*Mehmet Fatih Çıtlak’dan Bediüzzaman(RA)*

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Keşkül Dergisi’nin sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Mehmet Fatih Çıtlak

Tasavvuf bir kâl ilmi değil bir hâl ilmi olduğu ve öğrenilmesi için tadılması gerektiği halde, onun söz ve yazı ile anlatılır hale gelmesi modern çağın bir gerekliliği mi?

Tasavvuf yaşandıkça anlaşılan bir ilimdir. Biz gelenek ve günlük hayat ilişkisini bu şekilde kurmaya çalışıyoruz. Kimliğini arayana ‘acaba bu beni ifade eden kültür, kimlik olabilir mi ?’ diye bir saha sunuyoruz. Hani “Üstad Bediüzzaman yedi yüz sene evvel yaşasaydı Mesnevi yazardı, Hz. Mevlânâ bu asırda yaşasaydı Risale-i Nur’u yazardı” denir ya, öyle bir şey. Bu devirde de her insana hitap eden bir güzellik var.

Dinlerin diyalog kurduğu bir zamanda insanların kendi dinleriyle diyaloğu koparması uygun olmadığı için herkesi ne kadar çok asgari müşterekte buluşturursak o kadar güzel olur. Keşkül, dervişlerin çeyizi anlamında eski adıyla cihaz-ı tarik, içine yiyecek içecek türü her nesnenin, para pulun konulduğu bir kap.

İnsanların tasavvufa olan meylinin bir tür moda olma tehlikesi yok mu?

Var. Kolaycılık gibi geliyor çünkü. Kendilerini gösterebilecekleri farklı bir kimlik ve kolayca hürriyetlerini tatmin edebilecekleri bir özgürlük sahası olarak görülüyor. Bunu renk olarak, mistik düşünce olarak, ‘Budizm’e gideceğine buraya gideyim’ gibi algılayan insanlar da var. Eskiden insanlar önce dini öğrenir, sonra mistik düşüncelere dalarlardı.

Günümüzde tasavvufu öğrenip sonra dini öğreniyorlar. Bu da da esasında kötü bir şey değil. Ama bize kendimizin yıkanıp temizlenebileceği birkaç havuzun kalması lazım.

Ünlü mutasavvıflardan Kuşeyrî, sûfîlerin tasavvufi bilgi ve halleri diğer birine aktarmak için özel bir dil kullandığına dikkat çekiyor. Keşkül sûfîden sûfîye uzanan bir iç dili mi yoksa genel bir dili mi benimsiyor?

Bu dili bilenlerin okudukça haz alabilecekleri yayın Keşkül. Anladık zannıyla bazı metinleri değerlendirme adeti o kadar çok başladı ki! Herkes Vahdet-i Vücud, Mevlâna denince onun manasını biliyormuş havasına girmeye başladı. Hâlbuki en basit Türkçeyle yazılmış Yunus’un şiirlerini bile o havayı teneffüs etmeden anlaşılamayacağını artık ifşa etmek noktasına geldik.

Kültürümüzü parçalamak, absorbe etmek isteyenlere karşı bunun bütününü anlatmak mecburiyetindeyiz.
Bu aşkı ve muhabbeti yaşayan insanlara zevk alacakları bir zemin oluşturmak ve bu aşkı ve kültürü hiç tanımayan insanlara bunun büyüklüğünü ve ihtişamını anlatmak istiyoruz. Keşkül’ü Etiler’deki bir kuaför de rahatlıkla masasının üstüne koyabiliyor, üniversiteli bir genç de koltuğunun altına alabiliyor.

Mevzu aşk olduğu için her kesime hitap ediyor. Bizim siyasetle, uçtaki farklılıklarla, ırk, milliyet ve cemaat taassubu gibi çekişmelerle hiç işimiz yok. Tasavvufta şu tarif üzere yürüyorum: Allah her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır. Aşk ve sevgi insanı hudutsuz bir âleme taşır. Tasavvuf Allah’ın bu aşka koyduğu çerçeveyi anlatan ilimdir.

O aşkın da kulluk derecesinde sınırı var. Allah’a nispetle yok; fakat kulun da bir haddi hududu var. 20 senedir, 2 bin küsur insanın İslâm’a girdiğini gördüm. Bunların arasında profesörler, rektörler, sanatçılar, papaz ve haham da vardı. Onlara söylenen sadece o aşkın ve muhabbetin Allah’a ait olduğu idi. Bu zamanda en büyük mutasavvıflardan biri de Bediüzzaman Hazretleri’dir. Kendisi de zaten Gavs-ı Azam’ın bile kendisine işaret ettiğini, şiirlerinde ebced hesabıyla Risale-i Nur’a işaret ettiğini söyleyerek, kendisinin de gelenek ve günlük hayat şeklinde Risale-i Nur’un günlük hayata taşınmış hâl olduğunu ifade buyuruyor.

http://www.semazen.net/news_detail.php?id=123
 
Üst