M.F.Gulen

Mehmedim

Paylaşımcı
Katılım
31 Eki 2006
Mesajlar
200
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Konum
Birmingham/Ingi
ALLAH KENDISINDEN EBEDEN RAZI OLSUN.

M. Fethullah Gülen Kimdir?
Gülen, 1938 yılında, Erzurum ilinin Pasinler ilçesine bağlı Korucuk köyünde doğdu. Beşi erkek ikisi kız olmak üzere 7 çocuklu muhafazakâr bir aile. Babası Ramiz Efendi çeşitli beldelerde cami imamlığı yapan bir devlet memuruydu.

Erzurum, Türkiye'nin kuzey-doğusunda yer alan ve sosyo-kültürel bakımdan oldukça muhafazakâr değerlere sahip bir bölge. Uzun asırlar temel dinî ve millî değerleri toplumsal ve coğrafî açıdan belirgin bir biçimde tezahür ettirebilmiş bir vilayettir.

Fethullah Gülen'in çocukluğu/bütünüyle bu muhafazakâr değerlerin paylaşıldığı ve yeniden üretildiği klasik tekke ve medrese muhitinde geçti. Fakat onda doymak ve tatmin olmak bilmez bir merak duygusu ve ilim aşkı vardı. Bu dar muhitin onun bütün arzularını ve aktivitesini doyurması mümkün değildi. Bu yüzden daha o yaşlarda aklını ve ilgilerini dış dünyadaki kültürel, siyasi ve toplumsal aktiviteye yöneltmişti. Kendi ifadesiyle ilk medrese yıllarında dahi zaman zaman toplumsal sorunlar üzerine yoğunlaşırdı. Küçük dimağ yavaş yavaş büyüdükçe yakın muhitindeki sanat, edebiyat, sinema, tiyatro ve fikri hareketlilik dünyasıyla tanışacaktır. Medrese eğitimini kısa sürede tamamladı, ancak nedense resmi mekteplerde eğitim görme fırsatını bir türlü elde edemedi. O yıllar, Türkiye Cumhuriyeti banisinin vefat ettiği ve yeni Cumhuriyetin henüz bütün kurum ve kuruluşlarıyla oturaklaşmadığı yıllardı. Ülke Tanzimat'tan bu yana bir kısmı eskimiş, bir kısmı da henüz kuluçka döneminde olan bir sürü siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel probleme tanıklık etmekteydi. Entelijansiya, Batı uygarlığı karşısında yenik düşmüş ve geri kalmış İslam medeniyetinin bütün ezikliğini duymaktaydı. Tanzimattan bu yana üzerinde tartışıla tartışıla paspas haline getirilmiş ve pek çoğu da çözümsüzlüğe terk edilmiş yığınlarca fikri konu vardı. O kadar ki, bazı meselelerde entelijansiya bile tartışmaktan yorulmuş, pek çok meseleyi bir tortu ve yığın halinde rafa kaldırmıştı. Dine, İslam'a ve dini sosyal yaşama ait birçok problemin üzeri ise, toprakla örtülmüş gibiydi. Türkiye demokrasisi, tek partili ve çok partili sistem arasında gidip gelen, oldukça kırılgan bir karakter sergiliyordu. Siyasal ve hizipsel kavgalar, iç çekişmeler, ardı ardına vuran ekonomik krizler, yoksulluk ve daha nice içtimai gel-gitler, o hassas dimağı daha ilk yıllarında yakaladı. O yaşlarda, iki asırlık inhitatımızın nedenleri ve bu süreci geri döndürecek tedavi/çözüm yolları üzerine yoğun düşünmeye başladı. M. F. Gülen, bütün bu eskimiş kültürel hamûleyi, çağdaş kültürel değerler perspektifinde yeniden ele aldı. İki asırdır neredeyse uykuya yatmış düşünsel hareketi yeni bir heyacan dalgası ile tahrik ederek, Müslümanların gündemine sokmayı denedi. Oldukça karmaşık detaylarda yitip gitmiş meseleleri, imbikten geçirerek hayati olanları, aktif bir biçimde yeniden düzenleyerek, yeni heyecan ve iştiyak alanları açmak kaçınılmaz görünüyordu, ona göre.

Ancak ortada şöyle bir zorluk söz konusudur; hem entelektüel ve hem de dini muhitlerde inhitatın sebepleri, çözüm yolları ve çağdaş medeniyet dünyasına katılımla ilgili iki asırdır üretilen fikri ve siyasi malzeme, genel hatlarıyla ikili bir çizgi izlemiştir. Biri alabildiğine muhafazakâr bir tutum izlerken, diğeri tarihe, geleneğe ve toplumsal pratiğe yönelik neredeyse bir redd-i miras tavrıyla hareket ederek batı uygarlık dünyasına sorgusuz ve kimliksiz bir biçimde katılmayı yeğliyordu. İlki, ilerlemenin dinamiğini tamamıyla gelenek içinde, tarihsel ve toplumsal kabullerle şekillenen muhafazakâr çizgide tanımlarken, ikincisi, batı uygarlığının ve yaşama biçiminin ürettiği maddi ve kültürel değerlerle tanımlıyordu. Elbette üçüncü ve dördüncü yolu önerenler olduğu gibi, iki biçimin sentezini pratize edenler de vardı. M. F. Gülen Hocaefendi kimlik olarak muhafazakâr bir muhitte neş'et etti. Doğal olarak bu muhitlerde üretilmiş belli kalıplardan ve geleneksel çizgilerden yürümek durumundaydı. Ortaya atılacak yeni yorumlar bir anlamda yakın muhitte "kural dışı" addedilecekti. Nitekim ilk girişimleri bu tür tepkilerle karşılandı. M. F. Gülen geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı bir insandır. Fakat o, edindiği geleneksel kültürel değerleri, çağdaş batı medeniyeti ile yüzleştirmekten çekinmemiştir. Bu açıdan girişimi, hem fikri/teorik hem de ameli/pratik olarak yeni, çağdaş ve geleneğe yeni açılımlar getiren yorumlar ihtiva etmektedir. Gerek ilk dönem dini ve sosyal faaliyetleri, gerekse daha sonraki eğitim faaliyetleri ile o sanki bir anlamda, dinî ve geleneksel kültürel değerler ile bilimsel gerçeklerin çatışmadığını, aksine birbirini desteklediğini ve hatta bunların ciddi bir uyum içinde insanlığın hizmetine sunulabileceğini göstermek istemiştir. Gülen hiçbir zaman dini kimliğini gizlememiş, ciddi bir kendine güven içinde varoluş amacını büyük ve derin bir dini tecrübe içinde gerçekleştirmiş bir insandır. O, dini kimliğin, tecrübesinin ve var oluşunun, insanın sosyal var oluşundan ayrı düşünülmesini tasvip etmez. Bu açıdan tam ve bütün bir dünya görüşüne sahiptir. Gerçek anlamda samimi ve dindar kişiliğin, devleti ve toplumu daha da yükselteceği görüşünü sürekli vurgular. Çağdaş düşünürler genellikle devlet, şehir, kent ve ekonomi üzerinde yoğunlaşmışlardır. Oysa Gülen bütün bunların temelinde var olan "insan" unsuruna yönelmiştir. Ona göre çağdaş medeniyetin en önemli problemi insanın eğitimi problemidir. Bu insan bireyi erdemli olursa, devlet de, şehir de ekonomi de erdemli olacaktır. Ayrıca Gülen, insan meselesini yalnızca entelektüel bir tartışma olarak ele almamıştır. Bizzat problemi, toplumsal pratikte ciddî bir projeye de dönüştürmüştür.

Diğer taraftan muhafazakâr tavır genellikle yeni meseleler karşısında; oluşmuş ve süregelen geleneği izlemenin her zaman daha güven verici olduğunu düşünür. Yeni yorumlar, geleneksel değerler ve kabuller ışığında, tarih içinde oluşmuş resmi söylem ve kalıplarla uyuştuğu ölçüde dikkate değerdi. Ona kişisel yorumlar ve deneyimler katılmasından çekinilirdi. Halbuki M. F. Gülen Hocaefendi işte bu noktada yeni bir çizgi üretmeyi denedi. Bir taraftan geleneğin verdiği güven duygusuna, diğer taraftan da yeni toplumsal değerlere tutunuyordu. Bu, büyük ölçüde sentezci bir tavırdı.

Gülen, yetiştiği ortamda kendisini iki uygarlık geleneğinin ortasında buldu: Medrese ve İslam kültürü ile çağdaş batı kültürü ve Avrupa uygarlığı. Kendinden önce en az üç kuşak, bu iki kültür ve uygarlık arasında bir kimlik arayışı içinde yaşadı. Bu ikili çizgi yalnızca Türkiye pratiğine has bir mücadele ve kimlik arayışı değildi. Batı uygarlık sahası dışında kalan tüm ülkeler ve kültürler bu tartışmalı kimlik sürecini yaşadı. Gülen, çağın değişen kültürel bakışını yakından izleyebiliyordu. Onun muhafazakârlığı, gelişmeleri ve toplumsal değişimleri yalnızca izlemek ve zamana bırakmakla yetinen, hemen bütün davranışlarını katı bir teyakkuzun biçimlendirdiği bir muhafazakârlık değildir. Toplumsal ve kurumsal dönüşümler karşısında duygusal ve ahlâki bir sıkıntıya/kaygıya düşmekten ziyade, bireysel ve geleneksel tecrübe, birikim ve deneyimleri bu dönüşümlerle yüzleştirmekten çekinmeyen aktif bir ilişkiyi örgütlüyordu. Uzun bir geçmişte ve tarihsel pratikte oluşmuş geleneksel değerlerin kredisini, zamana ve güncel toplumsal değişimlere şuurlu/bilinçli bir katılımla müdahil kılmayı yeğliyordu. Kişisel, ahlâki ve kültürel ideallerini, yeni bilgi dağarcıkları ile besleyen bir perspektif geliştirmişti.

M. F. Gülen daha 15 yaşında bu tür düşüncelerin yoğun iklimine girmişti. 15 yaşına geldiğinde, artık erken olgunlaşmış bir delikanlıydı. Daha doğrusu ne çocukluğunu ne de delikanlılığını yaşayabildi. Hem içinde yetiştiği aile muhiti, hem de medrese ve muhafazakâr muhit onu erken yaşlarda olgunlaştırdı. İçinde derin bir ruhî ve manevî tecrübe, dimağında da müthiş bir heyecan ve aktivite vardı.
 

Nevfal

Üye
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
102
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Başlık ilk açıldığında farklı bir içeriği vardı ve bu yüzden on a göre bir cevap yazmıştım. İçerik değiştiğinden yazımı sildim.

Vesselam.
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
baslik M.F.Gulen

akabinde biri cikmis guya bu zati savunmak adina birseyler yazmis,

yahu inanin sizingibiler bu cemmat ve F.G'ne en buyuk zarari veriyor,elestirenler degil...

F.G biyografisi ekle ,kendi fikrini belirt bir hususda ama,boyle bir baslik kullanarak ve islami onderler kategorisinde bunu yapma,

sen ne yaptin simdi biliyormusun,birini savunayim derken simdi burda bu zata zarar verecek bircok mesaja zemin hazirladin...

isde bunu sen ve bircok sempatizan yapiyor....sonrada saldiri saldiri diye nutuk atiyor,saldirtma arkadas saldirtma..........bunun yoluda bu degil


neyse Allah(c.c) hayirlisini nasip eylesin

selametle........
 

kaygisiz

Üye
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ben fethullah hocadan sogmaya basladim, ecevit hakkindaki sözleri dehset vericiydi stv,de , nereyse evliya ilan edecekti heralde
 

Erhan

Profesör
Katılım
21 Tem 2006
Mesajlar
2,115
Tepkime puanı
42
Puanları
48
Konum
Ankara
Web sitesi
www.softajans.com
baslik M.F.Gulen

akabinde biri cikmis guya bu zati savunmak adina birseyler yazmis,

yahu inanin sizingibiler bu cemmat ve F.G'ne en buyuk zarari veriyor,elestirenler degil...

F.G biyografisi ekle ,kendi fikrini belirt bir hususda ama,boyle bir baslik kullanarak ve islami onderler kategorisinde bunu yapma,

sen ne yaptin simdi biliyormusun,birini savunayim derken simdi burda bu zata zarar verecek bircok mesaja zemin hazirladin...

isde bunu sen ve bircok sempatizan yapiyor....sonrada saldiri saldiri diye nutuk atiyor,saldirtma arkadas saldirtma..........bunun yoluda bu degil


neyse Allah(c.c) hayirlisini nasip eylesin

selametle........

Saldırma Yavvvvv çekemiyorsan yazılanlar zoruna gidiyorsa saldırma.....:)

hatta siz çekemiyorsanız bile okumayın hoca efendi ile alakalı yazıları

ey yarabbim yarasuAllah............
 
H

hiç

Guest
insanın gözüne sokmayın sizde bu kadar "sevgili hocaNIzı" .....:O

bu ne sevgi ahhhh bu ne ızdırap...? :whistling[1]:
 

Nevfal

Üye
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
102
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Saldırma Yavvvvv çekemiyorsan yazılanlar zoruna gidiyorsa saldırma.....:)

hatta siz çekemiyorsanız bile okumayın hoca efendi ile alakalı yazıları

ey yarabbim yarasuAllah............


Kardeş yazı ilk olarak buraya yazıldığında içerik başka idi o yüzden cevabı öyle verdi kardeş.
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
Kardeş yazı ilk olarak buraya yazıldığında içerik başka idi o yüzden cevabı öyle verdi kardeş.

Allah(c.) razi olsun kardes,
siz degistirmissiniz mesajinizin icerigini bu bos konusan slogancilarin bu sekilde ahkam keseceklerini tahmin ettiniz demekki,ama ben unutmusum malesef


Saldırma Yavvvvv çekemiyorsan yazılanlar zoruna gidiyorsa saldırma.....

hatta siz çekemiyorsanız bile okumayın hoca efendi ile alakalı yazıları

ey yarabbim yarasuAllah.............

Altin nesil noldu cocugum yine,
kimin zoruna neyin gittigi belli oluyor,
bilmeden ,anlamadan yine baliklama atlamissin,
zati muhteremin adini duydunuzmu feleginiz sasiriyor gozunuz donuyor ne yapacaginizi sasirip saga sola saldiriyorsunuz,

ilk zamanlar bunlar normaldir zamanla gecer,tedavisi mumkun yani merak etme;)
 

Erhan

Profesör
Katılım
21 Tem 2006
Mesajlar
2,115
Tepkime puanı
42
Puanları
48
Konum
Ankara
Web sitesi
www.softajans.com
Bilemiyorum kimin gözü dönüyor belli oluyor saten................anlayan anlıyor....
 
S

Sidar

Guest
:) :) heyecan yok gençLer :p

Fikir Atlası kitabı çıktı hocaefendinin , aLında istifade edin ;)

isLamsayfası kardeşime ben hediye etcem :)
 

Erhan

Profesör
Katılım
21 Tem 2006
Mesajlar
2,115
Tepkime puanı
42
Puanları
48
Konum
Ankara
Web sitesi
www.softajans.com
:) :) heyecan yok gençLer :p

Fikir Atlası kitabı çıktı hocaefendinin , aLında istifade edin ;)

isLamsayfası kardeşime ben hediye etcem :)


Abi alacamda Nt bi türlü gidemedim ilk fırsatta alacam abiler tavsiye ediyorlar hoca efendi gene süper bi kitap çıkardı Herkeze tavsiye ederim alın okuyun istifa edin....
 
S

Sidar

Guest
simdi hediyeyi reddiye olmaz,;)

kabul ettik insaAllah:)

okurum tabi neden olmasin,ama elestirdigim zamanda(gerci ne hadidimize bizimde) kizmayacaksiniz;)


estag .. kızmak ne haddimize .. Allah razı olsun .. aLdığımda söz 2 tane aLcam .. sana özeL mesaj atarım adresi verirsin yoLLarız davadaş ... ;)

Pantech PG3000 :O :O sende kardeşine bu teLefonu hediye edersin oLur biter :p

hadi vesseLam
 

Erhan

Profesör
Katılım
21 Tem 2006
Mesajlar
2,115
Tepkime puanı
42
Puanları
48
Konum
Ankara
Web sitesi
www.softajans.com
simdi hediyeyi reddiye olmaz,;)

kabul ettik insaAllah:)

okurum tabi neden olmasin,ama elestirdigim zamanda(gerci ne hadidimize bizimde) kizmayacaksiniz;)

ben de buna çok sevindim Allah razı olsun abi sağolun inşALlah. ne bileyim işte birden duygulandım ama samimiyetle duygulandım....gülüyorsunuz ya ondan hep tartışma platformunda görüşürdükte sizinle...mutlu oldum.....
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
estag .. kızmak ne haddimize .. Allah razı olsun .. aLdığımda söz 2 tane aLcam .. sana özeL mesaj atarım adresi verirsin yoLLarız davadaş ... ;)

Pantech PG3000 :O :O sende kardeşine bu teLefonu hediye edersin oLur biter :p

hadi vesseLam

tamam insaAllah ;)

sen hele bi gonder bakalimda bizim hediyeye bakariz:)
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
ben de buna çok sevindim Allah razı olsun abi sağolun inşALlah. ne bileyim işte birden duygulandım ama samimiyetle duygulandım....gülüyorsunuz ya ondan hep tartışma platformunda görüşürdükte sizinle...mutlu oldum.....


Allah(c.c) cumlemizden razi olsun

okurum yani sonucda,daha oncede kitaplarini okudum,sohbetlerini dinledim,bunda bir mahsur yok insaAllah....

bizde gectik o safalardan,uzak degiliz ;)
 

Erhan

Profesör
Katılım
21 Tem 2006
Mesajlar
2,115
Tepkime puanı
42
Puanları
48
Konum
Ankara
Web sitesi
www.softajans.com
Allah(c.c) cumlemizden razi olsun

okurum yani sonucda,daha oncede kitaplarini okudum,sohbetlerini dinledim,bunda bir mahsur yok insaAllah....

bizde gectik o safalardan,uzak degiliz ;)

yok abi estf..ben var demedimkii ALlah biliyor ama garip geldi ondan şaşırdım......yoksa başka bişey yok...

saygılar
 

gunduzalp

Kısıtlı Erişim
Kısıtlı Erişim
Katılım
26 Eki 2006
Mesajlar
2,954
Tepkime puanı
33
Puanları
0
19. yüzyılda İslam dünyasının içine girdiği derin krizi aşmak üzere iki yaklaşım tarzı ortaya çıktı. Biri, yeni bir toplum ve siyasi varlık inşa etmek üzere devlete ve siyasete vurgu yapıyor; diğeri toplumsal ıslahatı, insanın zihniyet değişimini temel alıyordu.


Birinin anahtar terimi siyaset ve devlet, diğerininki eğitim ve ruhsal değişimdi. Her iki yaklaşım tarzı bugün de etkilerini devam ettirmektedirler. Anlaşılır olması bakımından bunlara “Resmî İslam” ile “Sivil İslam” demek mümkün. Fethullah Gülen Hocaefendi bu ikinci çizginin yaşayan en önemli temsilcilerinden biridir. Onu, ulema geleneği içinden gelen bir ıslahatçı olarak görebiliriz.

İslam dünyasının modern tarihe dahil olması ve bu tarih içinde yaşadığı 150 yıllık zorlu bir tecrübeden sonra bugün İslam dünyasında yeni sayılabilecek bir “aydın-ulema” profiline doğru gidildiğini söylemek mümkün. Ernest Genler ve Şerif Mardin, ‘Yüksek İslam’ ve ‘Halk İslam’ı ayırımı yaparak modern Müslüman dünyayı anlamaya çalışırlar. Bu kavramsallaştırma yanlıştır. Zira aslında İslam toplumu tarihsel ve entelektüel olarak Havass ve Avam olmak üzere iki ana gruba ayrılmaktadır. İslam toplumunda inanç aynıdır, seçkinlerin veya okumuşlar ile ümmi halk kitlelerinin inançları temelde farklılaşmaz. Farklılaşan dil, anlatım ve söylem düzeyleridir. Ancak nasıl Divan edebiyatının en seçkin ismi Baki ile halk şairi Karacoğlan veya Mevlana Celaleddin Rumi ile Yunus Emre arasında farklı inançlar söz konusu değilse, Müslüman dünyanın Havass’ı ile Avam’ı arasında da iman, amel, dünyaya bakış ve hayatın anlamıyla ilgili temel farklılıklar yoktur.

Ulema-aydın tipinin belirgin temsilcisi

Geleneksel önderlik doğrudan Kitabi İslam’ı referans alan Ulema’da veya Ümmi İslam’ın çok itibar ettiği Mürşid’de toplanmıştı. Modernlikle birlikte ve modern devletlerin desteğinde “Ulema ve Mürşid”in yerini merkezî iktidar seçkinleriyle organik işbirliği içinde olan “Aydın” aldı. Ancak şimdi ikisinin karışımı olan yeni bir önderlik profilinin doğuşuna şahit olmaktayız; “ulema-aydın”. Formel eğitimden geçmemiş bulunan, ancak modern eğitime büyük önem verip okul sistemini dünyanın her yanına yayan Fethullah Gülen Hoca bu “ulema-aydın” tipinin en belirgin temsilcilerinden biridir. 20. yüzyılda Pakistan’da Ebu’l A’la Mevdudi bunun ilk örneği sayılır. Gerçekten Mevdudi, İslam dünyasında alimlerin yanında aydınların da oynamak istediği rolü oynamak üzere kamusal alana çıkan ve Pakistan’ın fikri ve politik hayatında derin etkisi olan ilginç bir şahsiyettir. Rahmetli Seyyid Kutup’u da bazı yönleriyle bu kategoride ele almak mümkün görünmektedir. Ancak bu iki zatla çağdaş ve belki biraz daha öncesinden Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursi “Cenaheyn” kavramıyla bu yeni önderlik profiline işaret etmişti.

Aydın, Aydınlanma felsefesinin bir ürünüdür, referanslarını, Aydınlanma’nın temel varsayımlardan, bu arada ağırlıklı olarak rasyonalizmden ve insanın aşkın olan karşısındaki bağımsızlık düşüncesinden alır. Aydın aynı zamanda toplumu dönüştürmek ister. Buna karşılık aydının kendisi “yaratıcı” bir zekaya sahip değildir, yeni düşünceler geliştiremez, bu yüzden tutucudur ve konumu gereği entelektüel olmadığı için bir önceki dönemde seçkin zihinler tarafından üretilmiş düşünceleri topluma aktarmaya ve benimsetmeye çalışır. Bu yüzden toplumla, halkın kültürü, inançları ve tarihiyle başı derttedir ve doğal olarak son tahlilde tercihini devletten, politik toplumdan yana koyar.

Türkiye’de Müslüman yazarlar, aydına bu özelliklerinden dolayı itiraz edip kendilerinin böyle bir kategoride ele alınmasından hoşlanmazlar. Ama ulema geleneğinden de gelmiyorlar. En azından iyi veya kötü Batılı bir eğitimden geçmişlerdir; kökenleri mühendis, iktisatçı, hukukçu, sosyolog, edebiyatçı, gazeteci, tıp vb. şeydir. İslami ilimlere vukufiyetleri yeterli değildir. Kur’an ve Sünnet’ten kolayca bir referans getiremezler, fıkıh usulünü hemen hemen hiç bilmezler; İslam tarihini dolduran kelam, felsefe, düşünce ve tasavvufla ilgili bilgileri ders kitaplarında yazılan bilgilerden fazla sayılmaz.

“Cenaheyn (iki kanat)” kavramında hem İslami ilimler hem Batılı bilgi ve eğitim bir arada düşünülmüştür. İşte bu çok az kişiden biri, belki de önde geleni Fethullah Gülen Hoca’dır.

Fethullah Gülen Hoca’nın birkaç yönü vardır. İslami ilimlere vukufiyeti, sözgelimi Hadis’te rical ilmindeki derinliği, geniş usul bilgisi ve irfani yönü. Bunlar neredeyse aynı ağırlıkta öne çıkmaktadırlar. “Kalbin Zümrüt Tepeleri” adlı çalışması tasavvuf ve irfan geleneği açısından son derece önemli bir eserdir. Herhangi bir konuyu ele aldığında geleneksel usule uygun olarak önce bir Kur’an ayetine, sonra bir Peygamber hadisine dayandırır. Bununla yetinmez ayetin geçmişte nasıl anlaşıldığını, hadisin senet ve metin kritiği açısından değerini de verir, sonra kendi anlayışını ortaya çıkarır. Fethullah Hoca’nın en önemli yanı geleneksel usulün dışına çıkmaması, geleneksel tefsir, hadis ve fıkıh usulünün imkanlarını kullanarak modern çok sayıda meseleyi açıklaması, çözüm getirmesidir.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, İslâmî ilimlerden kolayca referanslar vermesi, belli bir usûl bilgisine sahip olması, İslâm tarihinin düşünce, ilim ve sanat mirasını bilmesi büyük bir avantajdır. Çünkü usul koruyucu çerçevedir. Son zamanlarda terör eylemlerine katılanların profiline baktığımız zaman, bunların esaslı bir İslami eğitimden geçmediklerini, İslam adına fetva verirken usul takip etmediklerini, yalınkat düşündüklerini, genellikle üniversitede okurken Marxist veya milliyetçi ideolojileri bırakıp İslami hareketlere katıldıkları ve ağırlıklı olarak mühendis, avukat, doktor, öğretmen vb. mesleklere sahip oldukları görülüyor.

Kişilik profili: Sivil ıslahatçı

Bunun yanında Fethullah Hoca bir aksiyon adamı ve toplumsallaştırıcı bir öncüdür de. Türkiye’de sosyoloji yapacak herhangi bir kişi Fethullah Hoca gerçeğini görmezlikten gelip sosyoloji yapamaz. Bunun yanında öncülük ettiği okullar ve dünya ölçeğindeki eğitim faaliyetiyle belki de Türkiye’nin küresel sürece ve küreselleşmeye sağladığı tek katkıdır.

Yakın tarihimizde meydana gelen çok yönlü kırılmanın etkisini gösterdiği en önemli alanlardan biri sosyal önderlikte baş gösteren krizdir. Bu yeterince önemsenmiş bir konu değildir. Sebebine gelince. İlkin modernleşmeye karar veren, doğal olarak kendisinin bilumum toplumsal ve kültürel önderliği üstlendiğini düşünmüştür. İkincisi eğer toplumun önderlere ihtiyacı varsa, bunlar siyasi parti liderleri, eğitimciler ve aydınlar olacaktır. Ancak deneysel olarak görülen şu ki, toplum, ne devletin ne de söz konusu kişilik profillerinin önderliğini kabul etti. Bu yüzden modernleşme projesi toplum tarafından içselleştirilmedi.

Geleneksel Müslüman toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da sosyal önderlik ulemanın elindeydi. Önce Tanzimat (1839), ardından II. Meşrutiyet (1908) ve son olarak Cumhuriyet’le (1923) birlikte toplumun tabii önderleri ve devletin üç sacayağından birini teşkil eden ulema tasfiye edildi, yerine bir aydın sınıf ikame edildi. Osmanlı’da sarayın, Cumhuriyet döneminde devletin önderliği ulemanın elinden alması, sivil toplumu zaptedip tepeden tırnağa bir Batılılaşma ve modernleşmeye imkan açması içindi. II. Mahmut, ulemayı tasfiye edince, resmî ulema kendi konumunu rasyonelleştirmek amacıyla, Batılılaşmaya karşı çıktı. Ve Batılılaşmaya karşı çıkarken, Şeriat’ın yeniliklere ve reformlara karşı olduğu tezini savundu. Bu da devletin içinde reform yapmak isteyen güçler (askerler, sivil bürokratlar ve Batılı eğitimden geçmiş aydınlar) ile İslam dini arasında bir gerilimin meydana gelmesine yol açtı. Oysa ne İslam her yeniliğe karşıydı ne o dönemdeki İslamcılar reformlara karşı çıkıyorlardı. Aksine 1856’dan başlamak üzere ilk İslamcılar saltanata karşı çıktılar, demokrasiyi savundular.

Bu bizim tarihimizin bedbaht bir safhasıdır. Eğer başından beri resmî ve sivil ulema reformlara sahip çıksaydı, ne saray ve devlet otoriter ve totaliter bir kimliğe bürünürdü ne de halk ile modern dünya arasında bu trajik gerilim yaşanırdı. Osmanlı’da saray, Cumhuriyet döneminde devlet, ulema engelini ortadan kaldırmak üzere pozitivizme ve bir aydınlar zümresinin sahnede rol almasına büyük önem verdi. Aydınlar ile ulema arasında şu farktan söz edilebilir:

Ulema, referansını Kur’an ve Sünnet’ten, gelenekten alır; bilgi kaynakları İslâmî ilimlerdir; aydınların referansı aydınlanma düşüncesidir.

Ulema topluma doğal durumunda önderlik yapar, sosyal alandaki ilişkileri tanzim eder, manevi ve kültürel irşatta bulunur; aydınlar, toplumu dönüştürmek ister, bu yüzden halkla ve halkın kültürüyle daima başları derttedir.

İslâm’ın baskın geleneğinde ulema sivildir, resmî olsa bile gücünü devletten almaz, halktan ve dinî formasyondan alır; aydınlar ise sırtlarını devlete, politik topluma dayamışlardır. Bu yönüyle halkın meşruiyet çerçevesini çizer, ulemanın onay vermediği hiçbir değişim projesi başarılı olamaz.

Ulema her yeni durumda bilgiyi yeniden üretmek, geliştirmek, ihtiyaçlara cevap vermek ve içtihatlar yapmak durumundadır. Bu en azından klasik dönem için böyledir. Aydınlar ise daima tutucudurlar, yeni düşünceler üretemezler, verili düşünceleri topluma benimsetmeye çalışırlar. Ulema geleneğimiz zaman içinde zayıfladı, bu yüzyılın başlarında da kesintiye uğradı. Bugünse İslâm dünyasında üç ayrı önderlik tipolojisiyle karşı karşıya bulunuyoruz: a) Aydınların inisiyatif sahibi olduğu yerler. Türkiye gibi. b) Ulemanın tam bir inisiyatife sahip olduğu yerler. İran gibi. c) Aydın-ulema karışımı yeni bir profilin ortaya çıktığı yerler. Mısır ve Pakistan gibi.

Türkiye’de mevcut durumda ulema, geleneksel fıkhı ve Arapçayı iyi bilir, ama bunu günün aktüel ve maddi şartlarında üretme yeteneğine sahip değildir. Bu yönüyle sadece bir “nakilci”dir. Aydınlar ve bunların teknik düzeydeki türevleri olan bilim adamları da Batı’dan beslendikleri için “aktarmacı”dırlar. Aydınlar ve bilim adamları kendi toplumlarının ve tarihlerinin maddi ve kültürel gerçekliklerinden kopuk olduklarından, başka toplumların gerçekliklerine uygun geliştirilmiş düşünce ve bilim mirasını taşırlar. İslâm dünyasında toplum katında aydınların profilleri, rolleri ve fonksiyonlarıyla içselleştirildiklerini söylemek güç. Toplumun ma’şeri vicdanında ulemanın saygın bir yeri var. Ama ulema da kendisinden bekleneni, fonksiyonlarını yerine getiremiyor.

Barış ve diyaloğa adanmış bir ömür...

Bu durum yeni bir önderlik tipolojisinin doğmasına yol açmış bulunuyor. Bu da kanaatimce aydın-ulema karışımı diyebileceğimiz bir profildir. Bunun en tipik örneği Ebu’l-A’la Mevdudi olmalıdır. Mevdudi, bir ilim adamı titizliğiyle bir hadisi, senet ve metin yönünden kritik edebilirken, toprak reformu veya doğum kontrolü konularını da bir aydın gibi ele alabilmektedir. Türkiye şartlarında da Fethullah Hocaefendi’nin tam bu profile uygun düştüğünü ve son iki yüzyıllık modern tarihimizin genel seyri içinde geleneğin çizgisi üzerinde sivil bir ıslahatçı önder olarak öne çıktığını söylemek mümkün.

Şizofrenik bir biçimde Türkiye toplumunun bilinci iki ana bölüme ayrılmış gibidir. Biri Doğu’ya ve geçmişe göndermede bulunur, diğeri Batı’ya ve modern olana. Türkiye iki arada bir derede bulunuyor. Yapılması gereken şey bu yarılmayı, bölünmeyi gidermektir. Bunun için de diyaloğa, karşılıklı anlama çabasına ihtiyaç var. Fethullah Hoca böyle bir çabaya katkı sağlayan önemli şahsiyetlerden biri olmakla da öne çıkmaktadır. Hocaefendi’nin diyalog çabalarının iki boyutu var: Biri “medeniyetler arası çatışma”ya karşı “dinler arası diyalog”, diğeri iç toplumsal varlığımızda, şizofrenik yarılmalara yol açan iki ayrı toplumsal kesim ve resmi toplum ile sivil toplum arasında diyalog.

Türkiye’nin iktidar eliti, merkezde konumlanmış sert bir çekirdek olarak her türlü değişime, reforma, demokratik haklı talebe direnç gösteriyor. Başından beri Batılılaşmadan yana olan çevrelerin AB sürecine karşı takındıkları tutumun sebeplerinden biri bu reflekstir. Demokrasinin gelişmesi ve sivil inisiyatifin artması, çevrede biriken enerjiyi merkeze taşır, ancak merkezdeki çekirdeğin direnci toplumsal enerjinin heder olmasına sebep oluyor. Osmanlılarda sivil alan ile resmi alan arasında uygun bir konsensüs kurulmuştu. İslam, bireyi ve toplumu devlete, siyasi iktidara ve keyfi uygulamalara karşı koruyordu.

Devlet, kendi tabii ve klasik fonksiyonları dışındaki bütün toplumsal fonksiyonları topluma devretmişti, toplum sivil kurum ve inisiyatiflerle bu fonksiyonları yerine getiriyordu. Bu, hem devletin hareket kabiliyetini artırıyordu, hem de toplum ile devletin barışık yaşamalarını mümkün kılıyordu. Batılılaşma ile devlet, toplumu zaptetmeye yöneldi ve neredeyse bütün sivil alanları kendi denetimi altına geçirmeye çalıştı. Batılılaşmadan yana elitin, zaman zaman İslam’a karşı hasmane tutum alışının sebeplerinden biri, Şeriat’ın toplumu devlete karşı koruyan özelliğiydi. İslam veya İslam Şeriatı etkisizleştirilmedikçe, Batılılaşma projesinin başarılmayacağı düşünülüyordu. Modernleşme tarihimiz aynı zamanda sivil alanda var olmak isteyen dindar halk ile toplumu otoriter yöntemlerle dönüştürmek isteyen resmi toplum arasındaki gerilimin tarihidir. Din -devlet ilişkisi, laik- anti laik ayrımı, çağdaş-tutucu, ilerici-gerici vb. ikilemler bu gerilimin farklı ifadeleridir.

Yaşanan pahalı tecrübeden sonra her iki entite arasında da bir diyalog olması gerektiğini ortaya koymuştur. Cemaatler, hem dinin hem modernliğin ve küreselleşmenin kendilerine sunduğu imkan ve avantajlardan yararlanarak gelişiyorlar. Sorunun temeline inildiğinde, aslında gerilimin modernlik ile din arasında değil, dindar kesimler ile sekülerlik arasında yaşandığını; devletin demokrasi, katılım, sivil inisiyatif ve toplumsal gelişmeden kuşku duyarak sekülerliği -Türkiye’deki resmî ifadesiyle laiklik- dinin karşısına çıkarmasından kaynaklandığını görmek mümkün. Bu durumda Sivil İslam ile Resmî Toplum arasında da bir diyalog köprüsünün kurulmasında zaruret var. Devlet, siyaset, yönetim vb. konulara yaklaşımı yakından incelendiğinde Fethullah Gülen Hoca’nın bu türden bir diyaloğa da kapı aralamaya çalıştığını söyleyebiliriz.

Ali Bulaç
 
S

SaLtan

Guest
yani varya ilk cümleden ali bulaç abi nin yazısı olduğunu farketteim:)

sağolasın emeğine sağlık.

alimlerin tarihsel ve sosyolojik yansımalarını en güzel şekilde yorumlayana iki isimden biridir ali bulaç. diğeri mustafa islamoğlu..
 
S

Sidar

Guest


İsLamSayfası Kardeş söz verdiğim gibi kitabını en yakın zaman içersinde yoLLiyacağım inşaAllah ... vesseLam
 
Üst