Meal Okunmalı mı?

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Bin dört yüz yıldır bu ümmet Kur'an-ı Kerim'le ilişkisini İslamî ilimler ve İslam alimleri üzerinden kurmuş.

"Meal" olgusunun dünyamıza girmediği o uzun zaman dilimi içinde bu ümmetin Kur'an'la sağlıklı irtibat kuramadığını ya da Kur'an'dan kopuk yaşadığını söylemek mümkün olmadığına göre, biraz frene basıp duralım ve şu sorunun cevabını arayalım: Meal olgusunu bilmeyen önceki nesiller ne yaptılar da Kur'an'la irtibat problemi yaşamadılar ve her hal-u kârda bizimkinden kavi olduğunda şüphe bulunmayan bir imana sahip oldular?

Bütünüyle din tasavvurunu meal üzerine kurgulayan şimdiki nesiller amelde ve takvada seleflerinin seviyesine ulaşamıyorsa bunda - "meal müslümanlığı"nı da intaç eden- "malumatfuruşluk modası"nın hiç mi rolü yoktur?


Geride bıraktığımız bin dört yüz yıllık zaman dilimi, aynı zamanda son derece "maliyetli" ve öğretici bir tecrübeyi de içeriyor: Sünnet-i seniyye ve Sahabe-i kiramdan devralınan/öğrenilen Din konusunda zaman içinde ortaya çıkan aykırı yorumlar, farklı din tasavvurlarının neticesidir ve istisnasız hepsi de kendisini Kur'an'a dayandırmıştır. Bu durum tıpkı tarih içinde olduğu gibi günümüzde de aynen bu şekilde devam etmektedir.

Nasıl ki geçmişte önce farklı tasavvurlar benimsendi ve arkasından bunlara "Kur'anî payandalar" kotarıldı, aynı durum şimdi de varlığını sürdürüyor. Birileri seleflerimizin anladığı ve yaşadığı İslam'ın arızalı olduğu tezini yaygın bir propaganda ağı eşliğinde işledi/işliyor. Meal okumalarının büyük çoğunluğu "farklı bir din" tasavvuru arayışının ürünü olarak kuvveden fiile çıkıyor.

Farklı din tasavvurları noktasında bugünü geçmişten farklı kılan en önemli husus şudur: Geçmişte farklı din anlayışlarının doğurduğu tartışmalar hemen tamamen alimler arasında cereyan ederken, bugün problem avama inmiş durumda.

Avam olduğunun dahi farkında olmayan geniş kitleler, ısrarla sevk edildikleri mealler dünyasında, kimin propagandası daha çok yapılıyorsa yahut kimin karizması daha baskınsa onun mealini tercih ederek "Kur'an'ın dünyasına" giriyor! Kahir ekseriyetinin, başta sona okuduğu dahi şüpheli olan meal -diğerlerinden farklı olarak- ne söylemişse onu bayraklaştırarak müstakil fırkalar halinde tezahür ediyorlar.


Her kesim, kendi davasını, okuduğu meal vasıtasıyla "Kur'an'ın gereği" olarak algılıyor ve takdim ediyor. Meal yazarlarının Kur'an'dan anladığı neyse ondan ibaret olan "meal", Kur'an'ın yerini alıyor ve mealin dünyasına giren kişi, "Kur'an'ın dünyasına" girdiği zehabıyla mangaldaki külleri savurmaya başlıyor!

Elbette bütün meal çalışmalarını aynı kategoriye sokmak mümkün değil; son derece müstakim meal yazarları ve "zararsız" meallerin varlığını inkâr edemeyiz. Ancak vakıaya, fotoğrafın bütününü göz önünde bulundurarak bakmak sadece "faydalı" değil, aynı zamanda "gerekli" de.

Şimdiden çok rahat gözlemleyebiliyoruz ki, meal okuma alışkanlığı zaman içinde kişide, -en yalın anlatımıyla- Kur'an'dan doğrudan hüküm çıkarma alışkanlığına dönüşüyor. Daha önce başkalarından edindiği din anlayışı doğrultusunda meal okuyucusu, Kur'an'ı, kendisine benimsetilen din anlayışı doğrultusunda konuşturmaya başlıyor!

The Independent muhabirlerinden, dış basında Türkiye hakkındaki yazılarıyla tanınan Nicholas Birch, mealler konusunda yaşanan tartışmalar üzerine objektif bir yazı kaleme almış.1 Sağolsun, Daru'l-Hikme'den Ömer Faruk Tokat hoca vasıtasıyla haberdar oldum bu yazıdan. Birch, mealler konusunu oldukça güzel özetlemiş.

Bizim, "her kesim, kendi anlayışını Kur'an meali üzerinden meşrulaştırmak istiyor" şeklindeki tesbitimizle ODTÜ'den Aykan Erdemir'in -aynı yazıda aktarılan- "Dindarlığın kişiselleştirilmesi" vurgusu üst üste konulduğunda, "meal piyasası"nın tahminlerin üstünde seyreden kârlılığı da buna eklendiğinde ortaya yukarıda ifade ettiğim gerçek çıkıyor: Fena halde gaza getiriliyoruz!
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Meal yerine ne öneriyoruz?




A. Selçuk isimli okuyucu sormuş:


"Ebu Bekir Bey, "Düşüncelerinizden etkilenen bazı insanların, insanları Kur'an ve meallerini okumaya davet eden bizleri sapkın düşünceli olarak ilan edip iftira ettiklerini bilmenizi istedim. Ve sorumlu olduğunuzu düşünüp bu maili size göndermeye karar verdim. Samimiyetime inanıp inanmamanız sizin meselenizdir.


"Meal, insanların Kur'an'ın kendi mesajlarında anlayabilmesi için yapılmış bir eylemdir ve bir alimin Kur'an'ı arapça okuyup dinleyenin kendi diline çevirerek izah etmesi de mealdir.

"Meal okunmasını önerenle
r dışlandığına göre ortaya koyduğunuz çözüm nedir? Bu çözümü gerçekten merak ediyorum.


"Kur'an'ı anlamak için yerküredeki insanlar ne yapmalı? Söyleyin ki; size göre sapkın düşüncelere sapmış olmayalım. Hakkımızda müfteri olmayın.


"Mealsiz bir çözümünüzün olması imkansız... Ya Kur'an'ı tamamen saklayacak ve eski usul vaazlarda, vaizlerin okuyup anlayıp, anladığını insanlara anlatması gerektiğine karar vereceksiniz ya da insanlara bir şey okumalarını önereceksiniz.

"Size göre bağımsız Kur'an okuyamayacaklarına göre ne yapmalılar? Ne okumalılar?"


İnsanları niçin meal okumaktan sakındırdığımız sorusunun cevabı, samimiyetinden şüphe etmediğim bu okuyucu tepkisinde gizli. Hemen ilk satırı tekrar okuyalım: "... insanları Kur'an ve meallerini okumaya davet eden bizleri..."


Biz insanları "Kur'an okumaktan" değil, "meal okumaktan" sakındırıyoruz. "Kur'an okumak" ile "meal okumak" arasındaki fark, "Kur'an" ile "meal" arasındaki farktan kaynaklanıyor. Meal okuyan kişi, aslında Kur'an'ı değil, meal yazarının Kur'an'dan anlayıp aktardığı şeyi okuyor.

Mesele sadece bu değil. En az bunun kadar iki önemli nokta daha var:

Meal olgusunun sınırlı imkânları ve en önemlisi de meal üzerine din tasavvuru inşa etme hastalığı.


Şimdi soralım: Meal okuma eylemini ısrarla savunan kardeşlerimizin büyük bir yekûnu niçin Elmalılı, Ö.N.Bilmen veya H.B.Çantay merhumlar adına neşredilen mealleri değil de "yenilik" ve "farklılık" iddiasındaki meal yazarlarının çalışmalarını tercih ediyor?



Meselemizin bu sorunun cevabıyla hayatî bir bağlantısı var. Var, zira insanımızın büyük bir çoğunluğu ne yazık ki meal üzerinden "farklı din anlayışları"nın muhatabı kılınıyor. Türlü çeşit bid'at görüş ve yaklaşımlar insanımıza "meal çalışması" örtüsü altında servis ediliyor.

İnsanımız da "Kur'an'ın gereği" zannederek meal yazarlarının (tabii ki hepsini kasdetmiyorum) bid'at düşünce ve yaklaşımlarını benimseyip itikat ediniyor.


Biz insanlara "Meal okumayın, şunu okuyun" derken Allah kelamının yerine başka bir şeyi ikame ediyor değiliz. Zira her şeyden önce meal "Allah kelamı" değildir. Hatta şunu söyleyelim: Arapça yazılmış bir tefsir için dahi "Kur'an'ın Arapça'ya tercüme edilmesidir" diyebiliriz, ancak açıklanarak, şerh, beyan ve tefsir edilerek...


Kur'an'la aramızdaki fıtrî bağ, onu bir "entelektüel bilgi nesnesi" olarak görmemize engel olmalı. Biz onu okurken -Efendimiz (s.a.v)'in tavsiye ve talimatı gereği- ağlayabilmeli, ağlayamıyorsak dahi "ağlar gibi" yapabilmeliyiz.



"Meal okumayın" ile "Kur'an'dan habersiz kalmayın" birbirinin aynısı değildir. Kur'an'dan haberdar olmak, ilahî hitabın muhtevasını mealde aramaya çalışmakla kaim değildir.
Aksi takdirde şu sorunun cevabını vermekte acze düşeriz: "Bizden önceki nesiller "meal" olgusunu tanımadıkları halde Kur'an'la irtibatlarını nasıl canlı tuttu?" Onların Kur'an'ı anlamadığını, Kur'an'la irtibatsız yaşadığını söylemenin ciddiye alınır yanı olmadığına göre, bu noktada ciddi bir tefekküre ihtiyacımız var demektir.


Son olarak "illa meal okuyacağım" diyenlere tavsiyem, önce itikad ve amel planında sağlam bir altyapı edinsinler; kendilerini garantiye alsınlar. Bunun üstüne yapacakları meal okumalarında da "farklılık arayışı" olarak ifade ettiğim zihnî sürecin sahte cazibesine kapılmadan, amele ve ihlasa dönüştürebilecekleri pasajlara ağırlık versinler.

Meali, entelektüel ukalalık tavrını beslemek için değil, ibret ve öğüt almak, kalp rikkatine ve ruh inceliğine ulaşmak için okusunlar. Ve elbette yanlarında mutlaka -muhtasar da olsa- bir tefsir bulundursunlar...
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Allah razı olsun muhterem abim...
cidden çok faydalı ve gerekli bulduğum bir yazıydı. zikredilen görüşlere noktası virgülüne kadar katılıyorum.
bu yeni yetme mealci taifesinin meallerini ara bir meraktan şöyle göz ucuyla bakayım diyorsunuz, midesi kaldırmıyor insanın.
bir elmalılı merhum çevirisine bir de bunların bozuk zihniyetleriyle yükledikleri bozuk manalara bakınca necip fazıl üstadın "ya bunlar türkçe değil, yahut ben türk değilim"
dizesi geliyor insanın aklına...

yazı sanırım ebubekir sifil beye ait. sual-cevaptan bu anlaşılıyor.
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
eskilerin kocakarı imanları vardı..dünya tüm cezbesiyle şimdiki kadar insanın gözleri önüne serili degildi..ihtiyaçlar ihtiyaç oldugu için temin edilir zevk ve safa sınırlı idi. şimdi öyle mi ya? rahatlık ve rehavet ile muhatabız..bilgi çagı deniliyor sadece müslümanları degil herkesi birşekile sokup çıkarıyor bu devir..insan başı adetince soru(n) üretiliyor..müslümanlar bir yol, bir çare, bir cevap bulma arayışında heybelerini habire doldurma peşindeler.. topladıkları bilgi yaşamlarına ekseriyetle aksetmedigi için birde bunların hamalı oluveriyorlar tek sorun bu bence..meal okunması kötü bişey degil, hele sakındırılması gereken birşey hiç degil..yazar belli bir yanlışa dikkat çekmek isterken topyekün hüküm vermiş gibi algılanmasın. ben elmalı'nın meal ve tefsirinden istifade ediyorum ali bulaç arada..ama şundan eminim bizler gibi baglılıgı bulunmayanların tek tutunagı bu yorumlama meal kitaplarıdır. elimizden almak bizi tutundugumuz yerden aşagıya iteklemek demektir. insanları cehenneme göndermeye heves etmeyin hele bunun için odun taşımacılıgı hiç yapmayın. okuyacaksanız şu daha muteberdir ve tefsirle desteklenmelidir demenin ne gibi bir zorlugu var dimagınızda? az gelin benim gözümden bakın anlayın biraz da ya hu :D
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Evet yazı Ebubekir Sifil Hocamıza ait...Önemine binaen aktardık..Şirin kardeşim Türküyü anlamaya çalışıyorum...Ama anlamaya çalıştığımız , sıradan bir felsefe kitabı veya roman, hikaye ...kitabı olmadığınıda nazara almalı değilmiyiz? Hayatında arabcadan yaptığı ilk tercemenin ,Kur'an olduğu bilinen şahsiyetlerin, mebzül miktarda Kur'an mealiyle karşıkarşıyayız...Ebubekir Sifil Hocanın ,müslümanları dikkate, rikkate davet etmesine katılmamak mümkünmü? Türkiyede mealciliğin düzeyini merak edenlere bir kitab tavsiye etmeden kendimi alamıyorum..Sevgili Türkücü inşaAllah bu kitabı okur...Dü
cane Cündioğlunun ''Kur'an Çevirilerinin Dünyası'' .Bu kitab okununca ,Türkiyede peynir ekmek gibi satılan çok meşhur bi,r mealin, nasıl bir hırsızlık , kopyacılık ürünü olduğu , meallere niçin güvenilemeyeceği görülecektir...Vesselam..
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
yazı sahibinin kastının hakkını teslim ettik hocam ama bakınız bizde böyle yapıyoruz; meaili elmalı dan ve tefsirlerinden takviye ile okumalarımızı sürdürüyoruz, kötü mü ediyoruz da dedik.. kitap hususunda atosoy müftüoglu'na sözüm var bu ara..inş. diyelim de okuruz deyip yalan söylemeyelim en azından :) eyvallah :)
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Türküyle anlaşacağıma inanmıştım, haklıymışım...Birde ''Şarkı''yla anlaşırsam, yedim keten helvası...:laugh:
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
ben alttan almasam o iş zor biraz biliyorsun de mi hocam..sizden de aynı güzel hareketleri umuyoruz :p
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Evet farkındayım..Adım atan sensin..Şükran cezilen lek!:)
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Kur’ân’ın Hakikî Tercümesi Kâbil Değildir!
Öyle anlaşılıyor ki, bazıları “Kur’ân müslümanlığı” derken, bir dönemde muannid bir Kur’ân düşmanının, ona karşı dehşetli bir plân çevirmesi, “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” (!) demesi ve onun yerinde okunması için tercümesinin yapılmasını arzulaması misillü gizli bir maksat taşıyorlar. Zâhiren Kelâm-ı İlahî’ye inanıyormuş ve onu takdir ediyormuş gibi görünüyorlar; fakat, sözde Kur’ân dellallığı perdesine sığınarak hadis-i şerifleri, Sünnet-i Seniyye’yi ve sâir edille-i şer’iyeyi metruk kılmak için uğraşıyorlar.
Tabii ki, sathî de olsa bir malumat edinmek, belli mülahazaları öğrenmek ve zor anlaşılan bir kısım ifadelerle alâkalı bazı ipuçları elde etmek için Yüce Kitabımızın açıklamalı bir mealine müracaatta bulunmak her zaman faydalı olur. Selim akıl, selim his, selim kalb ve temiz vicdan sahibi bir insan tarafından hazırlanan böyle bir meâl, Kur’ân etrafındaki şüphe fırtınalarına ve vesvese rüzgarlarına karşı bir sera vazifesi görebilir. Fakat, hiçbir meal Kur’ân’ı bütün manaları, mazmunları ve muhtevası ile ihata edemez. Meallerden, şerhlerden, tevillerden ve tefsirlerden faydalanılır, ancak bunlar İlahi Kelam’ın yerine konamaz; dahası, Kur’ân sadece onlarla yeterince anlaşılamaz.
Goethe’nin Faust’unu ilk okuduğum zaman neredeyse hiçbir şey anlamamıştım; hatta o eserde bir derinlik göremediğim için bu meşhur edibin koca bir dünya tarafından takdir edilmesine de şaşırmıştım. Ne zaman sonra Ord. Prof. Sadi Irmak’ın şerhini de ihtiva eden bir Faust tercümesi okuyunca, işte o vakit bazı ifadelerdeki enginliği bir nebze kavrayabilmiştim. Şimdi şöyle bir düşünün; “Goethe kim, Shakespeare kim, Tolstoy kim? Nihayet bunlar birer beşer; onların eserleri Kelâm-ı İlâhî yanında ne ifade eder ki? Fakat, asıllarıyla aynı manayı ve tadı verecek şekilde onları dahi tercüme etmek mümkün değildir. Bir de söz konusu Allah Kelamı olunca, onu topyekün mana, mazmun ve muhtevası ile aksettirecek bir tercüme yapmak bütün bütün imkansızdır. İşâratü’l-İ’caz ve Yirmibeşinci Söz gibi eserlerde genişçe üzerinde durulduğu gibi, Kur’ân-ı Kerim’in o kadar vücuhu ve öyle enginlikleri vardır ki, tercüme sayesinde onların tamamını ortaya koyabilmek muhaldir. Bu açıdan da, Hazreti Üstad’ın dediği gibi, “Kur’ân’ın hakikî tercümesi kâbil değildir; lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunamaz!”
Bütün bu meseleleri nazar-ı itibara alınca, “Kur’ân müslümanlığı” ifadesinin ve bu ifadeyle ortaya konan anlayışın iyi niyete makrun bulunduğunu ve Kur’ân’a saygının ifadesi olduğunu zannetmiyorum. Bu anlayışın temsilcilerinin çoğunun fantezi peşinde koştuklarını, bir lüks zaafına düçar olduklarını ve hatta bazılarının, megalomaniye yakalandıklarını, herhangi bir farklılık ortaya koyarak kendini ifade etme kompleksi yaşadıklarını düşünüyorum. Bunların, İbn-i Cerir et-Taberi, Fahrüddin Razî, Âlûsî Bağdâdî, Celaleddin es-Suyûtî, İmam Kuşeyri ve çağımızın allamesi Hazreti Bediüzzaman misillü yüce kâmetler tarafından izah edilmiş ve çağın ihtiyaçlarına göre yeniden ele alınıp anlatılmış ulvî hakikatlere ters gibi görünen hususları dile getirmelerini “Ben de varım, ben de bilirim!” diyerek bir kısım lükslere başvurma zaafı olarak görüyorum.
Ayrıca, “Kur’ân müslümanlığı” diyen kimselerin ortaya koydukları müslümanlık tarifleri ve anlayışları da birbirini tutmuyor. Zaten, duygu duruluğundan ve kalb safvetinden mahrum kimselerin anlayışlarının aynı olması düşünülemez. Çünkü, merkezden ve ana hattan ayrılan kimse, tâli bir sürü yola sapmaktan kurtulamaz. Nitekim, Cenâb-ı Hak, “İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Sakın, sizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollara uymayın.” (En’am, 6/153) buyurmuştur. Evet, Kur’ân-ı Kerim’i ve Din-i Mübin’i, Sahabe-i kiramın anladıkları ve yaşadıkları gibi kabul etmeyenlerin, akla hayale gelmedik patikalara, farklı farklı yollara sapmaları kaçınılmaz olur. Zira, o takdirde herkes kendi kafasına ve hevasına göre uygulamalara dalar, düşünce inhiraflarına kayar.
Hâsılı; asıl “Kur’ân müslümanlığı”, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz’in, Kur’ân ayetlerinin yanı sıra kendi ifade ve beyanlarıyla da tebliğ ettiği, sonra da İnsan-ı Kâmil oluşuna muvafık bir keyfiyette mükemmel bir temsille ortaya koyduğu ve Ashâb-ı Kiram efendilerimizin de Rehber-i Ekmel’den öğrenip uyguladıkları müslümanlıktır. Selef-i Salihîn tarafından, aslî ve fer’î bütün deliller gözetilerek çerçevesi belirlenen bu İslam anlayışını bırakıp, heva ve hevesine fikir sureti vererek Kelâm-ı İlâhî’ye sahip çıktığını iddia edenlerin yaptıkları, olsa olsa, Kur’an-ı Kerim’i mehcur tutmaktır.
 
Üst