sehrimizdensin. Öyle oldugu halde neden kendini garip sayıyorsun, yabancıymıs gibi davranıyorsun? Bu hal, dostluga yakısır mı?

• Avareligi, bir bir serbet gibi içmissin de kendi evinin yolunu bile unutmussun. Çok kötü huylu olan, Kabil'li büyücü kadın, sana çok büyüler yapmıs, bu yüzden nereden geldigini, nereli oldugunu hatırlıyamıyorsun.

• Birini takip derek gelen, konup göçen kervanlar, hep o tarafa kosup gidiyorlar. Senin basın nasıl oluyor da dönmüyor? Yüregin kabarmıyor? Neden hiç bir korku ve heyecanın yok?

• Kervan basının kervanın kalkmak üzere oldugunu haber veren çanlarının 'seslerini duyuyor musun? 0 tarafta nice yol arkadaslarımız, nice dostlarımız var. Hep bizi bekliyorlar. "Bu beyit Sirazlı hafız ın su beytini hatırlatıyor: Sevgiliye giden yolun menzilinde ,kondugu yerlerde nasıl istirahat edeyim,nasıl zevki sefaya dalayım ki,Can;Yürekleri bagladınızmı diye feryat edip durmada."

Bir çok insanlar, orada bizi bekliyorlar, hepsi de bizim sarhosumuz, hepsi de bize dalıp kendilerinden geçmisler. "Ey zavallı! Padisahın bekliyor. Haydi padisahın yanına gel." diye kulagımıza bagırıyorlar.
 
Üst