"Nasıl söylersek öyle hayal eder, nasıl hayal edersek öyle hisseder ve nasıl hissedersek—genellikle—öyle oluruz."
"Viranelere bakanların ibretten başka hisse aldıklarını gördünüz mü?"
İnsanların hayatında, haklı olarak üzüntüye, bunalımlara sebep olacak acılar belki saymakla bitmez.
İş hayatında istediği hedefe ulaşamama; mal veya makamını tamamen kaybetme; beklenmeyen ve insan hayatını çok etkileyen ölümler; istediği mesleğe sahip olamama; çevredeki insanlarla uyumsuzluk; yoğunlaşan yalnızlık hissi; hiç gitmeyen yoksulluk; kendisinde, yakınlarında, sevdiklerinde önceden veya sonradan oluşan bedensel özürler ve sağlık sorunları; aile içinde, aile çevresinde ve iş çevresinde oluşan huzursuzluklar ve yaşanan olumsuzluklar; gurbette yaşamak; çocuğu olmamak veya istediği cinsiyette çocuğu olmamak; iftiraya uğramak; hayata bir anlam verememek, gayesiz yaşamak, yaşadıklarından tatmin olmamak...
Bunlar elbette insanın içini burkup duran acılardır. Durumu değiştirmek için başka çareniz yoksa, elinizden gelen her şeyi yaptığınız hâlde durum aynı kalıyorsa, bunlar kabullenilerek sükûna ermeye çalışılmalıdır.
Mevcut durumunuzun, takdir gücüne sahip Yaratıcı tarafından bilindiğini ve görüldüğünü bilmek neticesi, insan bilincinin kendi hayatına kattığı, "değiştirilemeyen durumu kabullenerek o hâlde de hayır arama çabası," inşam, üzüntülerini dengeli yaşayacak hâle getirir.
Nasıl ki güllerde diken var ve diken sayıca çok, gül ise azdır; işte insan da kendi hayatında bundan fazlasını beklememelidir. Böylece hayal kırıklığı yaşamaz ve dünya hayatının doğal seyri sayılabilecek birtakım sıkıntıların arasında, yaşayabildiği, yakalayabildiği güzelliklerle mutlu olmayı öğrenir, öğrenmelidir.
Bazı ana babalar, hayata küskün, kahırlı, tatmin olmamış bir kişilik sergilerler. Hayatlarının en önemli yanlarını istedikleri gibi şekillendirememiş, hedeflerine ulaşamamış, arzu ettikleri şeyler için uğraşmışlarsa da yenilmiş bir görünüm arz ederler. Hep efkârlı efkârlı dururlar.
Çoğu korkunç oranda sigara tiryakisidir ve dertli dertli sigara içerken gamdan-kederden-yenilmişlikten dem vuran, kadere ve feleğe öfkelenen sözlerle dolu şarkılar türküler dinlemeyi ve söylemeyi pek severler.
Doğrusu bizim halkımızın yapısı buna biraz meyyal olduğu gibi, bol dinlenen arabesk şarkılardan başlamak üzere dinlediği şeylerin çoğu da bunu telkin eden şeylerdir.
Şimdi bu yapıdaki, anne babanın, çocuğu üzerindeki etkisi üzerinde duralım:
Anne ve bilhassa baba, uzun yıllar boyunca gücün ve güvenin kaynağıdırlar. Esasında öyle de olmaları gerekir. Böyle bir kişilik yerine; yıkık, yenik, dağınık, sönük, güçsüz, kararsız, hedefsiz bir kişiliğin sahibi olan anne baba, öncelikli olan "örnek olma" görevlerini hakkıyla ifa edemezler. Çocuk, bir şeyler fark etmeye başlayıp, kendi anne babasıyla toplumdaki aynı konumdaki insanları kıyasladığı anda, önce anne babasını beğenmez, beğenmediği için onları kendisi için modelleme gereği duymaz, îşte bundan sonra, yani örnek alınmaya değer görülmeyen anne babanın yaptığı ve söylediği hiçbir şey, çocuk üzerinde etkili olamaz.
Siz hiç viranelere bakıp ibretten başka bir hisse alan gördünüz mü?
Manevî dinamikleri bozulduğu için düşüncelerinden eylemlerine doğru yol alan bir viraneleşme yaşamış bir insan, kimin örneği olabilir?
Düşünce dünyası mamur olanın, hayatında da bu mamurluk görülür ve o insan, sahip olduklarıyla mutlu ve huzurlu olmayı başarır. Melankoli, onun değil dünyasına girmek, kapısının önünden bile geçemez.
Bu cümlemiz, "Onlar hiç acı, üzüntü yaşamazlar." anlamında yorumlanmamalıdır. Yani onlar, kendilerini acıların ahtapot gibi kollarına bırakarak melankoliye girmezler, tersine her durumda acılarını kendi beyin kollarında ve avuçlarında sıkarak küçültür, ayakları altına alarak kendilerini yükselten birer unsur hâline getirirler. Olgun insanlarımızın, yaşanan sıkıntıları, hamlığı ve çiğliği gideren pişme dönemleri olarak görmeleri, yani bir eğitim gibi algılamaları bundandır. Bu yüzden kendilerini olgunlaştıran sebep için bile hamd ederler ve,
"Hamdık, çiğdik, piştik, elhamdülillah!" derler.
İnsanlar neden mutsuz olup melankoliye girerler?
"Mutsuzluğun zirve noktasını, Allah'a güvenecek kadar inanmamak oluşturur."
Bu zirvenin aşağıya doğru genişleyerek inen Kaf Dağı gibi kederleri ise, "tek dünyalı olmak" yaşatır.
Allah inancının olmaması sebebiyle ortaya çıkan ahiret inancının yokluğu Kaf Dağı gibi acıları yaşatır.
"Çift dünyalı olmak," hem mutluluğun hem umudun tükenmez kaynağıdır.
Meselâ, haksızlıklara uğradınız ve bertaraf edecek gücünüz yok. Üzülüyor, acı çekiyor, ancak kahrolmuyorsunuz; çünkü Celâl sahibi Müntakim ve Kahhar olan bir Rabbiniz var.
En çok sevdiğiniz veya sevdiklerinizden bir kısmı öldüler diyelim. Ayrılık acısı, onların yokluğunu yaşamak, ciğerinizi dağlar; ancak onların sizin henüz yeterince bilmediğiniz, ama bir gün mutlaka gideceğiniz bir yerde sizi beklediklerini bilmek, sizi çıldırmaktan korur; Rabbinizin hepinize yeniden can vererek bir araya toplayacağı bir günün geleceğini bilmek, sizi, ne kadar çalkalansanız da sükûna erdirecektir. Böylece acınızı dengeli yaşarsınız; çünkü Rahim olarak Hayy ve Kayyum olan bir Rabbiniz vardır.
Gerçekleşmeyen hayalleriniz var diyelim. İstediğiniz evliliği yapamadınız. Bu durum sizi sanki kollarınız kırılmış da hiç iyileşmiyormuş gibi yapmıştır. Elinizin kolunuzun bağlı olması, gönül yaralarınızın hiç kabuk tutmamasına sebep olmuştur. Toparlanın;
hem hayalinizdekini hem de ondan çok daha iyisini size ihsan edebilecek olan, Din Gününün Sahibi vardır. Sabırla bekleyiniz; gönül yaralarınızı saracak bir Şâfi ve Vedud, dilediğinizden daha güzelini verecek Malikü'l-Mülk vardır.
Her birimiz, hangi dikenli ve taşlı yola çıkıp yürüyecek, dikenlerle taşlardan mustarip olacak olsak, tek doğru yolun, sırat-ı müstakimin sahibinin, O'nun af ve merhametinin varlığını bilmek, yaşadığımız ve yaşatılan acıların ebediyen sürmeyeceğini bilmek, yani çift dünyalı olmak bizi mutlu eder; huzura, sükûna kavuşturur.
Melankoliden çıkmak için öneriler
1. Yaşayarak hissetmediğiniz duyguların acısını yaşamak ve çekmekten vazgeçiniz.
2. Size melankoli veren film, dizi, kitap vs. ne varsa hepsini terk ediniz.
3. Umudunuzu, kararlılığınızı, gücünüzü artıran ne varsa, onlara bıkmadan usanmadan sarılınız.
4. Dinlediğiniz ve üretip söyleyenlerin para kazanmaktan başka gayesinin olmadığı, hüzün veren, dünyaya küstüren, karamsarlaştıran, umutsuzlaştı-ran müziklerin (şarkı, türkü, pop vs.) tamamını, terk ediniz.
5. Moralinizi yükseltecek kitaplar okuyunuz.
6. Asla boş durmayınız.
7. Gayesiz tüm işleri terk ediniz, faydalı işlere yöneliniz.
8. Televizyonun (tüm gün veya saatlerce) "kapıkulu" olmaktan, milyarlar dağıtan programları seyretmekten vazgeçiniz.
9. Aileniz içinde üstünüze vazife olan işleri istekle yapmaya çalışınız.
10. Gülümseyen yüze sahip olmak için bilinçlice çalışınız. Eşinize ve çocuklarınıza hep gülümseyiniz.
11. Mutlaka ciddiye alacağınız bir meşgale bulunuz.
12. Hayatınızın manevî yanını doldurmaya çalışınız.
13. Uzun vadeli eğitim programları oluşturunuz.
14. Normal işlerinizin dışında hobiler edininiz.
15. Yakın arkadaş topluluğu oluşturmaya çalışınız.
16. En az bir tane çok yakın dost edinmeye çalışınız.
17. Ev halkınızla neşeli, keyifli birliktelikler için fırsat ve imkân kollayınız.
18. Mevcut mutluluk kaynaklarınızı fark etmeye çalışınız.
19. Eşiniz ve çocuklarınızla oyunlar oynayınız.
20. Ev halkınızla sadece sohbet edeceğiniz vakitler ayarlayınız.
21. Mümkün olan vakitlerde, uygun yerlerde yürüyüşler düzenleyiniz.
22. İmkânlar ölçüsünde şehir dışı geziler yapınız.
23. Akraba ve arkadaşlarınızla ziyaretleşmeye çalışınız.
24. Olgun insanlarla görüşmeye devam ediniz.
25. Beden gücünüzü harcayacak işler yapınız.
26. Neşeli arkadaşlar edininiz.
27. Neşelendirip güldürecek kitaplar okuyunuz, tiyatro ve filmler seyrediniz.
28. Şartlar müsaitse, toprakla uğraşınız.
29. Kendinize iyi ve güzel telkinler veriniz.
30. Olumsuz hiçbir düşüncenin beyninize kamp kurmasına izin vermeyiniz.
31. Uyku giderici her şeyden uzak durunuz, düzenli uyuyunuz.
32. Tiryakisi olduğunuz şeylerle mücadele ediniz; bu, aynı zamanda kendi kendinize yaptığınız irade testiniz olacaktır.
33. Zaman zaman, özellikle yalnızken ağlayınız (Rabbinizin huzurunda daha güzel olur.)
34. Bedensel yapınıza takılıp kalmaktan kurtulmaya çalışınız. Toprağa karışacak yanınıza fazla takılmayınız.
35. Belki en başta söylenmesi gerekeni şimdi söyleyelim: "Allah'a inanınız, güveniniz ve Rabbinizle barışınız."
Bu konuyla ilgili bazı tespitlerimiz var:
* Hayattan hep bir süre sonra olacak kötü şeyler bekleyen insanlar, huzursuz ve sıkıntılı oluyorlar.
Yaşanıp yaşanmayacağı bilinmeyen bir dönemin, olup olmayacağı bilinmeyen kötü olaylarının sıkıntısını, melankolisini bugünden yaşamaya ne gerek var? İnsan bu duruma ya suçluluk psikolojisinden veya çocukken yerleştirilen ve oluşturulan yanlış alt yapı sebebiyle düşer. Bundan vazgeçilmeli, güzel beklentilerin içine girilmelidir.
* İnsanların bazen, kendilerini affedemedikleri hataları vardır. Bunlar o insanı hep "suçluluk" duygusuyla kıvrandırır.
Unutulmamalıdır; en büyük hatalar bile, ilgili birileri varsa, özür ve helâllik dilendikten sonra, o hatalardan tamamen vazgeçilip pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanırsa, "gönül ayinesinden," "beyin sahifesin-den" ve "amel defterinden" silinebilir.
Bu yapılmazsa, suçluluk duygusu-melânkolisi, o insanı, sürekli cezalandırılacağı anı beklemeye sevk ederek mutsuzlaştırır. Bazen bu insanlar, hatalarını onarma yerine, kendilerini unutacak kadar yoğun uğraş içerisine girer ve orada kaybolmaya çalışırlar. Bu, çok doğru bir tavır değildir.
* Çıkılması gereken basamakları atlamak arzusu, insanları ya yanlış ve gereksiz yollara sevk eder ya da bunu başaramazsa uyuzlaştırıp oturtarak melankoliye sokabilir.
İnsanın dışında her şey, enerjisine göre çalışmayı, eksiğini yapmaması gerektiği gibi fazlasını da yapmaması gerektiğini bilir. Arılar, kelebekler, uçmaları gereken hızın daha üzerine ve güçlerinin yeteceğinden çok daha yüksek yerlere çıkma gibi bir çabanın sıkıntısını, telâşını hiç yaşamazlar.
* Kendi kişisel üzüntü, istek ve nefretlerinden başka hiçbir gündemleri olmayan insanlar da farkında olmadan kendilerini çevreden soyutlarlar. Bu terk etmeyi, "terk edilme" olarak algıladıklarından yalnızlığın melankolisine girerler. Bu durum onların kendi oluşturdukları bataklığa saplanmalarına sebep olur.
Bu durumdan kurtulmanın yolu, çevresiyle ve toplumla ilgilenmek ve kendileri için uğraşılacak bir hedefe/inanca sahip olmalarıdır. Samimiyetle inanılan hedef, insanı güçlü kılar, yorgunluğu tanıtmaz bile...
* İnsanlardan, özellikle manevî bir yaşamı olmayanlar, hayat için gereken enerjilerini çabuk kaybederler.
Enerjileri tükendiğinde bu enerjiyi yeniden üretecek yol bulamazlar. Çünkü "trafo"yla bağları kopuktur, kopmuştur; yeniden bağlantı kurmayı düşünemez, başaramazlar.
Bunları birkaç sonuç bekler:
a. İntihar ederler.
b. Kendilerini değersiz hissettikleri ağır bir çökkünlükle yaşarlar.
c. Yaşar gibi yapıp, edilgen bir kişilikle bitkisel hayatta süreyi doldurup, esasında yıllarca önce ruhsal güçlerini bitirdikleri için kendilerini de öldürdükleri hâlde, gömülmeyi beklerler.
Bu durumun tek çözümü, manevî dinamiklere yönelmek, daha sıkı sarılmaktır. Hayatın anlamını kavrayamayanlar, mecburen enerjisiz kalırlar. İnsan önce hayatın sebebini ve anlamını öğrenmeli. Bu bilgi bilinç hâline gelirse, kaybolan enerjinin elinden tutarak getirecek ve insanın ayağa kalkmasını sağlayabilecektir.
* Bazı bedensel dengesizlikler de (uzun, kısa, zayıf, şişman, özür, çirkinlik) uzun süren sıkıntıların sonucu, benliğe iyice yerleşen melankoliye sebep olabiliyor.
Değiştiremeyeceğimiz durumları kabullenip hayrını ummaktan başka çaremiz var mı? Belki de ger-çekten çok hayırlıdır, kim bilir? Melankoliye sebep olan kompleksler, ancak mevcut durumun o şekliyle Rabbimiz tarafından böylece takdir edildiğini bilmek, buna inanmak ve hayırlı olabileceğini düşünerek takdire razı olmakla giderilebilir. Gerçekten böyle olabileceğini izah eden pek çok hikâye ve kıssamız da edebiyatımızda mevcuttur.
Beyin ve bilinçaltımız doğrudan doğruya bizim konuşmamız ve kullandığımız kelimelerden etkilenir. Mutlaka güzel kelimelerle güzel şeyler konuşalım. Sorunlarımızı sadece çözüm bulmak gayesiyle yalnızca ilgili kişilerce konuşup tartışalım. Düşüncemizde veya dilimizde çoğaltıp, yayıp ilân etmeyelim.
Güçlü olacağımızı düşünürsek güçlü, kederli olacağımızı düşünürsek kederli oluruz. Nasıl söylersek öyle hayal eder, nasıl hayal edersek öyle hisseder, nasıl hissedersek—genellikle—öyle oluruz. Buna büyüklerimiz, "Söz vücut bulur." derler. Güzel şeyler söyleyelim ki sözümüz öylece tecelli etsin.
Bu geniş ve ayrıntılı sayılabilecek izahımızdan sonra diyoruz ki:
Sevgili anne babalar!
Melankoliye girmemiş, güçlü, güven veren, zorluklarla mücadele eden, gülümsemeyi unutmayan, örnek alınabilir birer ana baba olmaya çalışmanız, çocuklarınızın sizin üzerinizdeki evlâtlık haklarındandır. Hem kendiniz için hem onlar için gerekeni yapınız. İsteyip de başaramayan yoktur, vesselam!
Ayten Durmuş