Mesut DOĞAN - Kırkıncı Basamak

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
15436.jpg


Kırkıncı basamakta kırklara karışmak…
Mesut Doğan’ın üçüncü şiir kitabı İstanbul Yayınlarından çıktı. Sessiz gibi duran şairimiz Eskişehir rüzgârıyla aniden ortaya çıktı. Meğer bir müddettir Bir Nokta ve diğer bazı dergilerde şiir ve denemeleri yayınlanıyormuş. 1990 yılından beri izlediğim bir şair Mesut Doğan. Onun tabii bir de İstanbul hayatı var. “Yalnızlığım Yetmiyor Hayatı Anlamaya(1991)” adlı ilk şiir kitabında kendinden başka biraz da İstanbul’u anlama izleği içinde görürüz şairi. Bilhassa Anadoluhisarı Kadıköy güzergâhında kalıcı izler bırakır şair. Sonra kaçar İstanbul’dan, Eskişehir’i mekân tutar kendine. Şiirini ise serbest bırakır. Bakarsınız şair Paris’tedir ya da gidip İspanya'da kadim tarihi imlemektedir.

Sevgili Şair üçüncü kitabınız “Kırkıncı Basamak” adını taşıyor. İlk kitabınıza ise “Yalnızlığım Yetmiyor Hayatı Anlamaya(1991)” adını layık görmüştünüz. Şiire başlarkenki yaklaşımınız ile şimdiki haliniz arasında bir ayrışma vaziyeti var mı? İlk şiirinizin yayınlanışından başlayarak konuya girelim istiyorum.

Şiire başlarken yaşımın verdiği biyolojik bir itkiyle hayatta ulaşamadığım şeylere karşı içinde hep bir çaresizliği barındıran söylem, zamanla o ümitsizliğin içinde kısık bir kandil gibi titreşen ama nedeni onlara ulaşamamak değil de ulaştığımda beklediğim şeyi bulamayacağım gerçeğiyle kaplı bir bilince dönüştü. Bir zamanlar İstanbul’da bizden yaşlı olan bir şair, “gençler şiirde hep kendi günlük sıkıntı ve çabalarını anlatıyor” tespitinde bulunmuştu. O zamanlar bu söz yerini bulmuştu ama artık o kişisel yaşamlar ve hayatı anlama çabaları tamamen gerçeğin renkleriyle kaplanarak insanlığın ortak acılarına ve deneyimlerine dönüşüyor, bendeki ayrışma da tam anlamıyla bu. Ayrıca gençlik dönemindeki çalışmalar amaçsız, başıboş, tıpkı bir fenerin ışıkları gibi dağınık halde iken şimdiki çalışmalar gizli de olsa bir lazer ışığı gibi belirli hedeflere yönelik olarak ilerliyor. Sanatta ve diğer eylemlerde önemli olan amaç ve vizyondur. Her basit eylem ve çaba bir amaca yöneldiğinde inanılmaz bir sinerji ve anlam kazanıyor. Bu belki de yaşla ilgili bir konu, insan arkasına baktığında hayatta anlamlı izler bırakmak istiyor. Şiirinizin çok okunmasını mı yoksa birçok insana yaşamın en dar alanlarında bir umut ışığı olup onların yüreğinde ışıldamasını mı istersiniz?

Etkilendiğiniz şairleri sorsam?

İnsan beyni algıladığı hiçbir bilgiyi zayi etmeyen bir yaratılışa sahip… Uzun yıllar önce okuduğumuz ve unuttuğumuzu sandığımız bir şiir veya bir yazı yıllar sonra zamanını bulduğunda gizlice bilinçaltımıza işleyerek içinde yaşadığımız olayları anlayıp yorumlamamızda ruhumuzda inanılmaz pencereler açıyor, ama birçok insan bunu fark etmiyor. Bu anlamda benim de etkilendiğim veya etkilendiğimi anlayamadığım birçok şair var. Ama bazıları başucumuzda dururlar ve her sıkıştığımızda onları okuma ihtiyacı duyarız. Bunlardan bazılarını saymak gerekirse; Hilmi Yavuz, Yahya Kemal, Necip Fazıl, V. B. Bayrıl, E. Cummings, Kavafis, T. S. Eliot, Pablo Neruda, Lorca, Atilla İlhan, Sezai Karakoç ve Yunus Emre’yi söyleyebilirim. Sizin (N. Durman) şiirlerinizde de yıllar geçtikçe yenilenen, gençleşen, insanı heyecanlandıran ve çağa ayak uyduran bir hava yakaladığınızı görüyorum ve kendime örnek alıyorum.

Epey bir zaman dergilerde şiirlerinizi göremedik. Veya çok az göründünüz dergilerde. Başka dergilerde pek yazmıyorsunuz. Yalnızca Bir Nokta dergisinde yazıyorsunuz. Başka dergilere kırgın mısınız, ya da bir çekinceniz mi var şiirlerinizi yayımlama konusunda?

İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yaklaşık 12 yıl gibi uzun bir süre hiç yazmadım. Hatta uzun yıllar şiirin saçma olduğunu asıl olanın düz yazı olduğunu düşündüm. Belki bunun için düz yazıya yöneldim çoğu kez. Bir içe kapanma, iç diyaloglarla geçen uzunca bir süre geçirdim. Zümrüdüanka’ya ulaşmaya çalışan ve yokluk vadilerinde nice zorluklarla yüzleşen kuşlar gibi sonunda tanımadığım kendimle karşılaşma heyecanı ile kendi içime bir yolculuk (yanıma kendimi almadan) denemesi yapmaya çabaladım sürekli. Ama içimde gizlice damla damla biriken tınılar, titreşimler ve sesler beni rahatsız ediyordu. Bazı kişiler ve olaylar bu biriken ve ruhumu rahatsız eden malzemelerin şiire dönüşmesi sürecini tetikledi ve yıllar sonra tekrar yazmaya başladım. Bu süreçte Ardıç ve Bir nokta dergilerini de zikretmek uygun olur. Bir de ilginçtir, Marcel Proust’un romanlarının etkisini söylemezsem haksızlık olur. Yalnızca Bir Nokta değil seyrek aralıklarla da olsa Dergâh, Buruciye Edebiyat ve Aşkın e hali dergilerinde de yazıyorum. Bu dönemde bir parça gezi yazıları ve hikâye tarzı düz yazı yazmaya başladım. Bu tür girişimler de aslında şiiri besleyen ve olgunlaştıran çok önemli kaynaklar olarak görülebilir.

Bu son dönemde izlediğim kadarıyla daha durulmuş bir dil etrafında şiirler söylüyorsunuz. Uzun aralar mı veriyorsunuz şiir yazarken ya da şöyle sorayım şiiri dinlendiriyor musunuz?

Bazen düşündüğümde şiiri dinlendirmenin, olayları rafa kaldırıp uzun süre beklemenin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Çünkü Proust’un da belirttiği gibi mazi gelecekten sonra yaşanıyor, geleceği bir kez ama maziyi birçok kez yaşamak zorunda kalıyoruz. Maziyi her yaşadığımızda olayların nasıl da farklı farklı şekillere bürünerek ve sürekli bir yanlarını gizli bırakarak içimizde uzun tüneller gibi açıldığına ve her düşündüğümüzde bir öncekine benzemediğine şahit oluyoruz. Bir Balkan atasözünde de olduğu gibi; “Geleceği bilmek kolaydır, zor olan geçmişi bilmektir. Çünkü geçmiş mütemadiyen değişir”.
Ara sıra kendi kendime keşke diyorum kırk yaşıma kadar hiçbir şey yazmasaydım ve sadece olayları, yaşamları, sesleri ve renkleri dinlendirseydim, aceleye getirip, anladığımı zannedip, hemen şiire dökerek onca yaşanmış malzemeleri heba etmeseydim diyorum. Şimdi o mısraları ve olayları çok daha farklı, zengin, ufuk açıcı ve gerçek değerinde yorumlayabiliyorum. Şairlere baktığımda genelde aynı yanılgıyı görüyorum, okumuyorlar ama sürekli yazıyorlar. Oysa olaylara daha geniş açıdan bakmak ve kaliteli yazabilmek için çok okumak ve düşünmek gerekiyor. Bazı şairler yazdıklarını bekletiyor ama bunun bir yararı yok. Her şair gibi bende de, geçmişte yaşadığım, yakaladığım duygu ve olayları aceleye getirip şiire dönüştürmede, gizli bir şekilde bilinçaltımda sürekli o fenomenleri dinlenmeye bırakırsam yaşadığım andaki heyecanı kaybedeceğim korkusu işliyordu. Fakat yıllar sonra (kırk yaşında), o yaşanmış malzemeleri sabırla sakladığımızda, bir gün onların tıpkı bir yeraltı kaynağı gibi içimizde gizlice çoğalarak, olgunlaşarak ve bizi daha da olgunlaştırarak bir gizli el, duygu veya insanın yardımıyla, yaşandığı zamana oranla sayısız renk, pırıltı ve çırpınışlarla mutlaka yeryüzüne çıkmayı başardığını gördüm. Her şiirin bir doğum hadisesi gibi normal seyrinde gitmesinin, sezaryen veya erken doğumla ortaya çıkmamasının daha doğru olacağını düşünüyorum.
Tüm sanatları ele aldığımızda şiiri bir iskelete benzetiyorum. Diğer tüm sanat dalları (roman, hikâye, deneme vb.) bu iskeleti besleyen ve tamamlayan unsurlar olabilir ancak. Bir çok yazarın yazma sürecine bakıldığında genelde işe bir şekilde az yada çok şiirle başlayıp diğer dallarla bu eylemlerini sürdürdüklerinin görüyoruz.

İkinci kitabınız “Ağzı Karanfilli Dost” yayınlanalı (1997) uzun bir zaman olmuş. “Kırkıncı Basamak” gecikmiş bir kitap olarak mı algılanmalı yoksa siz az yazan bir şair misiniz? Birde bu kitabınızda şiirlerin adlarını alfabetik bir sıralamaya tabi tutmuş ve kitabın sayfalarında öyle dizmişsiniz. Böyle bir kurgulamanın sebebi nedir acaba?


Aslında 12 yıl uzun bir süre sayılmaz şiir için. Bir çok önemli şairin şiir kitabının 50-60 yaşlarında veya ölünce yayınlandığını biliyoruz. Kırkıncı Basamak’taki şiirler için aslında erken çıktı bile diyebilirim. Zaten çok sık şiir yazamıyorum. Bazen bunları okuduğumda birçoğunu yırtıp atmak geliyor içimden. Son kitaba giren beş altı şiir bazı arkadaşların ısrarı sonucuydu. İnsanlar genelde anladıkları ve üzerinde daha az kafa yordukları şiiri seviyorlar. Aslında ilginç bir ikilem var, kitap sayısı artıyor ama okuyan sayısı da hızla azalıyor. Bazı şairlerin ısrarla dar çerçevede az sayıda insana yazmalarını anlayamıyorum. Bir ürünü pazarlamak gibi bir şey şiir yazmak… Elinizdeki ürünü almazlarsa almasınlar diyemezsiniz. İnsanlar her gün değişiyor, zevkleri, estetikleri, umutları, beklentileri vb. mütemadiyen bir dönüşüm içindeyken siz buna yabancı kalamazsınız. Hiç kimsenin okumasını ve anlamasını, şiiri günlük yaşamında kullanmasını istemiyorsanız neden yazıyorsunuz? Bazen çok bilgili insanlar olur ve bu bildiklerini bir türlü karşı tarafa anlatamazlar. En sonunda hedef kitleye kızıp anlaşılamamaktan şikâyet ederler. Asıl suç okurda değil, şairdedir. Bir sözü daha çok insanın anlayacağı ölçüde söyleyebilmek gerçekten büyük beceridir. Ama birçok şair buna yanaşmıyor. Bazen kendimi Babil Kulesi’nde zannediyorum. Bir şair olarak çoğu zaman diğer şairlerin dilini ve şiirini anlamakta güçlük çekiyorum. Bunu diğer insanlar nasıl anlayacaklar merak ediyorum.
Kitaptaki şiirlerin alfabetik sıralanışı yayınevinin tasarımı ile ilgiliydi. Ne amaçla bunu yaptılar bilmiyorum. Ama iyi de olmuş, bir çeşit tasarım sonuçta.

Bir şair olarak hayatla aranız nasıl diye sorsam? En çok önemsediğiniz ve özlediğiniz şeyler nedir diye eklesem? Şiire yoğunlaştığınız, şiirin sizi kışkırttığı belirli bir vakit var mıdır, desem? Sevgili şair ne dersin?

Önceden belki de yaşımın verdiği bir bayağılıkla hayatı değiştireceğimi zannederdim. Ama özellikle kırk yaşından sonra bunun ne kadar gülünç ve saçma olduğunu anladım. Bu tıpkı bir misafirin gittiği bir evde değişiklik yapması gibi bir şeymiş aslında. Ne kadar hayatı ciddiye alıp, planlar yapıp, hayaller kurup onu kontrol altına aldığımızı zannedersek aslında bir o kadar işleri kendi aleyhimize bozarak hayatı yaşanmaz hale getirdiğimizi bilmemiz gerekiyor. İlk kitabımın başlığı (yalnızlığım yetmiyor hayatı anlamaya) aslında geçerliliğini korumayı sürdürüyor.
En çok özlediğim şey, bir ev veya ormanda kulübeye kapanıp hiç insanlarla görüşmeden altı ay (neden altı ay bilmiyorum) hiç durmadan kitap okumak. Bunu çok fazla istiyorum inşallah bir gün gerçekleşir. Şiire genelde akşam ve özellikle gecenin ilerleyen saatlerinde daha iyi yoğunlaşabiliyorum. Bir de hafta sonları öğle vakti öncesi iyi bir hava yakalayabiliyorum. Sabahleyin bir otobüse yetişmek istediğinizde veya çok acil bir işiniz olduğunda her gün yaptığınız kahvaltının tadı nasıl eşsiz bir hal alıyorsa yoğun ve kafa yorucu bir iş çıktığında da kitap okumak ve şiir yazmak bende çok aşırı bir şekilde nüksediyor, dayanılmaz bir hal alabiliyor.


Bir de şiir dağarcığınızda yeni şeyler var mı? Tasarılar, projeler, hedefler var mı? Şiirinizden memnun musunuz? Ya da şiiriniz sizden memnun mu? Eskişehir’de yaşıyorsunuz Eskişehir’den hoşnut musunuz? Coğrafi şartlar şiirinizi nasıl etkiliyor?

Yeni şeyler var ama ne zaman açığa çıkar, kim çıkarır bilemiyorum. Belki çok yoğun okumalarla bu süreci hızlandırabilirim. Hedefim daha çok insana yaşamlarının karar noktalarında bir deniz feneri ve onların umutlarında her zaman titreyen bir ışık olabilmek. Ne ben şiirimden memnunum ne de şiirimin benden memnun olduğunu düşünüyorum. Mükemmellik sonsuz bir yolculuk ve ben de bir örümcek titizliği ile sonsuza doğru küçük adımlarla ağımı örmek istiyorum. Her zaman bir insanın bir işi mutlaka bir diğerinden daha iyi yapacağına inanıyorum. Bu anlamda yazdıklarımı çok saçma ve basit bulsam da bunları gören potansiyel sahibi bir insanın kendi yaşamını ve başka yaşamları etkilemesinde bunlardan benden daha iyi yararlanabileceği umudunu hep içimde taşıyorum. Her zaman kimin yazdığı ve ne yazdığı değil, onları kimin okuduğu ve ne anlayıp yaşamını nasıl zenginleştirdiğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Hedeflerim arasında içimi yakan ve beni bir türlü bırakmayan üç şey var. Bir müzik aleti çalmak, bir dili çok iyi öğrenmek ve çok iyi bir roman yazmak…
İbn Haldun “Mukaddime”sinde yaşanılan bölge ve iklimin insanların mizaç, fizik ve diğer önemli huylarını derinden etkilediğini söylüyor. Bu anlamda Eskişehir’den hoşnut değilim. Çok sıkıcı ve bunaltıcı geliyor bana. Yaşam ve rahatlık olarak çok iyi bir şehir ama her rahatın sonunda bir zahmetin gizli olduğu gerçeği beni sürekli korkutuyor. Şiir yazarken kendimi yaşadığım şehirden soyutlayarak yazmaya çalışıyorum. Şiire etkisini azaltmaya çalışıyorum. Ama ne kadar kaçsam da bu noktada Konstantin Kavafis’e katılmamak mümkün mü?

“Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda başka bir şey umma
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de”.

Nurettin Durman konuştu
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Hevi-can
ah bu gece özlüyorum dağları
uzak şehirlerin militanı giriyor düşlerime
gözyaşı ve karanlık
sarılıyorum sabahlara
sensiz ve sessiz

lâlelerini okşuyor rüzgar garip ülkemin
ki gökyüzü kadar yarılırken gözlerim
korkunç şehvetler kaplıyor sokakları
koridorda bir yabancı sevişmekten ölüyor
kıyametim olma sen ey hevi-can
artık kıyamette gel



günahkardır gözlerim tanrılar kadar
gökkuşağını bekler miydi çocuklar
yeni inançlar müjdeliyor gönlüme bir peygamber
gecenin ürkek vakti koşuyorum, sabahsız,
en sabahsız aşklara.

arsız imanlar taşırıyor gönlümü
çiziyorum upuzun gökyüzüne vadiler
ki yeni bir aşk gibi,
ben her gece yeniden.
anlamsız tanrılar düşlüyorum
kıyametim olma sen ey sevgili
artık kıyamette gel



sevgi mahşerinde garip bir adam
görkemli şehirler ince bir telaş
boş bir gezgin gibi beyaz bulutlar
artık matem vakti
bir veda bir intihar

ılık bir nefesle buğulanır boş odam
dışarda mahşer, kuşlar böcekler
sonsuz bekleyiş,
şimdi bir öpüşüm cinayet olur.
sarhoşlar yumulmuş dehşet aşklara
kıyametim olma sen ey hevi-can
artık kıyamette gel



içimde bir keder, sonu belirsiz
illeti hayatları yaşıyorum bu gece
ki bu yüzden tanrısızım,bu yüzden heder
utanmadan öpüyorum, düşlerimi
ve seni.

ılgıt ılgıt bir korku şimdi benliğim
bir sevgili düşlüyorum, garip bir gelin
karmaşık ayetler okuyor bir peygamber
yağmurlar alkış tutacak yalnızlıklara
kıyametim olma sen ey sevgili
artık kıyamette gel



lâl olmuşsa dillerim artık utanmam
bu gece hucurat bu gece isrâ
bu gece intihar
kayıtlarda yok ismin
isâ ve meryem
sevgi dediğin şey diyor hevi-can
bir ayrılık, bir dua

mavi bir deniz İstanbul
yürüdüm bu şehri duaya açtım
simitçi çocukları andım her vakit
seni gördüm düşümde,
gökleri yardım.
kıyametim olma sen ey hevi-can
artık kıyamette gel



hani sevda nerde, nerde o hilal,
heyhat...
öldü çocukları bak şiirlerin
de yürüsün sokakları kahpe sessizlik
ahh uzat artık elini sana geleyim

zemheri soğuğunu doluyorum boynuma
derin bir vadi şimdi gözbebeklerim
gemiler yelkenli sonsuzluk uzak
cennet cehennem, cinnet ve gizem
saçlarını yoluyor garip bir şafak
kıyametim olma sen ey sevgili
artık kıyamette gel



mistik ezgiler ve garip rüya
and içiyorum aşka, sevdaya
ve sana.
ne simitçiler kaldı aklımda
ne de garip bir rüya
şimdi artık kıyamet
bu gece hucurat bu gece isrâ
Mesut Doğan
 
Üst