Mavi Marmara'yla Filistine yardım götürürken şehid olan 9 kardeş....

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
"Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var.
İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir;
kimi de (şehitliği) beklemektedir.
Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir."
Ahzâb-23

Mavi Marmara Gemisi ile Filistin’e yardım götüren
ve İsrailin saldırısı sonucu Şehid olan 9 kardeşiniz...

http://www.analizmerkezi.com/image/haber/Resim_1285928636.jpg


Şehidin Adı Soyadı

Hangi ilden katıldığı

1

ALİ HEYDER BENGİ

DİYARBAKIR

2

CENGİZ SONGÜR

İZMİR

3

CENGİZ AKYÜZ

HATAY

4

CEVDET KILIÇLAR

İSTANBUL

5

ÇETİN TOPÇUOĞLU

ADANA

6

FAHRİ YALDIZ

ADIYAMAN

7

FURKAN DOĞAN

KAYSERİ

8

İBRAHİM BİLGEN

SİİRT

9

NECDET YILDIRIM

İSTANBUL

ŞEHİD, TARİHİN KALBİDİR!

Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisinde

uğradıkları saldırı sonucunda

terörist İsrail askerleri tarafından katledilen

dokuz şehidimize ait çarpıcı, ibretlik ve göz yaşartıcı anılar,

tarihin kalbine emanet edilmiştir.

Tarih: 31 Mayıs 2010

Saat: 04.30

Yer: Mavi Marmara Gemisi

Mevki: Uluslararası sular - Akdeniz

Yük: İnsani yardım

Olay: İsrail askerleri Gazze’ye insani yardım götüren “Özgürlük Filosu”ndaki gemilere terörist saldırı düzenledi. Mavi Marmara gemisinde bulunan kişilerden dokuz tanesi yakın mesafeden ateşle şehit edildi, birçok kişi yaralandı. İsrail Hükümeti yaptığı terörist saldırıyı kabullenirken, gemide bulunanların üç gün boyunca bütün dünya ile bağlantısını kesti. Gemide bulunan kişiler İsrail hapishanelerinde üç gün boyunca sorgulandı ve işkencelere maruz bırakıldı. İsrail zindanlarında tutulanlar arasında bir buçuk yaşında bir bebek de bulunuyordu.




Cengiz Songür

“Denizden balık değil, özgürlük çıkacak babam”

Songür yola çıktığında kızları; babaları ve Gazzeli çocuklar için bir şiir kaleme almışlardı. Şiirde “Gözlerimin nemine bakma babam, sadece çocukluktan ağlıyorum” diyorlardı.

İnsanlık uğruna canını feda eden Cengiz Songür, 1963 Haziranında Konya’nın Beyşehir ilçesinin Hüseyinler köyünde doğdu. Özgürlük Filosu’na İzmir’den katıldı. Songür, filoya teknik ve mekanik tamir konularında yardımcı olabileceğini belirtti. Filoya neden katılmak istediği sorusunu ise “Çağa karşı şahitliğimden dolayı…” demişti. İmani sorumluluk, yani hakkı, adaleti hâkim kılma sorumluluğu… Gazze’de yaşanan insan hakları ihlallerini gören gözler olarak buna dur diyecek bir birey olarak yola çıkmıştı Songür.

Babası büyük şehre göç etmek istediğinde o okula başlama yaşına henüz gelmişti. Tercihleri de pek çok hemşerileri gibi İzmir’di. Kadifekale İlköğretim Okulu’nda okudu, eğitimi kısa sürdü. İlkokulu bitirdikten sonra babasının tuhafiye dükkânında ona yardım etmeye başladı. Babası “Cengiz’i okutamadım, ona yanarım” diye hayıflanırdı hep.

Cengiz Songür, çevresinde titiz ve düzenli bir insan olarak bilinirdi. Aldığı görevi ve sorumluluğu mutlaka yerine getirmeye çalışırdı. Merhametli ve yardımseverdi. Bir arkadaşında sıkıntı gördüğünde gidermeye çalışırdı.

En son yardım konvoyuna gitmek için yola çıkarken tüm borçlarını ödemiş ve eve uzun süre yetecek malzeme almıştı. Vuslatın yaklaştığını hissetmişçesine tüm arkadaşlarından helallik istemişti.

Songür yola çıktığında kızları, babaları ve Gazzeli çocuklar için bir şiir kaleme almışlardı. Şiirde “Gözlerimin nemine bakma babam, sadece çocukluktan ağlıyorum…” diyorlardı.

Babaları gemideyken elini cebine attığında, “Babam biliyoruz ki Gazze’deki kardeşlerimize yardım götürüyorsun. Sadece ismin dahi geri gelirse, sen yine de git baba" diyen kızları, bu sefer de İsrail askerleri tarafından şehit edilen babaları için ayrı bir mektup kaleme aldılar. Kaleme aldıkları mektupta babalarına “Artık özgürsün” diyorlardı.
Okundukça herkesin kalbini gemiye götüren o mektup, gözyaşlarıyla sulansa da kızlarının dediği gibi o artık özgürdü:
“… Bir yıldızın ışıltısı sanmıştım önce gözlerindeki pırıltıyı. Yüzündeki tebessüm, ayrılığın buruk acısıdır demiştim. Oysaki kurşunlar yağıyormuş üzerine ve tebessümün, şehadete kavuşabilmenin hevesiymiş. Şimdi neredesin ve ne haldesin bilmiyorum. Gözlerimin nemine bakma babam, sadece çocukluktan ağlıyorum. Yoksa dimdik duruyorum seni izlerken, kızıma gösteriyorum ara ara yüzünü, o hâlâ seni balık tutmaya gitti zannediyor. Arada, elindeki gerçek silahları olta zannettiği İsrail askerlerini soruyor. ‘Onlar arkadaşlarının katilleri’ diyemiyorum babam, çünkü senden hep merhameti öğrendim. Acımayı, hissetmeyi ve sevmeyi. Sadece, “Onlar, dedenin balık tutmasını istemeyenler kızım” diyebildim. Oysaki denizden balık değil, özgürlük çıkacak babam. Filistinli çocukların ellerinden özgürlük tutacak. Senin en güzel ikramın özgürlük olacak. Artık eminim babam, sen özgürsün, biz özgürüz, Gazze özgür babam” diyorlardı mektubunda.

Songür şehit edilen diğer sekiz arkadaşı gibi sadece ve sadece acı çeken kardeşlerinin acısını paylaşmak istedi ve bu uğurda öldü. Kızlarının dediği gibi o artık özgür, yakında Gazze de özgür olacak.



Furkan Doğan

“Şehadet mi annem mi?”

19 yaşında şehit edilen Furkan, ailesine ulaşan günlüğün son sayfasına 31 Mayıs gecesi İsrail operasyonundan birkaç saat önce şunları yazdı: “Şehadet şerbetine son saatler inşallah… Var mıdır acaba daha güzel bir şey? Varsa o da sadece annemdir… Ama ondan ben de emin değilim. İkisinin kıyası çok zor… Şehadet mi annem mi?”

Şehit Furkan Doğan, 20 Ekim 1991 tarihinde Ahmet Bey’in ve Hikmet Hanım’ın üçüncü çocuğu olarak New York’ta doğdu. O tarihte Ahmet Bey akademik çalışmalar için Amerika’da bulunuyordu. Erciyes Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Furkan’ın babası Ahmet Doğan, Furkan’ı anlatırken, “O annesini hiç üzmedi” diyor.

Kayseri’nin Alparslan Mahallesi Bahar Caddesi’nde oturan ailenin üç çocuğunun en küçüğüydü Furkan. İlköğretimden sonra Sami Yangın Anadolu Lisesi’ni kazanan Furkan, 9. sınıftan sonra Özel Hisarcıklıoğlu Fen Lisesi’ne geçiş yaptı. Şehit olmasaydı bu yıl okulundan mezun olacaktı.

Furkan 11 Mayıs 2010 tarihinde YÖS diye bilinen Yabancı Öğrenci Sınavı’na girdi. Sınavı çok iyi geçti. 80 sorudan 75’in üzerinde bir net bıraktı. Tıp fakültesine girmeyi ve göz doktoru olmayı hayal ediyordu. İHH’nın “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” projesini duyunca yardımseverliği ile ön plana çıkan Furkan, bu sefere katılıp Gazze’ye gitmek, oradaki mazlumlara, yetimlere, insani yardım götürmek istedi. İHH’dan kimseyi tanımıyordu. Kayseri İHH’ya gitti, yetkilileri buldu, kendisinin de bu yardım filosuna katılmak istediğini söyledi. İHH yetkilileri 19 yaşında olan Furkan’ın gitmesine pek sıcak bakmadılar. Zaten Kayseri’ye 5 kişilik kontenjan verilmişti. Olumsuz yanıt alan Furkan kararlıydı ve başvurusunu internet üzerinden İstanbul İHH’ya yaptı. Israr etti, yetkilileri ikna etmeye çalıştı, daha sonra Kayseri’nin kontenjanı dokuza çıkarılınca Furkan da ekibe dâhil edildi.

Hemen hazırlıklara başladı. Çok heyecanlıydı. Yolculuk sırasında, gemide, Gazze’de nelere ihtiyacı olabileceğini araştırdı ve hazırlıklarını tamamladı. Herkesle vedalaştı, helalleşti. Akrabalarını ziyaret etti. Okuluna gitti arkadaşları ve öğretmenleriyle helalleşip vedalaştı. Hatta bir öğretmeni yolda bir olumsuzluk çıkar şehit olursan fotoğrafını şuraya “Şehidimiz, diye asarız” deyince her zamanki haliyle tebessüm etti.

Yol boyunca, Antalya’da bulundukları günlerde ve Mavi Marmara gemisinde ekiple kaynaştı, herkesin ilgi odağı oldu. Gemideki manevi atmosfer onu çok etkiledi. Hatta denizde Şeyh Salah’ın kıldırdığı cuma namazında Furkan beşinci safın sağ tarafında yine ışıl ışıl yüzüyle görüntülere takılıyordu.

Bir operasyon olduğu takdirde Furkan’ın aktif bir mücadeleye girmesi istenmedi. Ona kamera çekimi görevi verildi. Bu görevi yerine getirmek için teras katına çıkan Furkan, orada şehit edildi. O an teras katında büyük bir kargaşa vardı. 45 cm. yakınından yüzüne sıkılan kurşunlarla şehit edildi. Şehadeti duyulunca Kayseri’de olduğu gibi bütün Türkiye’de halk ayağa kalktı. Onu binlerce genç kadın ve erkek hava alanında tekbirlerle ve gözyaşlarıyla karşıladı. 4 Haziran Cuma günü tarihi Hunat Camii hiç yaşamadığı bir topluluğu gördü. On binlerce insan Furkan’ı tekbirlerle, dualarla uğurladı. İsrail’e lanet yağdı. Göz doktoru olmak isteyen Furkan, şehadetiyle ümmetin gözlerini açtı.

Talas’ın Reşadiye kasabasında mezarı başında Abdulhamit Hoca bir dua yaptı: “İnşallah Peygamber Efendimiz Şehit Furkan’ı karşılayacak, bir yetimin saçını okşar gibi onu dizlerine yatırıp okşayacak, sevecektir” dedi.

19 yaşında şehit edilen Furkan’ın ailesine ulaşan günlüğün son sayfasına 31 Mayıs gecesi İsrail operasyonundan birkaç saat önce şunları yazdı: “Şehadet şerbetine son saatler inşallah… Var mıdır acaba daha güzel bir şey? Varsa o da sadece annemdir… Ama ondan ben de emin değilim. İkisinin kıyası çok zor… Şehadet mi annem mi?”


Ali Haydar Bengi
“Duası kabul oldu”

Şehit Ali Haydar’ın bütün arkadaşları tarafından bilinen duası: “Allah’ım! Beni ilmiyle amel eden bir âlim, İslam’a hizmet eden bir davetçi ve en sonunda senin yolunda şehit olan Müslümanlardan eyle.”

Mavi Marmara gemisinde İsrail askerleri tarafından şehit edilen Ali Haydar Bengi, 11 Eylül 1971 tarihinde Diyarbakır’da doğdu. Diyarbakır İmam Hatip Lisesi’nden 1991’de mezun oldu. 1992 yılında Mısır’da bulunan Ezher Üniversitesi - İslam ve Arap Dili Araştırmaları Fakültesi’ni 1997 yılında başarıyla bitirdi. Ali Haydar Bengi’nin, Mehanur, Semanur, Senanur ve Muhammed Mustafa isminde dört çocuğu bulunuyor.

Bengi, Gazze’ye insani yardım götüren Özgürlük Filosu’nda tercümanlık ve iletişim konularında yardımcı olabileceğini belirterek filoda yerini aldı. Bengi, İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef olarak hayatını en başta kaybeden kişilerin başında geliyor.

Ali Haydar Bengi, başkanı olduğu Aydınlık Yarınlar İçin Hak ve Özgürlükler, Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Derneği (AYDER’in) çatısı altında çalışmalarda bulundu.

Güzel ahlakı ve yaşantısıyla herkes tarafından sevilen Diyarbakır’ın kanaat önderlerinden Şehit Ali Haydar Bengi, son yıllardaki ilmi araştırmalarında ve verdiği derslerde, Kur’an ve sünnetin doğru anlaşılması, Müslümanların arasında birliğin sağlanması ve Kudüs’ün özgürleştirilmesi için çalışılması gerektiği hususlarına çokça vurgu yapardı. Kendisi son dönemlerinde sık sık şu duada bulunuyordu: “Allah’ım! Biliyorsun ki bu kalpler, senin sevgin üzere birleşti, sana itaat üzere bir araya geldi, senin davetin uğruna birlik oldu, senin dinine yardım etmek üzere anlaştı. Allah’ım o kalpleri, sönmeyen nurunla doldur, marifetinle dirilt, yolunda şehit olmakla şereflendir. Şüphesiz sen çok güzel bir dost, çok güzel bir yardımcısın” diyordu.

Ortaokulda, medresede ve Ezher’de şehitle birlikte olan dava arkadaşı Ömer Aytaş dostunu şöyle anlatıyor: “Şehit Ali Haydar, lise yıllarında İslam için çalışmanın önemi ve gerekliliği üzerinde durur ve öğrencilerin İslam’ı doğru bir şekilde anlamaları için daha 17 yaşındayken İslami sohbetler düzenlerdi. Yaz tatillerinde ise bazı öğrencileri ile birlikte Arapça ve İslami eğitim almak için şark medreselerine giderdi. Medresedeki yaşantısı köy halkı tarafından takdirle karşılanırdı. Öyle ki bazı köylüler medresedeki öğrencilere asrın sahabeleri derlerdi. Geceleri az uyur, çok az yemek yer, gece namazına kalkabilmek için dar ve rahat olmayan yerlerde uyumayı tercih ederdi. İlmi ve ilim ehlini severdi. Bu sebeple okul bittikten sonra Ezher Üniversitesi’ne kaydını yaptırmıştı. Ezher mezunu olmanın ona yüklediği sorumluluğu hissetmiş ve ona layık olabilmek için çaba göstermiştir. Ezher’den mezun olduktan sonra diplomasının denkliği kabul edilmemiş ve işsiz kalmıştır. Ancak Allah’ın lütfuyla bir meslek edinmiş ve Diyarbakır’da tanınan bir cep telefonu tamircisi olmuş ve bununla maişetini sağlamıştır. Maişeti için uğraştığı işi kendisine iyi gelir getirdiği halde Ezher’den sonra hedeflediği ilmi çalışmaları denklik sorunu yüzünden yapamadığı için her zaman üzülmüştür.

Şehit Ali Haydar’ın bütün arkadaşları tarafından bilinen duası, “Allah’ım! Beni ilmiyle amel eden bir âlim, İslam’a hizmet eden bir davetçi ve en sonunda senin yolunda şehit olan Müslümanlardan eyle.”





Çetin Topçuoğlu

“Taekwan-do'da dünya şampiyonu olduk, şimdi sıra ahiret şampiyonluğunda”


Topçuoğlu, "Allah nasip eyledi. Eşimizle birlikte tekrar Gazze’ye gitmek istiyoruz. Biz bu yola baş koyduk. Arkasında ölüm de olsa hazırız arkadaşlar" diyerek yola çıktı.
Çetin Topçuoğlu, 1956 yılında Adana’da doğdu. 1979 yılında memur olarak ÇUKOBİRLİK’te işe başladı. İşçi olarak 1998 yılında emekli oldu. İki yıl Adana Demir Spor’da amatör olarak futbol oynadı.1973 yılında taekwando'ya başladı, birçok ödül aldı. 1992 ve 1998 yıllarında yılın hakemi seçildi. Birçok defa taekwando'da dünya şampiyonu oldu. İHH İnsani Yardım Vakfı’nda ve Adana İnsani Yardım Derneği’nde gönüllü olarak çalıştı. İnsani yardım çalışmalarında aktif bir şekilde ön saflarda yer aldı, sürekli mağdurun ve mazlumların yanında oldu.

Filistin yardım filosuna katılım formunda bu kampanyaya ne kadar maddi destek verebilirsiniz sorusunu, “Gücümüzün yettiği yere kadar” diye cevaplamıştı. Yine yardımcı olabileceği alanları, eğitmen, ilkyardım, spor, organizasyon olarak sıralamıştı. Filoya neden katılmak istediğini ise “topal karınca misali safımızın belli olması için” diye tamamlamıştı Çetin Topçuoğlu. Ve safı belli oldu. Yıllardır İsrail terör devletinin işgali altında inleyen Filistin halkının hemen yanı başında uzandı gövdesi bu masum yolculukta.

Daha önce de "Filistin’e Yol Açık" konvoyunda yer almıştı Topçuoğlu. Buradan dönüşte bir toplantıda çekilen görüntülerde "Ben ilk gidenler arasında olmadığım için çok üzülüyorum. Ama önümüze bir kısmet geldi. Allah bize yardım etti. Çok istiyorduk Cihangir abimle Gazze’ye gitmeyi. Allah nasip eyledi. Eşimizle birlikte tekrar Gazze’ye gitmek istiyoruz. Biz bu yola baş koyduk. Arkasında ölüm de olsa hazırız arkadaşlar" diyerek yola çıktı.

Çetin Topçuoğlu, “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” filosuna eşi Çiğdem Hanım ile giderken ve dostları ile vedalaşırken son sözü şu oldu: Taekwando'da dünya şampiyonu olduk, şimdi sıra ahiret şampiyonluğunda inşAllah.

Ve istediği oldu. Allah ona cennette en yüksek mertebeyi nasip etsin.

Bu arada, Topçuoğlu`nun Gazze`ye yardım götüren gemilere binmeden önce özel bir radyoya yazdığı belirtilen mektubu da basın mensuplarına dostları tarafından dağıtıldı.

Toğçuoğlu`nun “şehitlik” ve “şahitlik” kavramlarını anlattığı mektubu şöyle:

“İnsanlar hayatlarında bir kez doğar ve ölür. İnsanlara ilahi şahadet şansı doğumundan ölümüne kadar verilir. Bizler yaşarken ilahi şahadet şansını yakaladık. Sizlerin maddi manevi katkılarıyla bu kutlu yolculuğa, Gazze konvoyuna, Filistin`e Yol Açık kervanına katıldık. Bu kutlu yolculuk Filistin`e Yol Açık konvoyunda kendi adıma farklı değerlerle tanıştım. Hayatım çok değişti. Geçmişte sadece kendime ve aileme dua ederdim, şimdi ise dualarım ümmet için.”

“Şahidliğimiz Allah katında kabul olsun. Şahadet bilgisini bize öğretenlerden, fedakâr ve cefakâr kadın kardeşlerimizden ve hocalarımızdan Allah razı olsun. Selametle kalın. Hakkınızı helal edin. Bana dua edin. Şehit olmam için, şahit olmam için” diyordu.


Necdet Yıldırım

“İlaç götürdü ama şehit edildi”

Başakşehir’de iki buçuk yıl oturduğu evdeki komşuları, şehidimizin her zaman güler yüzlü, sakin, sabırlı ve çok merhametli biri olduğunu belirtiyorlar. Necdet Yıldırım, iş arkadaşları tarafından çok sevilen bir kişiliğe sahipti. Sessiz çıktığı bu yolculukta sessizce canını teslim etti Necdet Yıldırım.

Uluslararası sularda terörist saldırının kurbanlarından biri olan Necdet Yıldırım, 15.08.1978 yılında İstanbul’da doğdu. Aslen Malatyalıydı. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 2005 yılında İHH İnsani Yardım Vakfı’nda eczane bölümünde çalışmaya başladı ve böylelikle Necdet Yıldırım’ın yardım günleri başladı. 2007 yılında Refika Hanım ile evlendi. Bu evlilikten Melek (2) isimli bir kız çocuğu oldu. İşi gereği Çorlu’ya taşındı. Şehit Necdet Yıldırım, Gazze ambargosunu kırmaya yönelik yardım konvoyuna gönüllü olarak katıldı. 31 Mayıs 2010 Pazartesi günü sabah namazı vaktinde insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine terörist İsrail tarafından düzenlenen saldırıda arkadaşlarına yardım için üst güverteye koştu, kahramanca mücadele etti ve hain siyonistler tarafından şehit edildi.

Başakşehir’de iki buçuk yıl oturduğu evdeki komşuları, şehidimizin her zaman güler yüzlü, sakin, sabırlı ve çok merhametli biri olduğunu belirtiyorlar. Ailesi tarafından daima merhametli, güler yüzlü bir sabır abidesi olarak tanımlanan şehit Necdet Yıldırım, iş arkadaşları tarafından çok sevilen bir kişiliğe sahipti. Sessiz çıktığı bu yolculukta sessizce canını teslim etti Necdet Yıldırım.

Türkiye’ye getirilene kadar kimse haber alamadı. İsrail askerleri onu nerede vurdu, bedenini nerelere taşıdı da arkadaşları bulamadı bilinmiyor. Canlılar arasındaki irtibatı bile kesmişti askerler, seslensek “Necdet!” diye ses verir miydi bilinmez. Herkes harıl harıl Necdet’i arıyordu. Bir ümit belki yaralılar arasındadır diye beklerken Türkiye’ye dönüldüğünde Necdet Yıldırım bulundu. Bizler onu sağ salim ararken, o hak ve adalet için çıktığı bu yolda kutluların safına çoktan yerleşmişti bile.



Cengiz Akyüz

“Artık benim için de bir şehadet türküsü yazarsınız”

Gemiye binmeden önce eşine hitaben, “çocuklara iyi bak, okumaya önem versinler ve namazlarını mutlaka kılsınlar” diye ailesine vasiyet etmişti.

15.05.1969’da doğan Cengiz Akyüz, Mardin Midyatlıdır. Üç çocuk babası olan Cengiz Akyüz’ün iki kızı ve bir oğlu bulunmaktadır. Alçı-dekorasyon alanında çalışan Cengiz Akyüz, küçüklükten beri yaptığı bu işte çok başarılıydı. İskenderun’un birçok yerinde onun eserine rastlanır. Çok hareketli ve insan canlısı, çok yardımsever ve mizahı seven bir insandı.

Filo katılım formunda yardım edebileceği alanları “inşaat” olarak belirtmişti. Gazzeli evsizlere başlarını koyacakları bir çatı için yardım edecekti. Bu konvoya neden katıldınız sorusunu ise “Allah için” diyerek özetlemişti.

Ömer Karaoğlu’nun ezgilerini çok sever ve tüm düğünlerde tefiyle onun ezgilerini dinlerdi. İskenderun’daki birçok sivil toplum kuruluşunda hizmetleri olmuştur. AGD, Hizmet Vakfı ve İskenderun İnsani Yardım Derneği’nde görev aldı. Sportif bir yapısı vardı. Yüzmeyi çok sever, satranç oynardı. Çocuklara karşı ayrıca bir sevgisi vardı. Ses sanatçısı Erdoğan Akın’a vokallik de yapmıştı.

Herkesin yardımına koşan çok hareketli, aktif birisi olan Cengiz Akyüz, tam bir muhabbet insanıydı. Bulunduğu ortamlarda çok latif şakalar yapar, insanlara mutluluk dağıtırdı. Yakın arkadaşlarının dediğine göre, her sabah evden çıkacakları zaman heyben doluysa (yani sevgi, neşe, umut, selam yüklüysen) “haydi bismillah çıkalım ve insanlara dağıtalım” dermiş. Her daim güler yüzlü olan Cengiz’e gülmek çok yakışırdı. Herkesin düğününe, cenazesine katılır ve güzel sesiyle ilahiler, ezgiler söyler, bendir (def ) çalardı. Hep şehadet türküleri söyleyen Cengiz, vedalaşırken arkadaşlarına “artık benim için de bir şehadet türküsü yazarsınız” demiş.

İyi bir aile babası olan Cengiz’in çocuklarına vasiyeti de okumaları olmuştur. Oğlu Furkan, babasını defnettikten bir gün sonra SBS sınavına girmiş ve bu vasiyete sadakatini göstermiştir. Ailesiyle beraber piknik ve gezi yaparak birlikte özel vakitler geçirirdi. Aynı zamanda arkadaşlarıyla da gezilere katılır, ziyaretlerde bulunurdu. Arkadaşlarının hem iyi hem kötü günlerinde mutlaka yanlarında olan şehidimizin bu yüzden çok geniş bir çevresi vardı. Gazze’de en çok yapılması planlanan hastanenin malzemelerini ulaştırmayı istemişti. Gazze’ye yola çıkmadan herkesle helalleşen kardeşimiz, vasiyetini de eşine bırakmış ve onların İskenderun’da kalmalarını vasiyet etmiştir. Gemiye binmeden önce eşine son kez “çocuklara iyi bak, okumaya önem versinler ve namazlarını mutlaka kılsınlar” diye ailesine vasiyet etmişti. Aslında bu sıradan cümlelerle Cengiz Akyüz’ü hakkıyla anlatmak mümkün değil. Hulasa, en doğrusu şöyle demek gerekirdi: Cengiz, Cengiz’dir...

Fahri Yaldız

“Anne bana sıkı sarıl, şehit olacağım”

Adıyaman’dan Antalya’ya uğurlanırken otobüse binmeden önce annesinden kendisine sıkıca sarılmasını istemiş “Ana ben şehit olarak döneceğim, hakkını helal et” diye ayrılmıştı.

1967 Adıyaman Besni ilçesi Başlı köyünde doğmuş olan Fahri Yaldız, beş erkek çocuğun en büyüğüydü. Küçük yaşta babasını kaybeden Fahri Yaldız, ailesinin yükünü omuzlarında hissedip küçük yaşlardan itibaren çalışmış, annesine ve kardeşlerine bakmıştı. Yetimliği iliklerine kadar hisseden Fahri Yaldız, yetimler diyarına doğru yola çıkmıştı. Adıyaman Belediyesi’nde itfaiye personeli olarak çalışan Fahri Yaldız ayrıca ufak çaplı bir Anadolu esnafı olarak kadayıf ve yufka imalathanesi sahibiydi.
Buradan elde ettiği gelirin bir kısmını hayırsever çalışmalarda kullanıyordu. İHH’nın başlatmış olduğu “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” kampanyası çerçevesinde çalışmalara başlamış, Adıyaman’da kermes düzenlemiş, hayırsever vatandaşların yardımlarını toplayıp Gazze’ye doğru yola çıkan Mavi Marmara gemisindeki ebedi yerini almıştı.

Fahri Yaldız, filo katılım formunda yardımcı olabileceği alanları, “elektrik, arama kurtarma, itfaiye” olarak belirtmişti. Fahri Yaldız da tüm diğer katılımcılar gibi insani yardım alanında faaliyet göstermek üzere elinden geleni esirgemeyecekti. Fahri Yaldız, Adıyaman’dan Antalya’ya giderken yanında bir çuval dolusu Adıyaman cevizi götürmüştü.

Fahri Yaldız bu yolculuğa çıkmadan önce sanki şehit olacakmış gibi sevenleriyle, yakın dost ve akrabalarıyla helallik isteyip “mutlaka şehit olacağım” deyip vedalaşmış, ailesiyle aile fotoğrafı çektirip helallik istemişti.

Adıyaman’dan Antalya’ya uğurlanırken otobüse binmeden önce annesinden kendisine sıkıca sarılmasını istemiş “Ana ben şehit olarak döneceğim, hakkını helal et” diye ayrılmıştı. Dört erkek çocuk babası olan Fahri Yaldız, yetim büyüdüğü bu dünyadan ayrılırken geriye İsrail devletinin yapmakta olduğu zulümlere dur diye haykıracak dört erkek çocuğu bırakmıştır.






İbrahim Bilgen

“Sen beni yaşlı mı zannettin evlat?”

Yaşlı olmasından dolayı görev yapacak kişiler arasında asil listeye yazılmayan Bilgen, "Sen beni yaşlı mı gördün?" diyerek takıldı. Bilgen, "Sen gel bakim, bir güreşelim de kimin yaşlı olduğu görülsün evlat" dedi.

İbrahim Bilgen 1949 yılında Batman’ın Beşiri ilçesinde dünyaya gözlerini açtı. Dört yaşında bir çocukken babasını kaybetti. İlköğretim okulunu Mardin’de, orta öğrenimini ise Elazığ teknisyen okulunda tamamladı. Elazığ Fırat Üniversitesi’nin Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünü kazandı. Öğrenciliğinin ilk zamanlarında farklı bir fraksiyonu temsil ediyorken yapılacak olan MSP mitingini sabote etmek üzere görevlendirildiği meydanda Milli Görüş lideri Erbakan Hoca’nın konuşmalarına hayran oldu. Öğrencilik yıllarında İslami Hareketin içinde kendini buldu ve yol haritasını, yol arkadaşlarıyla şehadete kadar uzanan yaşam mücadelesinin bitimine kadar devam ettirdi. Üniversiteden üstün başarı ile mezun oldu. 5 Ağustos 1974 tarihinde evlenince Elazığ Azot Fabrikasında mühendis olarak görev yaptı.

Hayır işleri onun için vazgeçilmez bir olguydu. Kur’an kursu, yurt, cami ve aklınıza gelebilecek fukara ve guraba evlerinin elektrik projeleri için ilk kapısı çalınanlardandı. Ücret tekliflerine mukabil, ahirete yatırım olarak “hayır dualar” alırdı. Meccanen her nerede hak adına bir etkinlik, bir oluşum varsa orada yer alıyordu. Cemaat, mezhep ve meşrep farkı gözetmeksizin birçok hayır işlerine koştu, hizmet etti ve imkânlarını seferber etti. Sosyal açıdan aktif bir yaşam sürdü. İbadetlerine düşkündü. Özellikle gece namazını kılar, gecenin kalan kısmını zikir ile geçirirdi.

İHH İnsani Yardım Vakfı’nın organize ettiği yardım gemisinde yer aldı. Şehadete susamış bir adam olarak karşımıza çıkan İbrahim ağabeyimiz kalben ve ruhen özlemini çektiği şehadete kavuşmanın sevinciyle aramızdan ayrıldı ve Canan’ına kavuştuğunda takvimler 31 Mayıs 2010’u gösteriyordu.

Ardından gözü yaşlı değil “Babamızla gurur duyuyoruz. Yolun, yolumuzdur” diyen iki erkek, dört kızı var ardından izini süren.

Son olarak isterseniz İHH Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Sarıkurt’un dilinden dinleyelim İbrahim Abi ile aralarında geçen hatırayı:

“Bilgen, şehit olmadan önce İHH Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Sarıkurt ile son dakikalarında şehit olduğu yerde görev almak için mücadele etti. Yaşlı olmasından dolayı görev yapacak kişiler arasında asil listeye yazmayan İHH Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Sarıkurt`a takılmayı ihmal etmedi. Sarıkurt tarafından yedeklere yazılan Bilgen "Sen beni yaşlı mı gördün?" diyerek takıldı. Bilgen "Sen gel bakim bir güreşelim de kimin yaşlı olduğu görülsün evlat" dedi. Bunu üzerine Sarıkurt, Bilgen`i yedeklerden çıkartarak nöbet tutacak, görev yapacaklar arasına yazdı. Bilgen kendi isteği ile yazıldığı görev yerinde İsrail askerleri tarafından şehit edildi.”

Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin düzenlediği baskında şehadet şerbetini içen İbrahim ağabeyi son yolculuğuna 20 bin kişinin katılımıyla Şeyh Musa Aile Kabristanında omuzlar üstünde götürüldü.




Cevdet Kılıçlar

“Şehit gazeteci özel mermi ile öldürüldü”

Cevdet Kılıçlar’ı son olarak görenler, onun, “Allah rızası için boş bırakmayalım” diyerek İsrail saldırısını fotoğraflamaya koştuğuna şahit olmuşlar. Sen boş bırakmadın ve senin de yerin boş kalmayacak.

Şehit Cevdet Kılıçlar 1972 yılında Kayseri’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kayseri Pınarbaşı’nda tamamlayan Cevdet Kılıçlar, lise eğitimini Adana’da, üniversite eğitimini ise Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Üniversitede okurken lise yıllarında tanıştığı Derya Hanım’la hayatını birleştirdi. Gülhan (15) ve Erdem (13) isimli iki çocukları oldu. Üniversiteden sonra Selam gazetesinde çalışmaya başladı. Bir ara Adana’da reklam ajansı açtıktan sonra tekrar İstanbul’a döndü. Sonrasında mastırını yapmak üzere Almanya’ya gitti. Almanya’da zor şartlar altında mastır eğitimini tamamladıktan sonra tekrar İstanbul’a döndü. Bir dönem Vakit gazetesinde çalıştı.

Bu organizasyona katılanların doldurduğu iletişim formunda yardım edebileceğiniz alanlarla ilgili kısmı “ne iş olsa yaparım” diye doldurmuştu en son. İnsanlık uğruna ne iş olsa yaparım gönüllülüğünde, son olarak ona canını feda etmek nasip oldu.

31 Mayıs 2010 Pazartesi günü sabah namazı vaktinde insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine terörist İsrail askerleri tarafından düzenlenen saldırıda şehit olduğunda elinde fotoğraf makinesi ile işini yapmaya çalışıyordu.

Cevdet Kılıçlar ağabeyimizi son olarak görenler onun “Allah rızası için boş bırakmayalım” diyerek İsrail saldırısını fotoğraflamaya koştuğuna şahit olmuşlar. Sen boş bırakmadın ve Allah razı oldu Cevdet abi.

Gemide İHH görevlisi olarak bulunan Cevdet Kılıçlar ve İsrailli üniformalı teröristlerin saldırı anını görüntüleyebilmek için çıktığı güvertede alnına kurşun sıkılarak vahşice katledildi. O, İsrail’in vahşetini tüm dünyaya görüntüleyebilmek için uğraştı ama İsrail askerleri onu kahpece öldürdüler. İsrail yardım gemilerimize saldırdı, saldırmakla kalmadı, içindeki canavarı da ortaya çıkarttı. Mavi Marmara gemisinde şehit düşen 9 gönüllü, Adli Tıpta otopsiye alınmış, ancak naaşlarda bulunan 30 kurşundan birinin ne olduğu anlaşılamamıştı. Bugüne kadar görülmeyen bu tek kurşun, gazeteci Cevdet Kılıçlar’ın alnının ortasından girmiş ve saçmalar dağılmadan kafatasının içinde kalmıştı. İşte o kurşunun kapı kırma silahı olarak bilinen "shotgun" ile atıldığı belirlendi. O merminin adı, ateşli silahlar literatüründe "bean bag" yani "fasulye kesesi" olarak geçiyor.

Özellikle Amerikan ve İsrail polisi, toplumsal olaylarda bu mermiyi kullanıyor. Bean bag, normal bir shotgun mermisinin yeniden modifiye edilmesiyle oluşuyor. Bean bag`de fişek içindeki saçmalar özel bir kese içine konuluyor.

Böylece namludan çıkan saçmalar dağılmadan toplu halde hedefe ulaşıyor. Vücuda isabet ettiğinde yaptığı tahribat haftalarca geçmeyen “bean bag”, kafaya isabet ettiğinde ise öldürücü oluyor!
İşte Cevdet Kılıçlar çok yakından alnına ateş edildiği için şehit düştü.
 
Üst