- Katılım
- 30 Eyl 2013
- Mesajlar
- 6,183
- Tepkime puanı
- 473
- Puanları
- 83
Ahmed Cevdet Paşa'nın Mecelle'sidir. Mecelle 1851 madde içerir. Mecelle İslami hukuk sistemidir. Osmanlı döneminde daha da mükemmel hale getirilmiştir. Daha çok 100 maddelik özetinde hemen hemen büyük toplumsal olayların hukuki çözümüne ilişkin hükümler mevcuttur. Zaman buldukça sırasıyla ekliyeceğim inşallah.
Prof. Dr. Ahmed Şimşirgil ve Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin ''Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle'' adlı eserin internette mevcut olan kitap pdf'inden alıntıdır.
_________________________________________
MADDE 1
İlm-i fıkh mesâil-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmekdir.
(el-fıkhu el-ilmü bi’l-ahkâmi’l-şer’iyyeti’l-ameliyye)
Mesâil-i fıkhiyye ya emr-i âhirete teallûk eder ki ahkâm-ı ibâdâtdır veyâhud emr-i dünyâya teallûk eder ki münâkehât ve muâmelât ve ukûbât kısmlarına taksîm olunur. Şöyle ki Cenâb-ı Hakk, bu nizâm-ı âlemin vakt-i mukaddere dek bekâsını irâde edib, bu ise nev’-i insânın bekâsına ve nev’in bekâsı tenâsül ve tevâlüd içün zükûr ve inâsın izdivâcına menûtdur. Ve bir de nev’in bekâsı eşhâsın adem-i inkıtâ’ıyladır. İnsân ise i’tidâl-i mi’zâcı hasebiyle bekâda gıdâ ve libâs ve meskence umûr-ı sınâ’iyyeye muhtâc olur. Bu dahi efrâdı beyninde te’âvün ve iştirâk husûlüne tevakkuf eder. Elhâsıl insân medeniyyü’t-tab’ olduğundan, sâir hayvânât gibi münferiden yaşamayıb, bast-ı bisât-ı medeniyyet ile yekdiğere mu’âvenet ve müşârekete muhtâcdır. Hâlbuki her şahs, kendüye mülâyim olan şeyi taleb ve müzâhim olan şeye gazâb eder olduğundan, beynlerinde adl ü nizâmın halelden mahfûz kalması için, gerek izdivâc ve gerek mâ-bihi’t-temeddün olan te’âvün ve iştirâk husûslarında bir takım kavânîn-i müeyyide-i şer’iyyeye muhtâc olur ki evvelkisi fıkhın münâkehât kısmı ve ikincisi muâmelât kısmıdır ve emr-i temeddünün bu minvâl üzre pâyidâr olması için ahkâm-ı cezâ tertîbi lâzım gelib, bu dahi fıkhın ukûbât kısmıdır.
İşbu muâmelât kısmının kesîrü’l-vuku’ olan mesâili, kütüb-i mu’tebereden cem’ ile kitâblara ve kitâblar bâblara ve bâblar fasllara taksîm olunmak üzere bu Mecelle’nin te’lîfine ibtidâr olunmuşdur. İşte mehâkimde ma’mûlün bih olacak mesâil-i fer’iyye bervech-i âti ebvâb ve fusûlde zikrolunacak mesâildir. Ancak muhakkıkîn-i fukahâ, mesail- i fıkhıyyeyi bir takım kavâid-i külliyyeye ircâ etmişlerdir ki her biri nice mesâili muhît ve müştemil olarak kütüb-i fıkhiyyede müsellemâtdan olmak üzre bu mesâilin isbâtı için delîl ittihâz olunur. Ve evvel-i emde bu kavâidin tefehhümü mesâile istinâs hâsıl eder ve mesâilin zihnlerde tekarrürüne vesîle olur. Binâen alâ zâlik, doksan dokuz kâide-i fıkhiyye cem’ ile maksûda şürû’dan mukaddem, bervech-i âti makâle-i sâniye olmak üzere îrâd olunur ve eğerçi bunlardan ba’zısı münferiden ahzolundukda ba’zı müstesneyâtı bulunur ise de, yekdiğerini tahsîs ve takyîd etdiklerinden, min-hays-il-mecmû’ külliyyet ve umûmiyyetlerine halel gelmez.
[Maddenin sadeleştirilmiş şekli:
Fıkıh ilmi, pratik şer’î meseleleri bilmektir. İslâm dininin (şeriatin) emirleri, iman, amel ve ahlâk olarak üçe ayrılır. İşte şeriatin amel denilen kısmını, yani insanların yapması gereken hususları bildiren ilim dalına fıkıh ilmi denir. Fıkıh, lugatta bilmek, anlamak, ıstılahta ise beden ile yapılacak şer’î hükümleri bildiren ilim dalıdır. İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, fıkhı, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir, şeklinde tarif etmektedir.
Daha sonra gelen fakihler bunu “fıkıh, şeriatin, yani İslâmiyetin amelî meselelerini bilmektir” şeklinde tarif etmişlerdir, ki Mecelle’nin ilk maddesinde böyledir.
Fıkhî meseleler, ya âhiret işine dairdir, ki ibâdet hükümleridir, veya dünyaya dairdir ki münâkehat (âile), muâmelat (alış-veriş) ve ukûbat (suç ve cezâ) kısımlarına ayrılır. Cenâb-ı hak, bu dünya düzeninin takdir edilen zamana kadar devam etmesini irade edip bu ise insan neslinin devamlılığına ve bu da insanın üreyip çoğalmasına ve bu da evliliğe bağlıdır. İnsan ise mizacının i’tidâli dolayısıyla, sürekli gıda, mesken ve elbise bakımından sınaî işlere muhtaçtır. Bu da fertler arasında dayanışma ve ortaklık doğmasına bağlıdır. Özetle insan medenî yaradılışta olduğundan diğer hayvanlar gibi tek başına yaşamayıp medeniyet örtüsünün genişlemesi üzerine yekdiğeriyle yardımlaşma ve ortaklığa muhtaçtır.
Halbuki herkes kendine uygun olan şeyi ister ve zahmet veren şeye kızar. Bu sebeple aralarında adalet ve düzenin bozulmadan korunması için gerek evlilik ve gerek medeniyet için gerekli olan yardımlaşma ve ortaklık hususlarında bir takım şer’î sağlam kanunlara ihtiyaç vardır ki ilki fıkhın münâkehat kısmı ve ikincisi muâmelat kısmıdır ve medenileşme işinin bu yönde devamlı olması için cezâ hükümlerinin düzenlenmesi gerekir, bu da fıkhın ukûbat kısmıdır.
İşte bu muâmelat kısmının çokça meydana gelen meseleleri, muteber kitaplardan toplanıp kitaplara ve kitaplar bâblara ve bâblar fasıllara taksim olunmak suretiyle bu Mecelle’nin hazırlanmasına başlanmıştır.
İşte mahkemelerde uygulanacak fer’î meseleler, aşağıdaki bablar ve fasıllarda zikrolunacak meselelerdir. Ancak derin hukukçular fıkhî meseleleri bir takım küllî kâidelere indirgemişlerdir, ki her biri bir çok meseleleri içine alarak fıkıh kitaplarında umumiyetle kabul edilmiş esaslardan olmak üzere bu meselelerin isbatı için delil alınırlar.
Ve öncelikle bu kâidelerin anlaşılması meselelere âşinalık hâsıl eder ve meselelerin zihinlerde yerleşmesine vesile olur. Dolayısıyla doksan dokuz fıkhî kâide toplanarak maksada başlamadan önce aşağıda zikredilmiştir. Gerçi bunlardan bazısı tek başına alındığında bazı istisnâları bulunur ise de yekdiğerini tahsis ve takyid ettiklerinden (şarta bağlayıp ve istisnâ getirdiklerinden) toptan küllîlik ve umumîliklerine halel gelmez.]
Prof. Dr. Ahmed Şimşirgil ve Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin ''Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle'' adlı eserin internette mevcut olan kitap pdf'inden alıntıdır.
_________________________________________
MADDE 1
İlm-i fıkh mesâil-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmekdir.
(el-fıkhu el-ilmü bi’l-ahkâmi’l-şer’iyyeti’l-ameliyye)
Mesâil-i fıkhiyye ya emr-i âhirete teallûk eder ki ahkâm-ı ibâdâtdır veyâhud emr-i dünyâya teallûk eder ki münâkehât ve muâmelât ve ukûbât kısmlarına taksîm olunur. Şöyle ki Cenâb-ı Hakk, bu nizâm-ı âlemin vakt-i mukaddere dek bekâsını irâde edib, bu ise nev’-i insânın bekâsına ve nev’in bekâsı tenâsül ve tevâlüd içün zükûr ve inâsın izdivâcına menûtdur. Ve bir de nev’in bekâsı eşhâsın adem-i inkıtâ’ıyladır. İnsân ise i’tidâl-i mi’zâcı hasebiyle bekâda gıdâ ve libâs ve meskence umûr-ı sınâ’iyyeye muhtâc olur. Bu dahi efrâdı beyninde te’âvün ve iştirâk husûlüne tevakkuf eder. Elhâsıl insân medeniyyü’t-tab’ olduğundan, sâir hayvânât gibi münferiden yaşamayıb, bast-ı bisât-ı medeniyyet ile yekdiğere mu’âvenet ve müşârekete muhtâcdır. Hâlbuki her şahs, kendüye mülâyim olan şeyi taleb ve müzâhim olan şeye gazâb eder olduğundan, beynlerinde adl ü nizâmın halelden mahfûz kalması için, gerek izdivâc ve gerek mâ-bihi’t-temeddün olan te’âvün ve iştirâk husûslarında bir takım kavânîn-i müeyyide-i şer’iyyeye muhtâc olur ki evvelkisi fıkhın münâkehât kısmı ve ikincisi muâmelât kısmıdır ve emr-i temeddünün bu minvâl üzre pâyidâr olması için ahkâm-ı cezâ tertîbi lâzım gelib, bu dahi fıkhın ukûbât kısmıdır.
İşbu muâmelât kısmının kesîrü’l-vuku’ olan mesâili, kütüb-i mu’tebereden cem’ ile kitâblara ve kitâblar bâblara ve bâblar fasllara taksîm olunmak üzere bu Mecelle’nin te’lîfine ibtidâr olunmuşdur. İşte mehâkimde ma’mûlün bih olacak mesâil-i fer’iyye bervech-i âti ebvâb ve fusûlde zikrolunacak mesâildir. Ancak muhakkıkîn-i fukahâ, mesail- i fıkhıyyeyi bir takım kavâid-i külliyyeye ircâ etmişlerdir ki her biri nice mesâili muhît ve müştemil olarak kütüb-i fıkhiyyede müsellemâtdan olmak üzre bu mesâilin isbâtı için delîl ittihâz olunur. Ve evvel-i emde bu kavâidin tefehhümü mesâile istinâs hâsıl eder ve mesâilin zihnlerde tekarrürüne vesîle olur. Binâen alâ zâlik, doksan dokuz kâide-i fıkhiyye cem’ ile maksûda şürû’dan mukaddem, bervech-i âti makâle-i sâniye olmak üzere îrâd olunur ve eğerçi bunlardan ba’zısı münferiden ahzolundukda ba’zı müstesneyâtı bulunur ise de, yekdiğerini tahsîs ve takyîd etdiklerinden, min-hays-il-mecmû’ külliyyet ve umûmiyyetlerine halel gelmez.
[Maddenin sadeleştirilmiş şekli:
Fıkıh ilmi, pratik şer’î meseleleri bilmektir. İslâm dininin (şeriatin) emirleri, iman, amel ve ahlâk olarak üçe ayrılır. İşte şeriatin amel denilen kısmını, yani insanların yapması gereken hususları bildiren ilim dalına fıkıh ilmi denir. Fıkıh, lugatta bilmek, anlamak, ıstılahta ise beden ile yapılacak şer’î hükümleri bildiren ilim dalıdır. İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, fıkhı, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir, şeklinde tarif etmektedir.
Daha sonra gelen fakihler bunu “fıkıh, şeriatin, yani İslâmiyetin amelî meselelerini bilmektir” şeklinde tarif etmişlerdir, ki Mecelle’nin ilk maddesinde böyledir.
Fıkhî meseleler, ya âhiret işine dairdir, ki ibâdet hükümleridir, veya dünyaya dairdir ki münâkehat (âile), muâmelat (alış-veriş) ve ukûbat (suç ve cezâ) kısımlarına ayrılır. Cenâb-ı hak, bu dünya düzeninin takdir edilen zamana kadar devam etmesini irade edip bu ise insan neslinin devamlılığına ve bu da insanın üreyip çoğalmasına ve bu da evliliğe bağlıdır. İnsan ise mizacının i’tidâli dolayısıyla, sürekli gıda, mesken ve elbise bakımından sınaî işlere muhtaçtır. Bu da fertler arasında dayanışma ve ortaklık doğmasına bağlıdır. Özetle insan medenî yaradılışta olduğundan diğer hayvanlar gibi tek başına yaşamayıp medeniyet örtüsünün genişlemesi üzerine yekdiğeriyle yardımlaşma ve ortaklığa muhtaçtır.
Halbuki herkes kendine uygun olan şeyi ister ve zahmet veren şeye kızar. Bu sebeple aralarında adalet ve düzenin bozulmadan korunması için gerek evlilik ve gerek medeniyet için gerekli olan yardımlaşma ve ortaklık hususlarında bir takım şer’î sağlam kanunlara ihtiyaç vardır ki ilki fıkhın münâkehat kısmı ve ikincisi muâmelat kısmıdır ve medenileşme işinin bu yönde devamlı olması için cezâ hükümlerinin düzenlenmesi gerekir, bu da fıkhın ukûbat kısmıdır.
İşte bu muâmelat kısmının çokça meydana gelen meseleleri, muteber kitaplardan toplanıp kitaplara ve kitaplar bâblara ve bâblar fasıllara taksim olunmak suretiyle bu Mecelle’nin hazırlanmasına başlanmıştır.
İşte mahkemelerde uygulanacak fer’î meseleler, aşağıdaki bablar ve fasıllarda zikrolunacak meselelerdir. Ancak derin hukukçular fıkhî meseleleri bir takım küllî kâidelere indirgemişlerdir, ki her biri bir çok meseleleri içine alarak fıkıh kitaplarında umumiyetle kabul edilmiş esaslardan olmak üzere bu meselelerin isbatı için delil alınırlar.
Ve öncelikle bu kâidelerin anlaşılması meselelere âşinalık hâsıl eder ve meselelerin zihinlerde yerleşmesine vesile olur. Dolayısıyla doksan dokuz fıkhî kâide toplanarak maksada başlamadan önce aşağıda zikredilmiştir. Gerçi bunlardan bazısı tek başına alındığında bazı istisnâları bulunur ise de yekdiğerini tahsis ve takyid ettiklerinden (şarta bağlayıp ve istisnâ getirdiklerinden) toptan küllîlik ve umumîliklerine halel gelmez.]