Mavi sürgün

iffet ikbal

Asistan
Katılım
1 Tem 2007
Mesajlar
239
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Mavi Sürgün
Kaldırımların kalbi ağrıyor,
Sokak lambalarının gözleri kanlı.
Saçları sis kokuyor köprü altlarının,
Ve sonra…
Bir alev topu geçiyor şarkılarımın içinden.
Kekeme tren düdükleri sızıyor geceme.
Senin olmadığın gecelerden bana ne…

Hıncımdan şarkıları eskitiyorum,
Nasır tutmuş bir çocukluk benimki.
Sesim, sessizliğimde boğuluyor
Yumruklarım öfkeden soyunmuyor.
Unutulmuş gözlerdeki uykuları ben biliyorum,
Vapurların kanayan çığlığını nabzımda duyuyorum.
Masamda ay ışığı,
Plakta kullanılmış, çürümeye yüz tutmuş bir hazan şarkısı.
Tüm esmerliğimle,içimde beyazlığını saklıyorum.
Seni biriktiriyorum, sana birikiyorum.
Al beni mavi sürgünlüğüne,
Çocuk yüzünün ince kıvrımlarında yitirilmiş bir kent gibiyim
Yalnızlığın terli tadından irkildi kadınlığım,
Bir yılan ıslığı gibi tenha ve ürkek adımlarım.

Bu çürümek mi?
Ağır aksak kelimeler,
Ölüm döşeğinde dizeler…
Biliyor musun, artık kafiye aramaya çıkmıyorum akşam üstleri.
Artık akşam üstleri, şarkılar da kiralamıyorum.
Yağmur elimden tutsa,
Gözlerim yeniden gülecek, biliyorum.
Ceplerimde iki damla gözyaşın,
Dudaklarımda tadını saklıyorum.
Ve ölüme direnen asırlık çınarlar gibi,
Seni seviyorum.

Dokunduğum her yıldızda ellerinin izi var,
Ellerin ömrümün en güzel koyu…
Sesine el süremedikçe ben,
İçin için çürüyen bir güz yaprağı…
As beni nefesine,
Sensiz kalbim esir bulutların gözlerinde.
Eğreti duruyor yüzüm tüm resimlerde.

Günler gömmüyor ki hasreti?
İçimde bir poyraz…
Burası, öksüzlerin başkenti
Düşlerde ayaz…
Sus ey gece!
Ey şarkı! Al yüreğimden kanatlarını.
Gözlerime mil çekiyor martıların çığlıkları.
Kan tutuyor kızılca kıyamet bir yağmurdan sonra göğü,
Rüzgâr uluyor dışarıda,
Ve şehrin kalbine usul usul sokuluyor kim bilir kaçıncı asırdan kalan o türkü.

Gece soyunup sisli kamburluğundan,
Bakire elleriyle saçlarıma dokunuyor.
Çek git diyor şeytan ama…
Ayak topuklarım kanıyor.
Çocukluğumdun sen benim,
Kendime sakladığım ilk yaz sevincimdin.
Şimdi, yaralı bir hıçkırıksın boğazımda düğüm düğüm.
Bir karanlık sokaksın kucağına yürüdüğüm.
Kalbim kapı duvar…
EY hayata meydan okuyan var oluşum!
Gün uzar, gece uzar, yol uzar, ömür uzar…
Serseri ruhum, bu çilekeş bedeni söylesene nasıl sırtlar?

Cüce, yorgun, karanlık trenler geçiyor içimden,
Heybemde gözlerin de yok artık.
Kurşunî bir fener asılı gökte,
İnsanı nasıl da, zamansızlığın eşiğine sürüklüyor yalnızlık.
Kibirli bir cehennem gülümsüyor şimdi resimlerde,
Sıtmalı bir eylül kapıda bekliyor doğurmak için sancılı bir güzü.
Sûreti eskimesin diye şarkımızın, koynumda saklıyorum çocuk gülüşünü.

Bir sürgünün sarhoşluğu kalbimde,
Yarınlarımı kemiriyor, oyuyor dünün kalıntıları.
Nereye gitsem esmer bir koku genzimde,
Bulutların içini sızlatıyor gözyaşlarımın tadı.
Kendimden kaçışım boşuna mı?
Ömür dediğin ne ki?
Bugün var, yarın yok takvim yaprakları.

Gözlerimi açıyorum, yosunların çığlıkları kulaklarımda
Kirpiklerimden ay ışığı fışkırıyor,
Yakamozlar çırpınıyor denizin eteğinde,
Boy veriyor masallar düş evrenimde.
Sen, uzak bir şehrin mavi sürgünlüğünde kim
bilir ne düşünüyorsun ellerini hülyalı başına koyup
Bense hoyrat mevsimler ezberliyorum,
Gün doğumları arıyorum kendimi yollara vurup.

Ölü bir kentte ihtiyarlıyor sözlerim,
Karabasanlar üşüşüyor gözlerime,
Çığlıklar biriktiriyorum dünden bugüne.
Ellerim küçülüyor o dev karanlığın ellerine değdikçe.
Bu yol nereye gider?
Hüzün saçlarımı çekiştirip, ense köküme yapışıyor,
Nasıl da içime işliyor yarına ertelenen vaatler!

Seni düşlüyorum dudaklarımda aykırı bir ıslık.
Dağılıyor bütün kötümserliğim,
Isıtıyor içimi hayalin.
Ellerin neye benziyor şimdi?
Özledim yağmurunda ıslanmayı.
Yıllar gömmüyor ki hasreti?
Ne çok istiyorum bilsen rüzgârında savrulmayı!
Sen şimdi, uzak bir şehrin mavi sürgünlüğünde
El değmemiş baharları koyup gözlerine şairce soluyorsun hayatı.
Ben tarihin takvim olduğu yerde,
Çorak bir toprağın iz düşümlerinde, seni bekliyorum.
Ölüm dediğin ne ki?
Ben her gün senin için bir daha doğuyorum.
Hasibe Gezgin​
 
Üst