Mavi marmara’nın gazze seferinin bilinmeyenleri

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
MAVİ MARMARA’NIN GAZZE SEFERİNİN BİLİNMEYENLERİ
mavi-marmaranin-gazze-seferinin-bilinmeyenleri-0206101200_l.jpg


02.06.2010 11:18
Karakter boyutu :
Bir önceki yazımızda, İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna insanlık dışı bir şekilde uyguladığı devlet terörünün “beklenen bir senaryo” olup olmadığı üzerinde durmuş ve bazı sorular sormuştuk. (İLGİLİ HABER İÇİN TIKLAYINIZ)
O sorulardan bir bölümünü anımsamak gerekirse: “Bundan birkaç ay önce, bu gemilerin uluslararası karasularda seyir evraklarını tamamlama sürecinde çıkan problemler nasıl çözüldü? İdarenin yola çıkmasını teknik olarak doğru bulmadığı bu gemiler hangi ülke üzerinden evraklandırıldı? O toplantılarda, konvoy organizatörleri için “en iyi” ve “en kötü” senaryolar nelerdi? Organizasyon hangi senaryonun gerçekleşmesini bekliyordu?”
Şimdi gelin hem o soruların bir bölümüne yanıt verelim, hem de yeni sorularla konuyu aydınlatmaya çalışalım.
Mavi Marmara Gemisi 1994 yılında 450 yolcu için inşa edilmiş bir yolcu gemisidir. Geminin Gazze için kalkışından önce bildirilen yolcu sayısı ise 615’dir. 16 kişilik gemi personelini de eklersek, geminin toplam yolcu sayısı 631’dir.

GEMİ SOLAS’A UYGUN MUYDU?

Öte yandan gemi İstanbul Deniz Otobüsleri İDO tarafından 1040 yolcu kapasitesi ile çalıştırılıyordu. Geminin güzergâhı da Marmara Adası ile Avşa arası. Yani Mavi Marmara Gemisi “uluslararası sefer” yapmıyor dolayısıyla SOLAS’a (Safety of Life at Sea – Denizde Can Emniyeti Sözleşmesi) uygun olması gerekmiyor.
Ancak Gazze seferi uluslararası bir sefer olduğundan gemi SOLAS kurallarına uygun olmak zorundaydı. En önemlisi Geminin filikalarının ve cansallarının kapasitesi SOLAS kurallarına göre yetersizdi. Geminin boyutu nedeniyle yeni filika koyma imkânı da olmadığından Bayrak İdaremiz, Mavi Marmara gemisine “Yolcu Gemisi Emniyet Sertifikası” veremedi.

GEMİNİN BAYRAĞI NEDEN DEĞİŞTİRİLDİ?

İnsani Yardım Vakfı İHH ise bu problemi aşmak için kendisine önerilen yöntemi uyguladı ve geminin bayrağını değiştirerek kolay bayrak olan “Comoros” bayrağı çekti. Ve klası da Phonix olarak değiştirildi. Böylece gemide zorunlu olarak bulunması gereken tüm sertifikalar hazırlandı ve Mavi Marmara Gemisi “kâğıt üzerinde” uluslararası sefere hazır hale getirildi(!)
Amacı insani yardım olan bir kuruluşun can güvenliğini pek önemsemeden gemiyi uluslararası sefere çıkarmasını “denizcilik” bilgisizliğine vererek gelin şu soruyu soralım.

ANTALYA LİMAN BAŞKANLIĞI’NIN İZİN GEREKÇELERİ NELERDİR?

Sertifikaları, kâğıtları, evrakları “bir şekilde” tamamlansa da yolcu sayısı ortada olan Mavi Marmara Gemisi’ne, çok sıkı liman devleti kontrolü yapan Antalya Liman Başkanlığı, uluslararası sefere çıkma iznini hangi gerekçelerle verdi?

GEMİ ISPS KOD’UN GEREĞİNİ YAPTI MI?

Geninin taşıdığı sertifikalardan biri de ISPS Kod (Uluslararası Gemi ve Liman Tesisi Güvenlik Kodu) gereği “Uluslararası Gemi Güvenlik Sertifikası”ydı. Buna göre demek ki Mavi Marmara’da Comoros bayrak idaresinden onaylı “Gemi Güvenlik Planı” mevcuttu(!) Peki nedir bu plan ve nedir ISPS Kod’un amacı?
Bu plan ve kod uluslararası sefer yapan gemileri ve içindekileri “teröristlere ve deniz haydutlarına” karşı korumak amacıyla vardır. Hiçbir nedenle “Taraf” devlete karşı değildir; tam tersine “Taraf” devletin güvenlik güçleri ile irtibatlı olmayı zorunlu kılar.
Öte yandan geminin ve yolcuların güvenliğinden birinci derecede sorumlu olan ve hem bu sorumluluk nedeniyle hem de mevcut sertifikalar gereği gideceği liman devletinin “uyarılarına uymakla sorumlu” olan kaptan, bu sorunluluğunu yerine getirmiş midir?
Şimdi sorulara ara verelim ve iç politikaya yönelik sorular soralım:

REFERANDUM VE PROPOGANDA

İktidarın Anayasa Değişikliği ile ilgili referandum tarihi beklentisi aslında neydi? İlan edildiği gibi 12 Eylül müydü, daha mı öncesiydi?
Ya da bu soruya yanıt bulabilmek için şu soruyu soralım: “One minute” ile “Davos’da Drama” sahneleyen iktidar o tarihte inişe geçen oy oranını yüzde kaç oranında artırmıştı?
ABD’ye bu denli bağımlı olan bir iktidar gerçekten İran’la müttefik ve İsrail’le düşman mıdır?
İktidarın izlediği arabuluculuk politikası, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’ye biçtiği “model ortaklığın” bir sonucu mudur?
Sorular çok, üstelik yanıtlarını da biliyorsunuz…
Mavi Marmara’nın Gazze Seferinin bilinmeyenlerine ışık tutmaya çalıştığımız yazımızı, önceki makalemizdeki tespitimizle noktalayalım

ABD KANATLARI ALTINDA İSRAİL KARŞITLIĞI YAPILMAZ

Kuşkusuz İsrail, bir Türk gemisine saldırmanın ve Türk kanı dökmenin yanıtını almalıdır. Ancak bu yanıtın ne olacağından önce Ankara’nın tehdidin kaynağını doğru saptaması gerekmektedir. Tehdidin İsrail’den önce ABD’den geldiğini görememek ya da bu gerçeği perdelemek Ortadoğu halklarına yapılan en büyük düşmanlıktır. ABD’nin kanatları altında kalarak, İsrail karşıtlığı yapmanın ne Filistin’e, ne Türkiye’ye ne de Ortadoğu’ya bir yararı vardır.

Mehmet Ali Güller
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna saldırısı sonrası kamera karşısına geçen Başbakan Vekili Bülent Arınç açık konuştu: “Hiç kimse bizden bu olay sebebiyle İsrail'e savaş ilan etmemizi beklemesin. Böyle birşey olmaz. Mümkün de değil, doğru da değil”.

One minute” ile yapılana “Davos’da drama” dediğimiz için Başbakan vekilinin bu açıklaması bizi şaşırtmadı. Hele de 4 Temmuz 2003 günü askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde benzer açıklamaların yapıldığını anımsadığımızda, Arınç’ın söylemi gayet normal geldi. O dönemde de hükümet, kamuoyunun nota beklentisine “ne notası, müzik notası mı” yanıtı vermişti!

Arınç’ın açıklamasına katılmamamızdan kuşkusuz “İsrail’e savaş açalım” düşüncesi içinde olduğumuz anlaşılmasın. Anlatmaya çalıştığımız şey şu…

SİLAH DESTEKLİ POLTİKA İHTİYACI

Ordu neden vardır? Elbette vatanı korumak ve kollamak için. Ama gerektiğinde de politikanızı silahla desteklemek için. Şimdi durduk yere “savaş ilan etmeyeceğiz” diyerek politikanızı silahla desteklememiş oldunuz. Daha doğrusu, İsrail’in hareket alanını genişlettiniz! Bu açıklamaya ne gerek vardı? Elbette “savaş ilan etmeyin” ama “savaş ilan etmeyeceğiz” kartınızı da peşinen masaya açmayın!

Gerçi Arınç’ın Başbakan Vekili olarak yaptığı kriz toplantısı da “bir orduya” ihtiyaç duymadığına dolaylı işaret ediyordu. Nasıl mı? Açalım:

ARINÇ ERGENEKON SANIĞINA AKIL DANIŞTI

İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna saldırısı sonrası Başbakanlık’ta yapılan kriz toplantısına kimler katıldı? Başbakan vekili olarak Arınç’ın başkanlık ettiği kriz toplantısına İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Mehmet Eröz ve Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Koramiral Nusret Güner katıldı. Yani hükümet, askere “akıl danışma” toplantısı yapmıştı. Hangi askere akıl danışıyordu hükümet? Daha dün Ergenekon sanığı olarak sorgulanan Korgeneral Mehmet Eröz’e...! Yani daha dün yandaş medyanın, “Arınç’a paraf atan komutan” diye suçladığı askerimiz..!

İşte iktidarın Mavi Marmara’ya düzenlenen saldırıyla karşılaştığı bir başka çıplak gerçek de buydu. Her fırsatta küçük düşürmeye çalıştıkları, her fırsatta terörist muamelesi yaptıkları, her fırsatta darbeci suçlaması getirdikleri askere “akıl danışma” pozisyonuna düşmüşlerdi!
Neyse…
Gelin biz İsrail’in neden saldırdığından başlayarak bundan sonra neler olacak konusuna kadar uzanan sorulara yanıt arayalım…

SALDIRI BEKLENİYOR MUYDU?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, her ne kadar İsrail’in yardım gemilerine saldırması, insanlık dışı ve devlet terörü de olsa, kimse için sürpriz değildi!
İsrail iki haftadır, bu gemileri vuracağını belirtiyor, hatta gemilere yönelik yapacağı operasyona isim bile verip dünya kamuoyuna ilan ediyordu…
Ancak bu tehdide rağmen herhangi bir önlem alınmadı. Bu durumda ortaya iki sonuç çıkıyordu. Ya bu organizasyonu yapanlar İsrail’in blöf yaptığını sandılar, ya da “saldırıyı istediler”!
İsrail’in geçmiş terörist faaliyetleri sizce de blöf seçeneğini ortadan kaldırmaz mı?
Ve de şu sorular yanıtını aramıyor mu sizce?
Bundan birkaç ay önce, bu gemilerin uluslararası karasularda seyir evraklarını tamamlama sürecinde çıkan problemler nasıl çözüldü? İdarenin yola çıkmasını teknik olarak doğru bulmadığı bu gemiler hangi ülke üzerinden evraklandırıldı? O toplantılarda, konvoy organizatörleri için “en iyi” ve “en kötü” senaryolar nelerdi? Organizasyon hangi senaryonun gerçekleşmesini bekliyordu?
Yardım konvoyunun yola çıkmasından önce neden “uluslararası ortamın hazırlanması” için tek bir politik adım atılmadı?
İsrail’in açıkça saldıracağını ilan ettiği, “yola bile çıkmasın” tehdidini savurduğu bu yardım gemisine neden “11 aylık” bir bebek yolcu olarak alındı?
Aslında yanıt arayan o kadar çok soru var ki..?
Ama gelin biz sorulara ara verelim ve krizin perde arkasına ışık tutalım.

ABD KANATLARI ALTINA İSRAİL KARŞITILIĞI

Aslında olanların ne anlama geldiğini anlamamız için son 1 yılda olanları çok kısa bir şekilde anımsamamız gerekecek.
ABD devleti, Amerikan yüzyılı için uygulamak zorunda olduğu BOP stratejisinde çuvalladı. Irak’ta bataklığa saplanan ABD devleti, çözümü taktik değişiklikte gördü; öncelikle yıpranan Bush yerine “biraz Müslüman, biraz zenci, biraz Hüseyin” olan Barack Obama’yı Beyaz Saray’a taşıdı. Ve ABD devleti şu değişiklik reçetesini Obama’nın eline verdi:
BOP’un yeni ağırlık merkezi Af-Pak yani Afganistan-Pakistan hattı olacaktır. Böylece hem Irak üzerinden alınamayan uluslararası destek Afganistan üzerinden daha kolay alınacak hem de Irak bataklığından “şerefli çıkış” yolu bulunacaktır. Ancak Irak’tan çıkış öncesi düzenlenmesi gereken işler vardır. Öncelikle Irak’ın kuzeyinde inşa edilen “kukla devlet”in yani “ikinci İsrail”in emin ellere teslim edilmesi gerekir. En emin el Türkiye’dir. Kaldı ki, “Türkiye himayesinde Kürdistan Planı” 30 yıllık maziye sahiptir!
Öte yandan ABD’nin Bush döneminde kara listeye aldığı Suriye ve İran probleminin de geri adım atmadan bir parça ötelenmesi gerekmektedir. Bu konuda da Türkiye’ye görev düşmektedir. O nedenle Obama, Türkiye’yi “model ortak” ilan etmiştir.
Washington hem Ortadoğu’da yükselen tepkileri frenlemek hem de Ankara’nın elini güçlendirmek için iki yöntem belirlemiştir. ABD ilk olarak “düşman İslam” söyleminden “ortak İslam” söylemine kaymış, ikincil olarak da Ortadoğu denklemi açısından İsrail’in ipini biraz sıkmıştır! Ne de olsa Ankara, “ortak İslam” diyen ve İsrail’i geçmiş döneme göre “yalnız bırakan” Washington’u Ortadoğu’da daha iyi taşıyacaktır!
AKP’nin Şam’la kurmaya çalıştığı ittifak da, İran’ın uranyum takasına girmesi de bu gelişmelerin içinde okunması gereken politikalardır. Erdoğan’ın takasa tepki gösteren Obama’ya şaşırması ve “ama mektup vardı” demesi de zaten bundandır!

TEHDİT İSRAİL’DEN ÖNCE ABD’DEN GELMEKTEDİR

Kuşkusuz İsrail, bir Türk gemisine saldırmanın ve Türk kanı dökmenin yanıtını almalıdır. Ancak bu yanıtın ne olacağından önce Ankara’nın tehdidin kaynağını doğru saptaması gerekmektedir. Tehdidin İsrail’den önce ABD’den geldiğini görememek ya da bu gerçeği perdelemek Ortadoğu halklarına yapılan en büyük düşmanlıktır. ABD’nin kanatları altında kalarak, İsrail karşıtlığı yapmanın ne Filistin’e, ne Türkiye’ye ne de Ortadoğu’ya bir yararı vardır.

Mehmet Ali Güller
 
Üst