Mevlana Köşesi

kardem

Asistan
Katılım
22 Ağu 2007
Mesajlar
490
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Semazenler, onun fırçasında dönüyor

minyatur.jpg


Minyatür sanatçısı Nusret Çolpan, dün ‘Minyatürde Mevlânâ’ adlı bir sergi açtı. Sergide, sema eden dervişlerin tasvir edildiği tabloların yanı sıra, Hz. Mevlânâ’nın Belh’ten ayrılışından cenazesine kadar, hayatının önemli evrelerinin anlatıldığı eserler de var.

2007’nin UNESCO tarafından ‘Mevlânâ Yılı’ olarak ilan edilmesi dolayısıyla büyük İslam mutasavvıfı Hz. Mevlânâ ile ilgili etkinlikler devam ediyor. Bunlardan biri İstanbul Taksim Sanat Galerisi’nde açılmış olan ‘Minyatürde Mevlânâ’ adlı sergi. Hz. Mevlânâ’nın hayatını ve düşüncesini anlatan minyatürlerin yer aldığı sergi, bu geleneksel sanatımızın günümüzdeki önemli isimlerinden Nusret Çolpan’ın imzasını taşıyor. Sanatseverlerin 10 Eylül tarihine kadar ziyaret edebileceği serginin son hazırlıklarını yaptığı sıralarda Nusret Çolpan’ı atölyesinde ziyaret edip açtığı sergiyi ve minyatürü konuştuk.
Serginin ‘sebeb-i telif’ine vesile olan, TRT’de geçtiğimiz aylarda yayınlanan Mevlânâ belgeseli imiş aslında. Yurtdışında pek çok ülke televizyonunda da gösterilecek olan belgeselin yapımcıları, yapım için 17 minyatür istemiş Nusret Çolpan’dan. Mevlânâ Hazretleri’nin Belh’ten ayrılışından vefatına kadar hayatının önemli evrelerini betimleyen bu minyatürler, serginin nüvesini oluşturmuş. Dolayısıyla sergi sanatseverlere, ekranda üç beş saniyelik bir zaman diliminde izlenme imkânı bulunamayan minyatürleri uzun uzun izleme imkânı sağlayacak. Bu eserlerden sonra temadan kendini alamayan Çolpan, Hz. Mevlânâ’ya ilişkin soyut anlatımlı minyatürler de çalışmış ve serginin yarısını ortaya çıkarmış. Yarısı diyoruz; zira serginin tam adı ‘Minyatürde Mevlânâ ve İstanbul’ ve sergi, sanatçının sergileme imkânı bulamadığı İstanbul konulu minyatürleri de içeriyor.
Tema olarak Mevlânâ Hazretleri’ni, onun hayatı ve düşüncesini işleyecek minyatürleri öteden beri yapmak istediğini ve ‘Mevlâna Yılı’nın buna vesile olduğunu söyleyen Nusret Çolpan, “Klasik dönemde onun kimi menkıbelerini anlatan minyatürler yapılmış. Ben bu yüzyılda yaşayanın da zevk edebileceği bir şeyler yapmak istedim.” diyor. Bu söylediğini biraz açmasını istediğimizde ise şunları söylüyor: “Minyatürde klasik üslubu aynıyla devam ettirmekten yana olmadım. Orijinalinde bir kitap sanatı olan minyatürü tabloya taşırken, onun kitaptaki haliyle bırakılmaması gerekir. Işığın, gölgenin ve perspektifin olmaması gibi teknik özellikleriyle geleneksel yanını koruyoruz; ama minyatür artık resmin bir kolu.”
Peki Çolpan, sergide yer alacak minyatürlerinde neleri tasvir etmiş? Hz. Mevlânâ’nın Belh’ten ayrılışını, Konya’ya gelişini ve karşılanışını, demircinin çekiç ritimlerinde ilk sema edişini, ‘iki denizin kavuşması’ olarak anılan Şems ile kavuşmasını, Şam’a gidişi Şems’ten ayrılışını, onunla mektuplaşmalarını ve mana âlemindeki kavuşmalarını, Mesnevî’yi kaleme alışını, cenaze merasimini ve türbesinin yapılışını… Onunla ilgili anlatılan kimi menkıbeleri içeren minyatürlerin yanı sıra, ayin ve sema gibi figürlerle oluşturulmuş Hz. Mevlânâ ve onun felsefesine ilişkin soyut anlatımların yer aldığı eserler de var sergide.
Geleneksel minyatür, kimi önemli olayları görsel açıdan belgeleme amaçlı olarak olarak kullanılmış. Ancak Çolpan’ın minyatürleri, daha çağrışıma açık, soyut anlatımları kullanan görsel bir sanat niteliği taşıyor. Minyatürün soyut anlatımlara uygun bir sanat olduğunu, zamansal ve mekânsal olarak birbirine zıt olan şeyleri aynı kompozisyonda anlatma imkânı verdiğini ifade eden minyatür ustası Nusret Çolpan, bu sanattaki tavrını ve yaklaşımını şu cümlelerle özetliyor: “Ben minyatürde kompozisyona ve vereceği duyguya daha çok önem veriyorum. Minyatürdeki renk ve çizgi, dinamizmin insanı düşündürüp zevk etmesine yardımcı olmalı, konunun ne olduğu bilinmese bile izleyene resim olarak hoşgörülmesini sağlamalı. İşçilik önemli; ancak kompozisyonun etkileyiciliği, vuruculuğu daha önemli benim için. Çalışırken detay işçiliğini bir yerde durduruyorum. Çünkü yeni şeyler yapmak istiyorum. Bu sanatla anlatabileceğimiz çok şey var, aradaki açığı çok şey yaparak kapatabiliriz.”
Geleneksel minyatürde Mevlevilik ve Mevlânâ zengin bir konu. Çolpan, “Surnameler gibi olmasa da, peygamberler tarihi, siyer-i nebiler, padişahların seferleri gibi en çok minyatürü yapılan konulardan sonra sıraya girebilecek kadar zengin bir konu.” diyor. Kendisi de sergide yer alacak eserlere başlamadan, Mevlevilik ve sema gibi konuların tasvir edildiği minyatürleri incelemiş; ancak konularını seçerken büyük mutasavvıfın hayatı ve menkıbelerinde daha önce tasvir edilmeyen kısımları seçmiş.
Sergi yeni eserlerle büyüyecek
Çolpan’ın son yıllarda ortaya koyduğu eserlerde mavi, turkuaz ve yeşil hâkimiyeti ile artık onun karakteristik bir özelliği olarak beliren spiral kompozisyon, bu eserlerinde de var. Sebebini sorduk, o da söyledi: “Yakın zamana kadar ağırlıklı olarak şehir figürlerini çalıştığım minyatürlerde spiralli kompozisyonlar yüzde beş kadardır. Eserde tarih ile günümüz arasında bir bağlantı kuracağım anda, zamana ait süreci anlatmada bir imkân sağlıyor bu kompozisyon. Mevlânâ konusunda spiralli bir kompozisyon kullanmak gerekliydi. Çoktan teke varmayı her şeyin ‘bir’de buluşmasını, semadaki dairesel dönüşü çok iyi anlatıyor ve burada bunu çok sık kullandım.” Peki maviden yeşile uzanan renk skalasını tercih edişi niye? Mavi ve yeşilin, mistik konuları iyi anlatmada yardımının büyük olduğunu ifade eden Çolpan, ekliyor: “Bandırma’da doğup büyüdüm ve İstanbul’a geldim. Hep denizi, maviyi gördüm. Evimden bakınca göğü ve denizi görüyorum. Minyatür yaparken de İstanbul’un yeşili ve mavisi çok olan yerlerini seçiyorum; çünkü huzur veriyor, dinlendiriyor.” Evet, minyatür ustası Nusret Çolpan’ın fırçasından çıkan sema eden dervişleri, Mevlânâ’yı merak ediyorsanız, serginin adresi ve ne kadar açık kalacağına ilişkin bilgi haberin ilk paragrafında. Ama yolunuz bu tarihlerde İstanbul’a düşmeyecek ise üzülmeyin sergi yakınınıza gelebilir. Çünkü Çolpan, aynı tema etrafında minyatürler yapmaya devam etmeye, yeni eserlerle birlikte, sergiyi büyütmeye ve başka şehirlerde de tekrarlamaya niyetli.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Japonya'da Hz. Mevlana Günleri...

38020331wr9.png



800. Doğum Yıldönümü etkinliklerinde Japonya’nın Tokyo şehrinde
düzenlenen Mevlevi Ayini, izleyenler tarafından ayakta alkışlandı.


UNESCO'nun Mevlana Celaleddin Rum'nin 800. Doğum Yıldönümü nedeniyle ilan ettiği Hz. Mevlana yılı etkinliklerinin Japonya bölümü başladı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu’nun, Japonya’nın Tokyo şehrinde düzenlediği Sema Gösterisini izleyen 2500 kişi, ayakta alkışladı.

Sema gösterisi öncesinde, Türkiye’yi tanıtıcı, 10 dakikalık bir barkovizyon gösterisi yapıldı. Daha sonra, Türkiye’nin Japonya Büyükelçisi Servet ATACANLI bir konuşma yaprak, Mevlana’nın 800. doğum yıldönümü programları ile ilgili bilgiler verdi.

Hz. Mevlana ve dünyaya bakışı hakkında bir konuşma yapan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi H.İbrahim SARIOĞLU; Mevlana’nın hayatından kesitler verdi ve O’nun öğütlerini izleyicilere iletti.

Konuşmaların ardından, Hamamizade İsmail Dede Efendi’nin Ferahfeza Ayini eşliğinde sema programı icra edildi. Program bitiminde izleyiciler ayakla alkışladı.

****
Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma. Çünkü o,
seni mezarlığa götürür; bağa, bahçeye değil! Sen, onun elini bağlamazsan o,
senin elini bağlar. Sen, onun ayağını kırmazsan o, senin ayağını kırar.

Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî


RABBİM BİZE DE NASİP ETTTT...
MEVLANAMMM NE ZAMAN YAŞAYACAĞIM BU HUZURU
NE ZAMAN BULUNACAĞIM YAŞADIĞIN YERLERDE .
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Düğünümüz dünyaya kutlu olsun...

Bizim dügünümüz dünyaya kutlu olsun. Allah, bu dügünü, bu evlenmeyi bize uygun olarak tertipledi. Esler birbirine çok uygun düstü. Bu dügün sebebiyle,

• Mevlamızın lütfuyla kalpler ferahladı. însanlar çift oldu, evlendi. Kederler, gamlar gönüllerden çıkıp gitti.

• Ey sehrimizi süsleyen güzel! Allah'ın adıyla güzel bir gelin olarak gidiyorsun. Sen de bir güzele damat olmadasın.

• Köyümüzden ne de hos gitmedesin. Bize ne de hos salına salına gelmedesin; deremize ne de hos çaglaya çaglaya akmadasın! Ey ırmagımız, ey bizi arayan dost!

• Cihan padisahının, bizim o canlara can katan padisahımızın devletinde oynayın, raks edin, ey arifler, ey süfîler, sema edin!

• Halkın bir kısmı denizler gibi cosmada, dalgalar gibi secdeye kapanmada. Bir kısmı da kıhçlar gibi savasmada, bütün cüz'lerimizin kanmı içmede. Sus, sus ki bu gece o güzel yüzlü, ugurlu sahımızın mutfagı açılmıstır. Ne de sasılacak sey ki, helvamız (helva gibi tatlı olan sevgili) helva pisiriyor. Bu siiri Hz.Mevlana oglu Sultan Veled'in dügününde söylemistir.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
sacw9.png


Mevlana'dan hayata dair (2)

• Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...

• Güneş olmak ve altın ışıklar halinde, Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim. Gece esen ve suçsuzların ahına karışan, Yüz rüzgarı olmak isterdim..

• Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap..

• Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz, Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz..

• Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir. Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır.

• Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini, Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil.

• Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

• Önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış.

• İnsan yüzlü pek çok şeytan var, her ele el vermemek gerek.

• Herkes herkese bir lokma bir şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah'ın işidir.

• Çok insan gördüm, üzerinde elbisesi yok; çok elbise gördüm, içinde insan yok.

• Tatlı suyun başı kalabalık olur.

• Putların anası, nefsinizin putudur.

• Ecel verileni almadan önce, verilmesi gereken her şeyi vermek gerekir.

• Nefis üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar.

• Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır.

• Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.

• Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak olan odur ki, bu kuzu, kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur.

• Ne kadar bilirsen bilirsen bil söylediklerin karsındakinin anlayabildiği kadardır.

• Doğrudan nasihat, kişiyi yaralar.

• Hayatta muvaffak olmak için üç şey lazımdır: Dikkat, intizam, çalışma.

• Her şeye doğru demek ahmaklıktır, fakat her şeye yanlış demek de zorbalıktır.

• Akil, ask ve can! Bu üçü üçgendir. Her derde çare, her yaraya merhemdir.

• Dertli adamın kararsızlıklarla, dumanlarla dolu bir evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.

• Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.

• Düşüncen gül ise sen gül bahçesisin, diken ise dikenliksin.

• Komşularından av kapmak aslanlara ayıptır, köpeklere değil.

• Dünya alimin kıymetsiz oyuncağı, delinin de değerli salıncağıdır.

• Aşksız olma ki, ölü olmayasın Aşk ile öl ki, diri kalasın...

• Eğer dostun yoksa niçin aramıyorsun. eğer dost buldunsa niçin sevinmiyorsun.

• Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anlayabildiği kadardır.

• Bir kimseyi tanımak istiyorsan düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.
 

kardem

Asistan
Katılım
22 Ağu 2007
Mesajlar
490
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Mevlana tüm dünyaya ulaşıyor

Mevlânâ, UNESCO'dan barış çağrısı yaptı
unesco-mevlana.jpg
İsveç'te yaşanan karikatür krizi Batı ile İslam dünyasını bir kere daha karşı karşıya getirirken, önceki gün Paris'te, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu (UNESCO) çatısı altında dünyaya barış ve hoşgörü çağrısı yapıldı. document.write('');document.write('');document.write('');document.write('');document.write('');document.write('');
Mevlânâ Celaleddin Rumi'nin doğumunun 800. yılı dolayısıyla Türkiye, Afganistan ve İran'ın işbirliğiyle UNESCO'nun ev sahipliğinde gerçekleştirilen Mevlânâ'yı anma etkinliğinde büyük düşünürün sevgi, barış ve hoşgörü düşüncesi farklı din ve dillere sahip aydınlar tarafından dile getirildi. Toplantıya bir kutlama telgrafı gönderen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, UNESCO'daki etkinliğin, Mevlânâ'nın mesajını hatırlamak ve hayata geçirmek için önemli bir fırsat olduğunu söyledi. Ev sahipliğinden dolayı UNESCO'yu tebrik eden Gül, mesajında, "Özellikle medeniyetler çatışmasından söz ettiğimiz bu dönemde, Mevlânâ'nın misyonu olan sevgi, barış, çoğulculuk ve uyum çağrısı insanlık için hiç bu kadar anlamlı olmamıştır." dedi. Gül'ün mesajı salonda alkışlarla karşılandı.
Mevlânâ Celaleddin-i Rumi, bütün insanlığı sevgiye ve barışa çağıran düşünceleriyle UNESCO'nun Paris'teki merkezine konuk oldu. Rumi'nin doğumunun 800. yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, dünyanın önemli kentlerinde gerçekleştirdiği Mevlânâ'yı anma etkinlilerinin en anlamlısı, perşembe günü Paris'te UNESCO'nun genel merkezinde düzenlendi. Panel, sergi açılışı, sema gösterisi ve ülkelerin müzik dinletisinin yer aldığı Mevlânâ gününde büyük mutasavvıfın çağlar öncesinden gelen barış ve hoşgörü mesajları, bir kere daha dünyanın gündemine sunuldu.
UNESCO Genel Direktörü Koichiro Matsuura, açış konuşmasında 'Mevlâ-nâ'nın barış ve diyalog mesajını ciddiye almamız gerekir.' dedi. Üç ülkenin bakanlarının açılış konuşmasında ise hemen her toplantıda olduğu gibi Mevlânâ'yı sahiplenme çabası gözden kaçmadı. Denge arayışındaki hassasiyet, etkinliğin adına da yansımış ve başlıkta 'Mevlânâ Celaleddin-i Rumi Belhi' ibaresi tercih edilmişti. Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, Mevlânâ'nın mesajının zamanla sınırlı olmadığını dile getirirken Türkiye topraklarının büyük tasavvuf geleneğine hep kucak açtığını söyledi. Afganistan İletişim ve Kültür Bakanı Abdülkerim Khuram, Mevlânâ'nın Belh doğumlu olduğunu özellikle vurguladıktan sonra onun herkese seslenmeyi başarmış bir mutasavvıf olduğunu söyledi. İran Bilim, Teknoloji ve Araştırma Bakanı Muhammed Mehdi Zahadi, İran'ın çok önemli bir şairi olarak andığı Mevlânâ'nın bir vatana sığdırılamayacağını söyledi. Öte yandan Afganistan ve İranlı bakanlar kendi dillerinde konuşurken Bakan Aydın'ın konuşmasını İngilizce yapması Türkiye'den gelen yazar ve aydınlar tarafından eleştirildi.
Etkinliğe Türkiye'den, Bakan Aydın dışında Konya Valisi Osman Aydın, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Mevlânâ'nın 22. kuşaktan torunu Esin Çelebi Bayru, panelistler Prof. Dr. Talat S. Halman, Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç ve Prof. Dr. Kenan Gürsoy, öğretim üyeleri, gazeteciler, şair ve yazarlar da katıldı. Üç ayrı oturumda tebliğ sunan Türk bilim adamları Halman, Kılıç ve Gürsoy'un hem Doğulu hem de Batılı aydınlar ve Mevlânâ uzmanları nezdindeki itibarı gözlerden kaçmadı.
En büyük ilgiyi sema ayini gördüParis'teki Mevlânâ'yı anma etkinliği, içeriğinin yoğunluğuna rağmen yeterli duyuru ve tanıtım yapılamadığı için beklenen ilgiyi görmedi. Paris'in kültür çevrelerinin ve entelektüel camiasının habersiz olduğu etkinliği izleyen Türk sayısı da çok azdı. Gün boyu peş peşe gerçekleşen üç panelin ardından, resim, hat ve tezhip eserlerinden oluşan kapsamlı bir sergi açıldı. Akşam ise İstanbul Tarihî Türk Müziği Tasavvuf Topluluğu bir sema ayini gerçekleştirdi. Gündüz panelleri az sayıda izleyici takip ederken sema ayini sırasında salon kalabalıktı. Farklı ülkelerden gelen konuklar, Türkler ve Fransızlar, usulünce icra edilen sema ayinine hayran kaldı. Afganistan ve İran müzik grupları da birer dinleti sundu. UNESCO'nun 1 No'lu görkemli salonundaki sema ayininden çıkıp Paris'in boheme çağıran caddelerine doğru yürürken, bir buçuk saatlik manevi hazzın verdiği şevkle kendimizde dünyanın geleceği hakkında hâlâ umuttan söz etmeye güç bulabiliyorduk. Bunu, şüphesiz Mevlânâ'nın çağları delen sesine borçluyduk.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
adszex2.png


MEVLANA'dan;

--"Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk'a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir."
--"Sen vahdet denizinden ayrı düşmüş bir damla gibisin. Sen aslına nasıl ulaşacaksın? îste oruç, sel gibi, yağmur gibi seni alır, denize ulaştırır."
--"Oruç, Allah'ın has kullarına Hz. Süleyman'ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür, yahut da taçtır. Onu ancak seçkin kullarının başlarına giydirir."
--"Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakîkati göstermiyor."
--"Sen, göklere çıkmak, Mi'rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır."

mevlanmmm...

"Osmanlılar zamaında Ramazan günlerinde tebdil-i kıyâfet ile, pek
çok zengin, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav
dükkânlarına gider, onlardan Zimem Defteri ' ni (veresiye defteri)
çıkarmalarını isterlerdi.
Baştan, sondan ve ortadan rastgele sahifelerin toplamını yaptırıp,
miktarını ödedikten sonra;
"Bu borçları silin! Allah kabul etsin!" der, kendilerini
tanıtmadan çeker giderlerdi.
Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren,
borçtan kimi kurtardığını bilmezdi...
Gizli verilen nâfile sadakanın, açıktan verilen nâfile sadakadan
yetmiş kat dahâ sevâp olduğunu bilen zevât, yardımlarını mümkün
olduğunca gizliden yapmaya gayret ederdi. Ecdadımız sağ ile
verdiğini, sol elinden bile gizler, yaptıkları iyilikleri unutur
giderlerdi.​
o günler çok mu geri de kaldı!....
 

gülşen

Yeni
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Ellerinize sağlık paylaşımlarınız birbirinden güzel hepsini okuyamasamda okuduklarımıda zevkle okudum :)
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
dfahawj8.png



Mevlana’ ya Sesleniş

Çürümemiş, yıpranmamış, kazılı bir düşünce sisteminin sahibidir Mevlana .
Mevlana, yeni bir izleyiş açısı, yeni bir görüş başlangıcı, yeni bir dünya kapısıdır.
Diyorum da..

Mevlana’ nın yüzyıllar öncesinden kalplerimizde açtığı hoşgörü kapısı sımsıkı kapanmış çoktan...
Yok yok hatta kapıların kapalı olduğundan ve hatta kapıların varlığından haberdar değiliz.
Hoşgörü Mevlana’ nın mesnevisinde, hoşgörü sözlüklerde kaldı. Hoşgörü iyi insan profilinde kaldı.
Bir dakika tüm bunları bilmeme rağmen kapıların varlığından haberdar olan insanlardanım.
Bir Mevlana var semazenin eteklerinden uçuşan, hoşgörü dalgasından bir esinti var benim iklimimde,
her şey oradan başladı zaten.
Sözlükleri hatırladım.

Hoşgörü, sözlük anlamlarıyla öğretilmişti hep. Saygıdır, açık olmaktır hayata, yeni düşüncelere.
Dinlemeyi bilmektir, dedi sözlükler. Sözlükler doğruydu aslında. Ama okundu geçildi, orada bitmesi
onur kırıcı olsa da anlamı bilinen bir kelime olması rahatlattı az da olsa.Sonra insanlara baktım.
Uygulamalar her zaman güç gelmişti zaten insanlara. Kabullenememe, zaman harcama,
saygısızlık davranışları arasında anlamsız kaldı hoşgörü. Uygulamak, beyinde tasarlansa da
saygı adına verilen savaşta hep nefis yenildi, hoşgörü yitirildi, anlamlar kavranılmadı
. Hoşgörü adıyla bilindi işte, tadı hep kendinde kaldı.

Hoşgörüyü Mevlana hep dile getirmiş, hep yaşatmaya çalışmış. Sözleri kalmış geriden, geçmişten.
En güzel o çağırmış hoşgörüyü. Hiçbir şey gözetmeden içten bir çağrı halinde durmuş Mevlana,
hoşgörüyle beklemeyi bilmiş...
Öğretmek de istemiş de…

Mevlana gözetmemiş ayrımları. Hoşgörüyü dile gelmiş, dillenmiş…
Hiçbir renk dışında kalmamış…
Dünya gibi, hoşgörü. Dünyaya gelirken bebekler, hayat onu hiç geri çevirmeden içine kabul eder ya dünya hoşgörü hali işte tam bu yüzden. Düşünceler farklı, renkler farklı, düşler, sevgiler, görüşler, bakışlar farklı olabilir. Hayatın kanunu değil mi bu?
Savaş halinde yaşamamak, barışın baş üstünde taşınıp yaşanması için hoşgörü en büyük yasa…
Yasanın uygulanması ahlaki bir seçim, insanlık örneği, insanlığa, düşüncelere, var olmaya saygıdır.
Mevlana, bizi davet etti. Ne olursak olalım gel dedi. Rengimizi, milletimizi gözetmeden bizi Müslümanlığa davet etti…
Bir çağrıda biz yapalım insanlığa…
Ne eksiğimiz olur ki,
Neden kaçıyoruz ki,
Ne zarar gelir ki.
Neler kaybettik unuttunuz mu?
Saygımızı yitirdiğimizin farkında değil miyiz hala?
Kaybolmayı bu kadar kabullenemeyiz,
Hayır, artık istemiyorum.
Çığlığımı duyar mısınız?
Artık hoşgörü istiyorum düşüncelerime.
Sizlere hoşgörü istiyorum, dileniyorum.
Hiçbir şey için geç değil, en azından başlangıç yapabiliriz.
Bu sefer ben çağırıyorum sizi.
Hoşgörüye…
Mesela bu yazıyı kendi eleştiri çemberimiz içinde,hoşgörüyle okuyabiliriz…
Güzel bir başlangıç yapabiliriz bu şekilde?
Daha fazla geç olmadan…
Daha fazla kaybolmadan…
 

*Naye*

Üye
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
75
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Ten kafesinde
Yazdığınız her bir satır ayrı cevher.Allah razi olsun.Allah gönlünüze göre versin.
 

*Naye*

Üye
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
75
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Ten kafesinde
Bende ekleme yapmadan duramayacağım..Affınıza sığınıyorum.


*Madem ki aşkın yok,aşık değilsin,sana uyumak yaraşır;git bol bol uyu.O'nun aşkı ve gamı bizim nasibimizdir.

*Biz sevgilimizin gam güneşinin tesiri ile zerre zerre olduk.Çünkü biz ondan gelen gamı da seviyoruz.Madem ki senin gönlünde böyle bir duygu,böyle bir heves uyanmamıştır,git bol bol uyu!

*Onu bulmak,ona kavuşmak ümidi ile köpürerek,ağlayarak başını taştan taşa çalan,dağlardan denize doğru koşan sular gibi biz de koşup duruyoruz,onu arıyoruz.Sende ise "Sevgili nerede?Onu nasıl bulurum?" arayışı,üzüntüsü yok.Sen git bol bol uyu!

*Aşk yolu yetmiş iki milletin inancının dışındadır.Madem ki senin aşkın,inancın taklitten,gösterişten ibarettir,sen git uyu.

*Bizler aşkın eline düştük,kendimizden kurtulduk.Bakalım aşk bize ne yapacak?Sen ise kendindesin,kendi elindesin,kendine tapıyorsun.Senin için uyumak gerekir,git bol bol uyu!
 

.YOLCU.

Üye
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
69
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Öldüğüm gün tabutum yürüyünce
Bende bu dünya derdi var sanma!
Bana ağlama,
'Yazık, yazık! ' 'Vah, vah! ' deme!
Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.
Yazık yazık asıl o zaman denir.
Cenâzemi gördüğün zaman 'Elfirak, elfirak! ' deme!
Benim buluşmam asıl o zamandır.
Beni mezara koyunca elvedâ demeğe kalkışma!
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Mezar hapis görünür amma,
Aslında canın hapisten kurtuluşudur.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret!
Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batma görünür amma
Aslında o doğmadır, parlamadır.
Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?
Neden insan tohumu için
Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?
Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi?
Can Yusuf'un kuyuya düşünce niye ağlarsın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!
Çünkü artık hay-huy'un, Mekânsızlık aleminin boşluğundadır


Mevlâna
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Semazenlik

htqb2.png


Ney sesinin, kamışların ağlaması olduğuna inanılır Anadolu’da. Çünkü kendilerine verilen sırları, dayanamayıp kuyulara anlatmışlardır ve pişmandırlar. Her şeyin döndüğü şu evrende, gerçek aşkı dönerek arayan semazenler de neyin çıkardığı büyülü sesin eşliğinde Allah’a ulaşırlar. 17 Aralık Mevlevilerin ayin-i şerif gecelerinden en önemlisidir. Bir Şeb-i Arus(düğün) gecesidir. Mevlana’nın ölümünün kutlandığı gecedir. Seven sevdiğine kavuşmuştur çünkü.​

Mevlana babasını kaybettikten sonra dokuz yıl boyunca Seyyid Burhaneddin Muhakkık’ın manevi terbiyesini alır, Halep ve Şam’a giderek medreselerde eğitim görür, Bilginler ve sufilerle görüşür.​

1456fl0.png


Mevlana ellili yaşlarına geldiğinde hayatına olgun,çok gezen, kendini peygamber yaşantısına adamış Tebriz’li Şems girer. Mistik ruhu yakalamış olan Şems kollarını açar ve ruhunu boşluğa gönderirmiş. Vücudunu terk eden ruhunun Tanrı’ya yaklaştığını düşünürmüş. Şems ile birlikte Mevlana’nın yaşantısında değişiklikler olmuş.

Derslerin ve vaazların yerini müzik ve sema almış. Bir türlü Tanrı’ya ulaşamadığından yakınan Mevlana, Şems’in yardımıyla Tanrı’yı her yerde bulmaya başlamış. Şems kendiniyine dünyanın yollarına bıraktığında Mevlana ilahi aşka adanmış ünlü rubailerinin en acılarını yazmaya başlamış. Şems’e adanan Büyük Divan böyle yazılmış. Mevlana, en önemli eseri sayılan Mesnevi’yi yazarken insanları aydınlatmayı, onlara doğru yolu göstermeyi amaçlamış.

Mesnevi’yi bitirdiği sırada yaşı seksenlere dayanan Mevlana 1273 yılı Aralık ayının onyedinci gününün gecesi Hakk’ına kavuşmuş. Mevlana’nın ölüm gününün anısına yapılan bir törendir Şeb-i Arus. İkindi vaktinden sonra Kur’an oku***** ve Aynü’l-Cem yapılarak başlanan bu anma gecesi ayrılığın değil, kavuşmanın günüdür. Bir düğün gecesidir​

14vq5.png


Mevlevi inanışına göre insan iki kere doğar. İlkinde annesinden,ikincisinde kendi bedeninden. Asıl doğuş kendi bedeninden olandır. Mevlevilik bir pirin önderliğinde, prensipleri olan ortak bir hayatı yaşamayı gerektirir.

Semazenler mevlevi dergahının dervişleridir ve semazen olmadan önce uzunca bir süre geçirirler. Dergaha ilk geldiklerinde “nevniyaz” olarak kabul edilirler. Üç gün boyunca temel ihtiyaçları dışında yerlerinden kalkmadan saka postu üstünde otururlar. Derviş dünyevi gururundan uzaklaşmalıdır. Bu nedenle nevniyaza üç günden sonra dünyevi gururunu kıracak temizlikten, yemeğe onsekiz çeşit iş yaptırılır. Bu sürecin bitiminde dergah girişinde nevniyazın ayakkabılarının yönü kapıya çevrili olursa, dergaha kabul edilmemiş olur.

Ayakkabılar kapıya çevrilmemişse “halvet” adı verilen binbir günlük çile dönemi başlar. Çile tasavvuf inançlarında çok önemlidir. Çünkü dertler yol göstericidir. “Fakr” denilen vazgeçiş dönemi semazenlik yolunda son aşamadır. Bu sürecin tamamlanmasıyla nevniyaz, dergahın dervişi olup “semazen mertebesine ulaşmıştır artık. Başındaki sikkesi nefsinin mezartaşı, bembeyaz tennuresi nefsinin kefenidir. Destegül adı verilen manşetli ceket, kuşak ve hırka kullanılır.
Ney ve rebap eşliğinde sema ayinlerine katılır.​

ewbe7.png


Yedi bölümden oluşan sema töreninin ilkinde peygamberimiz methedilir. Bu ondan önceki peygamberleri ve Tanrı’yı methetmek demektir. Daha sonraki bölümlerde her şeye can veren “nefes”i temsil eden bir ney taksimi duyulur. Semazenler birbirlerine üç kez selam vererek peşrev eşliğinde daire şeklinde yürüyüşe geçerler. Daha sonra semazenler siyah hırkalarını çıkarırlar ve manen edebi aleme doğarlar.

Gerçeğe dönüş başlamıştır artık. Kollarını çapraz bağla***** “Bir” sayısını temsil eden semazenler Tanrı’nın birliğine şehadet ederler. Şeyh efendinin elini öperek Semaya girme iznini alır ve semaya başlarlar.

Sema sırasında yerle teması kesmeden sola doğru döndürülen sol ayağa “direk”, havadaki sağ elin yardımıyla vücudu sola döndüren havadaki sağ ayağa “çark” denir; ism-i celalin “AL-” hecesiyle kalkan sağ ayak, “LAH” hecesiyle çarkı tamamlamış olarak yere basar. Yukarıdaki sağ elin içi yukarıya,Allah’a dönüktür. Sol elin içi ise yeri gösterir. Neyin büyülü sesinde semazenlerin “aşk’a” yolculuğu, sevenin sevdiğine kavuşmasının kutlanmasıdır.​

mevlanaxt6.png


Sema Mevlana’ya göre bir uyanış demekti. Kutsal Sema insanı vecd’e ***ürür, vecd’de insanı Allah’a yaklaştırır. Varolmanın temel şartı dönmektir. Evrendeki her şey döner. Elektron ve protonların dönmesi, vücuttaki kanın dönmesi, herşeyin topraktan gelip, toprağa dönmesi...Herşey hareket noktasına geri dönmektedir. Sema ayinlerinde semazenler hayatın çemberinde dönerek, akla yücelip nefislerini terkederler. Hakk’ta yok olurlar. Olgunluğa erer ve kamil bir insan olarak tekrar kulluğa dönerler.​
 

..HayRiye..

Asistan
Katılım
27 Ağu 2007
Mesajlar
429
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ist/bakü
içimizdeki MEVLANA

...............
Her şey sahibinden öğrenilir.. Aşkın hocası da aşktır ancak.. Pası kiri yakan kutsal alevi bulmuştu.. Herkesi oraya , o kudsi ateşe davet etti MEVLANA.. Mecusiyi , Ermeniyi , tevbesini bin kere bozanı , doğruyu ve eğriyi... Onlar oraya frklı libaslarda girdiler , bir olup çıktılar . Bütün bu insanlar kndilerini ayıran dillerini unuttuklar yeni ve ortak bir dil buldular. Üzüm demeyi yeniden öğrendiler. MEVLANA bir bir aş ustasıydı ; kırk yumurtayı bir saha da kaynatıp tek yumurta etmenin sanatını elde etmişti. Bir Ney gibiydi; kendinden boşalmış sahibinin soluğuyla dolmuştu. Bir beşer beşeriyetinden ne kadar sıyrılabilirse o kadar sıyrılmıştı kendisinden . Demirdi ama ateşe erimişti , şekerdi ama suda yok olmuştu , Tevazuyu topraktan öğrenmişti , cömertliği çamurdan ; insan seçmezliği güneşten bellemişti. Onun için rahmet gibi her tarlaya yağıyor , güneş gibi her bacadan giriyordu. Biliyordu ki ALLAH katında alçk da birdi yüksek de ; padişahta aynıydı kul da. O yüzden cümle cihana bir nazarla baktı....
 

*Naye*

Üye
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
75
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Ten kafesinde
Bir rubaisi hz.Pir'in:

"Gizli sırlarını söylemede,cihanın,
O yanık Ney,o yanık Ney,o yanık Ney,
Ney nedir?O busesi güzel cananın
Öptüğü şey,öptüğü şey,öptüğü şey"
Mevlana
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
MESNEVİ’DEN-1

İnsanda yüzlerce benzeyiş, yüzlerce iz, sembol vardır. Fakat dünya işlerine dalmış, vicdanı nasırlaşmış azgınlar bunları nereden görecekler, nasıl bilecekler?

Allah’ın güneşinin nuru ile aydınlanmayan, karanlıklara dalmış gönül evleri de vardır.

O gönül evleri Yahudilerin canları gibi dar ve karanlıktır. Sevgi bağışlayan Allah’ın zevkinden, manevi lütfundan mahrumdur.

Böyle bir gönülde ne güneşin nuru parlar, ne sahası genişler, ne de kapısı ma’rifete ve hakikate karşı açılır.

Senin için böyle bir gönülden, mezar daha iyidir. Sen şimdi karanlıklar içinde kalmış, nursuz, daracık gönlünün mezarından çık, kurtul!

Aslında sen ölü değilsin! Sen bir dirisin. Senin bu daracık gönül mezarın nefesini daraltmadı mı? Yani böyle daracık bir gönülle nefes alamaz hale gelmiyor musun?

Sen vaktinin Yusuf’usun. Gökyüzünün güneşsin. Şu beden kuyusundan, şu karanlık dar zindandan çık, güzel yüzünü göster!

Senin Yunus gibi olan ruhun, balık karnı gibi olan bedeninde türlü sıkıntılar içinde kavruldu, pişti. Onun Allah’ı tesbih etmekten başka kurtuluşu yoktur.

Eğer Yunus balığın karnında Hakk’ı tesbih etmemiş olsaydı, kıyamette ölülerin dirileceği güne kadar orada mahpus kalırdı. O zindandan çıkamaz, kurtulamazdı.

Hz.Yunus, ettiği tesbih bereketiyle balığın karnından kurtuldu. Tesbih nedir? “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” gününün belirtisi, delili…

Eğer senin ruhun o can tesbihini unuttu ise, şu balıkların tesbihine kulak ver!

Gönül gözü ile Allah’ı hisseden, yarattığı eserlerde O’nun kudretini, yaratma gücünü gören Allah’a mensuptur. O’nun dostudur. O vahdet denizini müşahade eden de, o denizin balığıdır.

Bu dünya da denizdir. Beden de o denizin balığıdır. Ruh ise ilahi nuru görememiş, perde arkasında kalmış Yunus gibidir.

Beden balığı içinde mahpus olan ruh, Allah’ı tesbih ederse, balıktan kurtulur. Yoksa balığın karnında sindirilir, yok olur gider.

Bu denizde can balıkları çoktur. Sen görmüyorsun, ama onlar senin etrafında uçuşup duruyorlar.

O balıklar kendilerini sana çarpıyorlar. Gözünü aç da onları açıkça gör!

Sen can balıklarını açıkça göremiyorsun, elbette onların tesbihlerini işitmişsindir.

Senin işittiğin tesbihlerin ruhu sabretmektir. Sen de başına gelen musibetlere, belalara sabret ki, en doğru dürüst tesbih budur.

Hiçbir tesbih sabır derecesine varmamıştır. Sabret ki, sabır neşenin, ferahlığın anahtarıdır.

Sabır sırat köprüsüne benzer, cennetse öbür taraftadır. Her güzelin yanında çirkin bir lala vardır.

Laladan kaçarsan güzeli de göremezsin. Çünkü lala güzelden hiç ayrılmaz.

Ey hafif bir şeyden kırılan sırça gönüllü! Sen sabrın zevkini, hususiyle Hakk’a kavuşmak için çekilen sabrın, sıkıntının tadını ne bilirsin?
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
MESNEVİ’DEN-2
Dünya bizim boğazımızı adam akıllı sıkar; keşke şu boğaz ve şu ağız sadece toprak yeseydi de, haram şeyler yemeseydi!

Zaten bu ağız, toprak yer durur; fakat ağzın yediği toprak başka şekle girmiş, başka renge boyanmıştır.

Ey oğul! Bu kebap, bu su ve bu şeker renklere boyanmış, süslenmiş topraktan başka bir şey değildir.

Onları yedin de bedenine et, deri oldular; etinin, derinin rengine boyandılar.

Ama onlar yine de şu topraktır. Büyük ve eşsiz sanatkar bir avuç toprağı alır, diker, söker, çeşitli şekillere sokar; sonra tutar hepsini yine toprak eder.

Doğruluk rengi, takva rengi, gerçek iman rengi; kullukta bulunanlar, ibadet edenler ve iyi işler yapanlarda ebedi olarak kalır.

Şüphe rengi, nankörlük ve nifak rengi de isyan edenin canında ebedi olarak kalır.

Asi Firavun’un yüz karası gibi… Onun rengi kalmıştır; mumyalıda olsa bedeni yok olup gitmiştir. Devam edecek…
 

*Naye*

Üye
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
75
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Ten kafesinde
*Dostlarla konuşurken,çok dikkatli ve ihtiyatlı hareket etmelidir.Çünkü söz vardır,keskin kılıç gibidir;dostluğu keser,öldürür.Kalpte tedavisi imkansız yaralar açar.Kalp bahçesindeki yeşillikleri,sevgi çiçeklerini kış mevsimi gibi öldürür.

*Bir söz de vardır,ilkbahar mevsimi gibidir.Her tarafı süsler,güzelleştirir;sayısız yararlar sağlar.
 
Üst