Mehmet Alagaş / Kimlik Tercihi

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
belkide fazla bilinmeyen fakat davası uğruna hayatını vermiş bir yazardır allah ondan razı olsun elime geçtikçe yazılarını yayınlamaya .alışacağım inşallah işte aynalar ve insalaradan bir bölüm


_380_2295.jpg



Önsözden

Gülmek veya gülümsemek, insanların fıtri ihtiyaçlarındandır. Hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, bütün insanlarda bu fıtri istek bulunmaktadır.

Nitekim Hak dinin peygamberi olan Resuluüah (s.a.v.) de, bu fıtri ihtiyacı dikkate alarak çevresindeki müslümanlara veciz latifelerde bulunmuştur. Mesela bizlere ulaşan bir rivayette, Efendimiz (s.av.) ile Hz. Ebubekir (r.a.) birlikte hurma yiyorlarmış.

Ebubekir (r.a) bir yandan hurma yiyor, diğer yandan ise yediği hurmaların çekirdeklerini usul usul Resulullah (s.a.v.)'in önüne koyuyormuş!.

Efendimiz (s.a.v.)'in önünde hurma çekirdekten çoğaldığı zaman, Ebubekir (r.a.) bu çekirdekleri göstererek ve gülümseyerek şöyle demiş.

"Ya Resulullah!. Galiba acıkmışsınız, epey hurma yediniz.

Rahmet peygamberi olan Resulullah (s.a.v.) gülümseyerek ve Ebubekir (r.a.)'ın önündeki çekirdehiz boşluğu işaret ederek şöyle buyurmuş.

"Ya Ebubekir! Sen daha fazla acıkmış olacaksın ki, hurmaları çekirdekleriyle birlikte yemişsin!."

Tabi ki hoş ve latif ifadelerdir bunlar.

Kendisine cenneti soran yaşlı bir kadına ise Yaşlı kadınlar cennete girmeyecek!, diye buyurduktan sonra, üzülen ve telaşa kapılan yaşlı kadına Yaşlı olarak değil, genç olarak girecekler müjdesini vermesi, yalandan ve aşırılıktan uzak aynı veciz latifelerdir.

Nitekim bu ve benzer rivayetlerden anlaşıldığı gibi, asr-ı saadet dönemi müslümanlan, gülmesini ve gülümsemesini bilmeyen asık suratlı insanlar değildir.

Yeri geldiği zaman onlar da latife yapıyorlar, onlar da gülüyorlar, onlar da gülümsüyorlardı.

İşte meseleye bu bağlamda yaklaşarak, elinizdeki kitap çalışmasında bazı nüktelere, latifelere ve hoşunuza gidecek kıssalara yer verdik İçimizde ve dışımızda meydana gelen bazı olayları, hoşunuza gidecek kıssalarla ve nüktelerle açıklamak istedik.

Fakat unutulmamalıdır ki anlatılan kıssalar ve bu kıssalarla işaret edilen olaylar, özellikle bizlerle yahndan ilgisi olan olaylardır. Dolayısıyle ne kadar hoşunuza giderse gitsin, bu hoşlanmayla birlikte sizleri düşündürmeyi ve zikredilen kıssalardan hisseler almanızı amaçlamaktadır.

Kitapta yer alan kıssalara, nüktelere ve latifelere bu amaç istikametinde yaklaşılırsa, hayırlara vesile olacağını umuyoruz.

Selam ve rahmet üzerinize olsun..
 

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
_380_2307.jpg


TAŞ


- İnsanları sevmiyor musun?

İhtiyar çayından bir yudum aldıktan sonra kendisine baktı.

- Genel bir soru mu?

- Evet

- Seviyorum

- O halde niye tek başına yaşıyorsun?

- Kendimi de seviyorum. Zaman zaman kendimi başkasıyla paylaşmak istemiyorum.

- Ama sevgi paylaşmaktır diyorlar.

- Doğru. Fakat herşey paylaşılmaz. Çünkü paylaşmak, parçalamak değildir.

- Anlayamadım!.

- İnsanlarla paylaştığın bir değer, insanlarla paylaştığın bir güzellik, bu paylaşmadan sonra bölünüyorsa, bu paylaşmadan sonra değer ve anlamı küçülüyorsa, bu paylaşmak değil parçalamaktır.

Genç adama göre ilginç ve gizemli cevaplardı bunlar. Cebinden sigara paketini çıkardı.

- Sigara içer misin?

- Bıraktım

Bir sigara çıkararak yaktı. Çayından da bir yudum alarak bardağı masanın üzerine koydu.

- Ben insanları sevmiyorum!.

Söylediği söze kendisi de şaşırdı!. Ne olmuştu kendisine!. İnsanların sorularına cevap vermek istemezken, bu ihtiyara sorusuz cevap veriyordu.

- Genel bir cevap mı bu?

- Evet, genel

- O halde bir insan olarak kendini tanımıyor, kendini sevmiyorsun.

İhtiyarın bu teşhisini hiç beğenmemişti. Bu kesin kanıya nereden ve nasıl varmıştı ki! Fakat yine de düşündü, yine de düşündü kendisini sevip-sevmediğini!..

Aklı ve duyguları karıştı.

Açık ve net bir cevap bulamadı sorusuna. Buna rağmen ihtiyarın teşhisini cevapsız bırakmak istemedi.,

- Kendime değer veriyorum

İhtiyarın yüzünde ilk kez bir şaşkınlık ifadesi gördü. Onun neden şaşırdığını düşündü. İhtiyar şaşırmakta haklıydı. Bu ihtiyara göre kendisine değer verdiğini söyleyen birisi intihara gidiyordu. Kendisini anlamaktan aciz olan bu ihtiyarın, acizliğini yüzüne vurmak istedir.,

- Beni anlayamazsın!.

- Önemli olan bir insanın kendisini anlaması, doğru anlamasıdır.

Bu sefer ikisi de şaşırmıştı. İhtiyar sözlerine devam etti.,

- Kendisini anlayan, doğru anlayan bir insan, bence anlaşılır bir insandır.

İhtiyarın bu bilgiç edası canını sıkmıştı. Bu nedenle cevabını çürütmek istedi.,

- Neden sigara içtiğimi anlıyor musun?

- Evet

Hiç sigara içmeseydin anlayabilir miydin?

- Hayır

Biraz sustu ve ilave etti.,

- Ne demek istediğimi anladın değil mi?

- Evet

Rahatlamıştı. Güzel bir örnekle meramını güzelce anlatmıştı. Sigara içmeyen bir insan, sigara içen bir insanın psikolojisini nasıl anlayamazsa, bazı olayları, bazı duyguları yaşamayan bir insan da, o duyguları yaşayan bir insanı anlayamazdı.

Sigarasını bu keyif ile içine çekti.

Konuşmanın kontrolü kendi elindeydi. İhtiyara belli bir seviyeden bakıyor ve istediği soruyu, istediği rahatlıkla sorabiliyordu.,

- Kaç yıldır buradasın?

- Sekiz yıldır. Fakat sürekli değil. Her yılın üç-dört ayı.

- İnzivaya mı çekiliyorsun?

- Halvet veya inzivanın hassas gerekçeleri vardır. Ben bu gerekçelere sahip değilim.

Pek anlayamamıştı bu cevabı.,

- Neden?

İhtiyar derin bir nefes alıp verdikten sonra tane tane konuşmaya başladı.,

- Bak genç adam!. Bu sorgulayıcı tavrın pek hoş değil. Daha birbirimizi hiç tanımıyoruz. Sen ise bir amir edasıyla bana sorular yöneltiyorsun!. Bütün bunlar burada misafir olmanın bir bedeliyse, ben geceyi karşıda, karşı ağacın dibinde geçirmeyi yeğlerim.

Bu sözleri hiç beklemiyordu. Öylece ihtiyara baktı. Her nedense bu ihtiyara acıdığını hissetti. Ev sahibi bu ihtiyar değil de, kendisiydi sanki. Evi kendisine bırakarak, karşı ağacın dibine gitmekle uyarmıştı kendisini.

Hafifçe gülümseyerek “Afedersin” dedi.

İkisi de susmuştu. İhtiyar adam kalkarak kendisine bir bardak çay daha koydu. Çayını alarak sandalyesine oturdu. Bu ihtiyarla birçok ortak noktası vardı. insanları sevdiğini söylemişti ama insanlardan rahatsız oluyor gibiydi. İhtiyarla yaptığı konuşmaları zihninden geçirdi.

Bazı şeyleri daha iyi anlamaya başlamıştı.

Veda tepesinden atlayacağını söylediği zaman tepki göstermemesinin nedenini de bulmuştu sanki!.

Herhalde bu ihtiyar da yaşamaktan bıkmış,

bu ihtiyar da yaşamaktan usanmıştı. Belki o da ölmek istiyordu, ölmek istiyordu ama o bir müslümandı. Allah inancı, onun bu isteğini engelliyordu. Sormadan edemedi.,

- Yaşamaktan bıktın mı?

- Sadece yorulduğumu hissediyorum.

- Ölmek istiyor musun?

İhtiyar, genç adamın gözlerine baktı. Bu sorunun ne anlama geldiğini, bu soru ile ne kastedildiğini görmek istiyordu.

- Hayır

- Doğru mu söylüyorsun!.

İhtiyar bu ithamlı soru karşısında kızmadı.

- Sen yalan söyler misin?

- Gerekirse

İster misin bu gecelik bir anlaşma yapalım, birbirimize hiç yalan söylemeyelim.

Genç adam bir an duraksadıktan sonra cevap verdi.,

- Tamam. Şimdi söyle, ölmek istiyor musun?

- Ölümden korkmuyorum, ölümden kaçmıyorum fakat ölmek de istemiyorum.

- Neden?

- Çünkü yaşamamın bir gayesi, bir anlamı var.


Mehmet ALAGAŞ

İnsan Dergisi Yayınları
 

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
din-gercegi-ve-islam-mehmet-alagas-r2297-sz380.jpg


İnsanlık Tarihinde Dinin Yeri


* Din olgusu, geçmişten zamanımıza uzanan bir olgudur. Birçok şeylerden vazgeçen, vazgeçebilen insanoğlu, hak veya batıl, doğru veya yanlış olan din olgusundan vazgeçememiştir. Tabi ki bunun nedeni, söz konusu yönelişin, fıtri bir yöneliş olması veya din olgusuna karşı duyulan fıtri ihtiyaçtır.


* Herhangi bir müstekbir veya müstekbirlere bağlı herhangi bir toplumbilimci, din olgusuyla yakından ilgileniyorsa, onların bu ilgisi hiç şüphesiz ki dindarlıklarından değil; vaziyet ettikleri veya vaziyet etmek istedikleri insanların dini inanışlarını, dini yönelişlerini daha yakından tanıyabilmek ve sömürü düzenlerinde, bu dini inanışlardan da faydalanabilmek içindir.


* “İrtica meclise girdi, laiklik elden gidiyor! ” gibi velveleler yapmaya hiç gerek yoktur. Türkiye’de elde olmayan laikliğin, elden gitmesi zaten sözkonusu değildir. İrticanın meclise girmesi ise hiç mi hiç sözkonusu değildir. Meclisteki adamlar politikacıdır ve çağdaş politikanın gereğini yapmakla yükümlüdürler. Bu gereklerden birisi de halkın dini yönelişlerini dikkate alarak, halkın nabzına göre morfin vermektir. Çünkü adına demokratik denilen sistemlerde, huzurlu ve istikrarlı sömürünün ilk şartı, sömürülecek olan insanların boş kafalarını sallayarak sömürüyü oyları ile tastik etmeleridir. Demokrasiyi şiar edinen bu politikacılar, demokratik oy olmadan, demokratik oyun olmayacağını bilirler. Sömürgedaşlar oylarını verecekler, sömürgeciler de oylarını oynayacaklardır. Dolayısıyla bu yöneticiler ve bu politikacılar için, halkın dini inançlarını veya dini eğilimlerini dikkate almak, vazgeçilmez bir gerekliliktir.


* Din gerçeği, hiçbir zaman aslına uygun olarak ele alınmaz. Dini söylemlerinde, gerçek dinde olmayan bid’at ve hurafeleri ön plana çıkardıkları gibi, varolan bazı dini gerçekleri de dolaylı veya dolaysız yollarla kendi çıkarlarına göre değiştirmeye çalışırlar.
 

ahras

Üye
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
16
Tepkime puanı
1
Puanları
0
mehmet alagaş sevdiğim vede kitaplarını okuduğum değerli
bir yazar.
 

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
tapusuz-suleyman-mehmet-alagas-r2314-sz380.jpg




TAPUSUZ SÜLEYMAN


Şeytan aleyillane insandaki korku eğilimiini kullanarak bir kişiyi cehenneme sürüklüyorsa insanlardaki sevgi eğilimini kullanarak bin kişiyi cehenneme sürükleektedir. Bunun nedeni tüm insanlar tarafından secginin hoş ve güzel bir dygu olarak tanımlanmasıdır. İsmi bile güzel olan sevgi, neden tehlikeli olsundu ki!. Hele hele bu sevgiyle sevilenler,eş ve çocuklarsa bunun neresi kötü olabilirdi!. Oysa bizlere gayet makul ve makbul gelen bu sevgi konusunda, Rahman olan Rabbimiz bizleri bir çok ayet-i kerime ile uyarmıştır. Mesela tevbe süresinin 24. ayetinde "De ki: "Eğer babalarınız, çacuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resülünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez."" buyrulmaktadır.Dikkat edilirse uyarıldığımız konu sevgiyle, sevmekle ilgilidir. Rahmani ölçüye göre gerçek müminlerdeki sevgi sıralaması ise Allah, O'nun Resulü ve O'nun yolunda cihad etmek olarak belirtilmektedir. Elbetteki eşlerimizi, elbetteki çocuklarımızı seveceğiz elbetteki evlerimizi ve mallarımızıda sevebiliriz. Ancak bunlara karşı duyduğumuz sevgi, Allah'a, Resulüne ve O'nun yolunda cihad etmeye karşı duyduğumuz sevginin önüne geçtiği zaman, Rabbimizin azap ve müsibet emrini beklememiz gerekir.Çünki bu bir fısktır, bu bir fasıklıktır. Haddi aşan böylesi sevgilerin layığı İlahi nefrettir, azap ve müsibettir. Bunları dikkate alarak kurduğunuz ve kuracağanız evliliklerde lütfen dikkatli olunuz. Eşlerinize ve çocuklarınıza karşı duyduğunuz sevgi, dizginleri tutan ellerinizin titremesine, ellerinizin gevşemesine neden olmasın! Onları seviyorsanız, onları öncelikle ateşten korumanız gerektiğini bilmelisiniz. Onları ateşten koruyabilmek ise bu ateş Sahibinden korkmanızla ve O'nu herşeyden çok sevmekle mümkündür. Dünyayı kurtarmak istiyorsanız öncelikle kendinizi, öncelikle evinizi, öncelikle ailelerinizi kurtarmalısınız.


Mehmet ALAGAŞ
İnsan Dergisi Yayınları
 

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
_380_2316.jpg


Yol mu kapalı, göz mü kapalı?

Almanya’dan veya diğer Avrupa ülkelerinden karayoluyla Türkiye’ye gelen kardeşlerimiz bilirler. Özellikle izin zamanlarında, bu yollarda oldukça uzun konvoylar oluşur.

Bazen iki-üç kilometre uzunluğuna varan bu konvoylar, trafik sıkışıklığına göre yarım saatlik yolu, ancak beş-altı saatte katedebilirler.

Bazen ise konvoy tamamen durur. Tekrar hareket edebilmek için yolun açılmasını beklemekten başka çare yoktur. Nitekim kontaklar kapatılır, el frenleri çekilir ve başlanır beklemeye.. Bu arada karnı aç olanlar arabada veya yol kenarında yemek hazırlığına girişirler. Karnı tok olan yorgun yolcular ise genelde uyumayı tercih ederler.

İşte böyle bir konvoyda bulunan bir arkadaşımız da uyumayı tercih etmişti. Çünkü böylesi duraksamalar, şoförlerin dinlenebilmesi için en iyi fırsatlardır. Nitekim arkadaki arabaların şoförleri de bu fırsatı ganimet bilmiş ve onlar da uyumuşlardı. Olayın bundan sonraki durumunu ise arkadaşımız şöyle anlatıyor.,


- Abi, ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Fakat kısa bir süre olmasa gerek. çünkü gözlerimi açtığımda, önümdeki bomboş ve ıssız bir yol uzanıyordu. Arkadakilerin bana küfredeceğini düşünerek hemen arabayı çalıştırdım ve bastım gaza. Bir, birbuçuk saat tam topuk gitmeme rağmen, önümdeki konvoyun kuyruğuna yetişemedim. İşin garip tarafı yolda uzun bir çay ve kahvaltı molası vermeme rağmen arkamdan gelen hiçbir araba yoktu. Herhalde benim arkamdaki şoförler daha uyanmamıştı!.

Bu olayı dinlediğim zaman üç-beş kilometre uzunluğundaki bu konvoyda bulunan insanları düşündüm!. Hiç şüphesiz ki bu konvoyda uyumayanlar, uyanık olanlar da vardı. Bu uyanık insanlar,

elleri direksiyonda,

ayakları gaz pedalında yolun açılmasını sabırsızlıkla bekliyorlardı!.

Yolda herhangi bir tıkanıklığın olmadığını, yolun açık olduğu tabi ki bu uyanık insanların hiç aklına gelmezdi. Çünkü bu uyanık insanlara göre, şayet yol açık olsa, öndeki arabalar mutlaka ve mutlaka hareket ederlerdi!.

Bu uyanık insanlar,

öndeki yolun açık, fakat öndeki gözlerin kapalı olduğunu nereden bileceklerdi ki?.

Tabi ki bu olayı sizlere, hoşunuza gitmesi için anlatmadım. Çünkü sizler de birbirini takip eden, birbirinin peşi sıra giden bir konvoyda bulunuyorsunuz. Sevdiklerinizi, saygı duyduklarınızı, yetkin ve yeterli gördüklerinizi geçirmişsiniz bu konvoyun başına!.

Bunlar durdukları zaman, konvoy da duruyor, siz de duruyorsunuz..

Ve gönülleriniz rahat

ve herhangi bir endişeniz, herhangi bir kuşkunuz yok..

Çünkü öndekiler durduğuna göre, mutlaka ve mutlaka yol kapalıdır!. Yol açık olsa hiç gitmezler mi? Hiç hareket etmezler mi?

Sizler uyanık olduğunuza göre, sizlerin önündekiler haydi haydi uyanıktır değil mi?

İşte bu kanaatinize, sadece bir kelime ilave etmek istiyorum.,

- Acaba!..

İnsanoğlunun ölüme yakından bakmasıve ölüü dikkate alması lazımdır. Ancak, ölümü dikkate alarak öldüğünü değil dirildiğini görebilmeli. İnsan, bu sayede farkındasız yaşadığı hayatı farketmeye eşyanın ve insanın hakikatini farketmeye başlar. rabbimizi ve onun sevgisini kalbinde hissettiğinde duygularının beşle sınırlı olmadığını hissedecektir. Şimdiki zaman ve mekandan bakarak donuklaşan tek bir film karesi gibi algılanan dünyaya geçmişten ebediyete uzanan bir zaman ve mekan boyutundan bakmaya başlayacaktır. bu bakışla birbirir ardısıra gelen film karelerinin birleştiğini, hareket ve canılılık kazandığını görebilir.İşte hayattaki bu canlı hareketliliği farketmek, insanoğluna hayatın hakikatini, dünya yaşamının nereden gelip nereye gittiğini de gösterir.
şüphesiz en son varış Rabbinedir. Şüphesiz O güldürür ve ağlatır. Şüphesiz O diriltir ve öldürür.

DİVANE
Mehmet ALAGAŞ

İnsan Dergisi Yayınları
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Mezar Notları - Mehmet ALAGAŞ

_380_2291.jpg


Mezar imamından başka meyyidin kabri başında kimse bırakılmadı. İmanın yanlzı başına kabrin başında kalışı bazı meraklı gazetecilerin dikkatini çekmişti. Gazetecilerden birisi orada bulunan bir din görevlisine yanaşarak sormaya başladı;

-Kabrin başınd imam ne yapıyor?

-Telkin veriyor...

-Anlayamadım biraz açar mısınız?

-Efendim, ölüye bazı katırlatmalarda bulunacak.

-Neyi hatırlatacak?

-Allah´ı, Peygamberi, Kitabı, Dini...

-..........?

İslam´ı bilen kardeşlerimiz "Bu telkinden ziyade açık tebliğdir" diyeceklerdir. Evet, açık tebliğdir bu!.

Ölülere açık tebliğ!.

Ölülere açık olduğu için bir sakıncası yok.

Ölülere olduğu için telkin veren imam efendi gayet rahat. Hiç mi ama hiç korkmuyor telkin verirken. Oysa aynı imamı bir hafta önce meftanın makamına göndererek "Adam sağ iken bunları anlat" deseydik, ne mümkün efendim!.

Bize korkuyla bakarak "Siz benim ekmeğimle mi oynuyorsunuz? " diyecekti.

Fakat artık rahattır!.

Korkmasına gerek yoktur. Nasıl olsa ölüdür kabirde yatan, kabirden kalkıp kendisini işten atacak veya sürgüne gönderecek değil ya!
modify_inline.gif
 

misak

Profesör
Katılım
24 Eyl 2007
Mesajlar
1,691
Tepkime puanı
126
Puanları
0
yaklaşık 15 yıl önce okumuştum muammer özkan müstear ismi ile yazmıştı hala bir çok yeri aklımda muhteşem bir kitap herkese tavsiye ederim...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Teşekkür ederim
Ne olmadığımızı ne olmamız gerektiğini
onun kitaplarında okuyarak yeni bir yola
ezberlenmiş tüm fikirleri atarak girmiştik.

_380_99631.jpg


Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibi; bir insanı dirilten bütün bir insanlığı diriltmiş gibi olacağına göre, bu ilâhi prensip istikametinde anneler hakkında da gayet açık bir ifadeyle:

"Bir insanı doğuran, bütün bir insanlığı doğurmuş gibidir!..." diyebiliriz.

Bütün bir insanlığı doğurmak!

Bu ifade anneler ve annelik için mübalağalı bir ifade değildir.

Anneler gerçekten bütün bir insanlığı rahimlerinde taşıyan,

Bütün bir insanlığın doğum sancılarını çeken,

Bütün bir insanlığı doğuran,

Bütün bir insanlığı sütleriyle besleyen,

Bütün bir insanlığın altlarını temizleyen,

Bütün bir insanlığı yetiştiren insanlardır. (Kadının Onuru, Mehmed Alagaş)
 

Berke

Kıdemli Üye
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
3,878
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Konum
Masal Aleminde
Allah razı olsun Mehmet Alagaş Tevhidi kavrayıp hayatına yansıtabilen bir muhterem.
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Müminun Suresi, 99-100)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
_380_2313.jpg


Durmuyordu,

durmak bie yana git gide şiddetleniyordu bu sarsıntılar!.

Sartıntıyla kolkola gelen müthiç uğultu ise sarsıntıdan daha fazla bir korku, daha fazla bir dehşet veriyordu insanın içine!.

Bu bir se miydi, yoksa yıllarca birikerek büyüyen öfke ve kızgınlık dolu bir homurtu mu pek anlaşılmıyordu!.

Ne yapacağını şaşırdı Hakan!.

Duyduğu dehşetten nefes almayı unutmuş gibiydi!.

Aman ya Rabbi ne kadar uzun, ne kadar da uzun sürüyor" dedi içinden!. Küçücük bir zaman dilimi olan saniyeler, küçücük içlerini deprem gerçeğiyle doldurarak bir saat, bir gün, bir hafta gibi genişliyorlardı sanki!.

Mahzene doğru hızla inerlerken arkalarına hiç bakmıyorlar, arkalarına hiç bakmak istemiyorlardı artık!. Çünkü git gide artan müthiş bir çatırtı sesi kendilerine yaklaşıyor, kendilerini takip ediyor gibiydi!. Sanki arkalarından moloz yüklere, dehşet verem nir gürültüyle kamyonlarca moloz dökülüyordu!.

Fakat canlıydı, canlanmış bir canavar gibiydi bu molozlor!. Uzun yıllardır insanların isyanını sessiz bir öfke ile seyreden tavanlar, insanların küfrünü büyük bir sabirla dinleyen duvarlar, deprem ile canlanarak bu yılların hesabını sormak istiyorlardı!.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
_380_2308.jpg


Sonra,

sonra engin bir sessizlik!..

Yerdeki cesedinize bakıyorsunuz!..

Daha önceleri "Benim elim, benim ayağım, benim başım..." diyerek kendinizle özleştirdiğiniz bu et yığınının sizden ayrı, sizden farklı bir şey olduğunu yeni farkediyorsunuz!.. Size emanet olarak verilen bu cesadin yaratıcısı geliyor aklınıza!..

"Allaaah" diyorsunuz dehşetle!..

"Dünya hayatında ne yapmam gerekirdi ve ben ne yaptım? " sorusu ateşten, bir göktaşı gibi düşüyor üzerinize!.

Eziliveriyorsunuz!.

Kalkamıyorsunuz, öırpınamıyorusnuz, kımıldayamıyorsunuz bu sorunun altında!. Oysa cevabını bildiğiniz bir sorudur bu!. Fakat yine de susmayı tercih ediyorusunuz!. Çünkü dilinizin ucuna gelen cevap, dilinizi bile utandıran bir cevaptır!.

Panik içindesiniz!.

Bütün bunlardan kaçmanız bütün bunlardan kaçabilmeniz, kendinizden kaçmanıza, kendinizden kaçabilmenize bağlı!.

Fakat ne mümkün!.

Size sizden uzak, size O´ndan yakın hiçbirşey yoktur etrafınızda!.
 

muğlakgölge

Profesör
Katılım
19 Nis 2008
Mesajlar
997
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Yaş
42
Aynalar ve İnsanlar - Mehmed Alagaş

_380_2302.jpg


Kaç gündür yolda olduğunu unutmuştu.

bitkin durumda olmasına rağmen, çok halsiz kalmasına rağmen, uykusuz olmasına rağmen ayaklarını zorla sürümesine rağmen durmak ve durdurulmak istemiyordu. çünkü trene yetişecekti.çünkü trene yetişmesi lazımdı. çünkü kutlu ve mübarek trene binmesi ve bu atmosferden, bu zulümden, bu çirkeflikten kurtulması gerekti.

tren düşüncesi aklına gelince tozlu topraklı yüzü tekrar aydınlandı. ayakları tekrar çırpındı koşturmak için. elindeki tesbihin her tanesini çekerken ´yetişmeliyim, yetişmeliyim, yetişmeliyim...´ diyordu. otları ağaçları taşları soğuk nefesiyle okşayan rüzgarın uğultusunda sanki tren sesi duyuyor ve bu endişeyle bu korkuyla daha hızlı gitmek istiyordu.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
_380_2300.jpg


Kur´an´a yönelirken (Tefsirlerden faydalanmak)


Bütün tefsirlerin yaşanılan çağa göre hazırlandığını dikkate al*mamız gerekir. Daha önce de belirttiğimiz gibi İlahi mesaj, evrensel olan bir mesajdır. Müfessirlere düşen görev, söz konusu İlahi mesajı kendi zamanına ve kendi toplumuna iletmesidir.

Rivayet tefsirlerine nakli tefsirler de denilmektedir. Çünkü bu tefsirlerin içeriği, genel olarak nakillere dayan*maktadır. Rivayet tefsirlerinde esas alınan husus; ayet-i ke*rimelerin diğer ayet-i kerimelerle, Resulullah (s.a.v.)´in ve sahabenin bu konulardaki sözleriyle açıklanmasıdır. Hatta bu tefsire sahabelerin sözleriyle birlikte, tabiilerin de ilave edileceği kanaatinde olanlar vardır. Rivayet tefsirlerinde böylesi zengin nakiller olmakla beraber, bu nakillere İsrailiyatın ve bazı uydurma haberlerin de girmiş olması, rivayet tefsirlerinin zayıf yönünü oluşturmaktadır.

Dirayet tefsirleri ise sadece rivayetlerle sınırlı kalma*yıp, din, dil, edebiyat ve değişik ilimlere dayanılarak yapı*lan tefsirlerdir. Dirayet tefsirlerine aynı zamanda re´y tefsi*ri denilmesinin nedeni, bu tefsirlerde re´ye de yer verilmesidir. Re´y tefsirinin caiz olup/olmadığı meselesinde oldukça uzun tartışmalar yapılmıştır. Bununla beraber re´y tefsirleri mezmum ve memduh olmak üzere ikiye ayrılmış, memduh olan caiz görülürken, mezmum olanlar caiz gö*rülmemiştir.

Tefsirler hakkında bu çok kısa bilgiyle birlikte, bütün tefsirlerin yaşanılan çağa göre hazırlandığını da dikkate al*mamız gerekir. Daha önce de belirttiğimiz gibi İlahi mesaj, evrensel olan bir mesajdır. Müfessirlere düşen görev, söz konusu İlahi mesajı kendi zamanına ve kendi toplumuna iletmesidir. Bu mesaj iletilirken hiç şüphesiz ki yaşanılan zamanın ve içinde bulunulan toplumun birçok durumu dik*kate alınacaktır. Nitekim bütün müfessirlerin yaptığı da, evrensel olan İlahi mesajın özellikle yaşanılan zaman dili*mine yansıyan boyutuna, o çağdaki insanların anlayışına göre açıklık getirmeleridir.

Bu gibi eserlerdeki bazı hükümlerin tefsirlerinden günümüzde de faydalanabilmemiz mümkün olmakla beraber, bütün hükümlerin tefsirine aynı yaklaşımda bulunamayız. Çünkü hiçbir tefsir, genel olarak evrensel değildir. Evren*sel olan İlahi mesajın yorumu veya tefsiri değil, İlahi mesajın bizzat kendisidir.


İlahi mesaj kıyamete kadar bütün zamanları ve mekanları dikkate alırken, tefsirler genel olarak yaşanılan za*manı ve mekanı dikkate alırlar ve dikkate almak zorunda*dırlar..


Netice olarak tefsirlere bu bilinçle yaklaşmamız, yaşa*dığımız çağdaki insanları İlahi mesajın asırlar önceki tefsiriyle değil, bugünümüze ışık tutan apaçık içeriği ile karşı karşıya getirmemiz gerekir.

Çünkü altının çizilmesi gereken gerçek, ayetin tefsiri ayet, vahyin yorumu vahiy değildir.

Ayetin tefsirini ayet, vahyin yorumunu vahiy yerine koymak ve bu tefsirle*rin tefsirini, yorumların yorumunu yaparak insanları bun*larla karşı karşıya getirmek, insanlara açıkça zulmetmek olacaktır.

Bütün tefsirler, bu tefsirlerdeki açıklamalarla sınırlı kalmamamız kaydıyle faydalanabileceğimiz eserlerdir. Özellikle gramer ağır*lıklı tefsirler, arapça bilmeyen müslümanların sık sık müra*caat edecekleri ve faydalanabilecekleri tefsirlerdir. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi, Kur´an-ı Kerim anlayışımızı bu gibi eserlerle, bu gibi tefsirlerle sınırlı tutmamamız gerekir.

Bunlarla sınırlı kalmamız, Kur´an-ı Kerim´i anlamak değil, Kur´an-ı Kerim´den sadece geçmiş müfessirlerin ne anladığını anlamamızı sağlayacaktır. Böyle bir anlayış ise, günümüze uzanan ve gü*nümüz için kesinlikle yeterli olabilecek bir anlayış değildir. Çünkü günümüzde anlamamız ve günümüz insanları*na anlatmamız gerekengerçekler, İlahi vahyin belli bir dö*nemdeki tefsiri veya yorumu değil, İlahi vahyin evrensel mesajıdır.
 
Üst