mehdi - süfyan ve isa - deccal - dosyası

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Rasulullah'ın Şam hadisleri Deccal, Mehdi ve İsa

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
üstadın haber verdiği kişi fetullah gülen mi? - hasan akar

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
MİT'İN MEHDİ İNANCINA BAKIŞ AÇISI HAKKINDA...

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
HZ MEHDİ İÇİN GÖKTEN DEHŞET VERİCİ BİR SES DUYULACAK | VERİLEN TARİH ; 2018&2019





Gökyüzünde görünen EL



İstanbul'da ve Dünyanın farklı köşelerinde duyulan garip ses


 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
9. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu - 2010 - Mustafa Sungur Agabeyin Konusmasi

Ahir zaman ve mehdi meselesi hakkında

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Atasoy Müftüoğlu | Yüzlerce Mehdi çıkardık ama bir tane Düşünür çıkaramadık

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi



İmam-ı Rabbani ve Müceddid-i Elif-i Sani olan Ahmed-i Faruk-i Serhandi (ra) Tarikatta müceddid olduğu gibi şeriatta da müceddittir. Tarikatların şeriat dairesi içinde kalması ve hakikatten nemalanması gerektiğini ifade etmiştir. Peygamberin (sav) sünnetini muhafaza etmenin önemini izah etmiş ve şeriatın bir hakikatini ve bir adabını muhafaza etmeyenin ibadetinin önemsiz ve değersiz olduğunu açıklamıştır.

Manevi makamları ve bu makamlara ulaşmanın yollarını izah etmiştir. Tarikatta seyr-i sülûk ve makamlardan geçmek vardır. Ancak İmam-ı Rabbani Farzları yapıp haramlardan kaçan ve peygamberin sünnetini esas alanların tarikatın seyr-i sülukuna ihtiyaç duymadan tarikatın makamlarından daha yüce makamlara çıkabileceklerini söyler. “Öyle makamlar vardır ki, cezbe ve süluk onlara yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek ve pek kıymetlidir” der. Bu yüce makamın sahabelerde göründüğünü belirten İmam-ı Rabbani “Bu makam sahabe-i kiramdan sonra ahir zamanda gelecek olan Mehdi’de görüneceğini” belirtmiş ve “Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse bu makamdan haber vermiştir” buyurur.

Sahabe-i kiramın peygamberin (sav) sohbetinde bir an bulunmakla erebileceğini belirtir. Zira bu makamlar imanın inkişafına, farzların yapılmasına, haramlardan kaçmaya ve sünnet-i seniyyeye göre yaşamaya bağlıdır. İmam-ı Rabbani bu hususları şöyle ifade eder:

“Tasavvuf yolculuğunda, her makamın, ayrı bilgileri, marifetleri, hâlleri vardır. Her makam için ayrı vazîfe, zikir ve teveccüh lâzımdır. Bazı makamda zikir, başka makamda Kur'an-ı kerim okumak, namaz kılmak, bazısında cezbe, bazısında sülûk, bazısında ise bu nîmetim her ikisi vardır. Öyle makamlar da vardır ki, cezbe ve sülûk oraya yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek, pek kıymetlidir. Peygamberimizin Eshâb-ı kirâmının hepsi, bu makamlara kavuşmuş, bu büyük nîmet ile şereflenmiştir. Bu makamların sahipleri, başka makamların sahiplerine benzemez. Başka makamların sahipleri ise, birbirlerine az çok benzer. Bu makam, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Hz. Mehdîde görünecektir. Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu makamdan haber vermiştir. Bu makamın ilimlerinden, marifetlerinden söyleyen ise, yok gibidir. Bu makam, Allahü teâlânın, öyle büyük bir nîmetidir ki, dilediği, seçtiği bahtiyârlara nasip olur. Eshâb-ı kirâm bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbette ayak basardı ve zamanla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu nîmet ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetiştirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilim ve marifetlerini atlattıktan sonra, bu devlete eriştirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün sohbeti ile mümkün olabilir. Onun izinde gidenlerden pek az kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaştıran nispet ile, yol ile şereflenir. Cezbe, sülûkten önce olduğu zamanlarda yaptıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçta gösterilir, tattırılır.” (İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1. Cilt, 32. Mektup)

İmam-ı Rabbani, ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdi’nin (ra) velayetin en yüksek derecesinde olacağını, bunun sebebinin de sıfatı olan ilimden kaynaklandığını özellikle belirtir. (Mektubat, 1. Cilt, 251. Mektup) Muhiddin-i Arabî’de (ks) Mehdi’nin ilminin Hz. Ali’nin (ra) ilminden mülhem “Marifetullah” ilmi olduğu için bütün ilimlerden üstün olduğunu ve “ilimlerin şahı ve padişahı olan iman ilminin” üstünlüğünden kaynaklandığını belirtir.

Sonuç olarak ahir zamanda gelecek olan Mehdi (ra) ilimle ve bilhassa “Marifetullah” ilmi ile tanınıp bilinecektir. Bu ilim ilimlerin şahı olduğu ve bu ilim peygamberimizden (sav) Hz. Ali’ye intikal etmiştir. Hz. Ali (ra) peygamberimizin ilmine varis olduğu için ilim sıfatı ile tanınmıştır. Mehdi de Hz. Ali’nin manevi evladı olduğu ve ilmine varis olduğu için “ilim sıfatı” ile tanınacaktır. Zaten peygamberimiz (sav) “Ahir zamanda ilim kalkar. Neslimden Mehdi gelerek ilmi yeniden ihya eder” buyurmuşlardır.


Kaynak: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi - Mehmet Ali KAYA


İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi - Mehmet Ali KAYA
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-1

İmam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sani, yani ikinci bin yılının müceddidi olan Ahmed-i Farukî Serhandî hazretleri Sünnet-i Seniyyeyi saadet-i dareynin temel taşı, her nevi kemâlatın madeni ve membaı olarak görür. Mektubatında özetle şöyle der: “Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.” (Lem’alar, 2005, s. 185)

Seyr-i sülûk ile, yani tarikatle ulaşalamayan makamlara Peygamberin (sav) sünnetine uymakla ulaşılabileceğini belirtmiştir. “Sonra gelen Evliyâdan birini, bu ni'met ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetişdirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilm ve ma'rifetlerini atlatdıkdan sonra, bu devlete erişdirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün 'aleyhi ve alâ âlihissalevât' sohbeti ile mümkin olabilir. Onun izinde gidenlerden pekaz kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaşdıran nisbet ile, yol ile şereflenir. Bu makam Eshab-ı Kiramdan sonra Hz. Mehdi’de görülecektir” (İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1:32. Mektup) buyurmaktadır.

Hz. Muhammed’den (sav) önce yüce Allah her bin senede bir ulul-azm peygamber göndererek yeni bir şeriatle din kuvvetlendirilirdi. Hz. Muhammed (sav) peygamberlerin sonuncusu olduğu ve dini değişmeyeceği için onun dinini kuvvetlendirme işi ümmetinin âlimlerine verildi. Bundan dolayı onun ümmetinin âlimleri Benî İsrail’in peygamberleri gibi oldu. İslamiyeti bunlar kuvvetlendirdiler. Böylece “Kur’ânı biz inzal buyurduk; onu koruyacak olan da biziz” (Hicr, 15:9) ayeti gereği din müceddid âlimler eliyle güçlenmiş oldu.

Resulullah’ın (sav) vefatından bin sene geçtikten sonra ümmetinden gönderilen âlimlerin sayısı az ise de, islâmiyeti tam kuvvetlendirmek için çok yüksek olacaklardır. Resulullah (sav) Hz. Mehdi’nin geleceğini haber vermiştir ve bin sene sonra gelecektir. İsa (as) da bin sene sonra gökten inecektir. Bin sene sonra gelen evliyanın yükseklikleri Eshâb-ı Kiramın yüksekliklerine benzeyecektir. Her ne kadar peygamberden sonra insanların en üstün olanları sahabeler ise de sonra gelenler bunlara çok benzedikleri için peygamberimiz (sav) “Beni görmeden iman eden ve dine hizmet edenler sahabelerime benzedikleri için hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılmaz gibi olmuştur” buyurmuşlardır. “Ben bilmem” buyurmadı, “bilinemez” buyurdular. Peygamberimiz (sav) bildiği için “En üstün olanlar sahabelerimdir” buyurmuşlardır.

Sonradan gelenlerin sahabelere benzemesi zamanın dehşetinden ve bidaların yaygın olmasındandır. Peygamberimiz (sav) “Bidaların yaygın olduğu, ümmetimin fesadı zamanında sünnetime sarılıp sünnetimi ihya eden yüz şehit sevabını kazanır” (Feyzü’l-Kadir, 9:171) buyurduğundan dolayıdır. İşte Hz. Mehdi bunlardandır” buyurur İmam-ı Rabbanî hazretleri… (İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 1:209. Mektup)

İmam-ı Rabbanî hazretleri Sahabe-i Kiramın ve bilhassa “Aşere-i Mübeşşere”nin ilk dördü olan “Hulefa-i Raşidinin” yüksekliklerini ve hiç kimsenin onlara yetişemeyeceğini izah ederken bu dört büyük sahabeyi bizzat peygamberimizden (sav) ders alan kimseler olması münasebeti ile kendilerine kitap verilen peygamberlere benzeterek şöyle der: “Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra) ve Hz. Ömer (ra) velâyet-i Mustafavî’in derecelerine kavuştukları için velayet bakımından Hz. İbrahim’e (as) ve insanları dine çağırmak bakımından Hz. Musa’ya (as) benzer. Hz. Ali (ra) de her iki bakımdan da Hz. İsa’ya (as) bağlıdır. Hz. İsa (as) ruhullah ve kelimetullahtır. Bu nedenle Hz. İsa’nın (as) velayet yönü daha kuvvetlidir ve Hz. Ali (ra) ona bağlı olduğu için Hz. Ali’in (ra) de velayet yöne daha kuvvetlidir. Dört halifenin de mertebe-i taayyünleri “İlim Sıfatı”dır. Geleceği haber verilen Mehdi’nin sıfatı da ilim sıfatıdır.” (İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 1:251. Mektup)

İlimlerinin membaı doğrudan Vahyin kaynağı olan Resulullah (sav) olduğu için onun getirdiği “İman ilmi” en yüksek ilimdir. Peygamberimiz (sav) “Ben ilmin şehriyim Ali onun kapısıdır” buyurmuşlardır. Mehdi de Hz. Ali’in (ra) menevi evladı olduğu için ilim sıfatı ile şöhret bulacak ve ilmi ile bütün âlimleri ilzam edecek, şeriatın hakkaniyetin ispat edecek ve ehl-i dalaletin ve ehl-i küfrün davasını ve iddialarını iptal edecektir. Bu sebepledir ki Hz. İsa (as) semadan nüzul ile kendisine tabi olacaktır. Zira Mehdinin davası İman ve Kur’ân ve Hak ve Hakikat olacaktır. İmana ve Kur’âna, hak ve hakikate hizmet etmek isteyen onun ile beraber olması iktiza eder. Ona muhalefet İmana ve Kur’âna, hak ve hakikate muhalefet sayılır. Yine bu nedenledir ki Mehdi’ye onun ilmini bilen âlimler tabi olacak ve cahiller ona muhalefet edeceklerdir.

İlimden maksat “Marifetullah” yani “İman İlmi”dir. İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir. Nitekim İmam-ı Gazali (ra) buyuruyor ki, halife Hz. Ömer (ra) şehit edilince oğlu Abdullah b. Ömer (ra) “İlmin onda dokuzu Ömer (ra) ile beraber öldü” buyurdu. Bazıları bu sözü anlamayınca “İlimden maksat Allah’ı bilmektir. Abdest ve gusul bilgileri değildir” şeklinde izah etti. Üstünlük kitaplarda yazılı olan bilgileri ezber bilmekte değil onlardan elde edilen marifette ve Allah korkusundadır. Marifetullah ise bütün ilimlerden elde edilen amaç ve anlayıştır. Her ilim insanı Allah’a götürür, kişi bunu anlayamamışsa ansiklopedileri ezberlemenin kendisine faydası yoktur. Bu nedenledir ki marifeti olmayanın ilmi yoktur. Nitekim şeytanın Allah hakkındaki bilgisi, münafık ve kâfirlerin imanı olmadığı için marifetleri de yoktur. Onların Allah hakkındaki bilgileri cehalettir. Cehalet ise bilmemek değil, yanlış bilmektir.

Nitekim peygamberimiz (sav) “Yeryüzünden ilim kalkar. Âlimlerin fetva vermede ilimleri olmaz, halk arasında imtiyazları da kalmaz. İşte o zaman neslimden Mehdi gelir de ilmi yeniden ihya eder. Önemsiz hale gelmiş olan dine yeniden önem kazandıracaktır” (Müslim, İlim, 5; Tirmizi, İlim, 5; İbn-i Mâce, Mukaddime, 1) buyurarak bu hususa dikkatimizi çekmiştir. İmam-ı Rabbanî hazretleri de Mektubat’ında bu hususa dikkatimizi çekerek “Hz. Mehdi’nin velayetin en yüce mertebesinde olmasını” kendisinde bulunan ilme bağlamıştır. (Rabbanî, Mektubat, 1:251. Mektup) Çünkü peygamberler mal miras bırakmazlar, onların malı ilimdir. Bu nedenle “Âlimler peygamberlerin varisidir.” Burada kastedilen ilim “İman ve Marifet ilmidir.” Bu ilme kim daha çok sahip olursa gerçek âlim odur. Bu da o âlimin bu konda yazdığı eserlerinden ve ümmetin meselelerini halletmesinden belli olur. Müceddidlerin en belirgin özelliği de zaten ilimleriyle kendilerini ulemaya kabul ettirmiş olmasıdır. Yoksa bu konuda ilim ve ihtisas ehli olmayan cahillerin ve inkârcıların hiçbir değeri ve kıymeti yoktur. Milyonlarca ehl-i ihtisas ve ilim sahibi olmayan bir ispat edici âlim kadar olamaz.

Biz bu makalemizde şahıs ve isim üzerinde durmuyoruz. Vasıf üzerinde duruyoruz. Peygamberimiz de (sav) ondan dersini alan İmam-ı Rabbanî’de (ra) ve her ikisinden dersini ve ilmini alan Bediüzzaman hazretleri de isim üzerinde durmamışlardır. Mehdinin yapacağı hizmeti ve vasıflarını nazara vermişlerdir. İsme ve resme takılmamak öze, esasa ve vasfa bakmak lazım. Mehdilik ve Mehdiyet bir dava ve ilim işidir; iddia meselesi değildir. Kendisinde Marifetullah ilmi ve vasfı olmayan Mehdi olamayacağı gibi, birilerine “şeref ünvanı” olarak Mehdiyet vermek de onu Mehdi yapmaz.

İnşaallah konuya devam edeceğiz…


Kaynak: İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-1 - Mehmet Ali KAYA

İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-1 - Mehmet Ali KAYA
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-2

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Şualar” isimli eserin “Marifetullan ve Tevhit” dersini en güzel şekilde ehl-i küfür ve inkâra da ders verdiği 7. Şuası olan “Ayetü’l-Kübra” Risalesinin “Berahin-i Tevhidiyeye Dair” olan ikinci kısmında İmam-ı Rabbani Hazretlerinin talebelerine ders verirken “Bütün tarikatların en mühim neticesi hakaık-ı imaniyenin inkişafıdır. Bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişafı, bin kerâmata ve ezvaka müreccahtır” dediğini belirtir. Ayrıca “Mütekellimînden ve İlm-i Kelam Ulemasından birisi gelecek hakaik-i imaniye ve islâmiyeyi delâil-i akliye ile kemal-i vuzuhla ispat edecek” dediğini nakleder. (Şualar, 2005, s.264)

Din demek iman ve ibadet demektir. İman vahye şeksiz şüphesiz inanmak, ibadet ise peygamberin (sav) ibadet hayatını ve ahlakını örnek almak ve onun yaptığını yapmaktır. Dini özel hayata ve sosyal hayata hâkim kılmak ancak peygamberin sünnetini ihya etmekle mümkündür. Bu nedenle mücedditler dini ihya için sünnetleri ihya etmeye çalışmışlar ve başarılı olmuşlardır. Her sünnet bir bid’atı ve yanlışlığı ortadan kaldırır. İmam-ı Rabbani hazretleri de “Tarikat Adabı” adı altında dine sokuşturulan bidatları ve yanlışları ortadan kaldırmak ve onların yerine sünnetleri ikame etmek için gayret göstemiş ve bu konuda başarılı da olmuştur.

İmam-ı Rabbanî hazretleri şöyle der: “Sünnet ile bidat, birbirlerinin zıddıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, ikincisi bulunamaz, gider. Birini diriltmek, ötekini yok etmekdir. Sünneti diriltmek, bidati yok eder. Bidati diriltmek de, sünneti yok eder. İster hasene, yanî güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bidat, sünneti yok eder. Belki, bir bakımdan güzel denilmiş olabilir. Hiçbir bidatin kendisi güzel olamaz. Çünki Allahü teâlâ, sünnetlerin hepsini beğenir. Sünnetlerin zıddı ise, şeytânın beğendiği şeylerdir. Bugün, bidatler, her yere yayılmış olduğundan, bu sözümüz çok kimseye ağır gelir. Fekat, âhıretde, hangimizin doğru olduğunu anlıyacaklardır.
Mehdi geldiği zaman dini yayarken sünnetleri diriltmeye çalışacak ve bidatlala amel işlemeye alışanlar ve bidatları güzel sandığı ve ibadet bildiği için Medinedeki âlimler de Mehdi için ‘Bu bizim dinimizi yok etti ve milletimizi yok etti’ diye karşı çıkacaklardır. Mehdi ise bu âlimleri öldürecek ve onların güzel sandığı bidatların çirkinliğini, sünnetin önemini ortaya koyacaktır. Bu Allah’ın bir nimetidir.” (Rabbani, Mektubat, 1:255. Mektup)

İmam-ı Rabbanî’nin bu ifadelerinden Mehdi’nin bidatçı âlimleri öldürteceği anlaşılmaktadır. Ancak bu zamanda bilhassa din âlimini bid’atçı diye öldürmek kabul edilemez bir durumdur. Ayrıca sünnete ve şeriate de aykırıdır. Hadise göre bir insanın ‘kısas, recim ve irtidat’ halleri dışında öldürülmesine fetva verilemez. Dolayısıyla Mehdi bid’atları ilmi ile ölüdürüp sünnetleri yine ilmi ile ihya edecektir. Bid’atkar ulemayı da ilmi ile ilzam ve iskat ederek manen öldürecek ve Müslümanlar üzerindeki imtiyazlarını ve etkilerini yok edecektir. İmam-ı Rabbani hazrelerinin anlatmak istediği husus budur.

İmam-ı Rabbani hazretleri “Tarik-i Nakşide iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez.” (Bediüzzaman, Mektubat, 2005, 5. Mektup, s.40) demektedir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Tarik-i Nakşî’nin üç perdesi var. Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbani de (ra) âhir zamanında ona sülûk etmiştir. İkincisi, Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir. Üçüncüsü, Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalp ayağı ile sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, üçüncüsü ise sünnet hükmündedir” (Mektubat, 5. Mektup, s. 40-41) buyurarak Nakşi Tarikatının esaslarını özetlemiştir.

İmam-ı Rabbani bu hususları Mektubat’ında şöyle anlatır: “Farz, vacip ve sünnet olan ibadetler hep âlem-i halktan olan ceset ile yapılmaktadır. Âlem-i emr ile ilgili olanlar nâfilelerdir. Nafilelerin kıymeti farzların yanında hiç kalır. Okyanusun yanında bir damla su gibidir. Nafilelerin değeri sünnet olan ibadetlerin yanında da böyledir. Sünnet de farzların yanında okyanustan bir damla gibi değersiz kalır. Çok kimseler bunu bilmedikleri için farzları bırakıp nafilelerin yayılmasına çalışıyorlar. Cahil sofiler de zikre ve fikre sarılıp farzları ve sünnetleri yapmada gevşek davranıyorlar. Kırk gün çile çekip riyazet yapacağız diye Cuma namazına ve cemaatle namaza gitmiyorlar. Hâlbuki farz namazı cemaatle kılmak, onların binlerce defa kırk gün çektikleri çilelerden daha kıymetli olduğunu bilmiyorlar. Cahil hocalar nâfilelerin yayılmasına hizmet edip farzların ve sünnetlerin terkine sebep oluyorlar. Hâlbuki farzları ve sünnetleri tam olarak yaptıktan sonra islamın edeplerini gözetmek şartı ile zikir ve fikir insana fayda verir ve çok kıymetli olur. (Rabbanî, Mektubat, 1:260. Mektup)

Mü’min farzları ve sünnetleri yapma ve haramlardan sakınma oranında imanda terakki ve tekâmül eder. Sahabe-i Kiram bu yolla Allah’a yakınlık kazanmışlardır. Tabiin ve Tebe-i Tabiînin de yolu ve sünneti budur. Bundan sonra Müslümanlar farzları ihmal, sünnetleri terk ederek ve haramlara helal diyerek işlemeyi meşru görerek dinden uzaklaşacaklardır ve dinden uzaklaşma zaten budur. Bunun başlıca sebebi de iman konusundaki zafiyettir. Nübüvvetin yolu da Allah’ın farzlarını yapmak, Allah’ın emirlerini sünnete uygun ifa etmek, yani sünnetleri ihya etmek ve haramlardan kesinlikle kaçmak şeklindedir. Velayetin diğer makamları ve nafileler ancak bunların zıllı, yani gölgesi ve mütemmimidir. Asıl olmayınca elbette gölge de olmaz, ancak hakikati olmayan serap olur, insanı aldatmaktan başka şeye yaramaz. İşte Hz. Mehdi geldiği zaman sahabeler gibi imana hizmet eder, farzlara ve sünnetlere hizmet eder ve dini yeniden ihya eder. İmam-ı Rabbani hazretleri 260. Mektupta bu hususları açıklığa kavuşturur.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de “Telvihat-ı Tis’a” namındaki eserinde İmam-ı Rabbani’nin de belirttiği hususlara dikkat çekerek tarikata girenlerin düşecekleri vartaları gösterip kurtuluş çarelerini farzları yapmak, haramdan kaçmak ve sünnet-i seniyyeye elinden geldiği kadar uymak olduğunu izah etmektedir. “İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani gibi muhakkikîn-i ehl-i tarikat derler ki, bir tek sünnet-i seniyyeye ittiba noktasında hâsıl olan makbuliyet, yüz adab ve nevâfil-i hususiyeden gelemez. Bir farz bin sünnete müreccah olduğu gibi, bir sünnet-i seniyye dahi, bin adâb-ı tasavvufa müreccahtır demişlerdir.” (Mektubat, 770)

İmam-ı Rabbani hazretleri bu farzların önemini ve sünnetin değerini izah ettikten sonra namaz ibadetinin kıymetini ve kemâlatını anlattığı 261. Mektubunda ahir zamanda Mehdi’nin imana ve dine yapacağı hizmetin önemini vurgular. Peygamberimizin (sav) “Ümmetimin başı mı sonu mu daha iyidir bilinmez” ve “Bu ümmetin en iyileri başında ve sonunda gelenlerdir. Ortası ise bulanıktır” “İslam dini garip başladı, sonu da garip olacaktır; ne mutlu o gariplere” hadislerini naklederek Mehdinin yapacağı hizmeti alkışlar. (Rabbani, Mektubat, 1:261. Mektup)

İmam-ı Rabbanî hazretleri insanın kurtuluşa ermesi için her şeyden önce itikadını “Ehl-i Sünnet” itikadına göre düzeltmesi gerektiğini belirtir. Uhrevi necat ve ebedi saadetin ancak fırka-i nâciye olan “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” inancı olduğunu, bu inanca muhalefetin öldürücü zehir ve ebedî azaba vesile olduğunu izah eder. Kötü itikadın bu inanca muhalefet olduğunu söyler. “Allah kendisine şirk koşanı affetmez bunun dışında dilediğini affeder” (Nisa, 4:48) ayetinde belirtilen şirkin “Ehl-i Sünnet” itikadına muhalefet olduğunu söyler. (Rabbani, Mektubat, 2:380. Mektup)

İmam-ı Rabbanî’nin açıkladığı “Ehl-i Sünnet” itikadını Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatına aklî ve ilmî delillerle izah ve hakkaniyetin ispat eder. Risale-i Nur’un değeri de buradadır. “Hakaık-ı imaniyeye sağlam bir surette itikat etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle” kurtuluş mümkün olur. İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubatında demiş ki: “Hakaik-ı imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim. Bütün tariklerin nokta-i müntehası hakaık-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır” (Bediüzzaman, Mektubat, 40)

Daha sonra Bediüzzaman şöyle buyurur: “Madem hakikiat böyledir; ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdulkadir Geylânî (ra) ve Şâh-ı Nakşibend (ra) ve İmam-ı Rabbani (ra) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini hakaık-ı imaniyenin ve akaid-i islâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı islamiye gıdadır” (Bediüzzaman, Mektubat, 41) buyurarak imanı zayıf bu zamanda Müslümanların ve tüm insanlığın imana ve hakaık-ı islamiyeye ihtiyacı olduğunu belirtir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri başta imam-ı Rabbani’nin müjde verdiği gibi “Hakak-ı İmaniyeyi ve İslamiyeyi aklî ve mantıkî delillerle ilmen izan ve ispat eden ve ilm-i kelam ulemasından gelceği beklenen zattır” ve Risale-i Nur eserleri de onun Tevhid ve Marifetullah konusundaki bilgisinin delildir. Böyle bir zat ve eser bu zamana kadar yazılanların en mükemmelidir. Buna eski âlimleri ve eserlerini okuyan ve Risale-i Nurları da okuyarak kıyaslayan âlimlerin tümü şahittir. Okumayanların ve taklidi surette konuşanların bu konudaki sözlerinin bir değeri yoktur.

Konuya devam edeceğiz…




Kaynak: İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-2 - Mehmet Ali KAYA

İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-2 - Mehmet Ali KAYA
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-3

İmam-ı Rabbani hazretleri “Ehl-i Sünnet itikadını” çeşitli mektuplarında anlattığı gibi Mektubatın 2. Cildinde 380 nolu mektubunda da geniş bir şekilde yeniden anlatır. Çünkü dünya ve ahret saadetinin membaı imandır ve imanın doğru ifadesi ve şekli “Ehl-i Sünnet” itikadıdır. Her türlü yanlış inanç “Ehl-i Sünnet” inancından sapmadır. İnanç ve itikat bozuk olursa ibadet ve amel fayda vermez. Bilhassa Allah’ın sıfatlarında hata etmek kişiyi şirke, şirk ise dalalete götürür. Dalalet hak ve istikamet yolundan ayrılmak demektir. Ehl-i Sünnet dışındaki mezheplerin yanıldıkları husus budur. Mutezile’nin “Kul fiilinin hâlıkıdır” demesi, Cebriye’nin “Kaderi” inkâr etmesi hep Allah’ı bilmemekten ve sıfatlarında hata etmekten kaynaklanır. Keza Şia’nın yanlışı da “Nübüvvet” meselesini tam olarak anlamamasından kaynaklanmaktadır. Felsefeciler de bozuk akıllarına sığmayan meseleleri anlamadıklarından itiraz ederek kendi akıllarına göre anlamaya çalıştıkları için hakikatten uzaklaşmaktadırlar.

Bu sebeplerden dolayı Mücedditler ve bilhassa İmam-ı Rabbani hazretleri mü’minlerin itikatlarını düzeltmekle işe başlamışlardır. Mektuplarından pek çoğu “Ehl-i Sünnet” itikadını anlatmakta ve öncelikli olarak imana ait bilgileri düzeltmeye çalışmaktadır. Zira itikadı bozuk olanın düşüncesi bozuk olur ve düşüncesi bozuk olanın davranışı ve ameli bozuk olur. İman düşünceye, düşünce ise ibadete ve ahlaka etki eder. İmanı sahih ve sağlam olanın ise düşüncesi doğru ve ameli doğru ahlakı da istikamet üzere olur.

İmam-ı Rabbani “ehl-i sünnet” itikadını anlattığı 2:380 nolu mektubunda “Allah şirki affetmez, bunun dışında dilediği günahı affeder” (Nisa, 4.48) ayetini izah etmek amacı ile başladığı için bu ayeti mektubun başına yazmıştır. Son kısmında ise Muhbir-i Sadık Resulullah’ın (sav) Deccal ve Mehdi hakkındaki hadislerini nakleder. Kıyametin alameti olarak peygamberimizin (sav) haber verdiği en büyük alametler “Deccalın çıkması, Ye’cüc ve Mecücün zuhuru ve Mehdinin gelmesi ve Hz. İsa’nın nüzulüdür.”

Deccal gelmeden mehdi gelmeyeceği bir gerçektir. Deccal gelerek dini ve “Şeriat-ı Ahmediyeyi” ortadan kaldırmaya çalışacaktır ki, Mehdi gelerek onun tahribatını tamir etsin, fitne ve fesadını ortadan kaldırsın ve davasını iptal ederek şeriatın hakkaniyetini ispat etsin. Nitekim Hindistan’da Ekber Şah İslam şeriatının ahkâmını kaldırarak yerine kendisine göre bir din uydurmaya çalışmıştı. İmam-ı Rabbani onun hışmına uğrayarak hapse girmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri yeniden dini ve “Şeriat-ı Ahmediye”yi ve “Sünnet-i Seniyyeyi” ihya etme mücadelesi verdi ve başarılı da oldu. Aynı şekilde deccal gelerek dini tahrip etmeden Mehdi gelip düzeltecek değildir. Bu nedenle Deccalı tanımadan Mehdi’yi tanımak mümkün değildir. Nitekim İmam-ı Rabbani (ra) da 381. Mektubunda peygamberimizin (sav) “Küfür her tarafı istila edip hükmü her yana yayılmadıkça Mehdi zuhur etmez” hadisini nakleder. Yine 258. Mektubunda da Mehdinin fitnelerin zuhur ettiği zaman geleceğini söyler. Dinde fitne ise küfür ve inkâra dayanan sapıklıktır. Çünkü bütün kötülüklerin kaynağı şirk ve küfürdür.

İmam-ı Rabbani’nin naklettiğine göre hadis-i şerifte “Mehdi çıkacaktır. Başının üstünde bir parça bulut olacaktır. Orada bir melek bulunacak ve “Bu şahıs Mehdi’dir, kendisine tabi olun” diyecektir. (Rabbani, Mektubat, 2:380. Mektup) Bu hadis-i şerif hadisin müteşabihat kısmındandır. Anlaşılması için te’vil ve tefsir gerekmektedir. Zira müteşabih olmazsa o zaman hakikat-ı hale muvafık olmaz, teklifin ve imtihanın hilafına bir durum olur. Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi “İman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki, Ebu Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil'ler esfel-i sâfilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekir'ler Ebu Cehil'ler ile tasdikte beraber olurlar. (Bediüzzaman, Şualar, 1994, Beşinci Şua, s.498)

Madem hakikat budur “Mehdi’nin üzerinde bulutun olması ve ondan bu Mehdi’dir diye bir meleğin nida etmesi”nin anlamı Mehdi’nin “İlâhî ilhama mazhar olması ve ispat ettiği hakaık-ı Kur’âniyenin Kur’ân-ı Kerimin bir tefsiri olarak manevi bir desteğe sahip olması” anlamında olması gerekir. İlham eseri yazdığı eserlerini okuyanlar, eserlerini okuyarak imanı kazananlar ve şüphelerinin giderildiğini görenler, “İşte bu Mehdi’dir” kanaatine ulaşacaklardır.

İmam-ı Rabbani daha sonra “Yeryüzüne iki mü’min iki kâfir hâkim olacaktır. Mü’min olanlar Zülkarneyn ve Süleyman (as) kâfirler ise Nemrut ve Buhtunnasr’dır. Beşinci olarak ehl-i beytimden biri, yani Mehdi sahip olacaktır” hadisini nakleder. Bu hadiste de Mehdi’nin hâkimiyeti anlatılmaktadır. Zülkarneyn, Süleyman (as) ve Nemrut ve Buhtunnasr birer devlet başkanı ve komutan oldukları ve asker gücü ile yeryüzüne hâkim oldukları tarihi bir gerçektir. Bu nedenle İslam bilginleri Mehdi’nin de bir devlet başkanı ve askeri bir komutan olarak geleceği beklentisi içindedirler.

Ahir zamanda bu beklenti tersine vuku bulduğu için beklenin aksine bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu da “Mehdinin hâkimiyeti” noktasında bir te’vil ve tefsir gerektirmektedir ki o da İmam-ı Rabbani hazretlerinin de dikkatimizi çekmiş olduğu Mehdi’nin “İlim” vasfıdır. Bu durumda Mehdi’nin hâkimiyeti “manevi ve ilmî” olmasıdır. Mehdi yazdığı eserleri ve Kur’ana dayanan ilmi ile kalplere ve gönüllere imanı hâkim kılacağı için onun hâkimiyeti yeryüzüne “İmanın ve islamın” hâkimiyeti şeklinde olacaktır. Nitekim peygamberimizin (sav) yeryüzüne hâkimiyeti elbette imanın ve sünnetinin hâkimiyeti şeklinde olup gerçek hâkimiyettir. Mehdi de “Şeriat-ı Ahmediye”nin hâkimiyetini sağlayacağı için Mehdi’nin hakimiyeti mecazi olup gerçek hakimiyet “Kur’anın hakimiyeti” ve “Şeriat-ı Ahmediye”nin kalplere ve gönüllere hükmetmesidir. Mehdi de ona yardım eden Hz. İsa’da (as) Şeriat-ı Ahmediye’ye uyacaklar ve onun hâkimiyetine çalışacaklardır. Bu hadisin tevili ve tefsiri de budur.

Mehdi’yi Nakşîlerin, “Nakşî Tarikatı” silsilesinin son halkası olarak, Kadirî’lerin “Kadirî Tarikatı” silsilesinden gelmesini beklemeleri ve böyle bir beklenti içinde olmaları da doğrudur. Gerçeğe aykırı da değildir. Zira ahir zamanda gelecek olan Mehdi peygamberimizin tam bir temsilcisi, Kur’ân-ı Azimüşşan’ın mübelliği ve müfessiri, Şeriat-ı Ahmediye’nin ve Hakaık-ı İmaniyenin hâkimiyeti için çalışan kumadanı, müceddidi ve müçtehidi olacağından, Şeriat dairesi içinde olan, Nakşîlerin, Kadirilerin, Şazelîlerin ve Mevlevîlerin, yani bütün hak tarikatların da muhafızıdır. Şeriat-ı Ahmediye’nin temsilcisi olma noktasında Hz. İsa’nın (as) da kendisine tabi olacağını da varsayarsak ki hakikati budur. O zaman Şeriat dairesi içinde olan olan ehl-i tarikin Şeriatın ve Hakaik-ı İmaniyenin temsilcisi olan Mehdi’ye uymaları ve kendilerinden bilmeleri elbette doğrudur. Bu da İmam-ı Rabbani hazretlerinin bu konudaki izahları ile birebir örtüşen bir durumdur.


Kaynak: İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-3 - Mehmet Ali KAYA


İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-3 - Mehmet Ali KAYA
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Alparslan Kuytul Hocaefendi Günümüzün Sahte Mehdileri Hakkında Sert Konuştu

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
2019'da beklenen Mehdi / Büyük savaş / Melhame-i Kübra / Armegeddon

 
Üst