Metroda Cuma Namazı

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
O NE YAPIYOR?
23550.jpg

Melek Arslanbenzer'e sorduk!
“Bir an kafamı kaldırdım, metronun neredeyse tamamına yayılmış bir insan kalabalığı, tam da secdeye varmışlardı o sıra.”




Yeni kitabınız yakında çıkacak: Metroda Cuma Namazı. Galiba bu isim Ankara’da yaşanan bir olaydan mülhem…
Evet. Ankara metrosunda mescit var, bilenler bilir. Bir gün merdivenlerden metroya iniyordum. Cuma vaktiydi. Daha önce metroda kılınan Cuma namazına hiç rastlamamıştım. Başka bir yerde de rastlayamazsınız sanıyorum. Başım önümde iniyordum merdivenlerden, çarşı var Ankara metrosunun Kızılay durağında. Sıra sıra dükkanlar. Bir an kafamı kaldırdım, metronun neredeyse tamamına yayılmış bir insan kalabalığı, tam da secdeye varmışlardı o sıra. Donup kaldım, ne yapacağımı şaşırdım. Çok kalabalık olması, herkesin birlikte namaz kılıyor olması falan bir yana metronun ortasında böyle bir şey çok şaşırtıcı geldi bana, çarpıldım diyebilirim. Öyle büyük bir hızın ortasında, bugün hızı temsil edebilecek en önemli şeylerden biri olan metronun ve çarşının tam ortasında böyle bir şeyle karşılaştığınızı düşünün. Öyle bir anki yönetmen olsam filmini çekmek isterdim. Tezatlık her zaman çarpıcıdır zaten. Zıt renkler çarpar insanı mesela, çok kısa bir insanla çok uzun bir insanı yan yana gördüğümüzde hemen dikkatimizi çeker, yayana yürüyen bir zenciyle beyazı yan yana yürüyen diğer insanlardan çok daha kolay fark ederiz. Bu da öyle çarpıcı bir şeydi. O an başladım şiiri yazmaya sonra eve gidip tamamladım. Böyle şeyler görüp etkilendiğimde yazmaya başlıyorum ben zaten genellikle. Çantamda kağıt kalem bulundurmaya özen gösteriyorum hep, hiçbir şey bulamazsam cep telefonunun mesajlar kısmına yazıp kaydediyorum.


Ankara’dan İstanbul’a geldiniz. Ankara ne demekti, İstanbul ne demek size göre?
İstanbul’dan Ankara’ya gitmiştim önce, o yüzden Ankara gurbetti, İstanbul ev demek. Beş yılımız geçti Ankara’da ve bu beş yılın önemli bir kısmında İstanbul’a ne zaman geri döneceğiz diye düşündük. Biraz nasip meselesi tabii. Ankara’yla hiçbir alakası olmayan biriyim ben. Hayatımın beş yılının Ankara’da geçeceği aklıma bile gelmezdi. Sevenleri çok ama ben hiçbir zaman sevemedim Ankara’yı ama şimdi karış karış biliyorum. Köreltiyor Ankara insanı, yalnızlaştırıyor, biraz abartılı bir tabir olabilir ama felç ediyor neredeyse. Orada yaşamaya alışmış olanlar bunu fark etmiyor olabilirler. Ankara’dan İstanbul’a taşınacağımız zaman Ankara’da tanıştığım bir arkadaşım “ilk defa tanıdığım birisi bu şehirden taşınıyor” demişti. Bu aslında Ankara’yı ve Ankaralıları çok iyi özetleyen bir şey. Öyle bir hareketsizlik. Hareketsizliğin şehri diyebiliriz Ankara için. Bu hareketsizliğin en büyük faydası okumak için çok fazla zamanınız oluyor çünkü yapacak başka bir şey yok. Ankara’dan çok fazla edebiyatçı çıkması da sanırım bundan. İstanbul başka türlü bir yer. Burada her şey çok daha canlı ve hareketli. Ankara hareketsizliğin şehriyse İstanbul’da kavganın şehri. Ben çocukluğumdan beri hareketsizliğe tahammül edemeyen biriyim zaten. Uzun süre bir yerde oturamam mesela. Tanıyanlar bilirler evin içinde bile genellikle ayaktayımdır. Mesleğim oturarak çalışmayı gerektiren bir meslek olmasına rağmen ben ayakta yapılabilecek bir uygulama alanı arayıp buldum kendime. İnsanları oturarak dinlemek yerine hareket ederek ve ettirerek dinleyebileceğim bir alanda ilerlemeye çalışıyorum. Hareketin insanlara sağlık kazandırabileceğine inanıyorum. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak. İstanbul’un hareketi de pek çok insana yorucu gelmesine rağmen benim iyi hissetmemi sağlıyor.


İstanbul’a geldiniz ve burada Popülist Kültür Derneği’ni kurdunuz. Bu dernek ne yapacak?
Amaç popülizmin hayatın her alanına yayılmasını sağlamak. Popülizmin çıkışında Hakan’ın büyük payı var. Bunca yıllık okuryazarlığının onu ulaştırdığı bir sonuç popülizm. Bizim açımızdansa bir okuma şekli. Dünyada olup biten her şeye popülizm gözlüğüyle bakabilirsiniz. Derneğin çekirdek kadrosunda bulunan herkesin bir arka planı mevcut. Bizi buraya ulaştıran bir arka plandan söz ediyorum. Kendi adıma konuşacak olursam bugüne kadar yapıp ettiğim şeyler içinde beni kendime en çok yaklaştıran ve içinde hissedebildiğim oluşum olduğunu söyleyebilirim. Dünyayı anlamaya durduğun yerden başlamakla ilgili bir şey. İnsan gerçekte kim olduğunu ancak halka bakarak anlayabilir. Popülizmi elimizin değdiği her alana yaymak derneğin kuruluşunun asıl hedefi. Bir de insanlara ulaşmak. Teorik yani soyut bir çerçevenin yanında naptığımızın görülebileceği, yaptıklarımızı ve düşündüklerimizi insanlarla paylaşabileceğimiz bir yerimiz olsun istedik. Popülist şiir dersleriyle başladık, popülist psikoloji dersleri eklendi, tez sunumları yapıyoruz. Kısa bir süre içinde Türk sineması ve dünya sinemasından popülist film örnekleri gösterip, sinema konusunda da popülist bir okuma ve izleme tarzı belirlemeye çalışacağız. Liselere gidip popülizm üzerine konuşmalar yapmayı, İstanbul’un her semtinde, Türkiye’nin her ilinde popülizm hakkında konuşmayı hedefliyoruz. Etkinliklerimiz gerçekleştikçe bir şekilde haberdar olacaksınız zaten. Çok genel konuşacak olursak en kaba hedefimiz popülizmi kültürün her alanına yaymak. Popülist olmayan hiçbir şeyin hakikatine inanmıyoruz. Son olarak derneğimiz herkese açık. Biz bir şeyi başlattık ama bunun devamı için çoğalmak gerekiyor. Rijit bir grup ya da oluşum olduğumuz düşünenler var tam tersi çoğunluğa ulaşmaya çalışıyoruz. Zenginlik ya da kariyer vadetmiyoruz. Tam tersi sıradanlığı ve halklaşmayı öneriyoruz.


Siz de iki haftada bir Popülist Psikoloji adı alında dersler veriyorsunuz. Açıkcası dersin adına baktığımda çok somutlaştıramıyorum dersin içeriğini…
Dernek ilgili anlattığım şeylerin psikolojiyle bağlantılı hali gibi düşünebilirsiniz aslında. Psikolojinin teorisinin ve uygulamalarının halkı anlamaktan uzak olduğu kanaatindeyim. Halkın değerlerini, yaşayışını dışlamayan ya da aşağılamayan bir psikoloji ve psikoterapi anlayışının geliştirilebileceğini düşünüyorum. Bunun için belli okumalar ve çalışmalar yapıyorum. Psikolojinin halka nasıl faydalı olabileceğini, halka ne verebileceğini, halkın değerleriyle paralel bir psikoloji anlayışının nasıl geliştirilebileceğini anlamaya çalışıyorum. Bu konuda yaptığım okumaları ve deneyimlerimi de hem psikolojiyle birebir ilgili insanlarla hem de konuyu merak edenlerle paylaşmanın bir kanal açabileceğini ve bu yolla yeni bir anlayışın yaygınlaşabileceğini umut ediyorum. Kültürün her alanında olduğu gibi psikolojide de belli tekeller var ve bunlar halktan çok belli ve “seçkin” bir azınlığa hizmet ediyor. Psikoloji bu tekelden nasıl kurtulur, halkın faydasına nasıl sunulur ona bakmak gerek. Yapmaya çalıştığım özetle bu.


İstanbul’da yapıp ettiklerinizle ilgili daha rahat bir hareket alanı elde ettiğinizi söyleyebilir misiniz yoksa Ankara daha mı iyiydi bu yönüyle?
Bu soruya yukarıda sorduğunuz Ankara-İstanbul sorusunda biraz cevap vermiş oldum sanırım. İstanbul’un hareket demek olduğunu yukarıda söylemiştim dolayısıyla yapıp ettiklerim açısından İstanbul bana daha geniş bir alan sunuyor. Hem şehrin kendisi hem de bu şehirde yaşayan insanlar değişime daha açık duruyorlar. Bunun iyi ve kötü tarafları olduğu söylenebilir. Ben daha çok iyi tarafından alıyorum bunu. İlgilendiğim ve yapabileceğim her şeyin yurdu İstanbul diye düşünüyorum. Ankara’da en az ayda bir sinemaya giderdim. İstanbul’a geldiğimden beri hiç sinemaya gitmediğimi fark ettim. Eee ne güzel işte diye düşünebilirsiniz. Bir yanıyla evet ama Ankara’da sinemaya gitmekten başka yapılabilecek hiçbir şey yoktur o yünden sinemaya gidersiniz. İstanbul’da sinemaya gidene kadar en az beş tane alternatif çıkar karşınıza, hiç değilse yolda eski bir tanıdıkla karşılaşırsınız bu bile bir filmi feda etmek için yeterli bir sebeptir.


Neler okuyorsunuz bu aralar, elinizin altında hangi kitaplar var?
Birkaç kitabı aynı anda okumak diye bir şey var. Yapmamaya gayret ediyorum ama çoğu zaman beceremiyorum. Otobüste okunacak kitaplar, evde okunacak kitaplar, dönüp dönüp okunacak kitaplar oluyor. Bu aralar Ümit Aktaş’ın Rüya kitabını okuyorum. Popülist psikoloji üzerine kafa yorarken bulaştığım kitaplar var; bunlardan biri Süleyman Uludağ’ın hazırladığı, Dergah yayınlarından çıkmış Hucvirî’nin Keşfu’l mahcup Hakikat Bilgisi kitabı. Diğeri Kemal Sayar’ın hazırladığı, Metis yayınlarından çıkmış Kültür ve Ruh Sağlığı isimli kitap.


Diğer edebiyat dergileriyle aranız nasıl? Takip ettiğiniz dergiler neler mesela?
Edebiyat dergilerinin çoğu evimize bir şekilde giriyor, çoğunu öyle ya da böyle görüyorum ama çok düzenli takip ettiğim, emek ve zaman harcayıp uzun uzadıya okuduğum söylenemez. Kitap-lık’ı görev icabı düzenli olarak takip ediyorum (Ekip olarak hepimizin sorumluluğunda olan, takip ettiğimiz dergiler var. Görev icabından kasıt bu). Bunun dışında Dergah’ın şiir ve hikaye sayfalarına bakıyorum. Heves’e bakıyordum eve geldikçe ama kapandığı için artık bakamıyorum. Bir de Karagöz var; ona da göz ucuyla baktığım söylenebilir.
Son olarak bir mısra söyleyin bize söyleşiyi o mısrayla kapatalım…
Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için,
Kendi mahiyet-i ruhiyeniz olsun kılavuz.
Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsuz.

http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=5417Besim Bal
 
Üst