Mehmet Çetinkaya / Vatan Yıldızlardan Uzak Mı?

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
118065.jpg


Mart 2011

Eser I. Dünya Savaşı sonunda esarete düşen Mehmetçiklerin başlarından geçenleri anlatıyor. Bu konuda ülkemizdeki ilk derli toplu çalışma olan kitapta bazı fotoğraflar ilk defa yayınlanıyor. Tarihe meraklı olan herkesin okuyacağı kitap bir kahramanlar grubuna onlarca yıl sonra vefa hissiyle kaleme alınmış. Yıllarca esir kamplarında kalan, Türkiyenin unuttuğu kahramanlar bir gece başlarını havaya kaldırıp da yıldızlara bakarlar, yıldızlar uzaktadır, ama görünürdedir. Vatan ise sadece hatıralarda kalır, pek çoğu vatan toprağına bile gömülemez.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Gurbette unutulan Türk esirler

Yürek burkan bir esaret öyküsü ile başlıyor sözüne yazar. “Vatan Yıldızlardan Uzak mı” bir kitap isminin ötesine geçiyor, cevap için hiçbir kelime yok, sadece boynu büküp yere bakmak kalıyor.

Ben Baban Değilim Oğul
“Bir Halk Kütüphanesinin tozlu raflarında karşılaştım onunla. Sayfaları sararmış ve hayli yıpranmıştı. Bu sayfalar arasında gezinirken ateşten daha yakıcı bir yangına düştüm:
1917 yılının bir Ekim akşamı batmaya yüz tutan güneş ile birlikte sönmüştü ışığı. Ertesi gün güneş tekrar doğsa da onun ışığı bir daha dönmedi. Yâkup Peygamber’in oğlu Yusuf Peygamber’in yokluğuna ağlamaktan gözlerini kaybettiği Beyr-i Sebi’den; hem gözlerini hem koku hislerini kaybetmiş olarak ayrıldı. Bir İngiliz mermisi, gençliğinin en güzel hayallerini param parça etmişti. Kapatıldığı Seyd-i Beşir’de eziyetin türlüsüne muhatap oldu. Yılmadı, teslim olmadı. Yıllara bedel ayların ardından esareti sona erdi. Getirildikleri hanın bahçesinde, elinden tutacak ve haydi gidelim diyecek biri çıkar mı umuduyla beklerken bir çocuğun sıkı sıkıya eline yapıştığını fark etti.
— Sen kimsin oğlum?
— Ben oğlun Ali’yim baba. Esirlerin geldiğini duyan annem gönderdi.
— Benim baban olduğumu nereden bildin?
— Baban esirlikte kör olmuş, dedilerdi.
Çevresindeki arkadaşları, ‘hazır hanımı buldun, bak oğlu da var daha ne bekliyorsun’ deyip gülüşüyordu. Çünkü onun evli olmadığını biliyorlardı. Çocuk ise ağlamaklı bir sesle ‘haydi babacığım eve gidelim’ diye mütemadiyen yalvarıyordu.
—Haydi evladım sen evine git, ben senin baban değilim, diyerek çocuğu gönderdi.
Küçük yavru, yüreğini kavuran baba hasreti ve göğsünü sıkıştıran hıçkırıklarla uzaklaştı. Birkaç saat içinde herkes evine yollanmış, O ise meydanda yapayalnız kalakalmıştı.”
diyerek söze başlıyor yazar.

Kitapta onlarcası bulunan yürek burkan hikâyeden sadece biri anlattığı… İçinde onlarca gönül dağlayan esaret hadisesine, tarihe gömülen gözyaşlarına, vatan vatan denilerek kapanan gözlere yer veren “Vatan Yıldızlardan Uzak mı” kitabını yazarı Mehmet Çetinkaya ile konuştuk.

Gurbet Eldeki Esirlerimizi Unuttuk

Yazarın; “Neden böyle bir isim” sorusuna verdiği cevap, acılarla dolu bir okumanın ipuçlarını veriyor: Çetinkaya, kitabın isminin hikayesini dillendirirken bir yandan da yâd ellerde esaret altındaki Mehmetçikleri unuttuğumuzu anlatıyor. “Bu yiğitler, dinlerinin bekâsı ve vatanın namusu için daha çocuk denecek yaşta girdikleri siperlerde büyüdüler. Savaşları hiç bitmedi. Ve bir gün... Aldıkları emirle fırladıkları siperlere bir daha dönemediler. Vatanlarından çok uzak diyarlara götürülen bu mazlumların yaşadığı acılar, öyle kolayca üstesinden gelinecek gibi değildi. Düştükleri esaret cenderesinde; insanlığa sığmayacak muamelelere tabi tutulan esirlerimizi en fazla yıpratan ise “unutulmak” olmuştu.


Mehmet Çetinkaya, Vladivostok esir kamplarında kalan Mehmetçiklerin feryadını o dönemde gönderilen esir mektupları üzerinde yaptığı araştırmalarda gördüğünü anlatıyor. Hasret dolu satırlarda hep aynı konunun gündemde olduğunu anlatan yazar, mektupların genel duygusunu bir mektuptan hareketle şöyle aktarıyor:“…Birçok mektuplar gönderdiğimiz halde resmî cevap alamıyoruz. Yoksa hükümetin Vladivostok’ta toplanan bu binden fazla esirden haberi yok mu? Bizim memlekete gidip gidemeyeceğimiz, daha buralarda ne kadar kalacağımız niçin bize bildirilmiyor? Eğer memleketin selâmeti için bizim burada daha birkaç sene yahut ebediyen kalmamız isteniyorsa güle güle hepsine göğüs gereriz. Yalnız bizleri unutmayınız. Ara sıra selâm gönderiniz. Bizim; bir vakitler sizinle omuz omuza çarpışan; fakat harbin neticesi olarak esir düşen bedbahtlar olduğumuzu unutmayınız…”

Mektuplarının Bazısı Hiç Yerine Ulaşmadı

Kimi buz denizinde kimi kızgın çöllerde yanar esir Mehmetçiklerin. Kapatıldıkları tel örgülerinin ardından on binlerce mektup uçururlar memlekete doğru; ancak bu mektupların büyük bir kısmı asla yerine ulaşmaz. Mehmet Çetinkaya, bu mektupların bir kısmının hâlâ Kızılay arşivlerinde beklediğini bu zamandan sonra asla sahibine ulaşamayacağını anlatırken duygulanıyor. “Bu mektuplarda; evvelâ yaşadıklarını duyurmak için haykırdılar. Sönen her ümit ışığının ardı sıra metanet kalelerinden birkaç taş daha yuvarlandı. Tel örgülere saldırdılar; cinnetin sınırlarında boğuştular. Ne bir mektup geliyordu ne de sual eden vardı! Gözlerinin iliştiği her yönde, dikenli tellerin böldüğü bir başka iklimin çölleri, dağları veya ormanlarını gördüler. ‘Tel örgülerinin içinde durmaktansa…’ deyip firar ettiler; fakat buz çöllerinde, karlarla kaplı vadilerin bir köşesinde yahut da kum çöllerinin kızgın kumları arasında duruverdi yürekleri. Bir de… Ah şu vefasızlık! En çok da vefasızlığın acısıyla sarsıldılar.” diyor.

Yıldızlara Tutunmak

Günümüzde özellikle büyükşehirlerdeki ışık kirliliği, tepemizdeki yıldızları bize göstermese de o yılların esir Mehmetçikleri için yıldızların apayrı bir kıymeti olduğunu söyleyen yazar, esirler ve yıldızların ilişkisini şöyle anlatıyor: “Vatana ve sevdiklerine kavuşmak ümidinin sönmeye yüz tuttuğu vakitlerde esirler gökteki yıldızların ışığına tutunur. Tel örgülerin erişemediği, parçalayamadığı yıldızlara… Ardından da dualarına sığınırlar.”

Bu Kitap Vefasızlığımızın Vicdan Aynamıza Yansıması

Kitabın yazarının kendi hayatında bir esaret hikâyesi mevcut. Mehmet Çetinkaya, 93 Harbi sonrasındaki göç dalgasıyla kurulan, sadece Çanakkale Cephesi’nde 14 şehit veren küçük bir köyde doğan ve 1930’lu yıllarda çocukluğunu yaşayan annesinin anlattıklarıyla büyüdüğünü anlatıyor. Yazar, yıllar sonra bir hakikati fark etmiş. Vaktiyle anneannesinin iki ağabeyi, birlikte cepheye gitmiş. Halil, Arıburnu Yarları’nda şehit düşmüş. Annesi, bu dayısını talihli olarak yâd eder ve duasının peşine iki damla da gözyaşı eklermiş. Ömer ise esir düşmüş ve uzun yıllar sonra evine, ileri seviyede verem hastası olarak dönmüş. Hikayenin gerisini yazar şöyle anlatıyor: “Annem, dayısını anlatırken, ondan geriye kalan hatıra; hiç kesilmeyen öksürükleri ve mum gibi eriyen bedeniyle insanlardan köşe bucak kaçışı… Kalan ömrünü, küçük bir güneş ışığı arayarak evinin avlusunda geçirmiş. O, bir “marazlı”dır! Öksürük krizlerinden ötürü hiç insan içine de çıkamaz. Nerelere götürüldüğünü ve başına neler geldiğini kimselere anlatamaz. Utanır. Neticede, ne şehit olabilmiştir ne de gazi… Yıllar sonra okuduğum bir kitapta karşıma çıkan Hüseyin Sürek Dede’ye kadar bu hadiseyi asla düşünmemiştim. Hani tarih gurur duyulan ve heyecanla anlatılan vak’alar değil midir? Bir esirin nesi ile gurur duyacaksınız ki? Vefasızlığımız böyle mi başlar bilinmez.” diyen yazar, kitabının bu yüzden “vefasızlığımızın vicdan aynamızdaki yansıması” olarak gördüğünü vurguluyor.

İngiliz Kemal Gerçekti, Ezo Gelinler o kadar çoktu ki!

1970’li yıllarda, seyredenlerin kirpiklerini nemlendiren bir filmidir Ezo Gelin. Yazar, “Çok trajik bir ‘film’ sanmıştık Ezo Gelin’i. Oysa hakikat idi. Bu kitap, Kastamonu Meb’usu Halid Bey’in Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu 02.09.1339 tarihli takrîri bu yürekleri kanatan trajediyi gözler önüne seriyor. Yine TRT’de, Milli Bayramlarımızda yayınlanan ve her defasında gözyaşları eşliğinde ve gururla seyrettiğimiz bir film kahramanı vardı: İngiliz Kemal! ‘Bond’ lardan daha hakiki, ‘Lawrence’lerden daha tartışmasız bir kimlik olan Ahmet Esat Tomruk, nâm-ı diğer ‘İngiliz Kemal’ de esaret hatıralarıyla yine bu kitapta. Daha kimler yok ki! Medine Müdafii Fahreddin Paşa. Lawrence’i türlü tuzaklar kurarak bunaltan Kuşçubaşı Eşref. Meclis-i Mebusân’ı adeta basarak Malta’ya götürülen devlet ve fikir adamları…” diyerek kitaptan ilginç anekdotlar aktarıyor.
Çuval Geçirme İlk Değil

“Vatan Yıldızlardan Uzak mı” kitabı sadece hisli esir hikayelerinden oluşmuyor, çok sayıda görsel de kitaba eşlik ediyor. Bu görseller içinde yalın ayaklı esir askerlerimizi, boynu bükük düşman silahları gölgesinde oturan Mehmetçiklerimizi görmek mümkün. Ancak bir fotoğraf var ki bakanların yüreklerini bir defa daha kanatacağı kesin. 4 Temmuz 2003’te Irak'ı işgal eden ABD güçlerinin Süleymaniye’deki askerlerimizin başlarına çuval geçirerek götürmeleri hala hafızamızdadır. Bunun bir benzerinin tarihte esirlerimize yapıldığını 1917’de İngilizlerin yakaladıkları Mehmetçiklerin başlarına çuval geçirerek götürdüklerini kitabın sayfalarında görüyoruz. Dönemin İngiliz gazetelerinde yer bulan bu görüntü, “Vatan Yıldızlardan Uzak mı” kitabıyla ilk defa Türk okuruna da gösterilmiş oldu.
Yitik Hazine Yayınları tarafından piyasaya sunulan eser bugün kitapçı raflarında okurlarını bekliyor.
 
Üst