Benden sual ediyorsun :
"Neden senin Kur'andan yazdığın Sözlerde öyle bir kuvvet, bir te'sir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Bâzan bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitap kadar te'sir bulunuyor?.."
Elcevap : Güzel bir cevaptır. Şeref i'caz-ı Kur'âna ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâ-perva derim: "Ekseriyet îtibariyle öyledir." Çünkü :
Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, îmandır; mârifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkikdir; iltizam değil, iz'andır; tasavvuf değil hakikattır; dâva değil, dâva içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:
Eski zamanda esâsât-ı îmaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta âriflerin mârifetleri delilsiz de olsa beyanatları makbûl idi, kâfi idi.
Fakat şu zamanda dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur'an-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i'cazından olan temsilâtından bir şu'lesini; acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten hizmet-i Kur'ana ait yazılarıma ihsan etti.
Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetülvahdetiyle, en dağınık mes'eleler toplattırıldı.
Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaika kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-ı gaybiyeye, esâsât-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i îmanî hâsıl oldu.
Akıl ile beraber vehim ve hayâl, hattâ nefs ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhâsıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve te'sir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur'aniyenin lemeâtındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla talebdir ve gayet aczimle tazarruumdur.
Derd benimdir, devâ Kur'anındır.
"Neden senin Kur'andan yazdığın Sözlerde öyle bir kuvvet, bir te'sir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Bâzan bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitap kadar te'sir bulunuyor?.."
Elcevap : Güzel bir cevaptır. Şeref i'caz-ı Kur'âna ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâ-perva derim: "Ekseriyet îtibariyle öyledir." Çünkü :
Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, îmandır; mârifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkikdir; iltizam değil, iz'andır; tasavvuf değil hakikattır; dâva değil, dâva içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:
Eski zamanda esâsât-ı îmaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta âriflerin mârifetleri delilsiz de olsa beyanatları makbûl idi, kâfi idi.
Fakat şu zamanda dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur'an-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i'cazından olan temsilâtından bir şu'lesini; acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten hizmet-i Kur'ana ait yazılarıma ihsan etti.
Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetülvahdetiyle, en dağınık mes'eleler toplattırıldı.
Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaika kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-ı gaybiyeye, esâsât-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i îmanî hâsıl oldu.
Akıl ile beraber vehim ve hayâl, hattâ nefs ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhâsıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve te'sir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur'aniyenin lemeâtındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla talebdir ve gayet aczimle tazarruumdur.
Derd benimdir, devâ Kur'anındır.