*.Mevlâna’nın Başka Dinlerin Mensuplarına Yaklaşımı.*

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Mevlâna’nın Başka Dinlerin Mensuplarına Yaklaşımı

Abdurrahman ÖZEREN

Müslümanların, başka dinlerin mensupları ile ilişkilerinin ne şekilde ve hangi düzeyde olması gerektiği meselesi günümüzün en popüler tartışma konularından birisidir. Modern ve postmodern çağ- ların yaşandığı günümüz dünyasında ilay-ı kelime- tullah için tüm insanlık ile diyalog kurulması ve küfr-ü mutlaka karşı diğer semavi dinlerin mensup ları ile ittifak yapılası gerektiğini savunanlar olduğu gibi; diğer semavi dinlerin mensupları ile diyalog ve ittifakı savunanları ihanet isnadına varacak derecede ağır ithamlarla eleştirenler de bulunmaktadır.

Diğer semavi dinlerin mensupları ile diyalog kurulup kurulmayacağı konusuna açıklık kazandı- rabilmek için müracaat edilmesi gereken merciler- den birisi de şüphesiz sevgi ve hoşgörünün sembo- lü olan ve tüm insanlar tarafından hüsnü kabul gören Mevlana hazretlerinin bu konu ile ilgili yaklaşımıdır.
Mevlana'nın diğer dinlerin mensuplarına karşı yaklaşımını anlayabilmek için öncelikle O'nun bazı hususiyetlerinin çok iyi bilinmesi ve yaşadığı olaylardan örneklerle konunun değerlendirilmesi gerekir.

Her şeyden önce, Mevlana hazretleri insana sırf insan olduğu için büyük değer vermektedir. İnsan yüce Yaratıcı'nın en mükemmel eseri ve has muhatabıdır. Allah, insanı sınırsız güzellik ve sınırsız mükemmellikteki esma-i hünsasının aynası, sınırsız güzelliğinin takdir ve tahsin edicisi olarak yaratmış ve her bir insanın gönlüne bütün kainatı kuşatabilecek büyüklükte bir sevgi duygusu yerleştirmiştir. Mevlana, insanın Allah katındaki değerini çok iyi bilmekte ve bu nedenle de insanı hizmet ve eserlerinin merkezine yerleştirmektedir. O, insanın yüce Yaratıcı nezdin- deki kıymetine binaen müslüman- gayri müslim ayırımı yapmaksızın insanı “hazreti insan” olarak vasıflandırmaktadır. Ahseni takvim üzere en mükemmel şekilde yaratılan insanın yaratılışındaki harikalıklara dikkat çekmek için de “ben insanı kıyamete kadar anlatsam bitiremem” demektedir.

Mevlana'nın insana atfettiği bu muazzam önem, O'nun hümanist özelliklerinden değil, sonsuz cemal ve kemal sahibi Halık-ı Zülcelal'in insanı ve bu alemi yaratma gayesini, hayatın ve insaniyetin mahiyetini çok iyi bilmesinden, şuurlu bir mü'min olmasından kaynaklanıyordu. Zira ilahi hükme göre “her insan, İslam fıtratı üzere” günahsız ve masum olarak dünyaya gelmektedir. Sonradan çevresinin etkisi ve kendi tercihleri ile kişiliği, inançları ve yaşam tarzı şekillenmektedir. Onun için “kötü insan yoktur, kötü alışkanlıklar vardır”. Bu nedenle Mevlana, hizmetlerinde ve eserlerinde insanları değil, onların kötü alışkanlık- larını hasım/düşman saymış ve günahkarlarla değil, günahlar ile mücadele etmiştir.

Mevlana hazretleri, “hilm” sahibi bir zattır. Kavl-i leyyin/yumuşak ve tatlı söz sahibidir. Kötülüklere bile iyilikle muamele etmekte, gönlünde adavete değil sadece muhabbete yer vermektedir. Gayr-i Müslim ve günahkarlara karşı kin ve öfke duymamakta, hakikatı göremedikleri ve nefislerine mağlup oldukları için onlara acımakta, şefkat ve merhametle içine düştükleri isyan ve günah çukurlarından kurtulmalarına çalışmakta- dır.


Mevlana'ya göre insanın en büyük düşmanı nefistir. O'na göre insanoğlu nefsine karşı uyanık olmalı ve nefis ile mücadelesini bir an bile ihmal etmemelidir. Nefis başka düşmanlara benzemeyen azılı bir düşman olup, ona asla acımamak gerekmektedir. Nefis her türlü kötülüğü emreder ve en süfli şeyleri bile arzular. Onun için nefse karşı sonsuz merhamet sahibi Rabb-ı Rahim'e sığınıp ondan korunma talep edilmelidir. İnsan kötülüğü kendisinden, iyiliği ise Allah'tan bilmeli ve mütevazi olmalıdır.

Mevlana hazretlerinin göze çarpan en önemli hususiyetlerinden birisi de söz ve fiillerindeki ihlas ve samimiyetidir. Sahip olduğu ihlas ve samimiyet nedeniyle konuşmaları ve davranışları muhatapları üzerinde derin bir tesir icra etmekte, karşısındakileri kolayca ikna veya ilzam etmekte- dir. Karşısındakine şefkat ve merhametini hissetti- rir, “kendisine gerçekten yardım etmek isteyen birisiyle karşılaştığı” kanaatini uyandırırdı. Bu durum ise, gönül kapılarının O'na kolayca açılması- na neden olmaktaydı.

Mevlana hazretleri de diğer bütün müceddidler gibi, Hakk'ın neşri ve kalplerdeki manevi hastalık ları tedavi konusunda Peygamber Efendimizi taklit etmiş, irşad ve tebliğ hizmetlerinde kafir- Müslüman ayırt etmeksizin tüm insanları muhatap almıştır. Yani irşad ve hizmeti sınırlı değil, umumi olmuştur.
Mevlana, bazılarının sandığı gibi dine sonra- dan bazı değerler sokan bir reformist değil; doğru- dan doğruya Kuran'dan alarak ilhamı, asrının idrakine göre islamı anlatan bir müctehid ve “asrının müceddidi”dir. Ortaya koyduğu güzellik- ler, “Peygamber varisi” sıfatıyla beyan ve tebliğ ettiği Kur'an ve Sünnet nurlarıdır.

Farklı anlama ve yakıştırmalara karşı Hazreti Mevlana, “Yaşadığım müddetçe ben, Allah'ın kuluyum, Hz. Muhammed- 'in yolunun toprağıyım. Birisi benim sözlerimden bu görüşlere aykırı manalar çıkarır, beni başka türlü tanırsa, ben bu sözleri çıkaranlardan da, bu sözlerden de bıkmışım, usanmışım(davacıyım)” demektedir.

Mevlana hazretlerine atfedilen başka bir sözde; “Bir ayağım merkezde dinin temel esaslarına bağlı, diğer ayağım da yetmiş küsur milletle beraber” dediği ifade edilmektedir. Yani herkesle görüşülecek, herkesle münasebet ve bağlantı kurulacak, diyaloglar geliştirilecek; ama tüm bu ilişkilerde ölçü Kuran ve Sünnet olacaktır. İnsan İslami prensiplere bağlı ise yani aynen pergel gibi ayağı İslami zemine sağlam basıyorsa başka dinlerin mensupları ile kuracağı münasebetler faydalı olur. Eğer sünnet-i seniyye eksenli bir hayat yaşanmıyorsa, gayr-i müslimlerle kurulan diyalog Müslüman kişide manevi erezyona sebep olabilir. Onun için gayr-i müslimlerle ancak istikamet üzere yaşayan mü'minler sağlıklı diyalog kurabilirler.

Yukarıda aktarmaya çalıştığımız bu hususiyet- ler, Mevlana denizinden sadece birkaç damladır. Mevlana hazretlerinin başka dinlerin mensuplarına karşı yaklaşımını araştırırken, hayatından seçeceği- miz örnek olayları bu seciyeler ışığında tahlil etmek uygun olacaktır.

Şimdi Mevlana hazretlerinin hayatından birkaç olayı değerlendirmeye çalışalım:

1- İslamın güzelliğini yaşayarak anlatmaya dair örnek olay:

İstanbul'da bir rahip vardı, Mevlâna'nın büyüklüğünü işitince ona hayran oldu. Mevlâna'yı görmek üzere Konya'ya geldi. Kendisini karşılayan rahiplere, Mevlâna'yı görmek istediğini söyledi. Ziyarete giderken yolda onunla karşılaştılar. Rahip hemen Mevlâna'nın önünde yere baş koydu. Başını yerden kaldırırken de Mevlâna'nın başının yerde olduğunu gördü.

Mevlâna'nın önünde defalarca yere baş koyan rahip, her defasında Mevlâna'nın başının yerde olduğunu görüyordu. Nihayet dayanamayıp feryâd ederek: “Ey dinin sultanı! Benim gibi zavallı ve kirli birine karşı gösterdiğin bu tevazu nedir?” dedi. Mevlâna şu cevabı verdi:


“Allah'ın nimetleriyle cömertlik yapanlara, iffet sahibi olan güzellere, tevazu gösteren şerefli insanlara ve adaletli hükümdarlara ne mutlu!” diyen bizim sultanımız Muhammed Mustafa'dır (a.s.m.). Öyleyse Allah'ın kullarına nasıl tevazu göstermeyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmeyeyim?

Eğer bunu yapmaz isem, neye ve kime yararım? Yolun güneşi olan Peygamber bile, 'Nefsini aşağılayan kişiye ne mutlu!' dedi. O yüce Peygambere ümmet olmak, sultanlıktan daha değerlidir. Çünkü, 'Ben, ondan hayırlıyım' sözü, şeytan sözüdür. Âdem'in kulluğu ile İblis'in kibrine bak da aradaki farkı gör, sonra da Âdem'in kulluğunu seç.”

Rahip ve arkadaşları, Mevlâna'nın bu halinden ve sözlerinden çok etkilendiler ve hep beraber Müslüman oldular. Mevlâna, huzur içinde medresesine döndü ve büyük bir neşeyle Sultan Veled'e, “Bahaeddin, Bahaeddin! Bugün zavallı bir rahip, bizim tevazumuzu elimizden kapmaya niyet etti. Fakat Allah'a hamd olsun, O'nun bağışladığı hidayet ve Peygamber Efendimiz'in yardımı ile tevazuda ona galip geldik?” dedi.

2- İslamı tebliğde “ikna” metodunun kullanıl masına dair örnek olay:

Bir gün Mevlâna medresede oturuyordu. Birden bire Yahudi hahamlarından ve Hıristiyan papazlarından bir grup geldi, saygılarını ifade ettikten sonra şöyle bir soru sordular: “Allah'ın emir ve yasaklarının hikmeti ve sırrı nedir? Bu hüküm- lerden maksat nedir?”

Mevlâna, bunlara şöyle cevap verdi:

“Allah, namazı kibirden temizlemek; zekâtı rızkı arttırmak, orucu halkın samimiyetini dene- mek; haccı dini kuvvetlendirmek; cihadı İslam dinini yükseltmek; iyiliği emretmeyi güzelliği ortaya çıkarmak, kötülüğü yasaklamayı çirkinlik- leri engellemek; akrabayı gözetmeyi onların sayısını çoğaltmak; kısası kan dökülmesini önle- mek, cezaları haramları engellemek, içki yasağını aklı korumak, zina terkini nesebi temiz tutmak, selâmı korkulardan emin kılmak; eminliği ümme- tin işlerini düzene koymak; itaati idareye saygı göstermek için kullarına farz kılmıştır.” Bu anlatış karşısında bütün misafirler, onun önünde eğildiler ve iman getirdiler.

3- İslamı tebliğin cahil kişiler tarafından değil, islamı bilen ve yaşayan kişiler tarafından yapılmasına dair örnek olay:

Konya'da halka vaaz eden Hazreti Mevlâna bir ara der ki: “Sizler hep iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze göz göze gelip de kötülüklerinde cesaret vermeyin!”
Ne var ki, halkı kötülere karşı böyle uzak durmaya çağıran Mevlâna, söylediklerinin aksini yapar. Civarda ne kadar kötü bilinen varsa hepsiyle de yüz yüze, göz göze diyalog kurup sohbeti tercih eder. Bir gün yine kötü bilinen bir adamın dükkanında yüz yüze sohbet ettiğini gören cemaatten biri, dışarıda beklemeye başlar. Maksadı camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının hesabını sormaktır. Nitekim Mevlâna dükkandan çıkıp da yolda yürümeye başladığı sırada arkasın- dan yetişen öfkeli adam sorusunu şöyle sorar:

-Sen değil miydin kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun diyen?


Mevlâna tereddüt etmeden cevap verir: “Evet, bendim!”
Öfkeli adam: “Öyle ise nedir bu çelişkili halin” der? “Kötülerle yüz yüze, göz göze diyalogdan geri kalmamakta, onlarla hep beraber olmaktasın.”

Mevlâna şaşırtan cevabını şöyle verir: “Ben yetmiş iki buçuk milletin kötüleriyle beraberim!”

Büsbütün çileden çıkan adam: “Zaten sizin gibileri bizim ahlakımızı bozuyor. Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsu- nuz. Sözünüzle özünüz bir olmuyor.” Der.

-Ben bu sözünle de beraberim, diyen Mevlânâ şöyle devam eder: “Doğru olan, sözüyle özü bir olmaktır. Kürsüde ne söylüyorsa sokakta da öyle olmaktır. Yalnız der, benim sözümle özüm birdir. Çelişki yoktur davranışlarımda.”

Şöyle açıklar kendi özel durumunu: “Ben sırtında gül yaprağı taşıyan bir hamal gibiyim. Vardığım yerlere gül kokusu yayarım. Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar.”

Şu benzetmeyi de ekler sözlerine: “Bizim gibilerin vardığı karanlık yerlerde bilgi şimşekleri çakar, ilim sohbetleri aydınlatır ortalığı. Vardığı yeri aydınlatacak bilgi nuruna sahip olmayanlar, girmesinler aydınlatamayacakları karanlık yerlere”

Hiç beklemediği mantıklı bir açıklama ile karşılaşan öfkeli adam düşünmeye başlar... Neden sonra onun da söylendiği duyulur: “Demek ki, bilgi yükü taşımayanlar varmasınlar kötülerin yanları- na. Çünkü bilgileri yoktur ki bilgisizlik kokusunu bastırsınlar, ilim, irfan nurları yoktur ki cehalet karanlıklarını aydınlatsınlar...” der.
Sözlerini şöyle bağlar: “Şimdi anlıyorum ki der, bilgisizlere düşen, kötülerden uzak durmak, bilgi sahiplerine düşen de kötüleri kendi hallerine bırakmayıp irşat etmek...” Zaten der, sorumluluk duygusu taşıyan doktorlar hastalardan uzak kalamazlar, muhtaçları şifalı ilaçlardan mahrum bırakamazlar...

4- Günahkar ile değil, günahlar ile mücadele edilmesi gerektiğine dair örnek olay:

Hz. Mevlâna zikir halkasına katılmış, çevresiyle birlikte zikrediyordu. Tam bu sırada bir sarhoş da dışarıdan halkaya katılıp zikretmeye başladı. Ancak sarhoş dengesini tutamıyor, yanındakilere çarpıyor, rahatsızlık veriyordu. Tutup kapıya atmak istediler. Ama sarhoş çıkmak istemeyip direnince zorlamalar başladı. İş tekme tokada kadar varınca Mevlânâ sordu:
-Ne yapıyorsunuz öyle?


-Sarhoştur, dediler çıkmak istemiyor, biz de çıkarmaya çalışıyoruz.

-Şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz! der Mevlana.
Sarhoş da olsa saf dışı edilmesini istemiyor, hor hakir görülerek dışarı atılmasına razı olmuyordu. Sözlerine şunu da ilave ediyordu:

-Düşene herkes tekme atar, bir tekme de siz atmayın!

5- Gayr-i müslimlere karşı da erdemli davra- nılması gerektiğine dair örnek olay:

Mevlâna bir gün sohbet meclisinde bir gencin, bir ihtiyarın üst tarafında oturduğunu gördü. O genci kırmamak için herkese hitaben bir kıssa anlattı:

“Bir gün Hazret-i Ali (r.a.) sabah namazına gidiyordu, Bir ihtiyar Yahudi'nin önünde yürüdüğünü gördü ve yaşına hürmeten onun önüne geçmedi. Hatta bu yüzden namaza geç kaldı. Hz. Ali mescide girdiğinde Hz. Muhammed (a.s.m.) birinci rekatın rükûundan kalkmak üzereydi. Tam bu esnada Allah'ın emriyle Hz. Cebrail, Resulullah- 'ın sırtına hafifçe dokundu ve beklemesini söyledi. Böylece Hz. Ali de namaza yetişmiş oldu.

Şimdi Yahudi bir ihtiyara böyle hürmet edilince, Müslüman bir ihtiyara daha çok hürmet edilmesi gerekmez mi? Hele ömrünü dine uymakla geçirmiş ihtiyarlara saygı ve hürmet gösteren gençlerin, Allah katında ne kadar yüksek mertebe kazanacağı çok açıktır” buyurdu. Bu nasihatı dinleyen genç, dersini aldı ve bir daha büyüklerin üst tarafına oturmadı.

6. Muhatabı rencide etmeden doğru yolu göstermeye dair örnek olay:

Bir gün bir Rum usta Mevlana'nın evinde ocak yapıyordu. Orada bulunanlar şaka yolu ile ona; “Niçin Müslüman olmuyorsun? Dinlerin en iyisi İslam dinidir.” dediler. O; “Elli seneye yakındır ki İsa dinindeyim. Dinimi terk etmek için ondan korkuyor ve utanıyorum.” Dedi.

Birden bire Mevlâna hazretleri kapıdan içeri girdi ve “imanın sırrı korkudur. Her kim Allah'dan korksa, o Hıristiyan da olsa din sahibidir, dinsiz değildir” buyurup dışarı çıktı. Hıristiyan mimar derhâl iman getirip Müslüman oldu.

7. Kaybetmeye değil, kazanmaya odaklanmak gerektiğine dair örnek olay:

Mevlâna idamı istenen bir Rum gencini himayesi altına alır, genç bağışlanır. Müslüman olur. Adı Siryanus'tur. Mevlâna ona Alâeddin adını verir. Alâeddin Siryanus Mevlâna'nın müritlerin- den olur. Katil ve hırsız iken Mevlâna'nın irşadıyla ilim ve irfan sahibi bir insan olur.

Yukarıda anlatılan örnek olaylar, Mevlana hazretlerinin başka dinlere mensup olanlara karşı yaklaşımını ve gayr-i müslimler ile diyalogun nasıl olması gerektiğini göstermektedir.

Mevlana'nın hayatından sunulan bu olaylar- dan alınması gereken mesaj ve dersleri şöyle özetleyebiliriz:

1-Mevlana hazretleri, karşısındaki muhatabı hangi dine veya ırka mensup olursa olsun, sosyal statüsü her ne olursa olsun muhatabını öncelikle insan olarak görmekte, sevmekte, önemli ve saygıdeğer kabul etmektedir. Bu nedenle muhatabını anlayışla karşılamakta, samimi duygularla anlayışlı, hoşgörülü ve şefkatli bir şekilde yaklaşmaktadır. O'nun bu ihlas ve samimiyeti, muhatabının gönlünde derin tesirler meydana getirmekte ve hidayetine vesile olmaktadır.

2-Mevlana hazretleri, muhatabını hor ve hakir görmemekte, noksan ve kusurlarına değil, iyi yönlerine dikkat çekmekte, karşısındakini incitme- meden, rencide etmeden, küçük düşürmeden, hatta onure ederek doğru yolu göstermektedir. Bu müspet yaklaşım tarzıyla muhatabının nefis ve şeytanın kötü telkinlerinden kurtulmasına vesile olmakta, küfürden gelen inadını kolayca kırmaktadır.

3-Mevlana hazretlerinin en önemli irşat meto- du, İslamın güzel ahlakını ve imanın güzelliğini bizzat yaşantısıyla göstermektir. Yani islamı yaşayarak fiili olarak anlatmasıdır. Pek çok insan, onun yaşantısında şahit oldukları güzel ahlak nedeniyle kolayca hidayete ermişlerdir. Yaşayarak göstermek, kelam ile söylemekten çok daha etkili bir anlatım metodudur. Çağımızın müceddidi Bediüzzaman hazretleri de bu önemli gerçeğe dikkat çekerek; eğer Müslümanlar dinlerini hakkıyla yaşasalar, diğer dinlerin mensuplarının topluluklar halinde Müslüman olacaklarını söylemektedir.

4-Mevlana hazretlerinden alacağımız çok önemli bir ders de şudur; islamı tebliğ ve irşad amacıyla gayr-i müslimler veya kötü ahlak sahibi kişilerle muhatap olacak kimselerin, ilim ve dini yaşayış itibariyle ehliyet sahibi/yeterli olması gerekir. Aksi halde hem muhatabına faydalı olmak isterken daha büyük zararlar açabilir, hem de faydalı olmak isterken muhatabının tesirinde kalıp menfi yönde etkilenerek kendisi zarar görebilir.

5-İslamı tebliğ ve irşad hizmetlerinde baskı ve zorlama yöntemiyle değil; kaba kuvvete başvurma- dan, muhatabın akıl ve kalbine hitap ederek inka metodunu kullanmak gerekir.

6-Gönül kırmak, insanları gücendirmek, incit- mek, rencide etmek çok kolaydır. Bilinçsizce sarfe- dilmiş küçük bir söz veya fiil insanların kalbinde onarılmaz yaralar açabilir. Onun için kişi dikkatli olmalı, gönül kırmamaya azami özen göstermeli, kaybetmeye değil, kazanmaya odaklanmalıdır.


Mevlana, gönüllere hitap etmektedir. Bunun için biz de İslam'ı gönüle hitap eden konularla insanlara sunmalıyız. İnsan gönlüne yazılan şeyler kolay kolay silinmez. Gönüle yazılan şeyler, inanç olarak kalbe yerleşir ve insan hayatına yön verir. İnsan bir şeye gönlünden bağlanmışsa, o şey insan hayatında kalıcı olur. Onun için islamı gönüllere nakşetmek lazım. Diyaloglarımızda gönüllere hitap eden argümanlar kullanmalıyız.

7-İman- küfür mücadelesinde insanları değil, insanoğlunun kötü alışkanlıklarını hasım/düşman kabul ederek; günahkarlara karşı değil, günahlara karşı mücadele edilmelidir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki;

Bu gün İslamın en büyük düşmanı cehalettir. İslam dini konusunda müslüman olmayanlar da cahil, Müslümanlar da cahil. Bir taraftan Müslüman lar kendi dinlerini bilmiyor ve müslümanca yaşanmıyor.

İman zafiyeti var. İman hayata tesir edemiyor, amele dönüşmüyor, islama zıt olan her türlü sefahet ve rezalet yaşanabiliyor.


Kimliğinde Müslüman yazan kişilerin yanlış hareketlerini ve kötü ahlakını gören gayr-i Müslimler, o kötülüğü islamdan kaynaklanıyor sanarak islama soğuk bakıyor ve islamdan korkuyor.

Öte yandan Müslüman olmayanlar da kasıtlı olarak empoze edilmiş bir İslam düşmanlığı ve islamafobi atmosferi içinde yetişiyor ve yaşıyor.

Aldığı telkinler ve kara propagandaların tesiriyle islamı barbar ve cahil insanların mensub olduğu bir terör ve zorbalık dini sanıyor.
Onun için Müslümanlar hem dinlerini öğren- mek, inançlarının gereği olan güzel ahlakı yaşamla- rına geçirmek ve hem de islamın güzelliklerini uygun iletişim ve diyalog ortamları oluşturarak diğer dinlerin mensuplarınada aktararak ila-i kelimetullah davasına hizmet etmek zorundalar.

http://www.tefekkurdergisi.com/icerik.asp?dergi=41&konu=1088

 

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
iki yazı arasında bir bağlantı göremedim
yönetim iki konuyumu birleştirdi ne
 
Üst