Mehmet Narlı / Dil Kapısı

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Mehmet Narlı:Dolunay, Yedi İklim, Dergah, Hece, Sonsuzluk ve Bir Gün, Türk Edebiyatı gibi dergilere yazdı.

1963’te Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini bu şehirde gördü. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Bir süre edebiyat öğretmeni, araştırma görevlisi ve okutman olarak çalıştı.1996’da Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde, 1950 Sonrası Türk Şiirinde Bahattin Karakoç adlı teziyle yüksek lisansını, 2000’de Hacettepe Üniversitesi’nde Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme adlı teziyle doktorasını tamamladı. Halen Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesidir. İncelme/eleştiri/çözümleme alanlarında kitapları vardır. Bazı akademik ve kültürel dergilerde özellikle roman - şiir eleştirileri/incelemeleri ve şiir ve denemeler yayımlıyor.



İNCELEME/ELEŞTİRİ KİTAPLARI

ŞİİR VE MEKAN- Cumhuriyet Dönemi (1920-1950) Türk Şiirinde Şiir Mekan İlişkisi-, Hece Yayınları, Ankara, 2007

ROMAN NE ANLATIR- Cumhuriyet Dönemi 81920-2000)Türk Romanı Üzerine Tematik Bir Tasnif ve Değerlendirme-Akçağ Yayınları, Ankara 2007
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ (1923-2000), 2006, Balıkesir

ORHAN KEMAL'İN ROMANLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME Kültür Bakanlığı
Yayınları, 2002

ŞİİR ÇÖZÜMLEMELERİ (N.Çetin ve R. Gülendam’la birlikte), Kriter yayınları, 2010


ŞİİR KİTAPLARI

DİL KAPISI, Öncü Kitap Yayınları 2010 Ankara
RUHUMUN EVVEL YAZILARI, MEB Yayınları 1999 Ankara
ÇİÇEKLER SATILMASIN (Şiir kitabı) Dolunay Yayınları, 1988 Kahramanmaraş


23294.jpg


EY DİL! EY GÖNÜL! EY YÜREK!
23293.jpg

Gadre uğramış topraklar için!
Dil Kapısı Mehmet Narlının üçüncü şiir kitabı. Nurettin Durman bu ateşten mısralar karşısında yüreğinin sesini dinledi, anlattı..


“Nihayet sen de bir gülün boynunu kırmışsın”
Yani şimdi biz bir kırılmalar çağında böyle hesapsız kırılmaları seyrede seyrede ya da göz bağcıların bozgunculuklarını, o narin gönülleri kırdıklarını görmez bir gözle görmeye görmeye yaşıyoruz ha. Böyle işte boynu vurulanların, alnından vurulanların, türlü çeşitli işkenceler altında ölenlerin acılarıyla soluklanan, yürekleri kanayanların yaşadığı coğrafyaların istila edildiği bir zamanı yaşıyoruz ya… Eh bize de pes doğrusu.
Haydi, bir yol bulmaya çıkalım. Şu dereyi geçelim. Şu ovayı baştanbaşa selamete erdirelim diye yok mu hiç ağrımız, sızımız, kaygımız. Yüreğimizde acıyan bir yer... Bizi yakamızdan tutup sarsacak bir çığlık. Duyulmuyor değil mi sessizliğin, toplu kıyımların ses boğucuların dünyasında.

Bir kaş çatalım!
Eh pes doğrusu! “dönmez evden çıkanlarımız bir daha evlerine – demirden tabutlarla bekleriz balkonlarda” Bekleriz hep değil mi? Beklemek ve orada beklemekten boyu uzamak gibi mesela. Haydi, bir çığır açalım, bir yol bulalım, bir uçurum alalım kendimize. Bize böyle hadsiz korkular aşılayanlara bir çimdik atalım, en azından bir yan bakış bırakalım. Bir höt sesine doğru bir minik adım atmaya hazırlanalım.
İşte böylece “Dil Kapısı”ndan içeri bir mızrak ucu olsun haydi demek için “sevgili okur: yarasını kanatan çocuk” yaranı sağaltacak merhemi muhakkak bulacak bir verimli bir ormanın vardır. Düşlediğin değil mi? Acılarını bastıracak bitki köklerinden şifalar dağıtan ilaçların var olacaksa eğer direnmeyi de bilecek ve bir esaslı hamle ile “ateşe mühür” vuracaksın elbet.

Gasıplar korkmalı artık!
Sonra bakarsın bir şey olur “hay der iptal eder şimdinin atlasını” atlas atlas olur o zaman. “kaç sabahın eşiğine döküldüm gözleriniz kör olsun için” ki bunca hunhar, bunca zulüm, bunca kan döktüğünüz coğrafya sizden alsın intikamını. Sizden alsın alacağını. Gasp ettiğiniz evini geri alsın. Memleketini, canını, ırzını, namusunu, evladı ayalini zalim tırnaklarınızın arasından koparıp alsın ki dünya bir oh çeksin. İnsan kendi olmalığının aşk ile yoğrulacağını ancak ve ancak muhabbet ile felah bulacağını bir daha haykırsın âleme.
Ey dil! Bir lahza bozmak ister misin karanlığın koynundaki fitne fesat yuvasını? Sen ki ey dil! Hani yılanı bile tatlı dilinle yuvasından çıkaran değil miydin yoksa?
Ey dil! Ey gönül! Ey yürek! Daha kırılacak kaç gönül kaldı? Daha paralanacak kaç yürek kaldı eli kanlı barbarların elinde? Kaç millik mesafen kaldı, kaç metrekarelik toprağın kaldı gasıpların elinde? Ey dil! Bir haykır. Ey gönül bir coş artık! Ey yürek biraz kabar dadost düşman görsün nasıl olurmuş karşı koymak, nasıl olurmuş devrim. Nasıl olurmuş diriliş...
“bizi evlerimizden devşiren cerrah​
Zakkumdan geçip​
Duruşunun koyaklarında kalınca böyle​
Virgülün ucunda kaskatı​
Bütün ateşleri tatmış bir dil gibi​
Tenha ve zamansız davetlerle topla bizi​
Topla ve bize​
Çağrılacağımız bir isim ver”​

Ve böylece Mehmet Narlı kitabına “Dil Kapısı” dedi. “Konuştum” dedi, “uçurdum kelimelerimi ıslak ıslak” dedi. Ve sonra bu kadar gıllı gışlı bir dünyanın kapısına dayandığında dayanamadı ve ”nihayet sen de / bir gülün boynunu kırmışsın” dedi.
İşte kırılmış, parçalanmış, işgal edilmiş, büyük bir insan kitlesinin sessizliğine uğramış, yani açıkça gadre uğramış bir coğrafyayı düşünmeden, hayıflanmadan yazılamazdı bu yazı derim kendime. Şairin muradı neyse belki bir açımlama ile daha deruni bir mecraya girilebilinirdi ama ben kendimce böyle hislerle hislendim.
Yani “siz merak etmediniz ben de anlatmadım / ne gördüysem gözlerinizde onu söyledim”
İyi mi?


Nurettin Durman



 
Üst