Mektûbât-ı Rabbânî Köşesi...

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Yasin Yayınevi'nin tercüme ve şerhi daha güvenilirdir...
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Ümmetimden, Sıla isminde biri gelecektir. Onun şefaati ile Cennete çok kimseler girecektir.” [Suyutî]
Hz.Peygamber kendisine ne yapılacağını bilmiyor,kızına seni kurtaramam diyor,bu bahsedilen Sıla ne yaman biri böyle....:)
AHKAF 9:
De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.


“Kızım Fatıma, Allah’ın elinden nefsini satın al! Babam Peygamber diye güvenme! Vallahi senin için de yarın bir şey yapamam!"
 
Katılım
15 Kas 2006
Mesajlar
6,088
Tepkime puanı
637
Puanları
0

Hz.Peygamber kendisine ne yapılacağını bilmiyor,kızına seni kurtaramam diyor,bu bahsedilen Sıla ne yaman biri böyle....:)
AHKAF 9:
De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.


“Kızım Fatıma, Allah’ın elinden nefsini satın al! Babam Peygamber diye güvenme! Vallahi senin için de yarın bir şey yapamam!"

Nasıl bilmez ya HU? Bir başka ayette de Gaybı ancak Allah bilir sevip seçtiği resullere de bildirir buyruluyor.Kuranı hiç okumadınız anlaşılan..Peygamber efendimizin kıyamet akametlerine dair binlerce hadisi vardır aç biraz oku mucize görsün gözün.
 

ebkem

Baş Yücelik
Katılım
3 Ara 2011
Mesajlar
3,128
Tepkime puanı
321
Puanları
0
Ayet-el Kursi'yi her gün okur da manasını düşünmez mi insan?

"ALLAH ki, Tanri yoktur ancak O vardir, diridir ve kendi kendine kâimdir; ne uyuklamasi ne de uyumasi sözkonusudur; yerde ve göklerde ne varsa O’nun içindir; O’nun katinda kim sefaat edebilir ki izni olmaksizin; bilir önlerinde ve arkalarinda olanlarin hepsini; izni olmadan ilminden bir seyi kapsamak mümkün degildir; kürsüsü semâlari ve yeri içine almistir; korumasi disinda bir sey kalamaz; yüce ve azamet sahibidir."

Kırmızı renge boğa gibi alıcı gözle bakalım lütfen.

Allah'ın izin verdiklerine Efendimiz'in şefaati haktır. Vesselam.

İkibinli yıllar ve hala şefaati sorgulayanlar var, Allahım aklımı koru.
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara


Nasıl bilmez ya HU?


Ben bir şey demiyorum.
Söyleyen Hz.Peygamber söylettiren de Allah Teala...
AHKAF 9:
De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Hz. Peygamber (aleyhissalatü vesselam) gaybı bilir mi?
Sual:
Misyonerlere aldanan bir genç diyor ki: Hazret-i Muhammed gaybı bilmezdi. Şu âyetler onun gaybı bilmediğini gösteriyor:
“De ki, ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımda demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyedilene uyarım.” (Enam 50)
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları Ondan başkası bilmez.” (Enam 5)
“De ki: gaybı ancak Allah bilir.” (Yunus 20)
“De ki, göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.” (Neml 65)
“Allah gaybı kimseye bildirmez.” (Cin 26)
Bu âyetler açıkça gösteriyor ki, peygamberin gelecek hakkında söyledikleri şeyler yanlıştır, gelecekten haber veren hadislerin hepsi uydurmadır, gerçekle asla ilgisi yoktur.
CEVAP
Misyonerler, 19 cular, vehhabiler, Hansçılar, @Putkıran ( :p ) hep aynı şeyi söylerler. Cin suresindeki 26. âyeti yazıp 27. âyeti gizlerler. Âyetin tamamı şöyledir:
(Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği Resul müstesna. [Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her Peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27] (Beydavi)

Peygamber efendimizin bildirilen gaybları bildiğini bildiren iki âyet meali de şöyledir:
(Allah, müminleri bulunduğu şu durumda bırakmaz, temizi pisten ayırır. Allah size gaybı da bildirmez. Ama Allah Resullerden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah’a ve resullerine inanın, eğer iman eder, müttaki olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.) [Al-i İmran 179]

(O, gaybın bilgilerini
[vahiy ile bildirilen gizli şeyleri sizden] esirgemez.) [Tekvir 24]

Resulullah efendimizin gaybdan verdiği haberler çoktur. Bunlardan bir kısmını yukarıda bildirdik.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]

(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!)
[Araf 158, Nur 54]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.)
[Ahzab 36]

(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]

(Kimi, ona
[Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]

Resulullah, mucize olarak kıyamet alametlerini, mesela Hazret-i İsa’nın, Hazret-i Mehdi’nin, Deccal’in geleceklerini ve hadis-i şerifleri inkâr edecek sapıkların da çıkacağını bildirmiştir. İki hadis-i şerif meali:
(Bir zaman gelecek, beni yalanlayanlar çıkacaktır. “Hadisi bırak, Kur'ana bak” diyeceklerdir.)
[Ebu Ya’la]

(Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey yok diyenler çıkacaktır.)
[Ebu Davud]

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=416
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Ayet-el Kursi'yi her gün okur da manasını düşünmez mi insan?

"ALLAH ki, Tanri yoktur ancak O vardir, diridir ve kendi kendine kâimdir; ne uyuklamasi ne de uyumasi sözkonusudur; yerde ve göklerde ne varsa O’nun içindir; O’nun katinda kim sefaat edebilir ki izni olmaksizin; bilir önlerinde ve arkalarinda olanlarin hepsini; izni olmadan ilminden bir seyi kapsamak mümkün degildir; kürsüsü semâlari ve yeri içine almistir; korumasi disinda bir sey kalamaz; yüce ve azamet sahibidir."

Kırmızı renge boğa gibi alıcı gözle bakalım lütfen.

Allah'ın izin verdiklerine Efendimiz'in şefaati haktır. Vesselam.

İkibinli yıllar ve hala şefaati sorgulayanlar var, Allahım aklımı koru.

O’nun katinda kim sefaat edebilir ki izni olmaksizin;

Bu ayetten Allahın birilerine izin şefaat için vereceği anlamını mı çıkarıyorsun?
:)
Halbuki o ayet Allahtan başkasından şefaat bekleyenlere cevaptır.
Siz birilerinden şefaat bekliyorsunuz ama Allahın izni olmadan kim şefaat edebilir,sizin Allahtan başkasından şefaat beklentiniz boştur,denyor.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0


O’nun katinda kim sefaat edebilir ki izni olmaksizin;

Bu ayetten Allahın birilerine izin şefaat için vereceği anlamını mı çıkarıyorsun?
:)
Halbuki o ayet Allahtan başkasından şefaat bekleyenlere cevaptır.
Siz birilerinden şefaat bekliyorsunuz ama Allahın izni olmadan kim şefaat edebilir,sizin Allahtan başkasından şefaat beklentiniz boştur,denyor.
Putkıran yanlış anlama ama yıllardır seni tanıyorum senin kadar ayetlere uyduruk mana veren görmedim ,yanımda olsan sana bi şaplak atar sonra şu ayeti gösterirdim :)

O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. Taha 109


 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Putkıran yanlış anlama ama yıllardır seni tanıyorum senin kadar ayetlere uyduruk mana veren görmedim ,yanımda olsan sana bi şaplak atar sonra şu ayeti gösterirdim :)

O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. Taha 109



O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasınA[/U][/B] şefaat bir yarar sağlamaz. Taha 109

Yanlış meal,başkasının şefaati değil başkasına şefaat yarar sağlamaz olacaktı.Şimdi o şaplağı kendine vur....Beni uğraşturma....:)

يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا

Elmalılı Hamdi Yazır :

O gün şefaat faide vermez, ancak Rahmânın izin verdiği ve sözüne razı olduğu kimse müstesnâ.
Şefaat Allahın şefatıdır,el takısına dikkat.



zümer 44:

قُل لِّلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا لَّهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

De ki: «Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.»
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0


O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasınA[/U][/B] şefaat bir yarar sağlamaz. Taha 109

Yanlış meal,başkasının şefaati değil başkasına şefaat yarar sağlamaz olacaktı.
Bak Putkıran Yıllardır şu uydurma huyundan vazgeçmedin.
Ali Bulaçın mealine Yanlış meal diyorsun sonra da kafana göre meal veriyorsun,halbuki senin verdiğin meali veren yok.
Nerde yazıyor "başkasına". hiçbir mealde "başkasına" yazmıyor,sen uyduruyorsun.

Aynen geçen senelerde yaptığın gibi : Ayette geçen "Evliyaulah" ı, "Allahın velileri" olarak almadın da, "velisi Allah olanlar" diye yutturmaya çalışmıştın.

Birşeyi merak ediyorum,birileri sana bunun içn para felan mı veriyor,çünkü normal bir akıl sahibi böyle uydurmalara girmez.

Şefaati inkar eden Edip Yüksel bile ayete seni yalanlayan meal vermiş.

O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünü uygun gördüğü kimseden başkasının şefaatı (aracılığı) yarar vermez. *

kendine gel.

Ayeti tahrif ediyorsun.

Ayetin mealleri : Senin verdiğin mana YOK. VAzgeç artık bu uyduruklarından yahu,yoksa ben şaplak atmasamda Kuranın tokatının yersin :)

*Abdülbaki Gölpınarlı Meali*


O gün rahmanın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başka
hiçbir fert şefaat de edemez.

**

*Ali Bulaç Meali*


O gün, Rahmanın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu
kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

***Abdullah Parlıyan meali*

O gün sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın izin verip, sözünden hoşnut
olduğu kimsenin dışında hiç kimsenin şefaati, kayırması fayda vermez.

**

*Ahmet Varol Meali*

O gün, kendisine Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu
kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

**

*Ahmet Tekin Meali*

O gün, Rahmet sahibi Rahmanın şefaat edilmesine izin verdiği ve sözünden
hoşnut olduğu kimselerden başkalarına şefaat fayda sağlamayacak;
kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının
şefaati de fayda vermeyecek. *


**

*Ali Fikri Yavuz Meali*

O gün, RAHMAN'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu
kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.

***Cemal Külünkoğlu Meali*

O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden
başkasının şefaati fayda vermez. *
<
*Diyanet İşleri Meali (Eski)*


O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden
başkasının şefaati fayda vermez.

**
*Diyanet İşleri Meali (Yeni)*

O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden
başkasının şefaati fayda vermez.

**
*Diyanet Vakfı Meali*

O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının
şefaati fayda vermez.

*Edip Yüksel Meali*

O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünü uygun gördüğü kimseden
başkasının şefaatı (aracılığı) yarar vermez. *
**

*Elmalılı Hamdi Yazır Meali*

O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu
kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.

**

*Elmalılı Meali (Orjinal)*

O gün şefaat faide vermez, ancak Rahmânın izin verdiği ve sözüne razı
olduğu kimse müstesnâ

**

*Hasan Basri Çantay Meali*

O gün çok esirgeyici (Allahın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud
olduğu kimselerden başkasının şefaati fâide vermez.

**

*Hayrat Neşriyat Meali*

“O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözce kendisinden râzı
olduğu(konuşmasına izin verdiği) kimseden başkasının şefâati fayda vermez.”

**

*Kadri Çelik Meali*

O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu
kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.
**

*Ömer Nasuhi Bilmen Meali*

O gün şefaat faide vermez, ancak Rahmân kime izin verirse ve kim için
söylemeğe razı olursa o müstesna.

**

*Muhammed Esed Meali*

O Gün, hakkında sınırsız rahmet Sahibi'nin izin verdiği, sözünden hoşnut
olduğu kimseden başkasına kayırmanın, arka çıkmanın bir yararı
olmayacaktır. 92 <javascript:new_window('aciklama.asp?sureno=20&notno=92')>

**

*Suat Yıldırım Meali*

O gün, Rahman'ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden
başkasının şefaati fayda vermez. [2, 255; 53, 26; 21, 28; 78, 38]

**
*Süleyman Ateş Meali*

O gün Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının
şefa'ati fayda vermez.

**

*Şaban Piriş Meali*

O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimselerden
başkasına şefaat fayda vermez.

**

*Ümit Şimşek Meali*

O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden
başkasının şefaati bir fayda vermez.

**

*Yaşar Nuri Öztürk Meali*
O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden
hoşnut olduğu kimse müstesna...

 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. Taha 109


zümer 44:
De ki: «Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.»


@alanyali07 o zaman bu iki ayeti nasıl bağdaştırıyorlar?
Burda apaçık çelişki var.Hiç Allahın kitabıda çelişki olur mu?

Doğru mealler:

Elmalılı Hamdi Yazır
:
O gün şefaat faide vermez, ancak Rahmânın izin verdiği ve sözüne razı olduğu kimse müstesnâ.

Muhammed ESED:

O Gün, hakkında sınırsız rahmet Sahibi'nin izin verdiği, sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına kayırmanın, arka çıkmanın bir yararı olmayacaktır.

Şaban Piriş:

O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.

Ahmet Tekin : O gün, Rahmet sahibi Rahmanın şefaat edilmesine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden
başkalarına şefaat fayda sağlamayacak; kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati de fayda vermeyecek. (?)
(İki türlü de anlaşılabileceğini düşünerek mi böyle yaptı???)

Yaşar Nuri Öztürk:

O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden
hoşnut olduğu kimse müstesna..
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Bırakın bozuk yolda olmakta israr eden,ahmak kimseleri,bulunduğu bataklıkta çırpınsın.Her çırpınışında biraz daha batarak batarak boğulsun.Kendi düşen ağlamazmış.Bunlar çehli mürekkebtir.Asla tedavi edilmezler.Bunlarla uğraşmak zaman kaybıdır.Ahmaklara verileçek çevab sukuttur.Laftan anlayışlı olan anlar.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. Taha 109


zümer 44:
De ki: «Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.»


@alanyali07 o zaman bu iki ayeti nasıl bağdaştırıyorlar?
Burda apaçık çelişki var.Hiç Allahın kitabıda çelişki olur mu?


Kitapta çelişki yok ,çelişki zihninde. ateistlerin Kuranda -haşa- çelişki gördükleri gibi.
Şimdi sen o kadar meal içinde 5 tane seçtin. Elmalılı ve Yaşar Nuri senin yorumunu desteklemiyor onları arada kaynatmaya çalışma. (elmalılı tefsiri şefaat hakkında birsürü beyanla dolu açbak)
Diğer 3ü arasından sadece Şaban Piriş mealinde yine seni yalanlayan bir ayet meali getireyim:

-Rahman, çocuk edindi, dediler. Haşa o bundan uzaktır. Aksine onlar değerli kullardır.
Sözleriyle onun önüne geçmezler ve yalnız O’nun emriyle iş yaparlar.
Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler. O’nun korkusundan tir tir titrerler.

Enbiya 26,28


Buyur senin doğru dediğin meal de seni yalanlıyor.
Dediğim gibi çelişki senin beyninde.
Tekrarlıyorum tıpkı geçen senelerde ayetteki "evliyaullah" ı tahrif edip "velisi Alah olanlar" yapmaya çalıştığın gibi. Çok tehlikeli bir yoldasın.

Ayetlere rasgele manalar veriyorsun. Bir mealden bir ayeti doğru kabul edip,aynı mealden başka meali "yok bu yanlış" diyorsun.
Sonra da "Kuran apaçık,kolaylaştırılmış" diyerek insanlara yutturmaya çalışıyorsunuz dostum.
Kuran hani kolaydı.
Burada sana getirdiğim birsürü mealden nerdeyse hepsini eledin.
Kuranı anlaması çok kolaydı hani .
O kadar arapça ustası olan mealcileri biçırpıda eledin. "bunlar yanlış mana vermiş" dedin.
Demekki Kuranın bie ayeti bile izaha açıklamaya muhtaçmış.
Şurada bir ayetin bile manasını tartışıyor olmamız aslında sizin "Kuran çok kolay,herkes anlar" demenizi geçersiz kılıyor.
GEçeceksiniz bu işleri yaw.
 

KUZAT

Profesör
Katılım
14 Şub 2013
Mesajlar
901
Tepkime puanı
43
Puanları
0
Konum
Antalya
...Allâhü Teâlâ buyuruyor ki: "...Hepiniz Allah'a tevbe ediniz, ey müminler! Tâ ki kurtuluşa eresiniz." (Nur-31)


"Ey Mü'minler! Allah'a nasûh (bir daha o günahı işlememek üzere gayet ciddi, müessir, öğütçü) bir tevbe ile tevbede bulunun. Umulur ki rabbiniz sizden günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir..." (Tahrim-8)



"Günahın açığını da bırakın, gizlisini de..." (En'âm-120)



(Bu âyetlerden anlaşılıyor ki) günahlardan tevbe etmek her Müslüman hakkında farzı ayındır. Hiçbir insanın bundan müstağni yani muaf olması düşünülemez. Nasıl olabilir ki? Peygamberler -aleyhimüssalâtü vesselam- tevbeden müstağni değillerdir. Peygamberlerin -salât u selam üzerlerine olsun- sonuncusu ve efendisi olan Resûlullâh (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Kalbime bir ağırlık geldiği olur da, bir gün ve gecede Allah'a yetmiş defa istiğfar ederim."

Kul hakları ile irtibatı olmayan, zina etmek, içki içmek, çalgı âletleri dinlemek, nâmahreme bakmak, abdestsiz mushafa dokunmak ve itikadda bid'at gibi Allah'ın hakları ile alâkalı olan günahların tevbesi, pişmanlık duymak, istiğfar etmek, hayıflanıp mahzun olmak ve Allâhü Teâlâya özür beyan ederek olur. Farzlardan bir farz terk edilmiş olursa bunun tevbesi ancak o farzın edâ edilmesi ile mümkün olur.

Eğer günahlar, kul haklarına bağlı ise bunların tevbesi, haksız olarak alınmış malların iadesi, hak sahiplerinden helallik alınması, onlara iyilikte bulunmak ve onlara dua etmekle mümkündür. Şayet mal ve ırz sahibi kimse ölmüş ise istiğfar edip, iyilikte bulunmak ve malı hak sahibinin çocuklarına ve vârislerine geri vermek lâzımdır. Şayet vârisleri bilinmiyorsa haksız olarak alınan malın veya işlenen suçun miktarı kadar, hak sahibi veya haksız yere eziyet görmüş kimse adına fakir fukaraya sadaka verir.


Hz. Ali (k.v.) diyor ki, Resûlullâh'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu Hz. Ebû Bekir'den (r.a.) işittim: "Kul bir günah işler de peşinden kalkıp abdest alır ve namaz kılar, günahından dolayı Allah'a istiğfar ederse, elbette onu bağışlamak Allah'a hak olmuş olur." Zîrâ Allâhü Teâlâ buyuruyor ki "Ve her kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allâhü Teâlâ'dan mağfiret dilerse Allâhü Teâlâ'yı çok bağışlayan, pek esirgeyen bulur." (Nisâ-110)



(Mektûbât-t İmâmı Rabbani, 66. Mektup)
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
İmam Rabbani’nin Dilinden Peygamberimiz
Prof. Dr. Süleyman Derin
2008 - Mayis, Sayı: 267, Sayfa: 038

Tarih boyunca sufiler en büyük peygamber âşıklarını yetiştirmiş, Hz. Peygambere benzemek için ellerinden geleni yapmışlardır. İmam Rabbanî Hazretleri de bir Peygamber aşığıdır. Onun tasavvuf anlayışında Peygamber Efendimizin getirdiği sünnete uymak merkezi bir ehemmiyete sahiptir. Mektubât'ının 79. mektubu Hz. Peygamberin diğer peygamberler arasındaki yerini ve onun Hz. Peygambere verdiği değeri göstermesi açısından güzel bir örnektir.

İmam Rabbanî’ye göre Hz. Peygamber diğer peygamberler gibi bazı hususlarda öne çıkmamış, aksine bütün güzel hasletleri en üst derecede kendinde toplamıştır: Yüce dinimiz İslam önceki ilahi dinlerin özü ve zübdesi olduğu gibi Peygamberimiz de önceki peygamberlerin tüm güzelliklerini kendinde toplamış olan bir zübdedir:

“Şurası sabittir ki Hz. Muhammed (s.a.v) isimlere ve sıfatlara ait tüm kemâlâtı şahsında toplamıştır. Bütün bu üstünlükler, kula yakışacak şekilde Onda görünmekledir. Ona indirilmiş olan kitap, yani Kuran-ı Kerim, bütün Peygamberlere (a.s.) indirilmiş olan kitapların hepsinin hulâsasıdır. Hepsinde bildirilmiş olanlar, bunda da vardır. Bu büyük Peygambere verilmiş olan din, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir. Hak olan, doğru olan bu dinin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş, alınmıştır.” (79. Mektup)

İmam Rabbanî hazretlerine göre İslam'ı tasdik eden bir Müslüman bütün şeriatları tasdik etmiş olmaktadır. İslam’ın gereği ile amel etmek demek bütün diğer dinlerin gereklerini yerine getirmek demektir. Bu manada Hz. Peygamber evrensel bir peygamberdir:

“İnsanların en üstünü, iyilerin seçilmişi olan Muhammed aleyhisselâma inanmayan, o büyük Peygambere dil uzatan bir kimse, Allah Teâlâ’nın isimlerinin ve sıfatlarının kemâllerine, üstünlüklerine inanmamış olur. Resûlullaha (aleyhissalâtü vesselâm) inanmak, Onun üstünlüğünü anlamak da, bütün kemâlleri anlamak ve inanmak olur.” (79. Mektup)

Buradan anlaşılan şu ki, İmam Rabbanî’ye göre peygambere inanmak Allah’a inanmak demektir. Öyle ki Hz. Peygambere inanmadıkları için Araplar bizzat Allah c.c. tarafından şöyle yerilmişir: “Küfür ve nifak cihetinden, bedeviler daha şiddetlidir.” (Tevbe: 9:97)

Bu ayeti vermekle İmam Rabbanî hazretleri Hak Teâlâ'nın peygamberimize verdiği değeri de bizlere Kuran açısından isbat etmektedir. Zira cahiliye Araplarının pek çoğu Allah Teâlâ'ya inanmakta idiler, fakat onlar Hz. Peygambere gelen vahyin ona değil de daha varlıklı ve önde gelen birine gelmesini temenni etmekte idiler.

Bu yüksek hasletlerine rağmen Hz. Peygamberin büyüklüğünü anlamayanlara İmam Rabbani hazretleri aynen Mevlana’nın şiirlerinde ifade ettiği gibi şöyle der:

Arablardan olan Muhammed (aleyhisselâm),
Dünya ve âhiretin efendisidir!
Toprak altında kalsın, ezilsin, batsın,
Onun kapısında toz, toprak olmak istemeyen! (79. Mektup)

Peygamber efendimize uyularak yapılan az bir ibadet, ona uyulmadan yapılan çok ibadetten faziletlidir: “Allah Teâlâ'nın Peygamberlerine inandık. Sonsuz saadete ve hakikî kurtuluşa kavuşmak için, Peygamberlere uymak lâzımdır (s.a.v). Bir kimse, bin sene ibadet etse ve şiddetli riyazetler çekse, sıkı mücâhedeler yapsa, eğer yaşayışı yüce Peygamber'e (s.a.v) uymamış ise, bütün bu çalışmalarının bir arpa kadar kıymeti olmaz. Çölde görülen (serâb) gibi, hiçbir şeye yaramaz. Gün ortasında bir parça uyumak (sünnet olan kaylule uykusu), o büyüklerin emrine uyularak yapılınca, onlara uymadan yapılan, bin sene ibadetten, mücâhededen kat kat daha kıymetli olur.” (191. Mektup)İmam Rabbani’ye göre bir mümin Peygamberine uymakla çok yüce makamlara kolayca erişir ve Peygamberinin rengine boyanır:

“Bilesin ki hakkıyla peygambere tabi olanlar, tam uyum ve aşırı derecede muhabbet sebebiyle, aslında sırf Allah Teâlâ’nın yardımı ve bağışlaması ile peşinden gittikleri peygamberin bütün kemalatını kendilerine çekerler, tamamen onların rengine boyanırlar. Öyle ki tabi olan ile olunan arasında bir fark kalmaz. Aradaki tek fark birinin asıl diğerinin tabi olması, birinin önce diğerinin ise sonra gelmiş olmasıdır... Bu ümmet, diğer ümmetler arasında tabilikleri sebebiyle bu tecelliye eren ve büyük bahtiyarlık ile şeref bulan tek ümmettir. Bu nedenle en hayırlı ümmet olmuştur. Bunun için bu ümmetin âlimleri İsrail Oğullarının peygamberleri gibidir” (248. Mektup)

Nübüvvet mi yoksa velayet mi üstündür?

İmam Rabbani Hazretlerinin tasavvuf sahası için en önemli özelliği onun akide hassasiyet göstermesi ve tasavvufu her tür aşırı fikirlerden korumasıdır. İmam’a göre bazı sufilerin iddia ettiği gibi velayetin nübüvvetten üstün olması kabul edilebilir bir akide değildir.

“Peygamberlere tabi olanların onların rengine bürünmesi onu hiçbir şekilde peygamber seviyesine çıkarmaz. İsterse en üstün peygambere tabi olsun, en aşağı mertebedeki bir peygamberin mertebesine bile ulaşamaz. Bu nedenledir ki peygamberlerden sonra en üstün kişi olan Ebû Bekir Sıddîk’in (r.a) başı en alt derecedeki peygamberin ayağının altındadır. Bunun sebebi peygamberlerin mebde-i teayyünlerinin asıl, ümmetlerin teayyünlerinin ise gölge makamında olmasındandır. Binaenaleyh gölge ile asıl arasında bir eşitlik nasıl düşünülebilir? Allah Teâlâ peygamberleri için şu müjdeyi verir: “And olsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaktır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.” (Saffat171-173) Bu nokta saliklerin ayağının kaydığı bir yerdir. Böylece İmam Rabbanî hazretleri peygamberliğin genel olarak üstünlüğünü ortaya koymakta ve özel olarak ta Peygamber efendimizin yüce şanını gözler önüne sermektedir. Ayrıca bazı sufilerin zaman zaman sekr halinde peygamberler ile ilgili söyledikleri sözlerin bir inanç halini almasına karşı da bizleri uyarmakta ve böylece gerçek tasavvuf yolunu her tür fitne ve aşırılıklardan korumaktadır.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Menfaat vermeyen ilimlerin tahsilini terk
73. MEKTUBUN TERCÜMESİ
Allahu subhanehu, Muhammed Mustafa’nın şeriat caddesi üzere istikamette bulunmakla bizi rızıklandırsın. O’nun sahibi üzerine salat selam ve ebedi-sürekli tahıyyeler olsun.
Ey Evlad! Dünya imtihan ve belalanma yeridir. Zahiri, çeşitli süslerle süslenmiş ve bezenmiştir. Sureti, hayallerle nakışlanmış ve renklendiril-miştir. Vehmi çizgilerle, örgülerle ve yanaklarla bezenmiştir. İlk bakışta tatlıdır, göze görünmesinde tazelikle ve parlaklıkla süslüdür. Lakin hakikat te (dünya), üzerine hoş kokular saçılmış leştir. Kurtlar ve sineklerle dopdo-lu zibilliktir. İçecek (su) gibi görünen seraptır. Şekerle kaplanmış zehirdir. İçi harap ve bereketsizdir. Onun oğulları ile muamele, şu alçaklığı ve feca-atinin bulunmasıyla birlikte, hakkında söylenenlerden daha şerlidir. Ona aşık olanlar ahmak ve sihirlenmiş diye anılır. Ona vurgun olanlar, deli ve aldanmışlardır.
Onun zahiri ile fitnelenenler, ebedi ziyan alameti ile nişanlanmıştır. Onun tatlılığına ve tazeliğine bakanların nasibi, ebedi pişmanlıktır.
Kainatın Efendisi, alemlerin Rabbinin sevgilisi, O'nun ve âlinin üzerine salat ve selam olsun, şöyle buyurdu: “Dünya ve ahıret ancak iki kumadırlar, eğer biri razı olsa diğeri kızar.”
Herkim dünyayı razı ederse, muhakkak ahıreti kendine kızdırmış olur. Şüphesiz onun ahıretten nasibi olmaz. Allahu subhanehu sizi ve bizi, dünya ve ehlini sevmekten muhafaza eylesin.
Ey Evlad! Bilirmisin, dünya nedir? Seni Hak subhanehu ve teala’dan perdeleyip geri bırakan her şey dünyadır, bunlar kadın, evlat, mallar, rütbe, reislik, oyun oyuncak ve faydasız şeylerle meşgul olmak (gibileri) dünyaya dahildir. [1]
Ahıret işlerinde tesiri olmayan ilimler de aynı şekilde dünyadandır. Şayet yıldız /gök ilmini, mantığı, hendeseyi /geometri, hesab ve benzeri faidesiz ilimleri tahsil etmek fayda verseydi, elbette felsefeciler kurtuluş ehlinden olurlardı.[2] Peygamber aleyhissalatü ves-selam buyurdu:
“Allahu teala’nın kulundan yüz çevirmesinin alameti, onun faydasız işlerle meşgul omasıdır.”
Şiir:
Herkimin kalbinde hardal tanesi kadar olsa;
Hakkın gayrısından olan bir şey, bilki o hastalıktır.
‘Yıldız ilmini bilmek, namaz vakitlerini bilmek için lazımdır’ şeklinde denilen söze gelince, bunun manası ‘Namaz vakitlerini bilmek ancak yıldız ilmini bilmekle mümkündür’ şeklinde değildir, belki manası ‘Yıldız ilmi, namaz vakitlerini bilmenin yollarından biridir’ şeklindedir. Yıldız ilminden haberi olmayan pek çok insanlar, bununla beraber namaz vakitlerini, yıldız ilminde alim olanlardan daha iyi bilirler.[3]
Bunun gibi mantık, hesab ilmi ve benzerleri gibi, şeriat ilimlerinin bazılarında bir nebze etkisi olan ilimler hakkında getirilen izahlar da buna yakındır. (Yani, islamı iyi anlamak için mutlaka bu okulların ilimlerini okumak gerekir, diyenlere en güzel cevab verilmiş oldu. Nice kimseler varki okul yüzü görmemiştir, ama dünya işinde başarılıdır, zengindir, sanatkardır. Nice okulları bitirenler varki, meteliksizdirler ve başarılı olamıyorlar. Asıl iş, Allah'ın rızasını kazandıracak ilimler ve ibadetlerdir.)
Netice olarak, şu ilimlerle meşgul olmanın cevazı, ancak çok fazla düşünmekten sonra zahir olabilir. Bu da, onlardan maksadın ancak şeria-tın hükümlerini bilmek ve kelam/akaid ilminin delillerini kuvvetlendirmek şartıyladır, böyle olmazsa onlarla meşgul olmak asla caiz değildir.
İnsafla düşünmek gerek, mubah olan iş, onunla meşgul olununca vacib olanı kaçırmaya sebeb olursa, (o iş) mubahlıktan çıkar mı çıkmaz-mı? Şüphesiz bu ilimlerle meşgul olmak, çaresiz şeriat ilimleriyle meşgul olmayı kaçırtır.[4]
Ey Evlad! Allahu subhanehu, nihayeti olmayan yardımının kemalin-den dolayı seni gençlik vaktinde tevbeye muvaffak kıldı, seni yüce Nakşi-bendi silsilesinden (Allah, ehlinin sırrını pak eylesin) olan dervişlerden birinin elinde inabeye muvaffak kıldı. Bilmiyorum! Senin için bu tevbe üze-rine sebat var mı, yoksa nefis seni çeşitli süslü şeylerle yoldan çıkarttı mı?
Tevbe üzerine istikametini müşkil görüyorum, zira mevsimin gençlik çağlarıdır, dünya eşyasını elde etme sebebleri kolaydır, ekseri yakınların bu hususta (istikamet işinde sana) uygun değildir.
Ey Evlad! İş ve ihtiyat, fuzuli mubahlardan sakınmak, zaruret miktarı ile yetinmektir. Bu miktarın da kuvvetin hasıl olması, kulluk vazifelerinin edasında cem’iyyetin hasıl olması niyetiyle olması gerekir. Mesela yemek-ten maksad, ibadetleri eda etmekte kuvvetin hasıl olmasıdır. Elbise giyin-mekten maksad, avreti örtmek, soğuk ve sıcağı def etmektir. Diğer zaruri mubahlarda durum aynı kıyas üzerinedir.
Nakşibendi büyükleri (Allah, onların yüce sırlarını pak eylesin), azimetle ameli tercih ettiler, mümkün oldukça ruhsattan sakındılar. Zaru-retle yetinmekte azimetler kısmındandır. Bu devlet hasıl olmazsa, mubah-lar dairesinden çıkıp, şüpheliler ve haramlara girmemek lazımdır.
 

zülcenaheyn

Asistan
Katılım
2 Tem 2013
Mesajlar
202
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Ey Zamane Çocukları!..

Gençlik çağı, heva ve heveslerin bulunduğu anlar olduğu gibi, aynı zamanda ilim tahsil edip amel etme zamanıdır. Şehvete dayalı engellerin, nefsani garazların istila ettiği o anlarda, şeriat-ı garranın mucibince yapılan ameller, o anların dışında yapılan amellerden kat kat daha meziyetlidir, kıymetlidir. Zira meşakkat ve mihnete neden olan engellerin varlığı, o amellerin şanını semaya yükseltir. Sıkıntı ve meşakkatlerin bulunmamasını gerekli kılan manilerin olmayışı, muameleleri yere düşürür.

Dolayısıyla beşerin özelliği, hususiyeti, meleklerin özelliklerinden daha üstündür. Zira beşerin itaat etmesi, engellere takılmaya çok yakındır. Meleklerin ibadetinde ise, engellerin sıkıştırması bulunmaz.

Görülmüyor mu ki, askerlere değer verildiği zamanlar, devlet karşıtı düşmanların istila ettikleri zamanlardır. Askerlerin o anda ki basit bir hareketi, düşman istilasının olmadığı zamanlarda yaptıkları bir çok hareketlerden kat kat daha meziyetli ve kıymetlidir.

Bilinmektedir ki, heva ve heves, yüce Allah'ın düşmanlarından olan nefis ve şeytanın hoşnut olduğu şeylerdir. Şeriat-ı garranın mucibince ilim ve amel yapmak ise, şanı yüce Hazret-i Rahman'ın hoşnut olduğu bir iştir. Nimetlerin sahibi olan Mevlâyı kızdırıp, O'nun düşmanlarını sevindirmek ise... zeka ve ileri görüşlülükten uzak bir iş olur.

Muvaffakiyete erdiren Subhan Allah'tır.


(447. Mektup)

Allah razı olsun paylaşım için.

Askerlik örneği de çok güzelmiş.

Sınavlar geldiği vakit istikamet üzre, sırat-ı müstakim üzre olmak, hakikate teslim (müslim) olmak daha kıymetlidir.

Düşman geldiği vakit bir askerin en ufak bir hareketi düşman olmadığı zamanki hareketlerinden daha kıymetlidir.

Eyvallah.

Ve gençlik çağı, evet, heva ve heveslerin bulunduğu anlardır. Amel edip ilim biriktirmek gerekir gençlikte, daha ileriki yaşlarda nasipse, tasavvuf istidadı varsa kişinin inşallah müstakbel nefs-i mutmainlerden olunur.

Fakat Muhyiddin İbn Arabi k.s. gibileri de var çocuk yaşında evliyadan olan.

Allâh'a emanet.
 

KUZAT

Profesör
Katılım
14 Şub 2013
Mesajlar
901
Tepkime puanı
43
Puanları
0
Konum
Antalya
Fitne ve karışıklık zamanında ibadet

Fitne ve karışıklık zamanında ibadet

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdular:



"...Hadîs-i şerîfte, küfür yeryüzünü kaplayıp hüküm*leri açıkça icra olunmadıkça Mehdî'nin zuhur etmeye*ceği buyrulmuştur. Bu vakit de, küfrün her tarafı kapla*dığı ve kuvvetli olduğu; islâm'ın ve Müslümanların zayıf ve kuvvetsiz olduğu vakittir.
Bu vakit, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) 'Garip Müs*lümanlara müjdeler olsun' buyurduğu vakittir.


Peygamber Efendimiz (s.a.v.);

'Fitne ve karışıklığın olduğu zamanda ibadet et*mek, bana hicret etmek gibidir.' buyurmuştur. Malu*munuzdur ki, fitne ve fesadın ortalığı kapladığı bir vakit*te askerlerin az bir cesaret ve küçük hareketleri onlara çok büyük bir itibar kazandırır.
Hâlbuki fitnenin azaldığı, ortadan kalktığı bir vakitte onun hiçbir kıymeti yoktur. Onlar çok büyük bir harekette bulunsalar bile bir kıymeti yoktur. Amel edilecek ve amellerin kabule şayan ola*cağı vakit fitnenin (kötülüklerin) yayıldığı vakittir.


Onun için -eğer makbul olmuşlar zümresinde haşredilmek, diriltilmek istiyorsanız Allâhü Teâlâ'nın razı olacağı şeylerde var gücünüzle gayret göstermeli ve sünnet-i seniyyeye -alâ sâhibihe's-salâtü vesselâmü vettehiyyetü- uymaktan başka hiçbir şeyi tercih etme*melisiniz.


Görmüyor musunuz ki, Ashab-ı Kehf, fitne zamanın*da bir hicret ile yüksek derecelere ulaştılar. Siz ümmet*lerin en hayırlısı olan ümmet-i Muhammed zümresindensiniz. Binaenaleyh vaktinizi, oyun ve eğlence ile zayi etmeyiniz, çocuklar gibi boş şeylere aldanmayınız..."


(Mektubât-ı İmâm-ı Rabbani, 2/6)
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Fitne ve karışıklık zamanında ibadet

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdular:



"...Hadîs-i şerîfte, küfür yeryüzünü kaplayıp hüküm*leri açıkça icra olunmadıkça Mehdî'nin zuhur etmeye*ceği buyrulmuştur. Bu vakit de, küfrün her tarafı kapla*dığı ve kuvvetli olduğu; islâm'ın ve Müslümanların zayıf ve kuvvetsiz olduğu vakittir.
Bu vakit, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) 'Garip Müs*lümanlara müjdeler olsun' buyurduğu vakittir.


Peygamber Efendimiz (s.a.v.);

'Fitne ve karışıklığın olduğu zamanda ibadet et*mek, bana hicret etmek gibidir.' buyurmuştur. Malu*munuzdur ki, fitne ve fesadın ortalığı kapladığı bir vakit*te askerlerin az bir cesaret ve küçük hareketleri onlara çok büyük bir itibar kazandırır.
Hâlbuki fitnenin azaldığı, ortadan kalktığı bir vakitte onun hiçbir kıymeti yoktur. Onlar çok büyük bir harekette bulunsalar bile bir kıymeti yoktur. Amel edilecek ve amellerin kabule şayan ola*cağı vakit fitnenin (kötülüklerin) yayıldığı vakittir.


Onun için -eğer makbul olmuşlar zümresinde haşredilmek, diriltilmek istiyorsanız Allâhü Teâlâ'nın razı olacağı şeylerde var gücünüzle gayret göstermeli ve sünnet-i seniyyeye -alâ sâhibihe's-salâtü vesselâmü vettehiyyetü- uymaktan başka hiçbir şeyi tercih etme*melisiniz.


Görmüyor musunuz ki, Ashab-ı Kehf, fitne zamanın*da bir hicret ile yüksek derecelere ulaştılar. Siz ümmet*lerin en hayırlısı olan ümmet-i Muhammed zümresindensiniz. Binaenaleyh vaktinizi, oyun ve eğlence ile zayi etmeyiniz, çocuklar gibi boş şeylere aldanmayınız..."


(Mektubât-ı İmâm-ı Rabbani, 2/6)

Bu görüşünde isabet edememiş demek ki Rabbani, aradan 500 yıl geçmiş gelen giden yok.
Yarın gelecek gibi bahsetmiş, üzerinden İslam tarihinin 3 katı süre geçmiş, daha da geçecek gibi, bilakis İslam şuan güçleniyor,
Kur'an yeniden diriliyor. Ortada Mehdi filan yok, sadece kurtarıcı kisvesine bürünmüş üç beş kibirli soytarı çıkmış o kadar.
 
Üst