Malatya'dan Limni'ye Niyazi-î Mısrî

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Tasavvuf, insanın kalbindeki kötü vasıflardan kurtulma çarelerini gösteren, kalpteki iyi vasıflar ve onları kazanma yollarını öğreten bir mekteptir. Saliklerin manevi mertebeleri kat ederek en yüksek mertebe olan “İnsan-ı Kâmil” mertebesine ulaşmanın kurallarında ve nihayet “Tevhid” in sırlarından bahseden bir ilimdir, diye tarif edebiliriz. Tasavvufta gaye; insanı yükseltmek, iyi bir Müslüman yapmak, onu Allah’a yaklaştırmak ve hatta her zaman ve her mekânda kulu, Allah’la beraber olabileceği mertebeye ulaştırmaktır. Bu mertebeye yükselmiş ve Müslümanlığı tam manasıyla yaşayacak olgunluğa ulaşmış mü’min kişiler etraflarına nurlar saçarlar.

Türklerin kalabalık olarak bulunduğu Horasan’da 11. yüzyıldan beri yoğun bir tasavvuf hayatı vardı. 13. yüzyılda Moğolların istilasına uğrayan Horasan bölgesindeki başta Ahmet Yesevî dervişleri olmak üzere Anadolu’ya geldiler. Mutasavvıf dervişler Anadolu’ya yeni bir fikir, ahlâk ve iman canlılığı getirdiler. Anadolu’daki halka ışıl ışıl, ilahî, ruhanî bir âlemin kapılarını açtılar. Tasavvuf saray ve konaklarda, şiir ve sanat neşesi olurken, halk arasında Allah sevgisi erenlere saygı ve ahlâk öğütleri şeklinde yayılarak bir hayat tarzı oldu.[1]

Anadolu’nun manevi ikliminde doğup büyüyen bir mutasavvıfımız da; Malatyalı Niyâzî-i Mısrî’dir.

Asıl adı Mehmed olan Niyâzî 12 Rebiülevvel 1027 (8 şubat 1618) gecesi Malatya’nın Soğanlı köyünde doğmuştur. Babası Ali Çelebi, bir seyyah Nakşibendîdir. Mutasavvıfımız dünyayı en çok gezip, ayrıca irşad görevi yapan sofilerden olup, Diyarbakır, Bağ dat, Kerbela yoluyla Mısır'a da gitmiş, Kahire’de bir Kadiri şeyhine bağlanmıştır.[2]

Bir yandan Câmiü'l-Ezher'de ilim tahsil ederken, öbür yandan da bir Kadirî şeyhine hizmet etmiştir. Ezher'de gördüğü bir rüya, hayatının istikametini değiştire cektir. Rüyasında Şeyh Abdülkadir Geylanî'yi görür. Geylanî kendisine, aradığı şeyhin bu şehirde olmadığını söyler. Mesajı almıştır bir kere. İntisap ettiği Şeyhin Kahire'de kalması konusundaki ısrarlarını dinlemeyerek uzun sürecek seferîliğine başlar.
Gide gide Elmalı'ya ulaşır ve orada tanıdığı Ümmi Si nan'ın hizmetine girer. Kalbinin şifasını bulmuştur bura da. Ama bedeni, coğrafyanın atlaslarını üzerine dolama ya devam edecektir. Kütahya ve Uşak üzerinden Bursa'ya geçtiğinde yıllardan 1661'dir ve 44 yaşındadır. Bir tüccar bulur ve kendisine tekke yapılma sını ister. Bina yapılana kadar Şehreküstü Camii yakının daki bir tekkede, Ulucami yakınlarındaki bir medresede ve Veled-i Enbiya Camii kayyımı Debbağ Ali Dede'nin evinde idare eder. Bursa'da Hacı Mustafa adlı birinin kı*zıyla evlenir. Bir kızı dünyaya gelir. Abdal Çelebi adlı İran lı bir tüccarın yaptırdığı ilk Mısrî dergâhı, tam da Girit'in fethedildiği yıl olan 1669'da törenle açılır. Sadrazam Köprülüzâde Fazıl Ahmet Paşa’nın daveti üzerine Edirne’ye çağrılmıştır.

Niyâzî-i Mısrî, IV. (Avcı) Mehmed devrinde, son derece nüfuzlu bir şeyh olarak Lehis tan seferine çıkacak ordunun maneviyatını yükseltecek irşatları yapmak üzre İs tanbul'a da çağrılmıştır.
Niyâzî-i Mısrî’nin, cifr ilmiyle uğraşması, böylece gelecek teki olaylara dair bazı malumatlar vermesi ve Vahdet-i Vücudcu görüşleri sebebiyle sık sık tenkitlere maruz kaldığı biliniyor. Bu görüşleri ve sert çıkışları yü zünden Rodos adası na sürgüne gönderilir. Sürgündeyken, geride bıraktığı ki tapların yağmalandığı haberini aldığında, duygularını,

Sevdim seni, hep varım yağmadır alan alsın
Gördüm seni, efkârım yağmadır alan alsın


diye başlayan meşhur şiirinde dile getirmiştir.

Rodos'tan Bursa'ya döner ama ardından bu defa Limni'ye sürgüne gönderilir. Affedilir affedilmesine ya, Niyâzî-i Mısrî'yi affetmek kimin haddinedir? Geri dönmez ve tam 15 yıl Limni'de kalarak orada yeni bir irfan çerağı yandırmak için uğraşır. Sanki orada öleceğini ön*ceden görmüşcesine geleceğin türbedarlarını yetiştirmeye adar kendisini.

Bursa'ya son defa döndüğünde 74 yaşında bir pir-i fânidir artık. Sadece iki yıl kaldığı son Bursa günlerinden sonra bu defa açılan Nemçe (II. Viyana) seferine muhalefet etmesi yüzünden[3] kendisini toprağına emanet edeceği Limni'ye tekrar sürgüne gönderilir. 78 yaşında iken 20 Recep 1005 (16 Mart 1694) tarihinde vefat eder . Türbesi Limni adasındadır.

Bugün türbesini ziyaret edenlerin verdiği bilgilere göre, Türkçe bilmese de bir türbedârı yanı başından ayrılmamaktadır.[4]

Hemen hemen bütün şiirleri tasavvufi mahiyettedir. Gece yazdığı şiirlerinde Niyâzî, gündüz yazdığı şiirlerinde ise Mısrî mahlaslarını kullandığı söylenir. [5] Tasavvuf ve Kur'an ilimlerinde 10 kadar eser sahibidir. Bu eserlerden birisi, Prof. Dr. Süleyman Ateş tarafından “İrfan Sofraları” adıyla (1971) yayımlamıştır.

Bilgin yorumcu, ünlü mürşit, tasavvuf eri, şeyhi Ümmî Sinan'a çok vefalı bir mürid olan Niyâzî-i Mısrî, ölümünden sonra daha çok şiirleri ile ün yapmıştır. Zamanında ise, dergâhlar âleminin en güçlülerinden sayılıyordu. Büyük şöhret sahibi olan Niyâzî şiirin derinliklerinden ziyade şekilde ve söyleyişte yenilik yapan usta bir şairdir. Bir çok defa, yeni ve eski yazı ile basılan Divan'ında, şiirlerinin eski büyüklerin ölçülerine çıktığı söyleyenler vardır. Aruz şiirlerinde Fuzûlî ve Nesimî'nin; hece şiirlerinde ise esasen hayranı ve övücüsü olduğu Yunus Emre'nin üslûp ve dünyaları hâkimdir.[6]

Sultan Abdülmecid Han, Selanik’e giderken fırtına sebebi ile bulunduğu gemi Limni’ye sığınır. Uzaktan gördüğü türbenin kime ait olduğunu sorar. Yanındakilerden birisi türbenin Niyâzî-i Mısrî’ye ait olduğunu söyler ve onun başından geçenleri anlatır. Bunun üzerine Sultan Abdülmecid, Niyâzî Mısrî Hazretlerinin kabrini ziyarete gider. Türbede Niyâzî-i Mısrî’nin ruhaniyetine hitaben; Ey Niyâzî-i Mısrî, kıymetini bilemeyen kimselere beddua eylemişin sonradan gelen bizlerin bunda bir kabahati yok. Bizlere feyizli nazarının geldiği aşikar olmadıkça türbenden dışarı çıkmam.” Diye yalvarır ve Kur’an-ı Kerim okuyarak ruhuna hediye eder. Sultan Abdülmecid Han Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin feyiz dolu nazarlarına kavuşunce dışarı çıkar ve türbenin tamir edilmesi için emir verir.[7]

Vefâ duygusu, sorumluluk hissini büyütüp besleyen bir erdemdir. Sevdiklerinizi hatırlamak, onlara karşı sorumluluğunuzu hissetmek, onları özlemek bu duygunun tesirindendir. Malatya’da doğmuş olan bu mutasavvıfımıza Malatyalılar büyük saygı duyarlar ve sahip çıkarlar. Bu vefânın örneğidir ki, caddeler, okullar, yurtlar, vakıflar hep onun adını taşımaktadır. Yine Malatya Belediyesi tarafından geçtiğimz günlerde “Uluslararası Niyâzî-i Mısrî Sempozyumu” düzenlenmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’de doğup büyüdüğü Malatya’ya vefâlı davranmış ve bir şiir kaleme almıştır.

“Aspuzu” redifli şiirinde bu şehrin güzelliklerinden bahsetmektedir. Osmanlı kaynaklarının hemen hemen hepsinin Malatya olarak zikrettikleri şehrin adı hakkında Evliya Çelebi dikkat çekici tespitlerde bulunmuştur. Zira O, Acemlerin “Aspozan”, Türkmenlerin “Mal-atiyyye”, Arapların “Malatye”, Yunanların “Rakabe”, tarihçelerin ise “Darü’r-Rakabe/Rakbe” dediği Malatya adının değişik zikredilişlerini beyan etmiştir. Aspuzu, Aspozan, Aspuzan şekillerinde verilen bu isim, Malatya’nın günümüzdeki kuruluş yerinin eski adıdır.[8]

Malatyalı mutasavvıfımız Niyâzî-i Mısrî’nin “Aspuzu” redifli şiirini vererek yazımızı bitirelim.



Bârekallah gülistan-ı bübülandır Aspuzu
Cenneti tezkîr eder âl-i mekândır Aspuzu

Mutedil eb ü hevâ hem müctemi’ envâ-ı zevk
Mecmu-ı bezmi sefay-ı ârifandır Aspuzu

Ab-ı hayvanı beğenmez hasletinden Der-Mesih
Aktığınca sanki bir ruh-i revândır Aspuzu

Câme-i hârdasın eyyam-ı rebi’de kim giyer
Şüphesiz menzil-gehi Hızr-ı zamadır Aspuzu

Her taraf pür-meyve-i şîrin leb-i dildâr misâl
Yeşil atlasla donanmış nev-civândır Aspuzu

Bâ medat elmâsı üzre nakş olur ebyât-ı sürh
Lâcerem sun’-ı Hudâ’ya bir beyandır Aspuzu

Ol sebepten ehl-i pür-akl ü zekâ vü marifet
Mahzen-i ehl-i ulûm-i kâmilandır Aspuzu

“Cenneti min tahtıhel enharı terci” dense hûb
“Hazihi cennati adnin”den nişandır Aspuzu

Ey Niyâzî ger dokunmayaydı hiç bâd-ı fenâ
Kim demezdi ona firdevsi cinandır Aspuzu[9]

Musa Tektaş
www.sanatalemi.net


[1] Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı, C:2, s.276, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., İstanbul, 2000
[2] Gölpınarlı, Abdulbaki, İslam Ansiklopedisi, “Niyâzî-i Mısrî maddesi”, C:9, s. 305, M.E.B. Yay, İst, 1993
[3] Ateş, Süleyman, “Niyâzî-i Mısrî (1618-1694)’nin Hayatı ve Eserleri”, Niyâzî-i Mısrî, Mavaidu’l-İrfan- İrfan Sofraları, Notlarla Çeviren: Süleyman Ateş, s. 2-4, Ankara 1971,
[4] Armağan, Mustafa, Şehirlerin Atlasına Dolanan Hayat Bağları, Türk Edebiyatı Dergisi, s. 8-9, Sayı: 362, Aralık 2003.
[5] Gölpınarlı , a.g.m. s. 306
[6] Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı, c. II, s. 425, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 10. Baskı, İst, 2000
[7] Evliyalar Ansiklopedisi, c. 9, s. 327, İhlas Yay., İstanbul, 1992.
[8] Göğebakan, Göknur, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası, s.5, Malatya Bel. Yay.,Malatya, 2002.
[9] Niyâzî Divanı, (Osmanlıca) basım yeri ve tarihi yok, s.78-79; Ayrıca Bkz; Malatya Şiirleri Antolojisi, s. 48.
 

ıtri

Üye
Katılım
30 Ağu 2009
Mesajlar
1,235
Tepkime puanı
153
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Ankara
Teşekkürler girdap kardeşim.
Bir büyüğümüzü daha tanımış olduk.
Demek o da bir ara idarenin hışmına uğramış, anlaşılamayanlardan.
Malatya kaysısı ile öğüneceğine birazda Niyazi mısri için öğünebilir.
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
muteşem bir dizesi anlatır bana Niyazi Mısrı'yi
"Hamr-u ruyi yar ile sekran olan anlar bizi."
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Niyazi Mısri Sempozyumu Sona Erdi

Malatya Belediyesi ve Türk Kadınları Kültür Derneği (TÜRKKAD) İstanbul Şube Başkanlığı ile ortaklaşa düzenlenen, İnönü Üniversitesi'nin de katkı sunduğu ve 3 gün devam eden Uluslararası Kulun Niyazı Niyazı-î Mısrî başlıklı sempozyum sona erdi.

Belediye Konferans Salonunda gerçekleştirilen sempozyumun son gününe Belediye Başkanı Ahmet Çakır, İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, Belediye Başkan Yardımcısı Ertan Mumcu, TÜRKKAD Genel Başkanı Emine Bağlı, TÜRKKAD İstanbul Şube Başkanı Cemalnur Sargut, bazı belediye meclis üyeleri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, akademisyenler, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.

Sempozyumun son gününde gerçekleştirilen ilk oturuma İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitim Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hasan Kavruk başkanlık etti. Oturumda Kayseri, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı görevlisi Yrd. Doç. Dr. Osman Nuri Küçük, Niyazi-i Mısri'nin Seyr-ü Süluk sürecine ilişkin Hatıraları ve Saliklere Tavsiyeleri konulu tebliği sundu. Seyrü süluk kavramının genel tanımıyla insanın manevi yolculuğunu ifade etmek olduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Nuri Küçük, "Bu anlayışa göre aslında her insan farkında olmasa da bir yolculuk içindedir. Ancak tasavvuf düşüncesindeki terim anlamıyla seyrü süluk belli bir farkındalığa erişen kişinin tasavvuf yoluna girmesiyle başlayan ve layık olduğu takdirde en yüksek manevi mertebe olan vuslat-ı Hakk'a uzanan tekamül sürecinin adıdır. Niyazi-i Mısri, "Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğratır. Mürşidi kamil olanın gayet yolu asan imiş" der" dedi.

Son oturumda ilk olarak söz alan Araştırmacı, Roman Yazarı Dr. Sadık Yalsızuçanlar, Kuşdili'ne Aşine Çilekeş Bir Bilge: Niyazi-i Mısri konulu tebliği sundu. Niyazi-i Mısri'nin İslam şiir tarihinin en parlayan yıldızlarından biri olduğunu söyleyen Dr. Sadık Yalsızuçanlar, "Niyazi-i Mısri gibi bukağı'ya vurulmayan özgürleşmiş ruhlar, aklı öteleyen, onu aşan ve kuşatan Külli Akl'ın konuşturduğu ruhlardır. Şiir bu anlamda, ruhsal özgürleşme yoludur. Dili aciz bırakma çabasıdır. Dili aciz bırakamayan bir şiir, bizzatihi şairin bukağıya vurur" diye konuştu.

ABD Chapel Hill Kuzey Carolina, Türk Dili Edebiyatı ve Kültür Okutmanı Asya Çalışmaları Bölümü Doktoru Cangüzel Zülfikar ise Niyazi-i Mısri Hz.'nin Manevi Dünyası ile ilgili tebliği sundu. Doktor Cangüzel Zülfikar, "Profesör Mustafa Tatçı Hoca "Hz. Mısri için büyük bir fedaidir, hakikati ne pahasına olursa olsun açmıştır, kendisine gelen celal tecellilerine göğüs germiştir" diye yazar. Hz. Niyazi-i Mısri'nin üzerimizdeki hakkının bize helal olması bileklerine takılan bukağılardan ve maruz kaldığı sürgünlerden sonra Osmanlı için 4. semaya çıktığı karşı çıkışın temsili hayırla lehimize tecelli etsin, acizane dua ve niyazımdır. Niyazi-i Mısri hazretlerinin himmeti Malatya'mızdan ve bilhassa ülkemizin üzerinden eksik olmasın." dedi.

Almanya, Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi İlahiyat Bölümü Dr. Hatice Dilek Güldütuna ise Hz. Niyazi-i Mısri ve 58. İrfan Sofrası: Ledun İlmi ve Tahsili konulu tebliği sundu. Hz. Niyazi'nin, Kuran'ın insan ve alemin birbirlerinin aynası olduğunu ve gayenin insan olduğunu söylediğini belirten Doktor Hatice Dilek Güldütuna, "Yaşadığı 17. yüzyılda siyasi-sosyal atmosfer ve tasavvuf karşıtı zümre ile bütün varlığını ortaya koyarak yaptığı aktif mücadele Niyazi-i Mısri'yi dönemin şiir sanatının yanında kişilik olarak da en kayda değer ve göze çarpan şahsiyeti olarak tarih sayfalarına kaydettirmiştir." şeklinde konuştu.

http://www.sanatalemi.net/Default.aspx?durum=haber_oku&id=5869
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Limni’deki kabri Türkiye’ye nakledilsin!

man.jpg


Koca Yûnus’un 17. yüzyıldaki cisimlenişi O. Halvetiyye’nin önemli simalarından, hayatı sürgünlerle geçmiş ulu sultan Hz. Pir Niyazi Mısrî. Kabına sığmayan, coşkun ve cezbeli bir zat-ı şerif. 1618 yılında Malatya’da doğmuş; Diyarbakır, Mardin, Kerbela, Mısır, İstanbul, Elmalı, Uşak, Kütahya ve Bursa’da yaşamış, ikinci kez sürüldüğü Limni Adası’nda Hakk’a yürümüş. Mısrî diye tanınması Mısır’da öğrenim görmüş olması hasebiyledir.

Hz. İbn Arabî, Hz. Mevlânâ ve Hz. Yûnus Emre düşüncesinin takipçilerinden olan Hz. Mısrî, bu üç büyük zatın düşüncelerinin bir terkipçisidir. Nutk-u şerifleri, aşk ve irfan hakikatlerinden damıtılarak dimağlara sunulmuş tevhid şerbetidir. Kendisini takip eden mutasavvıf ve ediplerin yürüdüğü Niyazi Mısrî okulunun da kurucusu olan Hz. Mısrî’nin birçok eseri hâlâ incelenmeyi beklemekte.

Bir sohbet meclisinde Hz. Pir’i anlatır gibi

Bütün bunlardan sonra diyeceğim o ki, Hz. Niyazi Mısrî’ye karınca bakışıyla nazar ettim. Bu nazara vesile olan da, Mustafa Tatcı Hoca’nın Burc-i Belada Bir Merd-i Hüda - Niyazi Mısrî isimli eseri. Hz. Niyazi Mısrî hakkında Türkiye’de söz sahibi birkaç kişinin en başında gelen Tatcı Hoca, bir sohbet meclisinde Hz. Pir’i anlatır gibi yalın ve samimi bir dille hazırlamış eserini. Ayrıca sayfa altlarına iliştirdiği “meraklısına notlar” kısmı ise konuya daha ziyade eğilmek isteyenler için.

niyazi-i-misri-4739-71073.jpg


Hz. Mısrî’yi, şeyhi Ümmi Sinan Hazretleri hilafetle Uşak’a göndermeye karar verir. Dervişlerden bazıları Ümmi Sinan’a, her yönden ehl-i kemal olan Mısrî’yi daha büyük vilayetlere göndermesinin daha doğru olup olmayacağını sual ederler. Hz. Ümmi Sinan da onlara, “Biz göremesek de sizler görürsünüz. Bizim Derviş Mısrî, ne Uşak, ne Bursa ne de dünyaya sığar” der. Bugün hepimizin bildiği gibi Hz. Mısrî’nin namı dünyayı tutmuştur, çağıldayan nefesleri âşıkların ciğerini o düşürmektedir.

Hayalimde cisimlenmiş Hz. Mısrî, Hz. Hüseyin Efendimizle çok benzeşir. Hak ve hakikatten bir adım geri atmaması ve dünya kaygısından soyunmuşluğun zirvelerini tutmuş olması ortak yanlarından ikisidir. Ve sorduğumda birçok kişide de aynı etkiyi uyandırmakta olduğuna şahit oldum. İmanıyla yiğit ve ameliyle yüce, Hakk’ın rızasını iki kaşı arasına almış ve o minval üzre seyr eden bir yıldız.

Ayağında bukağı ile defnedildi

Cihadın büyük olanının gazisi Hz. Mısrî, Sultan 2. Ahmed’in iktidarı döneminde Avusturya muharebesine davet edilir. O da dervişlerine, “Allah için cihad etmek isteyen benimle gelsin” der ve silahlarıyla beraber üç yüz kadar dervişini toplar. Hz. Mısrî’nin devlet içinde farklı yapılanma niyetleri olduğu dedikodularına aldanan padişah, bizzat savaşa katılmak yerine dergâhında ordunun muzaffer olmaklığı için dua buyurmasının daha uygun olacağını söyler. Hazret de “işittik, itaat ettik” deyip Bursa’ya dönerler. Bir hafta sonrasında tekrar çağrılırlar, “küffarla vuruşurken sen de bizimle ol, senden manevi kudret alalım” kabilinden sözlerle. Hz. Mısrî gene dervişlerini alır ve Edirne’ye gider. Edirne’ye yakın bir yerde konakladıkları sırada bir üçüncü ferman gelir ve Hz. Mısrî’nin tekkesine dönüp duada bulunması istenir.

mfdsridergahi-a1.jpg


Hz. Pir buna rağmen Bursa’ya dönmez, padişaha çevresindekilerin yanlış bilgi verdiklerini bildiren bir mektup yollar ve yola koyulur. Edirne’ye vardığında Sultan Selim Camii’nde vaaz ederken “sahib-i devlet seni ister” deyip derdest edilir, ayağına bukağı vurularak Limni’ye sürgün edilir. Ömrünün son demlerini burada, ekseri halvetle geçirir. Emr-i ilahî gelip Hakk’a yürüdüğünde vasiyeti gereği, ayağında bukağı ile defnedilir.

Bukağıların çıkarılmamasını şu cümlelerle vasiyet etmiş Hz.Mısrî; “Evladım, demirleri vermem. Bu fakire lazımdır. Yarın mahşer günü Hazret-i Resulullah’ın huzuruna bu demir ile çıkayım ve zalimler ile ayağımdaki bu demirler ile yüzleşeyim. ‘Evlad-ı Rasul’ü sevdim ve yoluna can u başımı kurban eyledim’ diye fakiri bu azaba giriftar eylediler.”

Ayağındaki bukağı bizim ikbalimize takıldı

O dönem iktidarı arasında bazı zevatın zulmüne uğrayan Hz. Mısrî, Selimiye Camii’nde vaaz ettiği sırada derdest edilip götürülürken, “Osmanlı’nın çöküşü için dördüncü kat semaya bir kazık çaktım, bunu benden başkası çıkaramaz” der. Ehl-i irfan, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün Allah dostlarının hatrının kırılmasına bağlarlar. Tatcı Hoca da kitabında devlet erkanına seslenip, Hz. Niyazi Mısrî’nin kabrinin Türkiye’ye naklinin, ruhaniyetine bir özür beyanı olabileceğini ve Hz. Pir’in ayağındaki bukağının aslında bizim ikbalimize takıldığını söylüyor. Bu özrün bizi ikbalimizdeki bu bukağıdan da kurtaracağının altını çiziyor.

Zuhuru İbn Arabî tarafından işaret olunan Hz. Niyazi Mısrî’yi, Mustafa Tatcı’nın cezbedici dilinden bir solukta okuyacaksınız. Ayrıca, Sadık Yalsızuçanlar’ın Anka ve Emine Işınsu’nun Bukağı isimli romanları da Hz. Mısrî’nin hayatını merak edenlere tavsiye olunur.

Ahmed Öztürk hem okudu hem de yazdı
Dünya Bizim
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0


melamidir niyazi mısri.
teşekkürler girdap kardeşim.
malatya epey insan yetiştirmiştir bu memlekete.

Eyvallah hocam...
Ama melami derken acaba karekter olarak mı yakındı? Çünkü yolunun Halvetiyye olduğu hemen her yerde kayıtlı.
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
30 Ekim 1918 MONDROS MÜTAREKESİ Limni adasının Mondros limanında bir İngiliz zırhlısında imzalanarak Osmanlının çöküşü tahakkuk etmiştir.Yani Türbenin tam karşısında..
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
kendisinin Yunus Emre ile aynı zamanda yaşadığı söylenir
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Limni deyince aklımıza Lozan andlaşması geldi..Lozanda Limni adası Türkiyeye veridiği halde müşavir Tevfik Bey kayda geçirmeyi unutmuş ve bu şekilde bu ada elimizden çıkmıştı..İngilizler bu sebeble ''galiba Türklerin ihtiyacı yoktu'' diye dalga geçmişler..
 
Üst