Medyada yeni dönem

Dergaz

Profesör
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
1,685
Tepkime puanı
28
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Ne fark eder ki
Yeni bir yıla girdik. Bir yandan umutlarla dolup boşalacağız bir yandan da mazide yaşanan pek çok hadiseyi hatırlayacağız. O hatırat bizi umutsuzluğa sevk etmeyecek; aksine daha doğru ufuklara taşıyacak.
21. yüzyılın ilk 10 senesini geride bıraktık. 'Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizi'ni (2001) geride bıraktık. O yetmezmiş gibi bir de 'dünya tarihinin en büyük global ekonomik krizi'ni yaşadık. Sırf bu açıdan bile yaşadığımız son on senenin büyük önemi var. Neyse ki iki büyük krizi de sarsıntılara rağmen bir şekilde atlattık, hatalardan ders çıkardık.
Siyasette yeni bir dönem başladı. 2002 seçimlerinde halk koalisyon üyesi bütün partileri parlamento dışına itti. AK Parti hükümeti yeni bir dönemin açılmasına sebep oldu. Avrupa Birliği projesi için bir önceki hükümet de (DSP, ANAP, MHP koalisyonu) çok çalışmıştı. AK Parti döneminde reform süreci hızlandı, uyum yasaları ardı ardına çıkarıldı, Kopenhag Kriterleri doğrultusunda önemli adımlar atıldı. AB ile ilişkiler sıcak tutulurken Amerika, Rusya ve Ortadoğu ülkeleriyle de ilişkiler geliştirildi. Komşularımızla münasebetlerimiz bugün çok daha makul bir çizgiye geldi. On yıl öncesi bu durum tahayyül bile edilemezdi.
Demem o ki, yeni milenyuma girerkenki Türkiye ile 21. asırda on yıl geçirmiş Türkiye arasında çok büyük bir fark var. On sene öncesinin iç ve dış dengeleri çoktan değişti. Türkiye daha demokratik, daha şeffaf, daha denetlenebilir bir ülke olma yolunda hayati adımlar attı. Devlet halka daha yakın, devletin kurumları daha hesap verebilir hale geldi. Bu durum demokrasimiz açısından sevindirici bir süreci işaretliyor; çünkü bu yolun sonu katılımcı ve çoğulcu demokrasiye gidip dayanıyor. Ancak daha önceki statükodan beslenen zümrelerin de keyfi kaçmış oldu.
Sermayeye Anadolu işletmelerinin de katılması ve her alanda yeni oluşumların sosyal hayata iştiraki varlığını statükoya borçlu kitlelerin huzurunu kaçırdı. Bu nedenle hâlâ siyasette sular durulmuyor, asker-sivil ilişkilerinde demokratik dengeler tastamam kurulamıyor. Demokrasinin bu ülkeye evrensel boyutta ve ön şartsız yerleşebilmesi için bir mücadele veriliyor. Bu mücadeleye (tabiatı gereği) medya da ortak. Çünkü varlığını egemen güçlere bağlamış bir yapı ısrarla çoğulcu demokrasi taleplerine karşı direniyor. Direnirken de medya desteği arıyor. Şeffaflıktan korkan, kapılar arkasındaki gizli ittifaklardan beslenen kemikleşmiş bir yapı, ayrıcalıklı kişi ve kurumların güdümünde sürdürülen sistemin devam etmesini arzuluyor. Mümkün mü? Tabii ki hayır! Artık toplum dünyaya daha açık; dolayısıyla insan hakları ve demokrasi konusunda daha evrensel standartlar talep ediyor. Bu taleplere hiç kimse direnemez; ne asker-sivil bürokrasi, ne siyaset, ne medya...
Bir zamanların en sembol medya patronu Dinç Bilgin hafta içinde Star Gazetesi'ne röportaj verdi. 'Hepimizin dolabında iskeletler var' diyen ve yürek burkacak şekilde özeleştiri yaparak 28 Şubat dönemini deşifre eden Bilgin, bu ülkedeki tarihî değişime dikkat çekerek şöyle diyor: 'Dönüşümü iyi okuyan kazanır!' Bilgin bu özeleştirileri daha önce de yapmıştı. 28 Şubat döneminde askerlerin medyaya nasıl hükmettiklerini, o günkü askerî yetkililerin gazete ve televizyonlara nasıl pervasızca hükmettiklerini daha önce de anlatmıştı. Şimdi yine bu yapıya dikkat çekiyor ve bir de çıkış yolu öneriyor: '28 Şubat döneminde askerî bürokrasi, yargı ve basın rejimin üç ayağı olmuştu. Ben de dönemin egemenlerindenim. Çok büyük kabahatlerimiz oldu... Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar önemli bir dönüşümden geçiyoruz. Hayal edilemeyecek kadar muhteşem şeyler oluyor. Doğru okuyan gazete patronu da kazanır...' Son on yılda yaşananları doğru okuyan gerçekten de kazanır. Doğru okumak için doğru adrese gitmek lazım. O da toplumun bizzat kendisidir. Siyasetçi de asker de medya da halk vicdanını gösteren pusulaya iyi bakmalı ki kendisine duyulan sevgi ve güven devam etsin. Genç bir nüfusumuz var; yeniliklere açık, teknolojiye yatkın, demokrasiye inanmış. Bu dinamik yapı, baskıyı, kapalı bir toplum olmayı, suni düşmanlıklar üzerinden çatışma ortamı oluşturmayı vs. kabul etmiyor; etmeyecek de! Toplumun taleplerinin gerisine düşenler (bir zamanlar öncü olsalar bile) zamanın çarkları arasında öğütülmeye mahkûmdur. Kim olursa olsun ve neyi temsil ederse etsin, zamanın ruhunu doğru okuyamayan zamanın mazi bariyerine takılıp kalacaktır. Mesele sadece ileri teknolojiyi kullanmak değil; mesele zihniyette çağı yakalamak, gelecek yıllara kanat çırpmayı bilmektedir. Özellikle de medya! İletişim çağının iç dinamizmi hiçbir dayatmayı kabul etmiyor; etmeyecek...
2010! 27 Mayıs darbesinin 50. senesi. 12 Eylül darbesinin üzerinden de tam 30 sene geçmiş bulunuyor. Artık toplum 60 sene öncesinin dayatmalarıyla, korkularıyla yaşamak, 30 sene öncesinin tuzaklarında çaresiz kalmak istemiyor. Haklıdır da! Önemli olan, toplumdaki bu gelişmeyi herkesin görebilmesi. Askerin, siyasetçinin, yargının ve tabii ki medyanın, 60 yıl öncesine ait alışkanlıklarla yoluna devam etmesi mümkün değil! İşte bugün gelinen nokta her alanda yeni bir dönemin çoktan başladığını gösteriyor. Toplumun nabzını iyi tutmayarak kendi kadim ezberini okuyan, çağının gerisinde kalmış demektir. Keşke bin bir meşakkatle elde edilen marka değerleri sırf basiret bağlanması nedeniyle sönüp gitmese...
Biraz insaf lütfen!


Bir gazeteci dostumuz bir haberimize ağır eleştiriler getirince haberin aslına bakmaksızın pek çok internet sitesi (tabii bu arada takıntılı bazı meslektaşlarımız) aynı ezber üzerinden Zaman'a verdi veriştirdi. Neymiş? Güya Le Monde gazetesinin Türk okullarıyla ilgili haberini 'sansür ederek' vermişmişiz. Doğru mu? Hayır. Müsaadenizle yanlışları sıralayalım ki gerçek herkesçe malum olsun: 1- Zaman'da çıkan yazı bire bir yapılmış bir tercüme değil, özetlenmiş bir haber metnidir. O yüzden konuya sanki kelime kelime yapılmış bir makale çevirisi gibi yaklaşmak doğru değil. Le Monde'un haberi 9.700 karakterli uzunca bir metin. Bizdeki ise onun özeti olan bir haber. 2- İtirazı yapanlar Zaman'da çıkan metni tam ve doğru okumamış galiba. Türk okulları konusunda ele alınan hareket hakkında Le Monde'un haberinde bazı eleştiriler olduğunu ve bunun Zaman'da yer almadığını söylüyor. Oysa Türkçeye çevrilen özet haberde bu konuya da yer veriliyor ve orijinal haberde geçen bazı kuşkucu iddialara yer ayrılıyor. 3- Hareket ile ilgili bazı şüpheler dile getirilirken söylenen sözler sanki Le Monde'un görüşüymüş gibi nakledilerek kafa karıştırıcı bir yol izleniyor ve bunlar sansüre uğramış gibi sunuluyor. Durum öyle değil. Le Monde, gazeteciliğinin gereği Gülen hareketine karşı olanların da görüşünü aksettiriyor. Buna da özet olarak Zaman yer veriyor. Böyle bir şey yokmuş gibi davranmak hoş bir yaklaşım olmadığı gibi; insaflı bir davranış değil. Tabii ki bir gazeteci bir gazeteyi ya da gazeteciyi eleştirebilir. Hatta o eleştirilerden ders çıkarmak da gerekir. Ancak eleştirinin inandırıcılığı objektif olmaktan, hadiselere hakkaniyetle ve adaletle yaklaşmaktan geçer...



kaynak
 
Üst