M.Önal Mengüşoğlu / Havada Bulut Var

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Metin Önal Mengüşoğlu

Asıl adı Metin Önal(1962'den beri soyadı yerine Mengüşoğlu) . İzzettin Hanifi imzasını da kullandı.
1947 yılında Elâzığ'da dünyaya geldi. Türkiye Cumhuriyeti
Devlet Demiryolları'nın apoletli memurlarından olan babasının
tayinleri nedeniyle Elazığ, Maden, Diyarbakır ve Malatya'da ilk,
orta ve lise öğrenimini tamamladı.

Lise yıllarını geçirdiği Malatya'da şiir ve öykü çalışmalarıyla
ülkenin belli başlı dergilerinde göründü. Fikir ve Sanatta Ha-
reket, Türk Yurdu, Çağrı, Defne, Yeni İstiklâl, İslâm Medeniyeti
bunlardan bazılarıdır.

Malatya Lisesi'nin yayınladığı Yeni Adım Dergisi İslâmî
dünya görüşünden ötürü O'nun yazılarını yayınlamak is-
temeyince daha lisede okurken, arkadaşları Mustafa Filiz ve
Altan Etkin ile birlikte Çile adlı bir dergi yayınladı (1966). Yine
Malatya'da yayınlanan Dal Dergisi'nde yazdı ve yönetti.
Malatya Fikir Kulübü'nün çalışmalarına katıldı. Bu vesile ile
Kulübün yakını olan Necip Fazıl ve M. Said Çekmegil ile ta-
nıştı. Kulübün öteki müdavimleri Said Ertürk ve Bahaeddin Bilhan hocalardan ilk İslâmî nosyonu aldı.



Yapıtları: Şiir: Ben Asyalı Bir Ozan, Çamurlu Bir ırmak, Hayatımın Bahanesi, Sevda Söze Dönüşmez
Öykü: Gavur Kayırıcılar
Roman: Yerler Mühürlendi
Deneme: Ağabeyime Mektuplar, Düşünmek Farzdır, Kimliğin Fotoğrafsız Yaprağı, Havada Bulut Var



72998_2.jpg


İlk çözümlenmesi gereken herhalde vahiy ile fikir arasındaki farkve ilişkiye bir çözüm, bir çare üretme sorunudur. Öncelikle vahiy, ilahidir, mutlaktır, tartışılmaz ve yanılmasızdır, bunu biliyoruz. Oysa fikir beşeridir, özneldir, tartışılabilir ve yanılır. Elbette Allah´ın vahyi karşısında ve ona rağmen bir fikir vahiyle boy ölçüşemez. Tabii bu noktada akla bir soru takılıyor. Doğuştanlığını bozmamış bir akıl, yani selim akıl, vahye aykırı bir fikre iman edebilir mi? Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da fikri imal etmekle ona iman etmek arasındaki ince farktır. Evet akıl her ürlü fikri imal edebilir. Ancak ona iman etmesi, yani yakın kesbetmesi her hal ve şartta zaruri değildir.
...................

Toplumların da huyları, karakterleri, alışkanlıkları vardır. Huy değiştirmek, alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Türkiye toplumu şimdi bu en zor kapının eşiğindedir. Geleneksel deyişle, eşikte duranı yel çabuk çarpar. Kapı kapatılıp acilen ya içeri girilecek ya yine dışarıda kalınacaktır. Bizim aralarında yaşadığımız, birçoğu akrabamız olan topluma önerimiz, müslümanlık iddiasının sadr'a şifa verecek biçimde hakikatle örtüşebilmesi için 'müslümanlann yeniden müslüman olması' gereğidir. Yüzyılımızın başında büyük müslüman düşünür Muhammed İkbalin ifadesiyle:

"Kaç müslümanlardan, sığın Müslümanlığa..."
(Arka Kapak'tan)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
_380_18150.jpg


Basım Yılı: 2007

Metin Önal Mengüşoğlu'nu daha önce hiç böyle okumadınız. Şiirden öyküye, incelemeden romana, gezi yazılarından düşünsel metinlere varıncaya kadar geniş yelpazede adını duyuran Metin Önal Mengüşoğlu, sıra dışı bir deneme kitabıyla çıktı karşımıza: Öptüm Kara Gözlerinden (Artus Kitap, Mayıs, 2007)

Yayın hayatına hayli iddialı söylemlerle başlayan Artus Kitap, çıkardığı ürünlerle bu iddiasını daha şimdiden kanıtlamış durumda. Evet; saygın, kalıcı, özgün yani kısaca prestij kitapları, okur, severlerle buluşturmayı arzulayan Artus Kitap, Metin Önal Mengüşoğlu'nun "Öptüm Kara Gözlerinden" eseriyle kararlı adımlarla yoluna devam ediyor.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi farklı bir ürün "Öptüm Kara Gözlerinden"

Düşünsel vadilerde soluklanmak için mola veren bilgenin, bir yüzü geçmişe, diğeriyse geleceğe bakan ve bu arada hali hazırı da işin içine katan duyuş ve düşünüş metaforlarıyla karşı karşıyayız.

Üç bölümden müteşekkil kitabın ilk kısmı "Son Mektup" adını taşıyor. Bu bölümde yazar, iç monologdan sıyrılan duygularını dış gerçeklikle kavuşturup günışığına çıkartırken geçmiş hayatından tortuları da beraberinde sürüklüyor. Kimi dergilerde de geniş yankı bulan ve edebî formu zirveye yakın noktada duran Son Mektup'taki yazılar, hayli ilginç ve düşündürücü olduğu kadar tarihî kıymeti haiz yazılar. Sırasıyla kızına ve genç yaşta kaybettiği oğluna dair duygusal yönü ağır düşüncelerini okurken içerlenmeden edemiyor okur. Öyle ki; metafizik anaforların gelgitleri arasında bazen ümitlenip seviniyor, bazen de hüzünlenip kederleniyor yazarıyla birlikte.

Otobiyografik bir çalışma "Son Mektup" Bu vesileyle üründen esere doğru gidiyor okur. Mektup tadında, name havasındaki satır aralarında yazarı bahane ederekten kendini buluyor. Özellikle bu bölüm, çizdiği farklı bir Metin Önal Mengüşoğlu portresiyle, şaşırtma kuramına yaslanarak muhataplarını yine, yeniden düşünmeye sevk ediyor.

"Suhan-ı Kaza" yani Kaza Sözleri, kitabın ikinci faslı. Nefi'nin Siham-ı Kaza'sından esin olduğu muhakkak. Kaza Oklarını, Kaza Sözleriyle güncelleyen yazarın, kitabın orta faslına bu adı vermesi tesadüfî değil elbet. Tersine, bilinçli bir tercih.

Bu fasılda yazar, ailesine, evine, mahallesine, geçirdiği günlerin çetelesine tanık tutarken, 'dik-başlı' olmakla 'başı-dik' durmak arasındaki ince nüansı anlamaya çağırıyor bizi. Bu bölümdeki yazılar da tıpkı ilk kısımdaki yazılar gibi sıcak, sımsıcak; akıcı, apakıcı; duygusal, dupduygusal.

Belge niteliği taşıyor bu bölüm de. "Yokluk ile çokluk" arasındaki tezatsal, "yoksulluk ile yoksunluk" mesabesindeki uzamsal korelasyonların deşifre edildiği bölümde okur, kaza sözlerinin izdüşümünü sürmekle oyalanırken fiktif âlemin iç'ten dış'a doğru açılan kapılarını da aralıyor bir bir.

Son bölümün başlığı "Taş Bitti" Öznellikten nesnelliğe çıkıyor yazar bu bölümde. Ailesinden başlayıp geçirdiği evrelerle devam eden hatıraları bu bölümle birlikte düşünsel argümanlara bürünüyor adeta. Fikrî altyapısını, dünya görüşünü besleyen doneleri sıralıyor uzun uzadıya. Yunus merkezli tafsilatlı denemeyi, Harput şehrengizini, öyküsel yaşantıları, doğu insanının sıcak iklimini, kuyruk acısından kinaye dirsek acısını okurken Metin Önal'ı, Metin Önal yapan değerlerle tanışmanın gönenciyle kıvancını yaşıyoruz.

Kaybetmekten hayıflandığımız, tekrar kavuşmak ümidiyle yanıp tutuştuğumuz çileli, zahmetli, sıkıntılı ama sonuçta müjdeleyici değerler bunlar.

Sunuyu Cevat Akkanat yazmış. Arka kapağı Vahap Akbaş ile Adem Turan doldurmuş. Metin Önal, kızına ithaf etmiş. Neticede başka, bambaşka bir Metin Önal kitabı ortaya çıkmış.

"Öptüm Kara Gözlerinden" farklı, içten bir deneme... Okumanız dileğiyle...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
getimageV3.asp
121775.jpg


Fırtınalı ve karlı bir kış gecesi sonrasında, tam seher vakti uyandım. Kalbimde anlam veremediğim bir telaş ve kaygı ile. Midemin içerisine ben uykudayken yerleştirilmiş kocaman bir yumruk vardı sanki. İkide bir karın kaslarımı dövüp duruyordu. Sen yanımda olsan “besbelli annem, babama, yine yaprak sarması yedirmiş akşamleyin” derdin. Düşününce kehanetin doğru çıkıyordu. Her neyse, keşke ağrıyan yegâne yerim midem olsaydı. Bak mesela fırtınalı, karlı bir kış gecesinin şu vaktine, seher dedim ya; bu söz bile bir yerlerime sancılar salıyor. Çünkü Seher Vakti az sonra şafakların sökeceği günlere yakışıyor sadece. Benim için şafak, kim bilir bir daha ne zaman sökecekti?
Gittiğin gün, o son dakikada, üzerinde Türk Vatandaşları yazan, pasaport kontrol kulübesinin arkasından, minik ellerini yukarıya kaldırıp, bize veda selamı vermiştin. İşte o anda deklanşöre basıp kalbimin fotoğraf makinesi ile, hafızamın kıble tarafındaki duvarına, o esnadaki fotoğrafını nakşetmişim.

Metin Önal bu kitabındaki yazılarda bizi, kendimize, kendi ruhumuzun derinliklerine sürüklüyor. Ama bunu yaparken beylik sözlerden, gevezeliklerden ve geçer akçe sayılan söylemlerden medet ummuyor. İçtenliğini, duyarlı bakışını kaybetmeyen bir yazar olarak, görüp de fark edemediklerimizi, işitip de duymazdan geldiklerimizi yani "insanlık durumumuzu" hatırlatıyor bizlere. Öptüm Kara Gözlerinden deneyimli bir edebiyat adamının ailesiyle, kendisiyle ve okuruyla hasbıhali...

...................
Mengüşoğlu'nu dikkatle okuyanlar, onun en önemli kaynağının, bütün soy sanatçılarda olduğu gibi, çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki gözlem ve izlenimleri olduğunu hemen fark eder. Metin Önal, kendi kuşağının diğer temsilcileri gibi, belki boşlukları doldurma ve arkasından gelenlere rehber olma kaygısıyla, şiirden romana, denemeden incelemeye kadar birçok alanda kalem oynattı. Yazılarıyla, konuşmalarıyla iyi bir dünyanın kurulması için hâlâ gayret gösteriyor.
Vahap Akbaş

"Onu ilk gördüğümde eli siyaha yakın paltosunun ceplerinde ve başında kasketiyle, Ulu Caminin batısındaki caddeden Kapalıçarşı'ya doğru iniyordu hızlı adımlarla. "İşte, Metin Önal!" demişti yanımdakiler. Hayret! Ne, Arkamdan Ağlayacak'ın Şakir'ine benziyordu, ne de "hayatın bütün alışkanlıklarına kafa tutan" Düş Çemberi'nin Cevdet'ine! Ne tuhaf!"
Âdem Turan
(Tanıtım Yazısından)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
ac16028c1f1ff866d27f6d3aaf4d6783.jpg

Bıçağa Basar Gibi


Sular söz dinlemez, isyan akardı
Bahçesi tarumar çiçeğim güldü
Tele konmuş bir kuş ürkek bakardı
Ömür bir yokuştu şehre döküldü

Ağlayan demirin sesi de demir
Kar, beyaz buluttan yağsa gerektir
Sellerin önünde çamurdan nehir
Dünyanın alnında sarı kâküldü

Gözüm dağa doğru, kulak kirişte
Bir yeni hayat var her can verişte
Künyemi sordular kabre girişte
Gönlüm aldırmadı, göynüm üzüldü

Neslime akraba olacaktılar
Kalbimi açanlar ordan baktılar
Kanımı akıtıp sonra yaktılar
Benden son hatıra bir avuç küldü.​
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bıçağa Basar Gibi - Metin Önal Mengüşoğlu
http://www.kitaphaber.com.tr/index.php?yazar=Bilal Can
"Beni sen yalnız bıraktın evlerini de
Ve ben her vakit kuşkuyla anımsadım o harfi
Çünkü ben öyle yalnızdım seni düşündüm
Sonra bütün insanlar önasyada birleşiyordu
Ve ben sıyrıldım acılarımdan böylece bir müddet için"

Asyalı Bir Ozan eserinde geçen bu şiir Metin Önal Mengüşoğlu’nun şiire başlangıç aşaması olarak kabul edilebilir. Hüzünlü ama sert kelimelerle kurduğu ‘’Ben Asyalı Bir Ozan’’ eserinde şair kıtaları aşan bir evrensel dil ile acının bağında bir aşkı demlendirerek sunmuştu okurlara. Bu eserinden sonra şiir serüveni Çamurlu Bir Irmak, Hayatımın Bahanesi, Sevda Söze Dönüşmez ve son şiir kitabı olan Bıçağa Basar gibi çalışmasıyla devam etti. Dilindeki sivrililiği ve fazlalığı alınmış kelimeler son eseriyle birlikte ortaya arı bir şiir şekli ortaya koymuştur.

Şiir kitaplarının yanında Öykü ve roman çalışmaları da yayınlanan Mengüşoğlu ayrıca inceleme yazılarıyla da kendini göstermiştir. Özellikle Vahiy ve Sanat isimli eseri sanatın hangi kapılardan aralanması gerektiğini ve bu sanat kavramının Kur’an’da nelere delalet ettiğini açıklayan önemli eserlerindendir. Mengüşoğlu şiirini anlamak için bu kitabı da bilmek gerektiğine inananlardanım. Bu eserinde Mengüşoğlu "Sanat, her ne kadar serbest atış alanına sahipse de, menzilinde türlü tuzaklar bulunduğu asla unutulmamalıdır…" ve "Sanat eserinde İslami motiflerden sakınayım, ideolojimin tuzağına düşmeyeyim dediler. Bu endişe ile sanatlarının dilinden din’lerinin dilini sıyırdılar. Arındırdılar, iyice ayıkladılar" cümleleri Mengüşoğlu’nun sanat anlayışını anlatan cümleler olması bakımdan önemlidir. Şiir de bir sanat olduğu için onun bu kulvarda koşturduğu cümlelerin şiire ne kadar değdiğini incelemeye çalışacağız Bıçağa Basar Gibi isimli şiir kitabında.

Kitap Ağlayan Demir şiiriyle başlamış. Bu şiirde dikkat çeken ilk unsur şiirin Halk Edebiyatı nazım şekline uygun bir biçimde yazılmış olmasıdır. 11’li hece ölçüsüyle ve abab kafiye örgüsü ile yazılmıştır. Sözün Serüveni isimli şiiriyle devam eden kitap ilk baştaki nazım şeklinden uzak ama yine de kafiye örgüsü olarak farklı bir tarz ile (abcd-abcd-abcd)yazılmıştır. Kalbimi Setreden Oyun isimli şiir ise biçim olarak ilk iki şiirden tamamen farklı olarak yazılmıştır. Serbest biçimde yazılan bu şiir uzunluk bakımından da diğer şiirlerden ayrılır. Burada şaire getirilecek ilk eleştiri şairin şiir anlayışında oturan bir biçimselliğin olmayışıdır.

"Ve şimdi dünya;
Dilini dışarıda unutmuş
Yaşlı bir köpek gibi solumaktadır."

Mengüşoğlu’nun dilinde her zaman kızgın bir rüzgâr, yaşlı bir dünya, gurbet, vatan, aşk, isyan, hasret gibi ifadeler vardır. Lirik bir söyleyişle yazdığı şiirlerde pastoral ifadeler bulunan şair şehir hayatında köy havasını özleyen ve bunu kullandığı tamlamalar ile şiirinde işleyen bir şairdir. Şiirlerindeki belirgin hayat rengi gökyüzünün maviliği akabinde akışan direniştir. Ara ara bu direniş ve isyan hali sesini yükseltse de eserin geneline bakıldığında düşük bir seviyede kalmaktadır.

Bir söyleşisinde Şiir Nedir? Sorusuna "Herhangi bir delile, karinaya, mucizeye ihtiyaç göstermeden bir idrak, seziş ve keşif hadisesidir şiir. Kendiliğinden, adeta hüda-i nabit bir aşılanma, döllenme sonucunda doğandır. Şiir bir şuur ediş biçimidir ki hissetme, ürperme, anlama ve kavramanın şimşek hızıyla çakması, yıldırım misali kalbe düşmesiyle belki anlatılabilir. Ne yani hiçbir alt yapısı, arka planı yok mu? Tövbe. Elbette var. Ben bilkuvve olanı zikrettim. Bilfiil olana henüz geçmedim. Rafine edilmiş, damıtılmış hassasiyetlerin söylenmesiyle, terennümüyle yaratılır şiir. "Yaratılır" diyorum çünkü "kul fiilinin yaratıcısıdır" telakkisine yaslanıyorum." demiştir. Yaratım süreci içine aşılanan bir şuurun idrak edilme sürecinde cümleye düşen anlamıdır ona göre şiir. İmbikten süzülen ve özü alınan düşüncelerin zikredilmesidir şiir.

Şiirin ne olduğunu bilen şairler şiirin temelini sağlam atıp bu temel üzerine sağlam eserler bırakacak olanlardır.

Bilal Can
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
128330.jpg


Ekim 2011

"Endülüs, medeniyetimizin en uzak batıda hüküm ferma olduğu toprakları anlatıyor. O toprakların şehirlerini, o şehirlere can veren ruh veren isimleri anlatıyor."

Sıkıştığı son köşede son hasta,

Hanedanın son evladı,

Terk ederken El-Hamra Sarayını,

Muhammed Ebu Abdullah

Hissetmişti göğsündeki dermansız ağrıyı,

Başlamıştı hırsından ağlamaya.

Hıçkırıklar, kırıklıklar diz boyu;

Durumu fark eden anne Fatıma

Doldurdu ağzını sövgü sözlerle,

Gıcırdattı mercan dişlerini

Son sözü oldu sözlerin en acısı

Dedi ki: "Ağla oğul ağla!"

Kapkara yazmalar bağla!

Farkı kalmasın

Ölünün sağla

Ey dünyanın kiracısı

Kendini adam sanırsın ne hakla?

Erkekler gibi yurdunu

Koruyamayana nedir düşen;

Elbet kadınlar misali

Ağlamak...

Sana ancak ey sefil çocuk

İşte böylesi müstehak...

Vah Endülüs vah!

Ve Lâ galibe illa Allah!
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İçime Dağ Düşüren Şair: Müştehir Karakaya ve “Düşlerden aldım adımı”


2d4879751bd1c6064a6d3d918f8a3a06.jpg


Kendi deyimiyle şehirlerde yaşayan bir dağ çocuğu o. Henüz üzerinden elbiselerini sıyıramamış! O yüzden “üşürken kır çiçekleri gibi üşüyorum” diyor.

“Düşlerden aldım adımı” Müştehir Karakaya’nın son şiir kitabı. İlk baskısı “Beyaz Gemi Kitaplığı” tarafından, ikinci baskısı ise “Teveg Yayınları, Sakızağacı” şiir serisinden çıktı. Bu yazıda bizzat tanımaya fırsat bulduğum bir söz ustasının gönül dünyasından kopup şiir halini alan duygularından kendimce anlamlar çıkarmaya çalışacağım.

Müştehir Karakaya’yı ne zaman ziyarete gitsem “dağlarla konuşan bir adam duruyor karşında” derim kendi kendime. Onunla konuşurken şehrin kalbinde filizlenmiş bir dağ ile konuşuyorum gibi geliyor bana. Ama öyle bir dağ ki, kalkıp misafirine (yaşına bakmaksızın) bizzat çayı kendi elleriyle getiren bir dağ...

Dağların dilinden anlayan ne kadar az insan var oysa. Ben, Karakaya’nın duruşundan ve şiirinden şunu anlıyorum evvela: “Eğer gönülden kulak verselerdi, onlar da anlarlardı dağları ve onlar da dağların gördükleri düşleri görürlerdi.” Tıpkı şairin “hiçbir dağ köle değil” şiirinde dediği gibi:

bir el kölesidir bir elin
bir taş bir taşın
dağ kendinin kölesidir yalnız
bunu görebiliyorsan
kimsenin görmediği dağın düşünü
gündüzler ve geceler boyu
sen de görebilirsin”

“Dağ”, “insan” merkezli şiirinde en belirgin metafordur, Karakaya’nın. İçimizde sözcüklerden dağların varlığını hissettiriyor şair. Her söz bir dağ oluveriyor nihayetinde içimizde, dağ çok söz...

Söz ki şairin ağzına yakışır en çok. Çünkü şair, sözü duygu ve düşünce –duygu daha ağırlıklı- süzgecinden geçirirken, özüne hafifçe, onu incitmeden dokunarak estetik ve sanatsal bir şekil veriyor. Biz bu estetik şekle “şiir” diyoruz aslında. Ki şiirin okuyanın üzerinde bıraktığı etki düzeyi de “şiirin, ruhu şaha kaldırabilecek özsu ile beslenip beslenmediğinin” sonucunda ortaya çıkar bana göre.

Şiir, bazen “pandoranın kutusu” gibidir. İçinde sırlar barındırır. İnsanı içindekileri anlamaya yönlendirir, düşünmeye sevk eder. Bazen de sade bir törenle takdim edilen değerli bir armağan gibidir. İnsana bir an gözlerini kapattırıp, geçmişi ve geleceği o an içine sığdırmaya çalışır. Her iki durumda da insanı çeken, kendine bağlayan bir tarafı vardır şiirin. Karakaya’nın şiiri iki hâli de barındırıyor içinde.

“Sanat cevherdir” der Karakaya bir yazısında ve “ağrazla örtülmesine gerek yoktur” diye bitirir cümlesini. Ama şiir, kanaatimce bir yüktür şairin omuzlarında. Çünkü şair sadece kendi yükünü taşımaz aynı zamanda bütün bir toplumun yükünü de omuzlarında hisseder. Bu sanatın gereğidir midir bilmem ama sanatçının kaderinde bunun var olduğunu anlamak çok da güç olmasa gerek. Evet, şair her ne kadar sanatın süslenmesine ihtiyacı yoktur dese de, şiiri sanatın içinde bir dal -ki sanatın zirvesindeki daldır- olarak telakki ettiğimizde sözün süslenmiş hâli olarak ifade edebiliriz. Elbette yapay bir süslenmeden bahsetmiyoruz. Sözünü ettiğimiz süs yukarıda belirttiğimiz gibi “ruhu şaha kaldırabilecek” bir forma dönüştüren süstür.

Deliliği övüyorsa bir insan ona “bu şairdir kesin!” diye bir önyargı ile yaklaşmak sanırım savunulabilecek yegâne önyargıdır. Bakın ne diyor Karakaya: “Yaşasın delilik! Ancak bir deli denizi göğsünde tutabilir, güneşe eliyle dokunabilir, şehirlere inat dağlara tırmanabilir, ormanın derinliklerinde kaybolabilir, yıldızları tek tek sayabilir, mehtabı gökten indirebilir.” Deli olmak ne güzelmiş!..

Müştahir Karakaya, İstanbul aşığı bir şair. Ama bu aşk onu büyüdüğü yere yabancılaştırmamış. “gel gidelim şahbağına gazele” şiirinde, yaşadığı yeri özümseyen bir kimlikle karşımıza çıkan şair;

açıldı laleler güller
güzel yerdir muş ovası”

derken de doğup çocukluğunu geçirdiği yerleri şiirine konu edebilecek kadar da duyarlıdır. Ve “huseyn’in uçurduğu kuşları hürr benden kaptı” mısrasında bile şairin yaşadığı coğrafyayı ne büyük bir samimiyetle bir bütün olarak içselleştirdiğini görmekteyiz.

Savaş, belki yeryüzünde en çok anneleri, çocukları etkiler. Ama bu kitaptaki şiirler gösteriyor ki şairler de en az onlar kadar etkileniyor. Şair de yüreğini kanatır, bununla kalmaz o bir de kalemini kanatır...

“mesela ortadoğuda şairler ne diye
her gün
kanatıyor ellerini”

Şairin eli, kalemidir. Silahı da kalemidir. Neticede şairin kalemidir, onu ayakta tutan biraz da.

Bütün bunlarla birlikte bu kitabın içindeki şiirlerde kimi zaman bir kadınla yoğrulmuş aşk ve sevgi, kimi zaman ihanet ve ikiyüzlülükle açığa çıkmış bir öfke, kimi zaman da özlem ve vuslat ile boy atmış sevda terennümlerinin gönlümüzde ve damağımızda tarifsiz tatlar bırakacağını umuyorum...

Selami Ay
Van
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
edebiyat-arastirma-inceleme-bir-kelime-mesafesi20120111153604.jpg


Metin Önal Mengüşoğlu
Bir Kelime Mesafesi

Bir Kelime Mesafesi, düşünce, kavramlar, roman, şiir, inceleme ve eleştiri metinlerinin dünyalarına okur ya da eleştirmen olarak adım atabilmenin,
bu metinlerin kuruluş seslerini duyabilmenin, kimi zaman da metinleri hatıralar eşliğinde anlamlandırabilmenin yollarını gösteriyor.​

Okumanın kendine özgü boyutlarını yitirmeden naif okurdan örnek okura dönüşmek isteyenler, bu yollarda yürüyebilir ve ellerindeki metnin kazandığı anlam zenginliği ile farklı bir okuma deneyimi yaşayabilirler. Örnek okur olmaları bir zorunluluk olan akledenler ise, Bir Kelime Mesafesi’ndeki bakış açısı ışığında kişilere, dönemlere ve metinlere tutarlı bir bakış açısı ile yaklaşıp onları farklı boyutları ile ele almanın mümkün olduğunu görebilirler.
Bir Kelime Mesafesi, tıknefes taklidin tortulu dünyasından kurtulmayı önemseyen yazarın günceldeki kalıcılığı yakalayışından, şiir üzerine düşüncelerinden, geçmişten; özellikle gençlik yurdu Malatya ve ekolü, eleştiri, dostluklar ve en önemlisi de ince şeyleri anlama çabasını süreklileştiren satırlardan oluşuyor. Bu yönüyle kitap, okuru aynı zamanda yazarın özel dünyasına götürüyor.​
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Öptüm Kara Gözlerinden su çıktı!



Bir baba, bir demiryolcu, bir yazar, bir fikir işçisi, Harput’u gittiği her yere sazı gibi taşıyan ozan. Zaten Asyalı bir ozan değil midir Metin Önal Mengüşoğlu.



Popüler, kısa ve artistik cümlelerin peşinde koşan günübirlik okuyucu genellikle, kadim çeşmelerden su içmek yerine pet şişelerden su içmeyi tercih eden zamane ağızları gibi, parlayıp sönen yazıcıların peşine düşer. Oysa kadim çeşmelere benzeyen yazıcılar vardır; suyu her dem şifa olan, enine boyuna düşünülmüş, hayatın tecrübe ve ilim imbiğinden geçirilmiş cümleler kuran. Dedim ya, artistik cümleler yıldız gibi parlasa da irfana sırtını dayamış cümlelerdir önümüzü, ufkumuzu aydınlık kılacak olan.
Dost kıldığımız kanımızdan insanlar sesimize ses veriyor
Öptüm Kara Gözlerinden, Metin Önal Mengüşoğlu’nun kızıyla, dostlarıyla, çocukluğuyla ve fikrî tekamülündeki mihenk taşlarıyla yaptığı bir hasbihal. Her ne kadar deneme olarak adlandırılsa da Mustafa Kutlu hikâyelerine ikiz bir anlatı ve ruh var karşımızda. Bunda Mustafa Kutlu ve Metin Önal Mengüşoğlu’nun hem demiryolcu çocukları hem de fikir namusuna inanmalarının etkisi var.
Yazıcı, kızına mektuplarda bir baba yüreğinin ne kadar naif olabileceğini aşikâr koyuyor ortaya. Bunu okuyucu için yapmıyor; olduğu gibi, savunmasız, çırılçıplak, masum ve halleşen diliyle yapıyor. Belki de aileyi yeni baştan düşünmemizi sağlayacak bir bakışla yazılmış mektuplar. İçli, diyerek kestirip atamayacağımız, evlat yetiştirirken “arkadaş olun onlarla” diyen kişisel gelişim ve pedagoji kitaplarının ötesinde birbirine dayanarak yükselen kayalıklar denli bir güzellik var babanın kızına seslenişinde. “…sen de benim rahatlamama destek çıktığın için mutluluk duyardın. Hayattan başka ne bekliyorduk ki zaten? İnsanı mutlu eden mülkiyet duygusu muydu yoksa bir boşluğu, bir hiçliği bile olsa paylaşmak, gönülden paylaşmak mıydı, ne dersin?” Evet, sesimize ses veren sadece dostlarımız değil; dost kıldığımız kanımızdan insanlar değil midir?
Bedeli ağır olan bir sevdanın izdüşümleri var kitapta
Öptüm Kara Gözlerinden, adından da anlaşılacağı üzere şiirsel bir anlatıyı taşıyor yüreğinde. İnsanda geriye doğru bir bakış bırakıyor. Tüm iyi şeylerin olup bittiğini ve bizde bir anı olarak kaldığını değil de, geride kalan incilerin hatırını hatırlatan bir tını var cümleler arasında. Hatta yetmişli yıllarda “İslamcılık” anlayışımız üzerine bir fertten yola çıkarak “İslamcılık” tekamülümüzü de izlemek mümkün. Öyle ki Necip Fazıl Kısakürek’i ilk kez gören bir çocuk, Malatya’da ruhunu inşâ eden bir delikanlı, taşra zannedilen yerde merkeze daha yakın duran hikmet sevdalıları… Yani eser bir şekilde bizimle konuşuyor. Bedeli ağır olan bir sevdanın izdüşümleri veriliyor.
Bir okuyucu olarak kitabı üç bölüm halinde görmektense, “her üç bölümden üç ayrı eser teşekkül etseydi daha mı iyi olurdu acaba?” diye soruyorum. Zira mektup, hikâye-anı, deneme olarak üç farklı alanda farklı dünyalara yolculuk yaparken; mektupların mahrem ama içli anlatısı, anı-hikâyelerin samimiyeti ve güzelliği, denemelerin düşünmenin ibadet olduğunu hatırlatan dinginliği… Evet, bu kitabın içinde üç ayrı kitap var.
Kendimizi yeni cümlelere fena halde kaptırdığımız zamanlar oluyor. Ama geride, okumadığımız esaslı cümleler var. Yeni cümlelerden daha diri cümleler okumak istiyorsanız, “ağlama yar ağlama” türküsünü tam kıvamında, tam acısında duymak istiyorsanız “Öptüm Kara Gözlerinizden”…

Zeki Bulduk, gözlerini yatırıp ıraklara, mektup bekleyen çocukları hatırladı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45


Kalbim Mühürlenmeden düşünce ve edebiyat dünyamızın önemli isimlerinden Metin Önal Mengüşoğlu ile yapılan söyleşi ve soruşturma cevaplarını bir araya getiriyor.

Yazarlık yaşamı boyunca ona sorulan sorulara verdiği cevaplar onun dünyasını daha iyi anlamamızı sağlayacak nitelikte. Otuz yılı aşkın bir süre içinde çeşitli yayın organlarına dağılan cevapları bir araya getiren bu kitap aynı zamanda yazarın kendi hayatına, düşünce yapısının nasıl oluştuğuna ilişkin görüşlerini de ortaya koyuyor. Bu yönüyle okurlara hem tanıdık hem de yepyeni bir 'Asyalı ozan' sunuyor. Mengüşoğlu'nda az rastlanır bir bireşim doğuran maya, bakıldığında, akleden kalbin marifetleri ile sanata odaklanmanın, yoğunlaşmanın eşit paylar barındırmasıyla biçimini almış, özünü tayin etmiştir. Kitapları, yaşamı, düşünceleri üzerine farklı isimlerin yönelttiği yüzlerce soru ve Metin Önal Mengüşoğlu'nun cevaplarını barındıran bir bütün Kalbim Mühürlenmeden. Yıllardır sadece bir türde değil türler arasılığa dönük bir yazı yolu açan Mengüşoğlu'nu daha yakından tanımak için önemli bir imkân söyleşi ve soruşturma cevapları.

(Tanıtım Bülteninden)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
158707.jpg


Metin Önal Mengüşoğlu, öykülerinde anlattığı olaylar ve can verdiği karakterler ile yaşadığımız ülkenin hakiki portresini çiziyor. Köylerde, kasabalarda ve kalabalık caddelerde

yaşayan, umut eden ve birbirleriyle konuşan öykü karakterleri, söyledikleri, sakladıkları ve itiraflarıyla bir ülkenin dönemeçlerini, geçirdiği evreleri işaret ederken, yaşayışa ve inanca dair sarsıcı sorular sormaya da kapı aralıyor.

Bunun her ne kadar yakın komşumun sıhhatine zararlı olduğunu biliyorsam da hatta zaman zaman bu yüzden onu uykusunda kesik ve tıkanık öksürüklerle sarsıyorsam da, ağabeyimden aşırdığım kullanılmış sigaraları içerek, tek bir şeyler yapmaya eğilimli olanın ben olduğumu ispat etmek istiyorum yine de. Ne yaparsınız, bir durumu, tekrarlamaya alışmamışım, mutlaka bozmalıyım, tabiatım budur.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
harput-sehrengizi-kapak.jpg


Harput’un şen olası hüzünleri bu kitapta



Mengüşoğlu için Harput Şehrengizi, açılır kapanır bir tiyatro perdesinin son sahnesi idi ve yazar bu perdenin sımsıkı kapandıktan sonra bir daha hiçbir zaman açılmayacağını çok iyi biliyor..


Elli yıl öncesinin türküleri, dinleyen için bir varlık sebebi olur da, aynı türküleri bugün dinleyen biri nasıl olur da birilerinin varlık sebebi olmuş estetik, ruh zevkine dudak bükebilir? Bu durumda zamanın insanoğlundan kaçırdığı ve fakat aynı anda özlenen şey nedir acaba?
Son yıllarda bir nostalji tablosu içerisinde, peşpeşe yayınlanan şehir özlemi, daha doğrusu eskinin o delişmen çağlarda ferahlık bulduğu şehir üzerine kaleme alınmış kitapların varlığı insanı büsbütün şaşırtıyor. Bu şaşkınlığın yarattığı o eşref saati, ne yazık ki artık hiç kimse için doğru vaktin hangisi olduğunu sorup soruşturmadan giriveriyor hayatlarımıza. Gerçi modern zamanlarda insan teki için şehir, yitiğini aramaya koyulan ve fakat aradığının ne olduğu sorusuna bir türü cevap veremeyenlerin ‘eğleştiği’ mekânlar değil midir?
Kır çiçekleri gibi bol çeşnili bir kitap Harput Şehrengizi
Harput Şehrengizi yayınlandığı dönem, telaşlı bir uçarılıkla geçmişin üzeri tüllenmiş mekânları ve kişileri de aynı canhıraşlıkla birden hatırlanıvermişti. Metin Önal Mengüşoğlu, bir kırık zamanda hatırlanan o saklı, özel ‘şen olası hüzünleri’ iki kapak arasına sığıştırdığı vakit, şehir çoktan kaybolmuştu artık. Yazarın gerçekten aradığı ne idi sahi? Modern zamanların insanına verilecek ve geçmişi kutsayan bir tafra var mıydı bu satırlarda? Öyle sanıyorum ki Mengüşoğlu için Harput Şehrengizi, açılır kapanır bir tiyatro perdesinin son sahnesi idi ve yazar bu perdenin sımsıkı kapandıktan sonra bir daha hiçbir zaman açılmayacağını çok iyi biliyordu.
“Göçebe ataların çocuğu olarak yıllardır büyük kentlerde yaşadım. Kırlara olan özlemim belki de kır çiçekleri gibi bol çeşnili bir kitabı var etti.” diyerek esaslı bir fasıl sunan Mengüşoğlu’nun saklı anılar albümü de bu vesileyle ortaya çıkmış oldu. Şehir deryasında boğulan modern zamanların insanı için ‘geçmiş’, sıradan bir ‘yokluk macerası’ olarak görülebilir. Ancak, bu yokluk macerasının ruhsuz bir sahtelikle çevrildiği beton hayatların kırık anıları kadar olsun yer etmiyorsa hafızalarda, insan asıl yokluğun kaybolan insanî hasletlerde olduğunu bir ihtimal düşünebilir, düşünmelidir.
Dilini kişiliği sayan bir şehir kültürü artık çok gerilerde kalmış olsa bile şehir, anılar arasında yapılan müstesna yolculukların yine de biricik nesnesidir. Nostaljiye yüz vermeksizin, kült bir ağrı ile hatırlanmış olmasının yanında çocukluk ve gençlik günlerinin şehirleri süsleyen taze hayalleri içinde zaman, artık solgun bir bahar dalıdır. Aslında şehir bahsi, tuhaftır ama kanıksadığımız ve ‘yerli’ bir endişe olarak kabul ettiğimiz bir ayrıntıyı da barındırmaktadır; şehir bütün yavanlığı içinde cümle anılara analık yapmaktadır tastamam. Tastamam böyledir bu. Harput Şehrengizi’nde o acıtan kararsızlık, o derviş yorgunluğuna sinmiş iğreti telaş, kayıp giden Müslüman atlasının o kırılan yeri ve kinayeli bir bayram sonrası beklenen yolcunun, bir türlü inmemesidir kara trenden!
Mengüşoğlu’nun dimağında unutulmaz yaralar açan bir devrin sancılarıdır türküler
Her yöresinde gelinlerin oyalı yazmalarıyla dolu olduğu çeyiz sandığının solan lekesi karşısında yazarın içlenmelerini ne yapmalıyız peki? ‘Gamze deler gam zedeler / Gam vurur gam zedeler / Sinem hakkâk delemez / Delerse gamze deler’ diyen anonim bir türkü vardır bir de. Ve ağzından hiç türkü eksik olmayan küçük dayıdan duymuştur yazar ilk olarak bu türküyü de. Eh, uzun hava tarzında o küçük dayının söylediği bu türküyü şimdi hatırlayan da kalmamıştır zahir! Hem değil midir ki Harput, Elaziz devrini betonlaşan çağın hemen yanı başında karşılamıştır da, bu hengâmede türkünün esamisi mi kalmıştır? Mengüşoğlu’nun dimağında unutulmaz yaralar açan bir devrin sancılarıdır türküler. Ermeni, Kürt ve Arap kültürünün henüz komşuluk demleriyle yaşandığı o Müslümanlık çağında, hem de Türk otağında söylenen türküler kadar kıpkızıl tatları vardır türkülerin.
Geçmiş günü eleyen Mengüşoğlu, bir iyilik hanesinde ve duru bir gök neşesiyle anlattığı Harput’a dair söylencesinde, genç yaşında vefat eden mahdumu Yasir’i toprağa verirken, toprak kadar içli, toprak kadar doğurgan bir ana tanımaz artık. Zira, “...anası belli olmayan kimse yoktur. Bu anlamda benim ana toprağım Harput’a, ana dilim Harput hançeresine eğilimim, belki bazen zaaf görüntüsü veren aşırı bağlılığım hoş görüle.” derken, nice oklar çeker yangın yerine dönmüş nice sinelere. Böyledir de, Harput Şehrengizi’nin, hatırlandığı vakit genizleri sızlatan kimliklerine, kişiliklerine ve mekânlarına dair sararan fotoğrafları biteviye durmaktadır hafızalarda. Tıpkı Yasir gibi!.. Tıpkı Yasir özlemi ile!..
Taşca Yokuşu, Baskil, Süt Kalesi, Dua Dağı, Çile Dağı, Karıca Kayası
Anlatılır ki, Balak Gazi, Harput’a duhulünden sonra, Menbiç Kalesi kuşatması esnasında şehit düşüşüne dek sürekli Müslümanların ikbali ve itibarı için mücadele etmiştir. Yine rivayet o ki, kendisini şehit eden oka bakarak: “Bu ok bütün Müslümanları katletti.” demiştir. Çünkü kuşatma esnasında o, Müslüman ordularının başkumandanıdır.
Nice başkumandanları dillendiren Mengüşoğlu, tipik şehir çelebiliğinin kıyısına dahi uğramadan, İslâm’a gönlünü hepten vererek dünyadan geçmiş kişiliklerin isimlerini zikretmeyi unutmuş mudur dersiniz? Cemal Abdal, Asker Ahmed Baba, Beyzâde Hoca, Şeyh Ali Efendi gibi kutlu velileri; Deli Mustafa, Deli Mehmet gibi mutlu mecnunları; Taşca Yokuşu, Baskil, Süt Kalesi, Dua Dağı, Çile Dağı, Karıca Kayası gibi isimlerinde bile estetik muhtevayı haiz mekânları nasıl unutabilir üstadımız?
Mengüşoğlu’nun şehrengizi, yıllar yılı saklı kalmış ve yoksullukla kaim hatıralarımıza içli ve içten bir neşter vurarak, esir alındığımız modern cambazlıkların tehditkâr hallerine dair unutulmuş ağıtları yeniden hatırlatıverdi. Her bir cümlesinin başımızın üstünde yeri vardır, cümlesine eyvallah!..

Reşit Güngör Kalkan yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
159392.jpg


Metin Önal Mengüşoğlu'nun aranan ve beklenen kitabı "Ben Asyalı Bir Ozan"

Benim tarihim orda başlar

Hiç okşanmamış yanağında bir çocuğun

Ve yama üstüne yamalar konmuş

Babamın ceketinden bozulan pantolonun

Benim tarihimde bekçiler

Belleri yere gelmemiş ejderhalardır

Suratımda polisler, faytoncular

Coplar ve kamçılar ve aşklar vardır

Analı babalı büyümüş, yetim

Arkadaşlarım oldu çarşılarda

Kavgalarım ve yenilgilerim oldu

Ama uşaklığım dönemlerim olmadı

(Tanıtım Bülteninden)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
550461_10150905796924567_1572256512_n.jpg


Metin Önal Mengüşoğlu - Yerler Mühürlendi / Roman - 287 Sayfa - Ekim 2012
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Mengüşoğlu diri bir gönül sahibi!




Metin Önal Mengüşoğlu “Akif” neslinden bir ağabeydir. Akledin kardeşler diyen bir şair, yazar..




Ressam olsaydım, ergen oğul acısı yaşayan bir babanın, itidali kaybetmeden, acıyı taşımasını bilerek, “keklik bizden uzaklaştı” şiirini yazmasını, yürek yangınına teslimiyetten ipek çadırlar kurmasını, o yangını söndürmeden ve yaymadan alabildiğine insani bir armağan ruhunun avuçlarında taşımasını nasıl çizerdim Allah’ım?
50 yıldır dergilerde yazıp, kitaplar çıkarıp, konferanslar verip, kırk yıldır akledin kardeşlerim diye ömrünü bir pınarı besleyen dağ gibi tükettiğini, tükenmediğini, besledikçe yüceldiğini, besledikçe başındaki son saçların da döküldüğünü, bunca yazarlık uğraşından aldığı telifi muhtaç bir yazar arkadaşına kimseye sezdirmeden adabınca gönderdiğini nasıl boyardım Allah’ım?
Bir yerde çay içtiğinizde, yemek yediğinizde hesabı mutlaka kendisi ödeyen, cebine de evine de akrep uğramayan, ağalık vermekle düsturunca verdikçe zenginleşen, son kuruşunu bile hayra hasenata harcayan, ikramın keremle akrabalığını bütün bir dost çevresine, tanıdığına tanımadığına hısım kılan, başından sahabe sevdası eksik olmayan bir karaşın adamın bu beyaz hallerini hangi renklere boyardım?
Bir şiir etkinliği için bulunduğu Maraş’ta, gelinlik kızına el işi çeyiz sandığı bakan bir babanın onu satın alırkenki yüz ifadesini nasıl resmederdim?

Gittiği her yeri havarilere özgü dirilikle ve tebessümle boyayan, yüzünde Allah’ın parmak izlerinin hâlâ tazelikten tüttüğü bir adamın adımlarını, samimi sarılışını, hayatın sarkacına ve ipine nasıl özenle tutunduğunu, her şeye rağmen sağlamlığından ve doğruluğundan taviz vermediğini nasıl çerçevelerdim?
Çizgiye, çerçeveye sığmayan bir gönül adamı Metin Önal Mengüşoğlu… Yazarlığını da, şairliğini de kişiliği gölgede bırakanlarımızdan… Hayatında gölge olmayan adam… İnanırım ki hatalarının bile berrak, sahici ve duru bir tarafı var.
Beyoğlu… Mengücekoğulları’dan… İkinci soyadı kafa kâğıdında yok… Bu haliyle bile resmi ve tanımlanmış olana direniyor.
Kalbi dünyanın merkezinde atıyor. Dünya kalbinde dönüyor.
Sanatçı… O gümüşü kanatlandıran zanaatkâr ustaların hatırına olacak ruhun kulaklarına sözden küpeler takıyor.
Size sıradan gelen bir türkünün bir dizesiyle günde kırk kez verem olur.
Varsın şiir, roman ve hikâye kitapları, rahmetli Mehmet Akif’in sünnetini devam ettiren araştırma kitapları rafları süslesin, o “Asım” neslinden değil “Akif” neslinden bir ağabey olarak aramızda…
Yüzü müşfik bir Akdeniz… Uygarlık kıyılarında…

Mehmet Aycı tanıştırdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
427745


Havada Bulut Var, Metin Önal Mengüşoğlu’nun ağırlıklı olarak alacakaranlık yıllarında; yani seksenlerin sonu ile doksanlı yılların ilk yarısında kaleme aldığı denemelerden yapılmış bir seçkiyi içeriyor.

Öteden beri Türkiye toplumunun tartışıyor gibi yaptığı fakat bir türlü tartışamadığı meselelere temas eden kitap üç bölümden oluşuyor: “Eve Dönen Oğul”, “Ayaküstü Uyumak”, “Düşünce Ögüten Değirmen”. Mengüşoğlu’nun denemeleri dünyevilik, demokrasi, laiklik, gelenek, modernite gibi kavramlar üzerinden yaşadığımız ülkede gündemi belirlemeye memur çevrelerin içine düştükleri handikapları görmek adına iyi bir adım. Gündelik olanın, geçip gidenin içindeki kalıcılığı ve arka planını irdelemeyi önceleyen Mengüşoğlu’nun bu denemelerini okurken yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz ve yaşayacağımız günler üzerine bir kez daha düşüneceksiniz. Açık, samimi düşünceler ve doğrudan bir dille kaleme alınmış yazılar farklı dönemlerle farklı temaları bir araya getiriyor.
 
Üst