Mehmet Akif'i ne kadar tanıyoruz?

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
SEZAİ KARAKOÇ’UN 'ÂKİF'İ
22554.jpg

Abduh ile Mehmed Akif'in farkı
Üstad Sezai Karakoç'un Mehmed Akif isimli eserinde Muhammed Abduh ile Akif arasındaki irtibat ve fark da ele alınır..


Geçen zamana karşı yıpranan değerler dünyası, çöküşe geçmiş bir devlet ve yalnız kalmış, parça parça bölünmüş bir millet(ümmet) ve bunlara karşı dimdik duran, düşünerek savaşan, mücadele eden büyük bir fikir adamı: Mehmet Âkif

22555.jpg


Ailesi, okulu, içinde bulunduğu sosyal yapı ve siyasi ortam Akif’in düşünce dünyasını etkilemiş, zenginleştirmiştir. Mesleği gereği Anadolu’yu karış karış gezmiştir ve yavaş yavaş o büyük şair, düşünce adamı karşımıza çıkmaktadır. Sezai Karakoç’un deyimiyle: “Her geçen gün, her sabah, dağların üstünden aşan bir gün ışığı, bu tablonun bir tarafını tamamlıyor, aydınlatıyor.”

Biri modernist diğeri Müslüman
Düşünce dünyasının olgunlaşması sonucu kendini İslamcılığın ortasında bulur. Çoğu kişiye göre de Mısır ve Hindistan’daki Muhammed Abduh, Efgani gibi kimselerin Türkiye’deki temsilcisidir. Ancak Sezai Karakoç buna karşı çıkmaktadır. Muhammet Abduh modernist, Müslümanların geri kaldığını düşünen, bunun da sebebini İslam’ın kendisine değil, İslam’ın yanlış yaşanmasına bağlayan Mısırlı bir düşünür. Akıl ile İslam’ın çelişmediğini savunur. Biraz da dönemin şartları bu düşünceyi doğurmuştur. Sezai Karakoç’a göre “Âkif’in bu düşünürlerin tesiri altında kalışı mübalağa edilmiştir. O adeta bu fikir adamlarının ortaya atığı fikirleri bir müdafisi, o ekollerin bir şairi gibi gösterilir. Hâlbuki Türkiye’de yeni İslam düşüncesinin doğuşu apayrı şartlara bağlı olmuştur. Türkiye’dekiler çekirdekten yetişme İslamcılardı ve İslam tehlikeye girdiği için endişe duyuyorlardı. Diğerlerinde ise sistemin getirdiği zorluklar o düşünceleri doğurmuştur.” Sezai Karakoç’a göre aralarında düşüncelerin paralelliğinden başka bir şey yoktur ve araştırılsa çok ters düşecekleri noktalar da bulunabilir.

Uyanışı şiir gerçekleştirdi
Âkif bu dönemde İslam’dan uzaklaşmanın ne gibi felaketlere yol açacağı konusunda dönemin aydınlarını şiirleriyle, makaleleriyle uyarmıştır. Ancak bu uyarılar yönetici ve aydın kesimde hiçbir yankı uyandırmamış ve çöküşün önüne geçilememiştir. 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş yılları… Anadolu insanı varını yoğunu ortaya koyarken, Âkif tüm karamsarlık bulutlarını ortadan kaldırmış, aydınlardan alamadığı cevap için halka yönelmiş ve kurtuluş yolunun haritasını çizmiştir. Halkı İslam’a sarılmaya davet etmiş, uyuyan kahramanı şiirleri ile uyandırmıştır.

Kökler yok edildi
Kurtuluş Savaşı kazanılır, ancak bu dönemden sonra Âkif çok büyük hayal kırıklığına uğrayacaktır. Bu noktada yine Sezai Karakoç’a kulak verirsek: “ Akif-ki o, cemiyetin müesseselerinin baştan sona yenilenmesi gerektiğini hayatı boyunca savunmuştu- devrimin nesine karşıydı? Âkif şüphe yok ki devrimlerim parça parça gerçekleştiğinden çok esprisine karşıydı.” O’na göre geçmişle, İslam’la olan tüm bağlarımız tamamen kopuyordu bu devrimlerle. Tarih dışı bir toplum oluyorduk.
Kendi kendine Müslümanların içine düştüğü felaketleri, sefaleti, kardeşliği unutmalarını, kiminin kültür olarak sömürgeleşmesini sürekli düşündü. Ümitsizliğe karşı hep dik duran ve ye’si en büyük düşman ilan eden büyük şairin, bu derecede ümitsizliğe düşmesi… Bu devreyi yine Sezai Karakoç’tan dinleyelim : “Cihan ve İstiklal savaşları bitip devrimler başladığında Âkif ’in sustuğunu görüyoruz… Âkif gibi bir şairin cemiyette oluşan bu değişim karşısında susması, denebilir ki en büyük tepkisi, en güçlü protestosudur.” Büyük şair yavaş yavaş solmakta ve tel tel dökülmektedir.

Varlığı boşuna değildi
Ve Mısır dönemi… “Mısır da yazdığı şiirler denize yaklaşmış bir nehrin psikolojisini taşır. Ölümün gölgesi vurmuştur bu hayat şiirlerinin üstüne… Bir nehrin denize karışırken faydalılığını kaybetmeyişi gibi, Âkif de, faniliğe sosyal açıdan bakar; zulmün ebedileşemeyeceğini görür ve artık olaylara sırt çevirerek mutlak içinde erir. ”
Nereye baksak, hangi İslami düşünceye göz atsak, mutlaka Âkif‘in izine rastlıyoruz. Bir parçasını görebiliyoruz ne kadar unutulmuş gibi gelse de bize. Ey büyük şair sakın ümitsizliğe düşme, seni unutmadık ve unutmayacağız. Senin dediğin gibi “zulmü alkışlamayacak, zalimi asla sevmeyeceğiz”.
Sezai Karakoç’un Akif’e boşuna demiyor ya: “Boşuna yaşamadın, boşuna savaşmadın, boşuna ölmedin.”
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Yoksul Mehmet Akif'in emekli maaşı

İstiklal Marşımızı yazan ve ödül olarak verilen 500 lirayı orduya bağışlayan ve sırtında paltosuz dolaşan Mehmet Âkif'in vefatından 7 ay önce emekli maaşı bağlandığı bulunan cüzdanla bulundu. Akif'in aldığı maaş da belli.



Yakın tarihimiz üzerine yaptığım çalışmalar sırasında Mehmet Âkif’in emekli cüzdanını buldum. Basında ilk defa bugün Milliyet‘te yayımlanıyor.

Âkif’in emekli aylığı 478 lira 20 kuruştu.
Emekli maaşı, 1 Haziran 1936 tarihinden geçerli olmak üzere bağlanmıştı. Vefatından 6 ay 26 gün önce...
Demek ki sadece 7 aylık maaş alabilmişti.
Biliyordum ama gözümle görünce, Âkif’in hasta yatağında titreyen ellerinin değdiği emekli cüzdanına dokununca hüzünlendim, efkârlandım...
Şair Tarhan’a maaş
Büyük şairlerimizden Abdülhak Hâmit Tarhan, Osmanlı sarayının dostuydu. Milli Mücadele yıllarını Avrupa’da geçirdikten sonra yeni rejimin de dostu oldu. Ünlü bir şairimiz olduğu için Atatürk ona büyük ilgi gösterdi, 7 Nisan 1924 tarihinde 68 sayılı kanunla “Vatani Hizmet Tertibinden” maaş bağlattı..
Dahası, Hâmit 1927 yılında İstanbul mebusu yapılmış ve 1937’de ölünceye kadar mebusluğu devam etmişti.
Can Dündar Lüsyen’de ayrıntılı olarak anlatır bunu.
716020101229072705917.jpg


Yoksul Mehmet Âkif
Milli Mücadele’ye büyük emek veren, Birinci Meclis’e Burdur Mebusu olarak katılan, İstiklal Marşımızı yazan ve ödül olarak verilen 500 lirayı orduya bağışlayan Âkif ise sırtında paltosuz dolaşıyordu.
Emekli cüzdanında Âkif’in adresi olarak “Beyoğlu, Parmakkapı Mısır Apartmanı’nda Fuat Şemsi yanında” kaydı okunuyor.
Fuat Şemsi gibi dostlarının böyle desteği olmasaydı Âkif’e kim bakardı?
Ailesinin bakım gücü yoktu.
Emekli maaşından borç
Emekli cüzdanının son sayfasında Âkif’in el yazısıyla yazdığı nottan anlıyoruz ki, mayıstan geçerli olarak bağlanan maaş ekim ayında ödenmeye başlanmış. Âkif, “600 lira borç” diye yazmış. Toplu ödenen 2976 liradan bu borcu düştükten sonra kalan kısmı ailesine vermiş.
İki ay sonra 27 Aralık’ta vefat ediyor.
Çıplak tabut içinde musalla taşına konulan cenazesine üniversite öğrencileri ve halk sahip çıkacaktı, devlet değil...
Neden Mısır’a gitti?
Âkif’in ta 1936 yılında ölmek üzere yurda dönüşüne kadar Mısır’a gidişi Takrir-i Sükun dönemindedir. Dostu Abbas Hilmi Paşa’nın davetiyle gitti.
1928’de harf devrimi yapıldıktan sonra ta 1943 yılına kadar Safahat’ın hiç basılmamış olması nasıl bir siyasi atmosfer yaşandığını gösterir.
Âkif şapkadan değil, bu atmosferden Mısır’a gitti ve Kahire Üniversitesi’nde Türkçe profesörlüğü yaparak kendisinin ve ailesinin mütevazı geçimini de sağladı.
Mehmet Akif Üniversitesi, Âkif’in Mısır’dan eşine ve kızı Suat’la büyük oğlu Emin’e yazdığı mektupları tıpkı basımlarıyla yayımladı. Bunun için Rektör Prof. Gökay Yıldız’ı kutluyorum.
Mektuplarda ima yoluyla dahi hiç mi hiç siyaset yoktur; ıstıraplı bir babanın hasret yüklü satırlarıdır.
Polis takibi ne demek?
Mısır’a gidişinin asıl sebebi “maaşsız, işsiz ve takip altında” kalmış olmasıdır. Peşine polis hafiyesi takılması çok ağırına gitmiştir. O devirde “polis takibi”nin ne demek olduğunu anlamak için Kâzım Karabekir’in anılarına bakmak yeterlidir.
İsmet İnönü de başbakanlıktan uzaklaştırıldıktan sonraki kısa dönemi anlatırken İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın çalışmaları konusunda şunları yazmıştı:
“Şükrü Kaya son zamanlarda herkesi takip ettiriyor. Tabii bu eski muhalifleri çok ayıp ve şiddetli bir surette tazip ediyor (azap veriyor). Herkesi hayat endişesi ile muhafızlara, hususi muhafızlara gark etmek istiyor...” (İnönü Defterler, cilt I, sf. 258)
Bir de Âkif’in adeta nefes alamaz hale geldiği Takrir-i Sükun dönemini düşünün.
Mehmet Âkif yılı
Devrimlerin tabiatında bu vardır, başka türlü olmaz. Ama bugün büyük Âkif 72 milyonu birleştiren milli bir simge haline gelmiştir.
Âkif’in şapka, medeniyet, İslam, milliyetçilik konularındaki görüşleri için Beşir Ayvazoğlu’nun şu eserini muhakkak okuyunuz: 1924, Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi, Kapı Yayınları.
Başbakan, 2011’in “Mehmet Âkif Yılı” olacağını açıkladı, çok sevindim.
Âkif devletin de milletin de saygısına layıktır. Rahmetle, şükran ve saygı ile anıyorum.

Milliyet
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Özgür Yazarlar Birliği, vefatının 74. yıl dönümü vesilesiyle Mehmet Âkif’le ilgili bir program düzenledi.

"İlhamını Kur'an'dan Alan Şair: Mehmet Âkif"başlığı ile düzenlenen programda Ahmet ÖRS Mehmet Âkif'in sanatı ve düşünceleri hakkında bir konuşma yaptı, şiirlerini okuyup kısa tahliller yaptı.

Mehmet Akif'in son yıllarda Müslümanların gündemine girmeye başladığını belirten ÖRS, geç kalınmış da olsa bu ilginin önemli olduğunu vurguladıktan sonra ana hatlarıyla M. Akif'le ilgili olarak aşağıdaki tespitleri yaptı:
- M. Akif birçok kesim tarafından sahiplenilen bir isim olmuştur. Bu durum bize ister istemez "Hangi M. Akif?" sorusunu sordurmaktadır.
- Resmi ideoloji İstiklal Marşı zorunluluğundan dolayı M. Akif'i tanıtmak zorunda kalmakta, bunu da onun düşünce ve hayatına dönük büyük tırpanlamalarla yapmaktadır. Cumhuriyetin kurulmasından sonra değer yargıları ve yönelimleri itibariyle M. Akif'le yeni yönetimin yolları tamamen ayrılmış, yeni rejim hiçbir şekilde onun düşüncelerine müsamaha göstermemiş, M. Akif'i memleketi terk etmek zorunda bırakmıştır.


Kur'an Şairi
- Gelenekçi çevrelerin M. Akif'i savunma ve tanıtma anlayışları problemlidir. Onu sevdiğini iddia eden bu çevrelerle M. Akif arasındaki bağlar esasen zayıftır. Çünkü M. Akif doğrudan Kur'an'a vurgu yapan bir şairdir:
Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı.
***
Ya açar bakarız Nazm-ı Celil'in yaprağına,
Yü üfler geçeriz bir ölünün toprağına
***
İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.
***
Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din
Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin!
Bu anlayışa sahip bir insanın gelenekçi çevrelerle irtibatının kurulması zor, hatta imkânsızdır. Daha da ileri bir durum da M. Akif'in Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgânî ile olan ilişkisi, onlarla arasındaki düşünsel yakınlığıdır.
Mısır'ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemaleddin'le;
Der ki tilmizine Afganlı:
"Muhammed Dinle!
İnkılab istiyorum, başka değil, hem çabucak.
Herkesin malumudur ki bu isimler gelenekçi çevreler tarafından sapık, mezhepsiz, modernist gibi yaftalamalarla anılmaktadır. M. Akif'i sevdiğini iddia eden gelenekçi çevrelerin değerlendirmeleri resmi ideolojinin ürettiği milliyetçi reflekslerden bağımsız değildir.
Bir şair olarak şiire bir Müslüman olarak da tasavvufa olan yaklaşımı da M. Akif'le gelenekçi çevreler arasındaki uçurumu gözler önüne sermektedir:
Şarap kokar bütün eslafın en temiz gazeli
***
Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun şırayı
Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıdkı dayı
Gelenekçi çevreler yıllardır M. Akif'i sadece insani özellikleriyle yüceltmişler, onun İslami kimliğini hangi çerçevede oluşturduğunu büyük bir maharetle hasır altı etmişler ve milliyetçi muhafazakâr bir refleksle sadece istiklâl şairi olarak anmaktan imtinâ etmemişlerdir.



Ümmet Şairi
- M. Akif'i sahiplenen bir diğer çevre de milliyetçi çevrelerdir. Halbuki M. Akif milliyetçi anlayışın tam karşısında duran ümmetçi bir insandır ve kavmiyeti ileri sürmenin "küfür" olacağını ifade eder:
"Arnavutluk" ne demek? Var mı şeriatta yeri?
Küfr olur başka değil kavmini sürmek ileri"
"Arabın Türke; Lazın Çerkeze yahut Kürde
Acemin Çinliye üstünlüğü mü varmış? Nerde!
Müslümanlık da "anasır" mı olurmuş ne gezer
Fikr-i kavmiyeti tel'in ediyor peygamber"
Arabın Türke; Lazın Çerkeze yahut Kürde
Acemin Çinliye üstünlüğü mü varmış? Nerde!
M. Akif'in düşünce dünyasının temelinde İslam birliği, ümmetin Kur'an temelli bir çalışmayla bütün olarak hareket etmesi anlayışı varken, her seferinde Müslüman milletlerin birbirleri için el-ayak olduklarını haykırdığı gerçeği karşımızdayken nasıl böyle bir iddiada bulunulabilir:
Artık ey millet-i merhume, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan?
Ne Araplık, ne Türklük kalacak, aç gözünü!
Dinle peygamber-i Zişan'ın ilahi sözünü
Türk Arapsız yaşayamaz. Kim ki "yaşar" der, delidir!
Arabın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir
***
Değil mi ki cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir
Değil mi ki koşan Çerkez'in, Laz'ın, Türk'ün
Arap'la, Kürt ile bakidir ittihadı bugün
M. Akif'in bu değerlendirmesinden sonra onu hâlâ bir Türk ya da Arnavut milliyetçisi görmek art niyet kasdından başka nasıl izah edilebilir?
-M. Akif'i değerlendirebilecek tek çerçeve tevhidi çizgidir. Onun bir ömür boyunca Kur'an'a yaptığı vurgu, Kur'an meali çalışmaları bu hususta değerlendirmeler yapmak için yeterlidir:
Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı.
***
Ya açar bakarız Nazm-ı Celil'in yaprağına,
Yü üfler geçeriz bir ölünün toprağına
***
İnmemiştir hele Kuran, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.
***
Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din
Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin!
Bu ifadelerden de çok kolay bir şekilde anlaşılacağı gibi Akif'in din anlayışı Kur'an temellidir ve bu son derece açıktır. Akif, İslam dünyasının yaşadığı çürümenin Kur'an'dan uzak kalmaktan kaynaklandığını söyler.
Akif'in öncü olarak gördüğü isimler onun zaten çizgisini doğrudan belirlemektedir:
"-Şimdi Asım, edebiyatı bırak, bir tarafa;
Daha ciddî işimiz var, geçelim başka lafa.
Galiba söylediğim yoktu? Evet hiç yoktu:
Mısır'ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemaleddin'le;
Der ki tilmizine Afganlı:
"Muhammed Dinle!
İnkılab istiyorum, başka değil, hem çabucak.
Önce bizler düşüp İslam'ı da kaldırmazsak,
Nazariyyat ile bir şeyler olur zannetme!...
O berâhîni de artık yetişir, dinletme!
Çünkü muhtac-ı tezahür değil isti'dâdın...
"-Şüphe yok, hakk-ı semûhîleri var üstadın...
Gidelim bir yere, hatta şu bizim Sûdan'a;
Yeni bir medrese te'sis edelim Urbana.
Daha üçbeş de faziletli mücahid bulalım,
Nesli tehzîb ile, i'lâ ile meşgul olalım,
Çıkarıp gönderelim, hâsılı, şeyhim, yer yer
Oradan alem-i İslama Cemaled-din'ler."
"-Bu, fakat, yirmiyıl ister ki kolay görmüyorum..
Yirmi günlük işe bak sen!" "-Kulunuz ma'zurum..."

Efgânî ve Abduh'un Takipçisi
-M. Akif, İslam dünyası ve İslam düşünce tarihi için önemli bu iki isimle arasındaki düşünsel yakınlığı böyle ifade eder. Zaten çıkardığı dergilerde bu isimlerin yanı sıra Reşid Rıza'dan da çeviriler yapmaktadır. Şiirleri ve hayatındaki ümmetçi anlayışı onun İslami kimliği hakkında kendini hakikate kapatmamış kişiler için en açık kanaatleri vermektedir.
-Aslında M. Akif, Efgânî - Abduh çizgisinin bir devamı olarak ilhamını doğrudan Kur'an'dan alan, sadece ondan beslenen bir Kur'an nesli inşası bağlamında Seyyid Kutup'la birlikte anılmalı, onun öncülerinden biri olarak kabul edilmelidir.
-M. Akif, Muhammed Abduh'un uzun soluklu bir eğitim aşamasından sonra İslam öncülerini yetiştirmek tercihinden yana olmakla birlikte hayatını Cemaleddin Efgânî'nin ihtilâlci karakteriyle geçirmiştir. Yaşadığı çağın çığlığı olan Akif, tembelleşen, miskinleşen Müslümanları ağır bir şekilde eleştirir ve onları bir an önce harekete geçirmeye çalışır.
-Akif'in eleştiriye açık tercihleri de vardır elbette. Cesur eleştirilerini Osmanlı saltanatçı anlayışına dönük övgüleri nedeniyle esirger. Sanırız ki bu yaşadığı dönemin ağır şartlarından kaynaklanmaktadır. Onun İttihat Terakki, Teşkilat-ı Mahsusa üyeliği de bu bağlamda değerlendirilebilir. Her an bir şeyler yapmak isteyen hareketli bir insanın tercihlerinin bazen sağlıklı olamayabileceği gerçeği karşımızda durmaktadır. Bu tercih Efgânî'nin aynı sâiklerle Mısır'da mason locasına üye olması tercihine benzerlik göstermektedir. Sanırız ki Âkif iç siyasete, ülkeye dışardan gelen kuşatma nedeniyle köklü tavırlar geliştirememiştir.
-Çanakkale şiiri, her şeyi gerekçeleriyle değerlendiren, tartışan M. Akif için bu çerçevede değerlendirilmelidir. I. Dünya savaşına giriş nedenimiz, İttihatçıların tercihleri tartışılmalı iken bu savaşı bağlamından koparıp İslam'ın kurtuluş mücadelesi gibi değerlendirmesi doğru değildir.
-Akif, İstiklâl Marşını yazdığı ülkesi tarafından sürgüne gönderilmesi bakımından sanırız ki dünyadaki tek örnektir. Cenazesi bile kimseye duyurulmak istenmeden kaldırılmak istenmiş ancak bir üniversite öğrencisi tarafından tesadüfen öğrenilmesi sonucu kalabalık bir üniversite öğrencisi topluluğu tarafından coşkulu bir şekilde kaldırılmıştır.
-M. Akif'in mücadele ve düşünce mirası Müslümanlar tarafından lâyıkıyla değerlendirilmelidir. Tercihlerinin bugüne ulaşan taraflarından gerekli dersler çıkarılmalı, öğütler alınmalı, onun İslamcı karakterinin değerli örnekliği resmi ideolojiyle milliyetçi muhafazakâr değerlendirmelerin inisiyatifine terk edilmemelidir.


-Metin Önal Mengüşoğlu, İhsan Eliaçık, D. Mehmet Doğan, Sezai Karakoç, Dücane Cündioğlu gibi isimlerin Mehmet Âkif'le ilgili kitapları incelenebilir.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dürüstlüğü, ilkeli ve tutarlı duruşuyla örnek oldu



Mehmet Akif denilince akla sadece şairliği gelmez. Düşüncelerini hayata geçirmesi, dürüstlüğü, ilkeli ve tutarlı duruşu, ihtiyaçlarına rağmen tavizsizliği, onun şahsiyetini şairliğinin önüne çıkarır. Örnek aramak yerine örnek olan bir insandır Mehmet Akif. 27 Aralık 1936'da gözlerini hayata yumduğunda geriye misal alınması gereken bir hayat, vazgeçilmez düsturlar ve eserler bırakmıştı.



Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş döneminde yaşamış olan İstiklal Marşı'mızın şairi Mehmet Akif Ersoy (1873-1936), ölüm yıldönümü sebebiyle programlarla anılıyor. Yazıları, konuşmaları, vaazları ve en önemlisi şiirleri onun hatırlanırlığını sürekli kılıyor, etkisini zamanımıza kadar taşıyor. Peki, 27 Aralık 1936'da ahiret yolculuğuna çıkan İstiklal Marşı'mızın şairi, sadece güzel söz söyleyen bir şair miydi? Yoksa onu çağdaşlarından ayıran özellikleri var mıydı? Hayatını yeterince bilemediğimiz ya da idrak edemediğimiz Akif'i daha yakından tanımak bir vefa borcu...



Ömrü elverdiğince ülküsü üzerine yaşayan Mehmet Akif, devrinin diğer şairleri gibi sadece kendini sanatına adamamış, sanatını çağın karmaşasında insanımızı bilinçlendirme amacıyla kullanmıştır. Ersoy hakkında çalışmalar yapmış olan yazar D. Mehmet Doğan, şair hakkında, "Zamanından örnek aramadı, kendisi örnek oldu." diyor. 'İslam Şairi' olarak anılan Akif, sadece yazdıklarıyla değil, düşüncelerini hayata geçirmesiyle kendisi, örnek bir insan oldu. Mehmet Doğan, "Akif, hayatında olduğu kadar sanat ve fikir hayatında da "Müslümanca davranış"ın icaplarını yerine getirmekten geri kalmamıştır. Yaşadığı dönemde ahlâk abidesi bir şahsiyet olarak bilinmiştir. Dürüstlük, ilkelilik, tutarlılık, tavizsizlik onun şahsiyet bütünlüğünün temelini oluşturuyor. Bu yüzden onu çağdaşı şairden farklı davranışlar içinde görüyoruz. Onu zamanının şairlerden ayıran bir özelliği de Akif'in pozitif ilim tahsili yapmış bir aydın olarak, insanın manevi yönünü gözden kaybetmemiş olmasıdır. Pozitif bilimlerle ilgili bilgisi sınırlı aydınların aksine, pozitif bilimleri hazmetmiş bir tam aydın olmuştur." diyor.
Mehmet Akif, şahsiyetiyle düşmanlarında bile saygı uyandırır. Erdemi, ahlâkı, insan ilişkilerindeki tutarlılığı, mütevaziliği ve haksızlık karşısındaki isyanı onu büyük kılıyor. Akif'in haksızlık karşısındaki dik duruşunu şiirlerinde de görmek mümkün: "Hakkı bir zâlime ihtar, o ne şahane cihad!"
Akif'in hayatı boyunca taviz vermediği konuların başında inancı geliyordu. Ne de olsa o bir "İslam Şairi" olarak anılıyordu.
Fakat Akif'in tavizsiz olduğu başka insani değerler de vardı. Bu değerler onun insanları, hayatı ve edebiyatı kavrayışında temel teşkil ediyordu. Prof. Dr. Fatih Andı, "Mehmet Akif'in değerleri bazen ihlasla ibadet olur, bazen tevazu şekline bürünür." diyor ve şairin düsturlarını saymaya başlıyor: Akif için en tahammül edilmez şeylerden birisi kibirli bir kimsenin kibrine tahammüldür. O, bu konuda, "Kibirliye karşı kibir, sadakadır." düsturuna sarılmıştır. Sunilikten, olduğundan başka görünmekten iğrenir Akif. Hele kendisi olmak yerine bir ukalâlık ve iğretilik sezdiği insanlardan hemen uzaklaşır, onların bu özelliklerini de yüzüne vurmaktan çekinmez. Onun için zor dost olan, fakat dostluklarını da bir namus gibi, bir kudsi emanet gibi hıfzeden adamdır. Diyebiliriz ki Akif'in hem sanatı hem de onu besleyen şahsiyeti ve entelektüel kimliği şu iki kavrama oturmuştur: "Sahihlik" ve "yerlilik". Bu hususlarda taviz verenlere karşı tutumu ve tenkidi tavizsizdir. Servet-i Fünûn yazarlarından Batıcı bir düşünceye sahip Ahmet Şuayb'la bir karşılaşmaları esnasında Ahmet Şuayb'ın Kur'ân yerine Fransız telaffuzuyla ve züppece "Koran" demesinden nasıl iğrendiğini ve irtibatı kestiğini yakın dostu Midhat Cemal Kuntay çok güzel anlatır. Yıllarca onunla dost olmuş bir arkadaşının Akif için söylediği şu niteleme, şairin şahsiyeti hakkında bir fikir verir mahiyettedir: "Bir dağ silsilesini gezer gibi, her tırmandığım zirvesinde yeni bir manzara ile karşılaştığım adam." Bu tarif bize aslında Akif'in bütün bu savunduğu değerler karşısındaki tavizsiz duruşuna rağmen basmakalıp ve şablonlarla konuşan bir insan olmadığını vermektedir.
İdealistti, kanaatkârdı
Mehmet Akif, hayatı boyunca fakirlik çekmiş, çok sade yaşamış, buna rağmen kanaatkâr olmuştur. Dücane Cündioğlu, 'Akif'e Dair' isimli kitabında Kur'an tercümesi için Atatürk tarafından teklif edilen 10 bin lirayı, şairin, "Bu fakir adama 4 bin lira bile çok fazla." diyerek nasıl reddettiğini anlatıyor. İdealist şair, ülkenin sıkıntılarının sebebini cehalete bağlar. Bu eksikliği gidermek için nasihatçi heyete katılarak Anadolu'nun yolunu tutar. Bu yolculuğa çıkarken Akif'in cebinde sadece 36 kuruş vardır.
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Akif'in yürek burkan cüzdanı!

Akif'in yürek burkan cüzdanı! 29 Aralık 2010 - 15:58:58
Milliyet yazarı Taha Akyol acı yanımıza dokundu...

YAKIN tarihimiz üzerine yaptığım çalışmalar sırasında Mehmet Âkif’in emekli cüzdanını buldum. Basında ilk defa bugün Milliyet‘te yayımlanıyor.
Âkif’in emekli aylığı 478 lira 20 kuruştu.
Emekli maaşı, 1 Haziran 1936 tarihinden geçerli olmak üzere bağlanmıştı. Vefatından 6 ay 26 gün önce...
Demek ki sadece 7 aylık maaş alabilmişti.
Biliyordum ama gözümle görünce, Âkif’in hasta yatağında titreyen ellerinin değdiği emekli cüzdanına dokununca hüzünlendim, efkârlandım...

Şair Tarhan’a maaş
Büyük şairlerimizden Abdülhak Hâmit Tarhan, Osmanlı sarayının dostuydu. Milli Mücadele yıllarını Avrupa’da geçirdikten sonra yeni rejimin de dostu oldu. Ünlü bir şairimiz olduğu için Atatürk ona büyük ilgi gösterdi, 7 Nisan 1924 tarihinde 68 sayılı kanunla “Vatani Hizmet Tertibinden” maaş bağlattı..
Dahası, Hâmit 1927 yılında İstanbul mebusu yapılmış ve 1937’de ölünceye kadar mebusluğu devam etmişti.
Can Dündar Lüsyen’de ayrıntılı olarak anlatır bunu.



Yoksul Mehmet Âkif
Milli Mücadele’ye büyük emek veren, Birinci Meclis’e Burdur Mebusu olarak katılan, İstiklal Marşımızı yazan ve ödül olarak verilen 500 lirayı orduya bağışlayan Âkif ise sırtında paltosuz dolaşıyordu.
Emekli cüzdanında Âkif’in adresi olarak “Beyoğlu, Parmakkapı Mısır Apartmanı’nda Fuat Şemsi yanında” kaydı okunuyor.
Fuat Şemsi gibi dostlarının böyle desteği olmasaydı Âkif’e kim bakardı?
Ailesinin bakım gücü yoktu.

Emekli maaşından borç
Emekli cüzdanının son sayfasında Âkif’in el yazısıyla yazdığı nottan anlıyoruz ki, mayıstan geçerli olarak bağlanan maaş ekim ayında ödenmeye başlanmış. Âkif, “600 lira borç” diye yazmış. Toplu ödenen 2976 liradan bu borcu düştükten sonra kalan kısmı ailesine vermiş.
İki ay sonra 27 Aralık’ta vefat ediyor.
Çıplak tabut içinde musalla taşına konulan cenazesine üniversite öğrencileri ve halk sahip çıkacaktı, devlet değil...

Neden Mısır’a gitti?
Âkif’in ta 1936 yılında ölmek üzere yurda dönüşüne kadar Mısır’a gidişi Takrir-i Sükun dönemindedir. Dostu Abbas Hilmi Paşa’nın davetiyle gitti.
1928’de harf devrimi yapıldıktan sonra ta 1943 yılına kadar Safahat’ın hiç basılmamış olması nasıl bir siyasi atmosfer yaşandığını gösterir.
Âkif şapkadan değil, bu atmosferden Mısır’a gitti ve Kahire Üniversitesi’nde Türkçe profesörlüğü yaparak kendisinin ve ailesinin mütevazı geçimini de sağladı.
Mehmet Akif Üniversitesi, Âkif’in Mısır’dan eşine ve kızı Suat’la büyük oğlu Emin’e yazdığı mektupları tıpkı basımlarıyla yayımladı. Bunun için Rektör Prof. Gökay Yıldız’ı kutluyorum.
Mektuplarda ima yoluyla dahi hiç mi hiç siyaset yoktur; ıstıraplı bir babanın hasret yüklü satırlarıdır.

Polis takibi ne demek?
Mısır’a gidişinin asıl sebebi “maaşsız, işsiz ve takip altında” kalmış olmasıdır. Peşine polis hafiyesi takılması çok ağırına gitmiştir. O devirde “polis takibi”nin ne demek olduğunu anlamak için Kâzım Karabekir’in anılarına bakmak yeterlidir.
İsmet İnönü de başbakanlıktan uzaklaştırıldıktan sonraki kısa dönemi anlatırken İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın çalışmaları konusunda şunları yazmıştı:
“Şükrü Kaya son zamanlarda herkesi takip ettiriyor. Tabii bu eski muhalifleri çok ayıp ve şiddetli bir surette tazip ediyor (azap veriyor). Herkesi hayat endişesi ile muhafızlara, hususi muhafızlara gark etmek istiyor...” (İnönü Defterler, cilt I, sf. 258)
Bir de Âkif’in adeta nefes alamaz hale geldiği Takrir-i Sükun dönemini düşünün.

Mehmet Âkif yılı
Devrimlerin tabiatında bu vardır, başka türlü olmaz. Ama bugün büyük Âkif 72 milyonu birleştiren milli bir simge haline gelmiştir.
Âkif’in şapka, medeniyet, İslam, milliyetçilik konularındaki görüşleri için Beşir Ayvazoğlu’nun şu eserini muhakkak okuyunuz: 1924, Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi, Kapı Yayınları.
Başbakan, 2011’in “Mehmet Âkif Yılı” olacağını açıkladı, çok sevindim.
Âkif devletin de milletin de saygısına layıktır. Rahmetle, şükran ve saygı ile anıyorum.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Başbakan 2011 yılını Mehmet Akif yılı ilan etti

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Grup Toplantısı'nda İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un ölümünün 74. yılı etkinliklerinden bahsedip gelecek yılı Kültür Bakanlığı ile alınan kararla Mehmet Akif Yılı ilan ettiklerini söyledi.

Başbakan, "İnşallah 2011 boyunca Akif’i ve eserlerini daha yoğun bir şekilde gündemde tutacağız. Ayrıca Mehmet Akif’in babasını doğum yeri olan Kosova’nın Suşitsa köyünde, Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu’nu tamamladık. Teknik kalitesini artırdık, okulu adeta ayağa kaldırdık" dedi.

Başbakan sözlerine şöyle devam etti:

Mehmet Akif, İstiklal Marşı’mızın şairi olduğu kadar, büyük bir münevver idi. Bir cihan imparatorluğunun parçalanmasına, Kurtuluş Savaşı'na, Cumhuriyetimizin kuruluşuna tanıktık etti. Yaşanan acıyı yüreğinde hissetti ve o acıyı kağıda döktü. Akif’in hemen her satırı, çok büyük coğrafyayı kardeşliğe ilerlemeye, kalkınmaya çağırdı. Bu noktada Akif adeta yüreğini parçaladı.

Gezip gördüğü şahit olduğu coğrafyayı şu dizeleriyle anlatmıştı:

'Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;
Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;
Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;
Emek mahrumu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar.'

Diyor ki Mehmet Akif:

'Bir zamanlar biz de millet; hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya; milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin.'

İSTİKLAL MARŞI'NI BİR ARNAVUT YAZDI

Akif, 'Arap'ın Türk'e; Laz'ın Çerkes'e yahut Kürd'e. Acem'in Çinli'ye üstünlüğü mü varmış? Nerde!' diyerek kavimciliği reddetmişti. İstiklal Marşımızı bir Türk mü yazdı? Kürt mu yazdı? Arnavut yazdı. Ama o milletin ortak sesiyle, onun için bu Meclis’te sahiplenildi ve takdire şayan oldu.

HERKES ANADİLİNİ KONUŞACAKTIR

Bizim ortak rabıtamız Türkçe’dir. Herkes anadilini konuşacaktır ama resmi dille bunu lütfen birbirine karıştırmayalım. Bu ülkenin sosyal barışını zedelemeyelim. Buna kimsenin hakkı yok. Eğer böyle bir şey yapılırsa bu insafsızlık olur. Bu rabıtları tartışmak, Mehmet Akif’in 80 yıl önce söylediği gibi bu milletin kardeşliğinden haz etmeyenlere hizmet etmektir.
 

Son.Fedai

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2007
Mesajlar
6,367
Tepkime puanı
136
Puanları
63
Yaş
54
Konum
Gaziantep
Web sitesi
www.elibolyazilim.com
Mehmet Akif Ersoy Abdulhamit Han (KS) a haşa hayvan benzetmesi yapıp, kızıl kafir dememş miydi?

Abdulhamit Han KS ın tahttan indirme fetvasını o yazamış mıydı?

Abdulhamit Han KS tahttan inince saatlerce zevkden dört köşe olmamış mıydı?

Abdulhamit Han KS tahttan indikten sonra ona bu işi yapanların hepsi pişman olmuşlar.

Fakat Mehmet Akif Ersoy pişman olayan tek kişi.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
http://www.milligazete.com.tr/makale/abdulhamidin-hal-fetvasini-m-âkif-mi-yazmistir-143623.htm

http://www.habervaktim.com/yazar/27521/bediuzzaman_said_nursi_ve_sultan_abdulhamid_meselesi.html

http://forum.memurlar.net/konu/805969/


Mehmet akif insandı
Abdulhamid han insandı

Bir insana dost veya düşman olmak fikirsel ayrılıkların olması o insanı dinin içinde veya dışında yapmaz.
İnsanlar hatalarıyla doğrularıyla insandır doğrularını görür örnek alırız tabi birde kime neye göre doğruluğu vardır.

ALLAH'ın dokunulmaz kıldıkları dışında kimse hatasız değildir.
Bir dönemi veya insanı iyi şeyler yapmış diye hatalarını görmezlikten gelmeyeceğimiz gibi hataları var diye de bir insanı toptan reddetmeyiz.
Doğruları örnek alırız gerisi herkesin kendi gündemiyle alakalıdır.
Bir insanı reddetmek veya kabul etmek dinin bir emriymiş gibi görülmemeli helede böyle çok farklı bilgiler olan yani kesin olmayan şeyler yüzünden.
[FONT=&quot]Bakara/134.Şimdi o toplumlar geçip gittiler; onların kazandıkları kendilerine yazılacak, sizin kazandıklarınız ise size; ve siz, onların yaptıklarından ötürü yargılanacak değilsiniz.[/FONT]
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Oğlu Emin'in Gözünden Mehmet Akif

Oğlu Emin'in Gözünden Mehmet Akif

Oğlu Emin'in Gözünden Mehmet Akif 14 Ocak 2011 - 03:11:38
Emin Ersoy'un hatıratında tüm yönleriyle babası Mehmet Akif'i bulacaksınız..

Hangi dönemi anlatırsa anlatsın hatıratlar insan ilişkilerini ve dönemi sarih bir şekilde okumak, anlamak ve anlamlandırmak için birincil kaynaklar kadar önemli hazinedir. Bu hazineler ne kadar geç yayınlanırsa yayınlansın – ki hatıratlar işlevi gereği biraz da geç yayınlanır – her daim tarihsel süreçte görevini ifa eder.

İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif ile ilgili kaynaklar da gün geçtikçe zenginleşmektedir. Büyük şairin oğlu Emin’in babası ile ilgili hatırları Kurtuba yayınları tarafından yayımlandı. Babam Mehmet Akif (İstiklal Harbi Hatıraları) kitabının yayıncısı Yusuf Turan Günaydın kitaba nefis bir giriş yazısı yazarken önemli eklerle kitabı zenginleştirmiş.

Yusuf Turan gazete köşelerinde unutulup tarihin tozlu raflarına kaldırılacak olan metinleri titizlikle toplayıp bir araya getirmiş.

Dava Adamı ve Aile Babası Akif

Emin Akif (1905 – 1967) Mehmet Akif’in üç oğlundan ortanca olanı. Akif Emin’i neredeyse yanından hiç ayırmamış. Gittiği yerlere onu da götürmüş. Mısır’a Ankara’ya Kastamonu’ya Akif Emin olmadan gitmemiş.

Mehmet Akif’in arkadaşlarına yazdığı mektuplara bakılacak olursa (ki bu mektupları da Yusuf Turan Günaydın bir araya getirmiş ve Ebabil yayınlarından yayımlamıştır.) Emin, babasına epey zorluk yaşatmış. Emin haylaz bir çocukmuş. Mehmet Akif arkadaşlarından sık sık bu konuda yardım istemiş. Emin’in okulla arası pek iyi olmadığı için çeşitli vesilelerle okuldan kaçıp çarşıda pazarda gezip serserilik yaparmış. Akif mektuplarında arkadaşlarından Emin’e göz kulak olmasını istemiştir: “Annesini hiç dinlemiyor, siz bu konuda yardımcı olursanız, oğlumu azarlayıp ceza verebilir, hatta gerekirse dövebilirsiniz.”

Mehmet Akif dava adamı olarak birçok faaliyette bulunurken ailesini de ihmal etmemiştir. Akif çocuklarının eğitimi ile ilgilenip onlara yol gösterirken onlara hayat yolunda ne yapmaları gerektiğini anlatır. Akif’in ilgisi o derece ileridir ki, vücut gelişiminden, yüzmeye, bisiklete binmekten, at binmeye, güreş yapmaya kadar çok çeşitli ilgi alanları hakkında bilgiler vermiştir.


İstiklal Harbi’nde Akif ve Oğlu


Emin Ersoy’un hayatında önemli kırılmalar, hayal kırıklıkları yaşanmıştır. Askerliğini Kırklareli’nde er olarak yapan Emin Ersoy, koğuşta arkadaşlarına Kuran – ı Kerim okuyup tefsir ettiği gerekçesiyle Divan-ı Harbe gönderilir. Bu olay Emin’in ruh dünyasında büyük tahribata yol açar.


Reşat Ekrem Koçu’ya itibar edecek olursak bu hadiseden sonra Emin kendini içkiye verir, perişan bir hayat sürmeye başlar. Sabahçı kahvelerinde ve hamamlarda barınır. Yalın ayak dolaşır; şarap, ispirto, esrar parası için hamallık yapar. 1933’de İstanbul zabıtası tarafından bir esrarkeş olarak yakalanır ve akıl hastanesine gönderilir. Bir müddet cezaevinde kalır. Bir baba dostu tarafından Bursa Atatürk Çiftliği’nde Kâhya olarak yerleştirilip, iş bulunur ve hayatının bir kısmını burada geçirir. Evlenip düzenli bir aile hayat yaşamaya başlar. Ancak bu güzel günlerde vahim bir olayla kesintiye uğrar. Karısının ölümü üzerine hayatta adeta kimsesiz kalır. Bu kez adeta intihar kastıyla kendini içkiye ve esrara verir. Bir kamyonet karasörü içinde yatmaya başlar ve 24 Ocak 1967’de bir çöp konteynırı içinde ölü olarak bulunur.

Emin Ersoy’un hatıratında Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal savaşına katılmak üzere Anadolu’ya geçerken yaşadıkları birinci ağızdan anlatılır. Buna göre Akif Karacaahmet Mezarlığı’nda Ali Şükrü Bey’le buluşup Geyve yakınlarında bir köyde Kuşçubaşı Eşref’le bir araya gelir ve Eskişehir üzerinden Ankara’ya geçer.

Hatıratta Mehmet Akif ve Eşref Edip’in Anadolu’da halkı İstiklal mücadelesine katılması için yaptıkları çalışmalar Emin Ersoy’un gözünden anlatılır. Akif’in Nasrullah Camii’nde yaptığı belagat dolu nefis konuşması, üzeri küllenmiş umutları yeniden diriltmesi ve milletin bu mücadeleye desteği yine Emin’in ilk elden bilgileriyle aktarılmaktadır. Akif üzerine düşen vazifeleri eksiksiz yapan bir mücahittir.

Emin Ersoy’un hatıratında yeni bilgiler aramaktan çok köşemize kurulup, olayları ilk ağızdan okumanın keyfine varmalı.

Atilla Mülayim
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Vefatının 73. yıldönümünde Akif'imizi rahmetle anarken, 2004 yılında o'na yazmış olduğum mektubumu yeniden okuyucuyla paylaşmak istedim...Ahmet Özcan...

Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse: Hep Makberde'dir
Müslümanlık bilmem amma, galiba göklerdedir!
İstemem dursun o payansız mefahir bir yana...
Gösterin ecdada az çok benzeyen bir kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yadigar!
Çok değil ancak! Necip evlada layık tek şiar.
Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insafınız:
Böyle kansız mıydı -haşa-kahraman eslafınız ?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına?
Benzeyip şirazesiz bir mushafın eczasına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet tarumar?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi, bi- perva, yemek insan leşi?
Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz ağlamazsan, bari gülmekten utan!
"His" denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Payitahtından taşmazdı bu gün sarhoş na'resi!


Davranın haykırmadan nakuus-i izmihlaliniz..
Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira haliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mateme!
Davranın, zira gülünç olduk bütün bir aleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah intikam;
Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdadımızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbalinizden korkulur, pek korkulur!
Mehmet Akif Ersoy
Muhterem Mehmet Akif Ersoy,
Evvela, samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Mazeret değil ama, ne zaman size 'cevap yazmak' için elime kalemi alsam, kelimeler hep boğazımda düğümlendi. Nedenini tam olarak bilmiyorum, belki, onurlu hayatın ve aydınlık zihnini kendime yakın bulmama rağmen, küserek çekip gitmiş olmanı tasvip etmemekle acaba sana haksızlık mı yapıyorum diye, karar veremediğim içindir. Çünkü, diyebilirim ki, Sen'in şahsında bütün bir dindar-muhafazakar damar'ın yüzyıllık kaderini görüyorum. Öyle ya da böyle, seninle paradoksal bir ilişkim oldu her zaman.
Bilirsin, bizim konuşmalarımız, konuşabildiklerimizdir. Asıl duygu ve düşüncelerimizi hep saklarız. Söylediklerimiz söylemediklerimizin şifreleri ile doludur. Ama açık ve net konuşmayı sevmeyiz. O yüzden en iyi şairlerimiz en şifreli şiirlerin yazarlarıdır.
Müsaadenle, ben seninle açık konuşmayı deneyeceğim.

Akif Bey,
Diyalektiğin kuralıdır, yeni eskiden doğar ve onu tasfiye eder. Cumhuriyet kurulacaksa Osmanlı, M. Kemal yaşayacaksa Enver Paşa, Kemalizm egemen olacaksa İttihatçılık 'ölecektir'.
1908'de İttihat Terakki cemiyetine, 1915'te Teşkilat- Mahsusa'ya üye olan, 1916-1921 arası aktif olarak Milli Mücadeleye katılan, yani büyük çöküşün bütün aşamalarını içerden yaşayan birisi olarak, 1923'te bu diyalektiği görememiş olduğunu sanmıyorum. Üstelik Lozan görüşmelerinin tamamlandığı, yani "yeni"nin, yenilen taraf olarak metazori benimseneceğinin anlaşıldığı bir dönemde, küserek ülkeyi terk etmiş olmanı bütün açıklığıyla analiz etmek gerekiyor.
1925'te ülkeyi terk ederken, bir arkadaşına, "arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum" diyorsun.

1923'te Meclisteki muhalif guruptan Ali Şükrü Bey'in öldürülmesiyle başlayan "yeni düzenin yerleşimi" senin gibi birçok İttihatçı ve Teşkilat-ı Mahsusa kökenli insanı ürkütüyor. Üstelik sen Teşkilat'ın kurucu liderlerinden ve Enver Paşa'nın sağ kolu Kuşcubaşı Eşref Sencer'in en yakın arkadaşısın. Yani, tıpkı 1925 ve 1926'daki İstiklal Mahkemelerinde yargılananların kimliğine, geçmişine, vatanseverliğine, hizmetlerine, 'gözünün yaşına' bakılmadığı gibi, senin de İstiklal Marşı şairi olmanın, keskin dönüşüm anlarında pek de ehemmiyeti olmadığı görülüyor. 1923-1926 arasında yeni düzen ve yeni kadrolara sadakat ve eski düzen ve kadroların biat etmeyenlerinin tasfiyesi, tek geçerli kural durumunda. Şimdi benim anlamadığım şu; Kuşcubaşı Eşref, Said Halim Paşa ailesi ve benzeri namlı İttihatçılar ile bu kadar yakın olup da, benim arkamda hafiye gezdiriyorlar, diye hayret etmeni ve üzülmeni nasıl yorumlamalıyız? Hayret etmen, siyaseti sevmeyen tabiatındaki saflığının, üzülmen ise dindarane ve şairane ruhundaki inceliğin mi ürünü? Yoksa, bu kadar iktidar oyununun tam ortasında durup da, sadece memlekete, amme hizmetine çalışan ve hiçbir oyunu görmeyen bir garip adanmışlığın timsali misin? Bu soruları senin 1925-1936 arası Mısır'a gönüllü sürgün gidişin ve suskunlaşmanın gerisindeki küskünlüğünden dolayı soruyorum. Neden ve kime küstün Akif Bey? Ne olacağını bekliyordun? Ne istiyordun? Savaştan sonra masaya oturan ve müzakereye katılanlar anlaşmaların gereğini yapar, bunu bilmiyor muydun? Ya masaya oturanlardan olacaktın, ya da onların "gereğini yapma"larına bu kadar hayret etmeyecektin. Sana sormak istediğim asıl soru, işte bu tutumuna yönelik. Masaya başkalarının oturmasına izin veren halet-i ruhiye nedir? Bugün dahi cevabı üzerinde düşünülmeyen ama her tasfiyeden sonra kendini dayatan soru budur. İktidar oyununa kenarından bulaşıp, ortasında olmamak? Siyaset yapıp siyasetin hiçbir kuralına ve donanımına sahip olmamak? Kavgaya girip kavga etmiyor gibi yapmak? Yenilince üzülmek? Kime ve neden yenildiğini dahi kavrayamamak?

Akif Bey, sizin bu tutumunuzun şahsında, bütün bir siyasi tarihimizin kaybedenlerini görüyorum. Lütfen alınmayın!
Acaba diyorum, o temiz ve içten dindarlığınızın da kaynağı olan fazla mütevazi ve iyi niyetli kişiliğiniz, bu politik yeteneksizliğin nedenlerinden biri olabilir mi? Bu kişiliğe dayalı olarak gelişen bir tür dindarlık, insan bünyesini daima sınırlar, sınırlamalar ve mecburiyetler içinde yaşamaya alıştırıyor galiba. Ancak, sınırları ve kuralları, 'hedefe ulaşma hırsı'yla belirlenen politika sanatı bu inceliği tabii ki kaldırmıyor. Basit kuralları bile çiğneyince cezalandırılacağına ve cehennemde yanacağına inanan "korku"ya dayalı suçluluk psikozu, somut gerçeklerin ve acımasız gelişmelerin karşısında kıvraklık gerektiren manevraları yapamayacak bir hantallık ve ağırlık çökertiyor insanın üzerine! Bütün her şeyi Tanrı'yla birlikte algılayan, onunla açıklayan, onunla yaşayan insanlar, içinde Tanrı olmayan bir politik "oyun"da, ne yapacağını şaşıran, elleri ayakları birbirine dolaşan acemi figüran durumuna düşüyor, doğal olarak. Yani, acaba diyorum Akif Bey, sizin şahsınız da, bu tür dindarlıkla politik yeteneksizlik ilişkisi kurulabilir mi? Bilemiyorum, belki haksızlık ediyorum, ama şiirlerinizde dile getirdiğiniz Asım nesilleri yetiştirip, aydınlık günlere kavuşmak için, yani sizin hedeflerinize ulaşmak için, sizi eleştirerek aşmak gerektiğini düşünüyorum. İnşallah hatıranıza saygısızlık olarak anlamazsınız, çünkü ben tam tersine sizin gerçek hatıranıza nasıl sahip çıkılabileceğinin cevabını arıyorum.Ya da şöyle söyleyeyim; millet evlatlarının, bitmeyen ideolojik, etnik yada dini görünümlü oyunlarda figüran olmayı bırakıp muktedir bir siyasetin aktörleri olmalarının, sizlerin makus talihinizi yenmekle mümkün olduğuna inanıyorum.

Bunun dışında, emin olun ki, acılı, trajik ama onurlu yaşam öykünüz, daima bizim ve çocuklarımızın rehberi olacak. Bir dava sahibi olmak nedir, vatanseverlik nedir, kalemini satmamak, onurunu açlığa tercih etmek, özü sözü bir olmak, inançlarından, değerlerinden vazgeçmemek, doğru düşünmek, aydın fikirli bir mümin olmak, nedir? diye soranlara, hep sizi göstereceğiz.

"Akif" diyeceğiz, ona bakın, onu okuyun, onun mahzun mezarındaki çiçeğe su verin. O, bu milletin içinden çıkarmakla iftihar edeceği bir gerçek insandı, diyeceğiz.

'Aydın' kimdir diye soranlara seni göstereceğiz; Bütün ömrü boyunca parasızlık çekmiş, İstiklal Marşı'nın parasını dahi almamış, zorla verilince bir hayır kurumuna bağışlamış olan "Akif"e bakın. Her esen rüzgara dönen, fikrini parasını verenlerden alan, kendi ülkesine dahi beşinci kol ağzıyla düşmanlık yapan, milletini aşağılayan, kimliğinden utanan, Tüccar-Aydın'lardan olmayın, diyeceğiz.

'Adam gibi adam' kimdir diyenlere seni göstereceğiz. "Akif" gibi olun diyeceğiz. Hasta eşine ömrü boyunca hizmet eden Akif gibi olun, eşi için:
"Seni bir nura çıkarsam diye koştum, durdum
Ey, bütün dalgalı ömründe hayat arkadaşım
Dağ mıdır, karşı gelen taş mı hep aştım, lakin
Buruşuk alnıma çarpan bu sefer kendi taşım!

diye şiirler yazan 'Akif' gibi olun,

İnançlarına ve değerlerine bağlılık nasıl olur? diyenlere seni göstereceğiz; Kuşcubaşı Eşref'in 1931'de sana yazdığı bir mektubunda, "Akif'ciğim, Kıbrıs'ta bir Rum komşum var, mübadele de Aydın'dan göçmüş. Geçenlerde İstanbul'a gitmiş. Dönüşünde bana, 'sizin Türkler bize benzemeye karar vermişler. Madem bize benzeyeceklerdi bu kadar kan niye döküldü, bize bıraksalardı biz daha kolay yollarla onları kendimize benzetirdik', dedi." Şeklindeki satırlarını okuyunca hüngür hüngür ağlayan Akif'i göstereceğiz. Yazdığı Meal'i, dini deforme etme çabalarına alet olmaması için yaktıran,
"ilahi pek bunaldım, nerde nurun? Nerde güfranın?
Cehennem gezdirip dursunmu afakında hicranın?,
diyen Akif'i.

Vatanseverlik nedir, adanmışlık nasıl olur? diyenlere seni göstereceğiz; 1916'da Teşkilat-ı Mahsusa adına Şerif Hüseyin'e karşı İbn Reşit'i örgütlemek amacıyla Necid seyahatine çıkarken evine bırakması için teklif edilen parayı geri çeviren, "hayrına inandığımız bir hizmeti altınla vurarak öldürelim mi?, diyen Akif'i ; "iki gözüm Eşref'ciğim, bizler maddi manevi yapımızı kendi öz hislerimiz ve müsbeti, hayrı, doğruyu arayan hasbi duygularımızla inşaya çalışmıştık. Beşerde en ali hisde işte bu imiş: Cemiyete rağmen, kendi vicdanının ve hissi selimin istikametini bulup yürüyebilmek" diyen, Akif'i.

Bir ülkenin evlatlarına nankörlük etmesi nedir?, büyük bir devletin "küçük adam"ların eline düşmesi nasıldır?, diye soranlara senin cenaze törenini göstereceğiz, Akif Bey?
27 Aralık 1936'da hastalıktan maada vatanında geçirdiğin son günlerinde dahi evinin gözetlenmesini, vefatından sonra resmi makamların hiçbirşey yapmadığı gibi, cenazene sahip çıkan, Kabe örtüsü ve bayrağa sarılı tabutunu eller üstünde Edirnekapı'ya taşıyan üniversiteli "Asım"ların teker teker tespit edilip okul idarelerince azarlanmasını göstereceğiz. Yoksulluğunu bile bile, üstelik Meclis'de Mebusluk yapmış olmana rağmen sana maaş bağlanmamış olmasını, herhangi bir iş dahi verilmemiş olmasını göstereceğiz. Sen Milli Mücadele'de, M. Kemal'in emriyle Burdur, Kastamonu, Konya, Afyon, Eskişehirlerde dolaşıp hutbelerle halkı mücadeleye çağırırken ortalıkta görünmeyen, tanınmayan kişilerin 1923'lerde yeni düzenin sahibi imiş gibi Ankara'dayken seni azarlayıp, "küsmene" neden olan 'Akif, devir değişti, artık Ankara'da senin gibilerede, arap yavelerinede yer yok' diyen o alçakça tavırlarını göstereceğiz.

Bir insanın anlaşılamaması yada yanlış anlaşılması nasıl olur? diye soranlara, senin Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi akıl ve yenilenmeye vurgu yapan müslüman aydınları örnek almanı hazmedemeyen tam anlamıyla "mürteci" muhafazakarları göstereceğiz. "Safahat"ını basıp da, önsözünde seni senden kayırmaya kalkan, "o İttihatçı değildi" diyerek, kafasındaki "sağcı" İttihatçı düşmanlığı sayıklamalarından güya Akif'i beri tutmaya çalışan o müzmin "sağcı"ları göstereceğiz. Eşref Edip'le çıkardığınız Sebilürreşat ve Sırat-ı Müstakim gazetelerinin İttihat Terakki'nin İslamcı kanadının yayın organı olduğunu 'kavrayamayan' sözde İslamcıları göstereceğiz.

Bir milletin İstiklal Marşı'nın şairine nasıl haksızlık edilebilir?, diyenlere seni göstereceğiz;
Darbe günlerinde zindanlarda dipçik zoruyla, okullarda eziyet olarak İstiklal Marşı okutulmasını, içeriği ve anlamından kopartılmış eski kelimelerden ibaret resmi bir seramoniye indirgenmesini, İstiklal ruhunu hazmedemeyen ama İstiklal'in nimetlerinden de vazgeçemeyenlerin Onuncu Yıl Marşı'nı sana karşı kullanmalarını göstereceğiz.

Seni hep seveceğiz ve seni çocuklarımıza da öğreteceğiz, Akif Bey.
İşte bu yüzden "seni" eleştirmenin ve içererek aşmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü sen, hiç de aynı yerde durmadığın ve sonradan çıkma bir garip sağcı-dindarlığın, hep kaybetmek ve kazananları muktedir kılmak üzerine kurulu kof siyasetinin malzemesi yapıldın. Muhalifliği kader olarak benimseyen, kazansa da kaybetmiş sayılan, suçluluk ve gayri meşruluk psikolojisini üzerinden atamayan, çekinik ve utangaç bir kişilikle, ürkek ve aşağıdan bakan bir ruhla, ikiyüzlü bir dille varolmaya çalışan bu "badem bıyıklı"ların elinden seni kurtarmak boynumuzun borcu.

Senin küserek terkettiğin yerden, yapmadan yapamadan bıraktığın yerden alıp ilhamı, asrın idrakine konuşturmakta boynumuzun borcu…

Birde o Ankara'da, seni azarlamış olanların torunlarını görmekte borcumuz.
Sana borcumuz çok, anlayacağın. Sakın o merhametli yanınla, alacaklarını silme… ne olur, bu konuda "şahin"ol. öfkeni esirgeme…

Ve Biz, senin eksikliğini ve eksikliklerini telafi etmeden hakkını bu ülkeye, bu millete, Biz'e helal etme, ne olursun Akif Bey...!

Ellerinden öper; seni Hüda'nın birliğine emanet ederim, rahmetle kal!
Kaynaklar:Safahat, M.Akif Ersoy, E. Düzdağ, İst. 1992
Tarih sohbetleri,1,2,3,Cemal Kutay, İst. 1967


Açık Mektuplar, Ahmet Özcan, Yarın yay. İst.2010
 
Üst