Levlâke rivayeti ve Nur-u Muhammedî meselesi

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Levlâke rivayeti ve Nur-u Muhammedî meselesi





Ebubekir Sifil



.

Ali el-Karî, el-Mevridu’r-Revî fi’l-Mevlidi’n-Nebevî isimli risalesinde konuyla ilgili oldukça dikkat çekici şeyler söyler. Evvela “Adem su ile çamur arasındayken ben nebi idim” rivayetini zikredip, “Her ne kadar bazı Hadis hafızları, “Bu rivayeti bu lafızla bulamadık” demişse de, manası sahih tariklerle gelmiştir.” Bu çerçevede el-Karî, “Adem ruh ile ceset arasındayken ben nebi idim” hadisini ve bu anlamdaki birkaç rivayeti zikreder.

Tam bu aşamada sorulması gereken kritik soru şudur: Hz. Adem (a.s)’ın yaratılış sürecinin henüz tamamlanmadığı bir aşamada Efendimiz (s.a.v)’in “nebi/peygamber” oluşu ne anlama gelmektedir?

Bu soruya “Efendimiz (s.a.v) Allah Teala’nın ilminde peygamber olduğunu anlatmak istemiştir” şeklinde cevap vermek açıklayıcıdeğildir. Zira Allah Teala’nın ilminde peygamber olmak bakımından Efendimiz (s.a.v)’le diğer peygamberler arasında herhangi bir fark yoktur. O halde Efendimiz (s.a.v) bu ifadeyle daha farklı,daha “özel” bir şey anlatıyor olmalıdır.

Ali l-Karî bu soruya cevap teşkil edebilecek izahı İmam es-Sübkî’den şöyle nakleder: “Ruhlar bedenlerden önce yaratılmıştır. Efendimiz (s.a.v), “Ben nebi idim” sözüyle, ruh-i şerifine veya hakikatlerinden bir hakikate işaret etmektedir ki, onları Allah’tan ve lütfuyla muttali kıldığıkimse(ler)den başkası bilmez. Sonra Allah Teala, o hakikatten dilediği şeyi dilediği vakitte (dildiğine) verir. İşte Efendimiz (s.a.v)’in hakikati, Allah Teala’nın Hz. Adem (a.s)’ın hilkati sürecinde ona verdiği nübüvvet vasfıolabilir ki, o hakikati, O’nun nübüvvetine hazır bir şekilde yaratmış ve ona o vakit nübüvvet vasfı vermiştir. O bu suretle nebi olmuş ve melekler ve başka varlıklar O’nun ind-i ilahîde ne yüce bir mevkie sahip olduğunu bilsin diye adıArş’a yazılmıştır.

Binaenaleyh her ne kadar o hakikatle muttasıf mübarek bedeni daha sonra yaratılmış ise de, Efendimiz (s.a.v)’in hakikati o vakitten beri mevcuttur. O’na nübüvvet, hikmet ve hakikatinin diğer vasıflarının verilmesi işi de o zaman tamamlanmıştır. O’nun kemalatı bedeni yaratıldıktan sonraya bırakılmayıp kendisine önceden verilmiştir. Tehir edilen, O’nun bedensel oluşumu ve dünyaya en mükemmel şekilde gelene kadar temiz sulblerde ve rahimlerde nakledilmesidir –Allah’ın salat ve selamı üzerini olsun–.

“Bahse konu rivayetin, Efendimiz (s.a.v)’in peygamber olacağının Allah Teala tarafından bilindiğini anlattığını söyleyenler, yukarıda anlattığımız manaya vakıf olamayanlardır. Çünkü Allah Teala’nın ilmi bütün eşyayı kuşatmıştır. Hz. Adem (a.s)’ın hilkatinin henüz tamamlanmadığı bir vakitte Efendimiz (s.a.v)’in peygamberlik vasfına sahip olduğu ifadesinin, O’nun nübüvvetinin o vakit sabit olduğu şeklinde anlaşılması gerekir. Aksi halde Efendimiz (s.a.v)’in nübüvvetinin zikredilmesinin özel bir anlamıolmazdı. Zira bütün peygamberler Allah Teala’nın ilminde peygamberdirler!”

Daha sonra el-Karî, Sahîhu’l-Buhârî şarihi el-Kastallânî’denşu nakilde bulunur: “Bize Ebû Sehl el-Kattân’ın Emâlî’sinden bir cüz zımnında, onun Sehl b. Sâlih el-Hindânî’den nakli olarak şöyle rivayet edildi: “Ebû Ca’fer Muhammed b. Ali’ye (İmam Muhammed el-Bâkır, E.S), “Peygamberlerin sonuncusu olarak gönderilmişken Hz. Muhammed (s.a.v) nasıl oluyor da diğer peygamberlerden önce geliyor?” diye sordum. Şöyle dedi: “Allah Teala ademoğullarının zürriyetlerini, kendilerini kendilerine şahit tutarak “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda Hz. Muhammed, “Evet (Sen bizim Rabbimizsin)” diyenlerin ilkiydi.”

Devam edecek.
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Bir önceki yazıda Ali el-Karî’nin, “Hakikat-i Muhammediyye”konusunda İmam es-Sübkî’den yaptığı alıntıyı görmüştük. Ali el-Karî, o alıntının ardından el-Kastallânî’den iktibas ettiği ifadelerle konuyu anlatmaya devam ediyordu. Söz konusu iktibasa devam edeceğim.

Ama önce İmam Takiyüddîn es-Sübkî’den yaptığı alıntı üzerinde bir miktar durmak istiyorum.

el-Karî’nin alıntıladığı ifadeler, İmam es-Sübkî’nin Fetâvâ’sında geçiyor. Ancak el-Karî’nin, alıntıyı harfi harfine değil, bazı tasarruflarla ve muhtasar olarak aktardığıanlaşılıyor. İmam es-Sübkî’nin konuyla ilgili tespitleri son derece önemli olduğu için olduğu gibi aktarmakta büyük fayda var.

İmam es-Sübkî, konu hakkında söylediklerini, “Hem Allah vaktiyle Peygamberlerin şöyle misakını almıştır: ‘Celalim hakkı için size kitap ve hikmetten her ne verdimse, sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir Resul geldiğinde ona mutlaka iman edeceksiniz ve kesinlikle ona yardımda bulunacaksınız, buna ikrar verdiniz mi ve bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı?’ buyurdu. ‘Ikrar verdik’ dediler, ‘Öyle ise, buyurdu, şahit olun ben de sizinle beraber şahitlerdenim” mealindeki ayet üzerine bina etmektedir.

Tefsirlerin hemen tamamında bu ayette kastedilen “Resul”ün Efendimiz (S.A.V.) olduğunun zikredildiğini görüyoruz. Gerçekten de ayette, Peygamberler tarihinden bildiğimin, okuduğumuz durumun tam tersini gösteren bu muhteva var. Normalde her peygamber (nebi), kendisinden önce gönderilmiş peygamberin (resulün) getirdiği kitap ve şeriatı ihya/tecdid ile ona tabi olurken, bu ayette önce gelen peygamberden, kendisinden sonra gelecek peygambere ittiba ve yardım etmesi emredilmektedir. Kendisinden bu ahdin alındığı peygamberler arasında Hz. Âdem (A.S.)’ın da bulunduğu bedihîdir. Dolayısıyla O’nun da Efendimiz (S.A.V.)’e tebeiyeti bahis konusu olmaktadır.

Bu hususu akılda tutarak İmam es-Sübkî’nin söylediklerine geçelim:

“Burada Hz. Peygamber (S.A.V.)’in derecesini yükseltme ve kadrini yüceltme bulunduğu açıktır. Bunun yanında, söz konusu ayet şunu anlatmaktadır: O, öbür peygamberlerin zamanında geldiği takdirde, onlara da gönderilmiş olacaktır. Bu suretle O’nun nübüvvet ve risaleti, Hz. Âdem (A.S.)’den kıyamet gününe kadar gelecek bütün mahlûkata şamil olacak, bütün peygamberler ve ümmetleri de O’nun ümmeti olacaktır. Bu durumda Efendimiz (S.A.V.)’in, ‘Ben bütün insanlara gönderildim’ sözü sadece kendi zamanından başlayarak kıyamete kadar gelecek olanlara yönelik değildir; bilakis onlardan öncesine de şamildir.”

Böylece, “Âdem (yaratılış sürecinde) ruh ile beden arasındayken ben peygamberdim” hadisinin anlamı da tebeyyün etmiş olmaktadır. Bu hadisi, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in, peygamber olacağının Allah Teala’nın ilminde mevcut bulunmasıyla açıklayanlar bu noktaya vakıf olamayanlardır. Çünkü Allah Teala’nın ilmi bütün eşyayı kuşatmıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in o vakit peygamber olmakla tavsif edilmesi, o vaktin O’nun peygamberliğini sabit olmasını gerektirir. Bu sebeple Hz. Âdem (A.S.), O’nun adını Arş’ta “Muhammedun Resûlullâh” şeklinde görmüştür.

Not: Bir önceki yazıda el-Kastallânî’den alıntılanan naklin senedinde geçen Sehl b. Sâlih isimli ravinin nisbesini “el-Hindânî” olarak vermişim. Doğrusu “el-Hemedânî” olacak.

Devam edecek.
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Hz. Âdem (A.S.) “ruh ile beden arasında”yken, yani yaratılışsüreci tamamlanmamışken Efendimiz (S.A.V.)’in peygamber olması ne demektir? O süreçte Efendimiz (S.A.V.)’in ne ruhu ne bedeni varlık âlemine çıkarılmıştır! Böyleyken“nübüvvet” vasfının mahalli neresidir?

Konuyla ilgili olarak İmam es-Sübkî’den alıntıya revam ediyoruz:


“(…) Dolayısıyla bunun (Efendimiz (S.A.V.)’in nübüvvetinin, E.S.) kaçınılmaz olarak o vakit mana olarak sabit bulunmuş olması gerekir. Bundan maksat Efendimiz (S.A.V.)’in nübüvvetinin ilm-i ilahîde “ileride olacak”bir husus olarak bilinmesi olsaydı, Hz. Âdem (A.S.) ruh ile beden arasındayken O’nun nebi olmasının herhangi bir hususiyeti olmazdı.

Çünkü Allah Teala o vakit de daha önce de (sadece O’nun değil, E.S.) bütün peygamberlerin peygamber olacağını bilmekteydi. Bu itibarla, burada Efendimiz (S.A.V.)’e mahsus bir durum bulunduğunu kaçınılmaz olarak söylemek durumundayız. Efendimiz (S.A.V.), ümmetine, kendisinin Allah Teala katındaki yüce mevkiini bildirmek için ve böylece ümmeti için bir hayır hâsıl olsun diye bu durumu böylece haber vermiştir.


Eğer, burada Efendimiz (S.A.V.)’in kadrinin nasıl olup da (diğer peygamberler için söz konusu olmayan) bir şekilde yüce olduğunu anlamak istiyorum. Zira 'nübüvvet’ bir vasıftır ve bu vasıfla muttasıf olan kişinin (Efendimiz (S.A.V.)’in, E.S) fiilen mevcut olması ve 40 yaşına ulaşmış olmasıgerekir. Bu durumda nasıl oluyor da O, var edilmeden ve risaletle görevlendirilmeden önce 'peygamberlik’le tevsif ediliyor? Eğer bu durumda O’nun 'peygamber’ olarak tavsif edilmesi doğruysa, aynı durum diğer peygamberler için de geçerli olur, denecek olursa şöyle derim:

Allah Teala’nın ruhları bedenlerden önce yarattığı bize bildirilmiştir. Efendimiz (S.A.V.)’in '…nebi idim’ sözü, ruh-u şerifine ve 'hakikat’ine işaret olabilir. Bizim aklımız 'hakikat’leri tanımaktan acizdir; onları ancak Yaratıcı ve bir de O’nun ilahî bir nurla desteklediği kimseler bilir. Öte yandan Allah Teala o hakikatlerden dilediği her bir hakikati dilediği zaman (dilediği kimseye) verir. Efendimiz (S.A.V.)’in hakikatine Allah Teala, Hz. Âdem (A.S.)’ı yaratmadan önce o vasfıvermiş olabilir.

Şöyle ki: O’nun hakikatini, O’nun nübüvvetine elverişli/hazırşekilde yaratmış ve bu vasfı o hakikate nüfuz ettirmiştir (ifâda). Efendimiz (S.A.V.) bu şekilde nebi olmuş ve ismi Arş’a yazılmıştır. Allah Teala O’nun, yüce katındaki değerini kendilerine bildirmek için meleklerine ve başkalarına O’nun risaletini haber vermiştir. Şu halde her ne kadar İnübüvvet’le muttasıf mübarek bedeni daha sonra var edilmiş ise de, Efendimiz (S.A.V.)’in hakikati o vakit mevcut idi. O’nun hakikatinin, ilahî hazretten kendisine bahşedilen o yüce vasıflara sahip olması, o vakit hâsıl olmuş bir durumdu.

Peygamber olarak gönderilişi ve tebliğ, O’nun mübarek bedeninin –ki tebliğ vazifesi bedeninin var edilişiyle hâsıl olacaktır– tekâmülünün tamamlanması için geriye bırakılmıştır. O’na Allah Teala cihetinden bahşedilen ve mübarek zatının ve hakikatinin (nübüvvete) elverişli/hazır olması cihetinden sahip olduğu özelliklerin tamamı önceden verilmiştir; bunlarda daha sonraya bırakılan herhangi bir husus yoktur. Aynı şekilde O’nun 'nübüvvet’ vasfına hazır olması,kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet verilmesi de böyledir. Sonraya bırakılansa O’nun tekevvünü ve dünyaya gelene kadar (atalarının sulbünde nesilden nesile) nakledilişidir…

Allah Teala bu yüce mevkii, O’na, hiç şüphesiz O’nu var ettikten sonra da dilediği gibi verebilirdi. Şüphe yok ki Allah Teala, olan herşeyi ezelde bilmektedir. Bizler O’nun bu ilmini, aklî ve şer’î deliller vasıtasıyla biliyoruz. İnsanlar bu ilmin konusu olan şey zuhur ettiğinde, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in nübüvvetini, Cibril (A.S.) kendisine ilk vahyi getirdiği zaman kendilerine ulaşan bilgi vasıtasıyla bildiler. Bu, Allah Teala’nın malumatı cümlesinden olarak, kendisiyle muttasıf bir mahalde kudretinin, iradesinin ve ihtiyarının eserlerinden biri olarak işlediği fiillerden bir fiildir.”


Devam edecek.
Rivayet tefsirlerinde, 7/el-A’râf, 172 ayetinin tefsiri sadedinde bu konudaki rivayetleri topluca görmek mümkündür. Ruhların bedenlerden 2 bin sene önce yaratıldığını ifade eden hadis çok zayıftır. İbn Abbâs (ra.)’dan nakledilen ve ruhların bedenlerden 4 binsene önce yaratıldığınıanlatan rivayet ise batıl/asılsızdır.

Bkz. İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva’l-Hadîsiyye, 116. İbnu’l-Kayyım Kitâbu’r-Rûh’ta (210 vd.) ruhların bedenlerden sonra yaratıldığı görüşünü savunmuşsa da, el-Aclûnî Keşfu’l-Hafâ’da, “el-Ervâh cunûdun mücennede…” rivayeti üzerinde dururken ruhların bedenlerden önce yaratıldığı görüşünün tercihe şayan olduğunu söylemiş, hatta İbn Hazm’ın, bu konuda icma bulunduğunu söylediğini nakletmiştir. İbn Hazm’ın buradaki“icma”yla, “ekseriyetin ittifakı”nı kasdettiğini söylemenin isabetli olacağıaçıktır. Zira konu hakkında ihtilaf bulunduğu malumdur.

 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
İmam es-Sübkî’nin konu hakkındaki ifadelerine alıntılamaya devam ediyoruz:

“Bunlar iki mertebedir ki, ilki bürhanla bilinir; ikincisi ise gören gözlere ayandır. Bu iki mertebe arasında yüce Allah’ın fiillerinden oluşan ve O’nun ihtiyarıyla meydana gelen vasıtalar vardır. Bunlardan bir kısmımeydana geldiğinde, bir kısmı ise daha sonra mahlûkatın bir kısmına zahir olur. Yine bunlardan bir kısmı da vardır ki, mahlûkattan herhangi birisine zahir olmasa da, onunla söz konusu mahal için bir kemal hâsıl olur.

Bu da ikiye ayrılır: Yaratıldığında bu mahalle mukarin olan kemal ve daha sonra hâsıl olan kemal. Bunun bilgisi bize ancak haber-i sadık ile gelmiştir.

Hz. Peygamber (S.A.V.) mahlûkatın en hayırlısıdır; herhangi bir yaratılmış için O’nun kemalinden daha büyük bir kemal ve O’nun mevkiinden daha şerefli bir mevki söz konusu değildir. Bu kemalin, daha Hz. Âdem (A.S.) yaratılmadan önce yüce Allah’ın dilemesiyle Hz. Peygamber (S.A.V.) için hâsıl olduğunu sahih haber vasıtasıyla öğreniyoruz. Allah Teala o vakit Hz. Peygamber (S.A.V.)’e nübüvvet vermiş; daha sonra da O’nun kendilerinden daha mukaddem olduğunu, dolayısıyla kendilerinin de nebisi ve resulü olduğunu bilsinler diye peygamberlerden ve onların ümmetlerinden misaklar almıştır. Bu misaklarda istihlaf (sonra gönderilme) manası da vardır. Bu sebeple ayette geçen ‘le tü’mimünne’ ve ‘le tensurunne’ kelimelerinde ‘yemin lâmı’ (lâmu’l-kasem) yer almıştır. (…)

Bu anlatılanları anladıysan öğrenmiş bulunuyorsun ki Hz. Peygamber (S.A.V.), ‘peygamberlerin peygamberi’dir. Bu sebeple ahirette bütün peygamberler O’nun sancağı altında toplanacaktır. Bu dünyada da öyledir. İsra gecesi onlara imam olup namaz kıldırmıştır. Eğer O, Âdem, Nûh, İbrahîm, Mûsa,İsâ (aleyhimüsselamdan biri) zamanında gelmiş olsaydı onlara da, ümmetlerine de O’na iman ve yardım etmek vacip olurdu. Allah Teala onlardan bu suretle misak almıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamber (S.A.V.)’in onlara yönelik nübüvvet ve risaleti, kendisi için hâsıl olmuş bir manadır.

Söz konusu nübüvvet ve risaletin semeresi (somut neticesi), onların bir araya gelmesine bağlıdır. Bunun zamanda geriye bırakılmış olması onların mevcudiyetiyle ilgilidir; yoksa Hz. Peygamber (S.A.V.)’in bu sıfatlarla muttasıf olmamasıyla değil. Fiilin varlığının, fiilin mahalli tarafından kabul edilmesine bağlı olmasıyla failin ehliyetine bağlıolması arasında fark vardır. Konumuz bakımından söyleyecek olursak, burada failin ehliyetiyle ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’in şerefli zatıyla ilgili herhangi bir mesele yoktur.

Mesele, (O’na iman ve yardım edecekleri konusunda kendilerinden misak alınan) peygamberlerin yaşadığı zaman dilimi ile ilgilidir.Şayet O, onların yaşadığı zaman diliminde gönderilmiş olsaydı, hiç şüphesiz kendisine ittiba etmeleri vacip olacaktı. Bu sebeple Hz. İsa (A.S.) zatında aziz bir peygamber olduğu halde, ahir zamanda -bazılarının zannettiği gibi bu ümmetin herhangi bir ferdi olarak değil- O’nun şeriatıyla amel eden bir peygamber olarak gelecektir.

Evet, O, ancak Hz. Peygamber (S.A.V.)’e ittiba edecek olmasıhasebiyle bu ümmetin bir ferdidir; ancak O, doğrudan Kur’an ve Sünnet’le amel ederek Hz. Peygamber (S.A.V.)’in şeriatıyla hüküm verecektir. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in şeriatında mevcut emir olsun, nehiy olsun bütün hükümler ümmetin diğer fertlerine müteveccih olduğu gibi O’na da müteveccihtir. Ancak bu durumda da O aziz bir peygamberdir; bu vasfında herhangi bir noksanlık bulunması söz konusu değildir.

Aynı şekilde Hz. Peygamber (S.A.V.), O’nun zamanında veya Mûsâ, İbrâhîm, Nûh, Âdem peygamberler (hepsine selam olsun) zamanında gönderilmiş olsaydı, o peygamberler ümmetlerine yönelik nübüvvet ve risalet vasfını taşımaya devam ediyor olmakla birlikte Hz. Peygamber (S.A.V.) onlara nebi ve hepsine birden resul olarak gönderilmiş olacaktı.”
Devam edecek.

 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
İmam es-Sübkî’nin konu hakkında söylediklerini bugün tamamlamış olacağız:

“…Bu sebeple Hz. Peygamber (S.A.V.)’in nübüvvet ve risaleti (diğer peygamberlere göre) daha umumî, daha şumullü ve daha büyüktür. O’nun şeriatı, diğer peygamberlerin şeriatlarıyla temel noktalarda ittifak halindedir. Çünkü temel hususlar (peygamberden peygambere ve şeriattan şeriata) değişmez. İhtilafın söz konusu olabileceği fer’î konularda Hz. Peygamber (S.A.V.)’in şeriatının diğerlerine tekaddümü ise ya tahsis veya nesh kabilindendir.

Yahut tahsis de nesh de söz konusu değildir; Hz. Peygamber (S.A.V.)’in şeriatı, geçmişzamanlarda o ümmetlere nispetle peygamberlerinin kendilerine getirdiğişeriattır. Bu (bizim içinde bulunduğumuz) zaman diliminde ve bize nispetle de bu şeriattır. Muhatapların ve zamanların değişmesiyle hükümlerde de değişiklik olur.

Bu açıklama, manası bize gizli kalan iki hadisin beyanını da oluşturur. Bunlardan ilki, ‘Ben bütün insanlara gönderildim’ hadisidir. Bizler bu hadisin, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in zamanından kıyamete kadar gelecek olan insanları anlattığını zannederdik. Bu açıklamayla ortaya çıkmış oldu ki, hadisteki ‘bütün insanlar’dan maksat, başından sonuna bütün bir insanlıktır.

Diğeri ise, ‘Âdem (yaratılış sürecinde) ruh ile beden arasındayken ben peygamberdim’hadisidir. Bizler zannederdik ki, buradaki ‘ben peygamberdim’ ifadesi, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in, ‘Allah Teala’nın ilminde’ peygamber olduğunu anlatıyor. Oysa Hz. Peygamber (S.A.V.)’in bu ifadesi, yukarıdan beri açıkladığımız veçhile, bundan daha fazlasınıanlatmaktadır.


O’nun bedeninin var edildiği ve kırk yaşına vardığı durum ile bundan önceki zamanlardaki durum arasındaki fark, tebliğe muhatap olanlar ve O’nun sözlerini duymaya/dinlemeye ehliyetleri bakımındandır; yoksa bizzat Hz. Peygamber (S.A.V.)’in kendisi bakımından değildir. O’nun sözlerini duymaya/dinlemeye ehil olsalardı, onlar bakımından da bir fark olmayacaktı.

Hükümler, kimi durumlarda hükme elverişli mahal (hükmün muhatabı, E.S) bakımından, kimi durumlarda da fiil işlemek suretiyle tasarrufta bulunan fail bakımından birtakım şartlara bağlanır. Sadedinde bulunduğumuz meselede hüküm, ona elverişli mahal bakımındanşarta bağlanmıştır. O mahal, peygamber tebliğine muhatap olan insanlar, onların, ilahî teklifi/hitabı dinlemeye/duymaya elverişli/hazır olmaları ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’in, onlara kendi lisanlarıyla hitap eden mübarek bedenidir.

Bunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz: Bir kimse, evlilik çağındaki kızıkendisine denk birini bulduğunda onu evlendirmesi için birini vekil tayin eder. Böyle bir tevkil (vekil tayini) sahihtir. Söz konusu kişi, vekil tayin edilmeye ehildir ve vekâleti sabittir. Vekilin tasarrufu, kıza denk birisinin bulunmasıyla hâsıl olacaktır. Böyle bir kişi ise ancak aradan bir müddet geçtikten sonra bulunabilecektir. Bunun böyle olması, ne vekâletin sıhhatine, ne de vekil tayinindeki ehliyete menfi anlamda tesir eder. Vallâhu a’lem.”

“Hakikat-ıMuhammediyye” meselesinin izahında son derece önemli olduğu için İmam es-Sübkî’nin ifadelerini baştan sona aktarmayı uygun buldum. Önümüzdeki yazıdan itibaren Ali el-Karî’nin tespitleriyle konuya devam edeceğiz inşaallah.
Devam edecek.

 

ehlinimet

Asistan
Katılım
7 Ocak 2013
Mesajlar
409
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Bu konu da muhalefet eden o kadar çok alim var ki bunların imanların dan şüphe ile bakılması lazım.Anlamadığın şeyi inkar etmek ancak cahillere ve İslamın özünü anlayamayanlara ait bir durum.

Allah-u Teâlâ Ehadiyet mertebesinde bir gizli hazine iken; rahmetinin cemâlini, kudretinin kemâlini, azâmet ve celâlini, sanatının inceliğini ve hikmetinin sırlarını duyurmayı irade buyurdu. Bu iradesini yerleştirmek için de ruhlar âlemini ve cisimler âlemini, dilediği şekil ve nizam üzere halketti.
Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyurmaktadır:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi arzuladım, bunun için de mahlûkatı yarattım.” (K. Hafâ)
İşte bu hazineyi içinde bulan kimse, başka bir şey istemez ve aramaz.
Bunu bir bilgi, bir haber değil, aynı zamanda bir emir olarak kabul etmek gerekiyor. Çünkü Allah-u Teâlâ’yı tanımak insanın en başta gelen vazifesidir.
Bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât: 56)
Önce yaratanı bil de ondan sonra ibadet et. Bilinmeyen Allah’a ibadet, suretten, şekilden ibaret olur.
Allah-u Teâlâ’nın varlığı kadimdir, evveli yoktur. Zamandan da, ezelden de önce vardı.
“O Evvel’dir.” buyuruluyor. (Hadîd: 3)
O öyle Evvel ki, Zât-ı Ecell-ü A’lâ’sından başka hiçbir mevcut yok iken O vardı. Bütün varlıklar O’nun buyurduğu bir tek kelime ile meydana çıkmışlar, “Ol!” emriyle oluvermişlerdir.
Hadis-i şerif’te buyurulduğu üzere:
“Allah var idi ve Allah’tan başka bir şey mevcut değildi.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1317)
Zaman ve mekânı yaratmadan önce O var idi. Onları yaratmadan önce nasıl idiyse, yarattıktan sonra da aynıdır.
Kudret eli ile yokluk karanlığından açığa çıkardığı ilk şey Muhammed Aleyhisselâm’ın nuru idi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın yarattığı şeylerin ilki, benim nurumdur.” (K. Hafâ 1, 309, 311)
Cemâl nurundan ilk evvela onun nurunu yarattı. Daha sonra o nurdan âlemleri yarattı, bütün mükevvenâtı da o nur ile donattı.
Ashâb-ı kiram’ın ileri gelenlerinden Câbir -radiyallahu anh- Hazretleri: “Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ en evvela neyi yarattı?”diye sorduğunda Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
“Allah-u Teâlâ her şeyden evvel senin peygamberinin nurunu kendi nurundan yarattı. O nur, Allah’ın izniyle dilediği yerde dolaşırdı. O zaman Levh, Kalem, Cennet, Cehennem, Melekler, yer ve gökler, cinler ve insanlar daha yaratılmamıştı.
Allah-u Teâlâ âlemleri yaratmayı murad edince, o nuru dört parçaya ayırdı.
Birinci parçadan Kalem’i, ikincisinden Levh-i mahfuz’u, üçüncüsünden Arş-ı rahman’ı halketti.
Dördüncü parçayı tekrar dörde böldü.
Birinci parçasından Arş’ı taşıyan melekleri, ikincisinden Kürsü’yü, üçüncüsünden diğer melekleri yarattı.
Diğer parçayı da yine dörde böldü.
Birincisinden gökleri, ikincisinden yerleri, üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı.
Kalan parçayı da dörde böldü.
Birinci parçasından müminlerin gözlerinin nurunu, ikinci parçasından ilâhi mârifet yuvası olan kalplerinin nurunu, üçüncüsünden de dillerindeki nuru yarattı. Bu da ‘Lâ ilâhe illallah Muhammed’ür-resulullah’ tevhid nurudur.” (El-Mevâhib’ül-Ledüniyye)


Bu nur kıyamete kadar devam edecek olan nurdur. Tâ Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren gelen bütün peygamberler hep Muhammed Aleyhisselâm’ın nuru ile geldiler. Bu nur her birinin alnında parlıyordu. Nihayet nur, sahibine kadar geldi. Zaten onun nuru idi. Nur nura kavuştu.
Daha sonra o nur vekillerine sirayet etmeye başladı ve bu nur kıyamete kadar devam edecektir.

Elest Bezmi:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Gerçekten size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.” buyuruyor. (Mâide: 15)
“Nur” Muhammed Aleyhisselâm’dır. Zira ancak onun vasıtası ile hidayete erişilir.
“Kitap” ise Kur’an-ı kerim’dir. O, bir hidayet rehberidir.
Nurundan nurunu yaratmasa idi, âlemler nurunu nereden alırdı, Hakk ve hakikati nasıl bulurdu?
Ruhlar âleminde “Elest bezmi”nde ilk defa ahid ve misakı alınan ve:
“Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” (A’râf: 172)
Hitâb-ı izzet’ine ilk cevap veren odur. Peygamberliği her ne kadar diğer peygamberlerden sonra ise de hakikatte onlardan öncedir. “Âlem-i şehâdet”te son peygamber, “Âlem-i misal”de ilk peygamberdir.
Hadis-i şerif’lerinde bu hakikati beyan buyurmuşlardır:
“Âdem ruh ile ceset arasında iken ben peygamberdim.” (Ahmed bin Hanbel)
Allah-u Teâlâ’nın kendi nurundan ilk olarak yarattığı varlık odur. Resulullah Aleyhisselâm’ın o zamanın peygamberi olduğu, peygamber olarak halkedildiği beyan ediliyor.
“Ben yaratılış bakımından peygamberlerin ilki olduğum halde, onların hepsinden sonra gönderildim.” (Hâkim)
Böylece, en son gönderilen o olduğu halde, bütün peygamberlerin önüne geçmiş oldu.
Şimdi kim bu ayeti kerimeyi inkar edebilir:


Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere onu, seçtiği diğer peygamberlerden öne almıştır:
“Hatırla o zamanı ki, biz peygamberlerden kesin söz almıştık. Resul’üm! Senden de, Nuh’dan da, İbrahim’den de, Musa’dan da, Meryem oğlu İsa’dan da.” (Ahzâb: 7)

Allahu Tealanın bu tasarrufuna kim karşı gelebilir.

Çünkü o, bütün peygamberlerden önce anılıp, en son gönderilen peygamberdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyor:
“Ben Âdem yaratılmazdan on dört bin sene önce, Azîz ve Celîl olan Rabb’imin yanında bir nur olarak mevcut idim.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. C.12, sh: 404)
Allahu Teala öyle murad etmiş öyle buyurmuş.Buna iman et yoluna devam et.Bu kadar açık ve kesin beyanların olduğu mevzuları dahi yorumlama cesareti kişinin fısk ına ve imansızlığına ve ya kastı peygamberiye ettiğine delalet eder.
Sözümüz burada bulunanlara değil meclisten dışarıyadır.İnkar edenleredir.
Eğer doğru sözlü iseler Bu ayet-i kerime (Ahzap:7) ye cevap versinler
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
"Sen Olmasaydın..." şeklinde başlayan ibare bir Hadis-i Kutsidir . Bunun yalan olduğunu söylemek İslâmla ve müslümanlıkla bir ilginin olmadığını hicapsız utanmadan ifade etmektir !


"SEN OLMASAYDIN..." HADİS-İ KUDSİ'Sİ HAKKINDA

Bazı aklı evvellerce uydurma olduğu söylenen Hadisi-i Kutsi'de :

SEN OLMASAYDIN, FELEKLERİ YARATMAZDIM.” (Keşf'ul Hafa Cilt : Sayfa :164) buyruluyor.

Bu hadisi kutsinin uydurma olduğu yalanı sünnet düşmanları tarafından seslendiriliyosa da asıl “uydurma olduğu şayiasının “ uydurma olduğu bilinmelidir. Çünkü, (Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname’nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani Hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat’ının 122. mektubunda vardır.

Mektubatın Farisi haşiyesinde, bu hadisin Deylemi’nin Firdevsi'nde bulunduğu bildirilmektedir.
Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir.

Mektubat-ı Rabbaninin 3.cildinde, Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım” , “O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim.” kudsi hadisleri de bildirilmektedir.
Miraçta Allah-u Tealâ, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimize,
“Senden başka her şeyi senin için yarattım” buyurunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, “Ben de senden başka her şeyi senin için terk ettim.” dedi. (Mirat-i Kâinat)
Bu hadis-i kutsiye uydurma diyenler, herhangi bir hadisi hangi kitapta olduğu zaman kabullendiklerini açıklamalıdırlar. Reddiyesini yaptığımız bu kitabın müellifi Buhari ve Müslim gibi iki sahih hadis kitabını dahi sıhhatli bulmadığını ve içlerinde uydurma hadis olduğunu ifade etmektedir. Böyle inanıştaki bir insana hangi hadisi nasıl kabul ettirebilirsiniz ?

Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin başkasında bulunmayan, eşi-benzeri olmayan yüce değerleri vardır.
Âdem aleyhisselâm, Arşta gördüğü nûrun mahiyetini sual etti. Hak Tealâ buyurdu ki:
“Bu nûr, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nûrudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.” (Mevahib-i ledünniyye)
Allah-u Tealâ yine buyuruyor ki:
“Ya Âdem, Muhammed aleyhisselâmın ismi ile her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.” (Hakim)

“Ey Resulüm, İbrahim’i hâlil (dost), seni de habib (sevgili) edindim. Senden daha sevgili hiç bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.” (Mevahib-i ledünniyye)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:

--Âdem aleyhisselâm Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselâmın hürmetine beni affet diye duâ etti. Allah-u Tealâ ise,
“ne cevap vereceğini bildiği hâlde, cevabını da diğer insanların duyması için” “Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselâm da, Arşta “La ilahe illallah Muhammedün Rasûlullah” yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün dedi. Allah-u Tealâ buyurdu ki: “Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine duâ ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, seni yaratmazdım”-- (Taberani)

“Allah-u Tealâ, İbrahim’i hâlil edindiği gibi beni de hâlil edindi.” (Mevahib-i ledünniyye)
Şu hâlde Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz hem habibdir, hem hâlildir.

Diğer yüce değerleri :
---İlk defa Onun için kabir yarılacak ve O binitli olarak mahşere gelecektir.
---Mahşer divanının en büyüğü O'dur.
---Adem Aleyhisselâmın ve ondan sonra gelenlerin toplandıkları sancak O'nun sancağıdır.
---Durak yerinde ziyaretçileri en çok olan havuz, O'nun havuzudur.
---En yüce ve en büyük şefaat Allah (Azze ve Celle) katında O'nun şefaatıdır.
---Ümmeti arasında hüküm veren ilk Peygamber O'dur.
---Bütün müminler Cennete O'nun şefaatı ile gireceklerdir.
---Cennete ilk girecek olan O'dur.
---O'nun Ümmeti diğer ümmetlerden önce Cennete girecektir.
---Cennetteki makamların en yücesi olan “vesile” nin sahibi O'dur.
---Üstünlüklerinin en üstünü, Hazret-i Allah (Azze ve Celle) 'ın dostu ve sevgilisi olmasıdır.


Yazar ın bu bölümün sonundaki paragrafta O'nun en üstün olduğunu O'na söyletmek için yola çıkanları hayal kırıklığına uğrattığı bir olayı naklederek Rasûlullah'ın tevazuunu adeta ;
”Üstün olmayı kabul etmedi. Demek ki diğer insanlardan bir üstünlüğü yok demeğe mi getiyordu ?” pek anlayamadık!..
Bırakın Rasûlullah'ı, İslâm ahlâkından bir nebze nasîbdar olanlar bilir ki, övülmekle müftehir olmak şeytandadır. Ve bir insanı yüzüne karşı meth-u sena etmek onu öldürmekle eş tutulmuştur ve yüze karşı meth-u sena edenlere bu din toprak saçılmasına cevaz verir. Şimdi, gelmiş-geçmiş bütün insanların en hayırlısı olan bir zat olan Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, böyle bir soru sorana karşı, kendisini
“Evet, ben insanların en üstünüyüm.” diye mi tanıtacaktı ? Böyle bir şey olabilir mi ?
Ama, kendisine sorulmadan bu konuda beyanda bulunmuştur. Merak edenler için tekrar ediyoruz :

“Ben Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah'ın oğlu Muhammed 'im. Allah-u Tealâ insanları yarattı ve beni onların en hayırlıları arasında kıldı. Sonra onları iki fırkaya ayırdı, beni en hayırlısında bulundurdu. Bu en hayırlı fırkayı kabilelere ayırdı ve beni içlerinde en hayırlısında bulundurdu. Bu kabileyi de ayırdı ve beni aile olarak en hayırlı aileden dünyaya getirdi. En hayırlı ailedenim ve şahıs olarak da insanların en hayırlısıyım. (Tirmizi)
“Dikkat ediniz ! Ben Allah (Azze ve Celle) 'ın Habibiyim,bunu öğünmek için söylemiyorum.
Kıyamet Gününde Livây-ı Hamd benim elimde olacaktır,bunu öğünmek için söylemiyorum.
O gün ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen ben olacağım, bunu öğünmek için söylemiyorum.
Cennet kapılarının halkalarını ilk defa çalan ben olacağım. Allah-u Tealâ bana cenneti açacak ve beraberimde müminlkerin fakirleri olduğu hâlde beni cennete sokacaktır. Öğünmek için söylemiyorum.
Kıyamet günü peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçısı olacağım. Bunu söylemekle öğünmüyorum.
(Tirmizi)
,

Ey şaşkın tavuklar gibi nerede fol yapacağını bilmeyen hadis munkirleri !
Sizin bu bilgilerden hiç haberiniz oldu mu hayatınızda ?..


Üç Muhammed Kitabına yapılan reddiyeden...
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
"Sen Olmasaydın..." şeklinde başlayan ibare bir Hadis-i Kutsidir . Bunun yalan olduğunu söylemek İslâmla ve müslümanlıkla bir ilginin olmadığını hicapsız utanmadan ifade etmektir !


"SEN OLMASAYDIN..." HADİS-İ KUDSİ'Sİ HAKKINDA

Bazı aklı evvellerce uydurma olduğu söylenen Hadisi-i Kutsi'de :

SEN OLMASAYDIN, FELEKLERİ YARATMAZDIM.” (Keşf'ul Hafa Cilt : Sayfa :164) buyruluyor.

Bu hadisi kutsinin uydurma olduğu yalanı sünnet düşmanları tarafından seslendiriliyosa da asıl “uydurma olduğu şayiasının “ uydurma olduğu bilinmelidir. Çünkü, (Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname’nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani Hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat’ının 122. mektubunda vardır.

Mektubatın Farisi haşiyesinde, bu hadisin Deylemi’nin Firdevsi'nde bulunduğu bildirilmektedir.
Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir.

Mektubat-ı Rabbaninin 3.cildinde, Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım” , “O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim.” kudsi hadisleri de bildirilmektedir.
Miraçta Allah-u Tealâ, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimize,
“Senden başka her şeyi senin için yarattım” buyurunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, “Ben de senden başka her şeyi senin için terk ettim.” dedi. (Mirat-i Kâinat)
Bu hadis-i kutsiye uydurma diyenler, herhangi bir hadisi hangi kitapta olduğu zaman kabullendiklerini açıklamalıdırlar. Reddiyesini yaptığımız bu kitabın müellifi Buhari ve Müslim gibi iki sahih hadis kitabını dahi sıhhatli bulmadığını ve içlerinde uydurma hadis olduğunu ifade etmektedir. Böyle inanıştaki bir insana hangi hadisi nasıl kabul ettirebilirsiniz ?

Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin başkasında bulunmayan, eşi-benzeri olmayan yüce değerleri vardır.
Âdem aleyhisselâm, Arşta gördüğü nûrun mahiyetini sual etti. Hak Tealâ buyurdu ki:
“Bu nûr, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nûrudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.” (Mevahib-i ledünniyye)
Allah-u Tealâ yine buyuruyor ki:
“Ya Âdem, Muhammed aleyhisselâmın ismi ile her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.” (Hakim)

“Ey Resulüm, İbrahim’i hâlil (dost), seni de habib (sevgili) edindim. Senden daha sevgili hiç bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.” (Mevahib-i ledünniyye)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:

--Âdem aleyhisselâm Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselâmın hürmetine beni affet diye duâ etti. Allah-u Tealâ ise,
“ne cevap vereceğini bildiği hâlde, cevabını da diğer insanların duyması için” “Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselâm da, Arşta “La ilahe illallah Muhammedün Rasûlullah” yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün dedi. Allah-u Tealâ buyurdu ki: “Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine duâ ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, seni yaratmazdım”-- (Taberani)

“Allah-u Tealâ, İbrahim’i hâlil edindiği gibi beni de hâlil edindi.” (Mevahib-i ledünniyye)
Şu hâlde Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz hem habibdir, hem hâlildir.

Diğer yüce değerleri :
---İlk defa Onun için kabir yarılacak ve O binitli olarak mahşere gelecektir.
---Mahşer divanının en büyüğü O'dur.
---Adem Aleyhisselâmın ve ondan sonra gelenlerin toplandıkları sancak O'nun sancağıdır.
---Durak yerinde ziyaretçileri en çok olan havuz, O'nun havuzudur.
---En yüce ve en büyük şefaat Allah (Azze ve Celle) katında O'nun şefaatıdır.
---Ümmeti arasında hüküm veren ilk Peygamber O'dur.
---Bütün müminler Cennete O'nun şefaatı ile gireceklerdir.
---Cennete ilk girecek olan O'dur.
---O'nun Ümmeti diğer ümmetlerden önce Cennete girecektir.
---Cennetteki makamların en yücesi olan “vesile” nin sahibi O'dur.
---Üstünlüklerinin en üstünü, Hazret-i Allah (Azze ve Celle) 'ın dostu ve sevgilisi olmasıdır.


Yazar ın bu bölümün sonundaki paragrafta O'nun en üstün olduğunu O'na söyletmek için yola çıkanları hayal kırıklığına uğrattığı bir olayı naklederek Rasûlullah'ın tevazuunu adeta ;
”Üstün olmayı kabul etmedi. Demek ki diğer insanlardan bir üstünlüğü yok demeğe mi getiyordu ?” pek anlayamadık!..
Bırakın Rasûlullah'ı, İslâm ahlâkından bir nebze nasîbdar olanlar bilir ki, övülmekle müftehir olmak şeytandadır. Ve bir insanı yüzüne karşı meth-u sena etmek onu öldürmekle eş tutulmuştur ve yüze karşı meth-u sena edenlere bu din toprak saçılmasına cevaz verir. Şimdi, gelmiş-geçmiş bütün insanların en hayırlısı olan bir zat olan Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, böyle bir soru sorana karşı, kendisini
“Evet, ben insanların en üstünüyüm.” diye mi tanıtacaktı ? Böyle bir şey olabilir mi ?
Ama, kendisine sorulmadan bu konuda beyanda bulunmuştur. Merak edenler için tekrar ediyoruz :

“Ben Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah'ın oğlu Muhammed 'im. Allah-u Tealâ insanları yarattı ve beni onların en hayırlıları arasında kıldı. Sonra onları iki fırkaya ayırdı, beni en hayırlısında bulundurdu. Bu en hayırlı fırkayı kabilelere ayırdı ve beni içlerinde en hayırlısında bulundurdu. Bu kabileyi de ayırdı ve beni aile olarak en hayırlı aileden dünyaya getirdi. En hayırlı ailedenim ve şahıs olarak da insanların en hayırlısıyım. (Tirmizi)
“Dikkat ediniz ! Ben Allah (Azze ve Celle) 'ın Habibiyim,bunu öğünmek için söylemiyorum.
Kıyamet Gününde Livây-ı Hamd benim elimde olacaktır,bunu öğünmek için söylemiyorum.
O gün ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen ben olacağım, bunu öğünmek için söylemiyorum.
Cennet kapılarının halkalarını ilk defa çalan ben olacağım. Allah-u Tealâ bana cenneti açacak ve beraberimde müminlkerin fakirleri olduğu hâlde beni cennete sokacaktır. Öğünmek için söylemiyorum.
Kıyamet günü peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçısı olacağım. Bunu söylemekle öğünmüyorum.
(Tirmizi)
,

Ey şaşkın tavuklar gibi nerede fol yapacağını bilmeyen hadis munkirleri !
Sizin bu bilgilerden hiç haberiniz oldu mu hayatınızda ?..


Üç Muhammed Kitabına yapılan reddiyeden...

Ey fakiri nickli zat, senin hiç Kur'andan haberin oldu mu? Hiç kalbine indi mi böyle bir mesaj? Sen bu iddialarınla Allah'ı yalanladığının farkında mısın? Hiç aşağıdaki ayete denk geldin mi?

Ömer Nasuhi Bilmen Meali Zariat - 56

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.









Tapatalklandı.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Neymis, dereceye dahi girmeyen bilmem falanci tabakat kitaplarinda hadis sahih olarak geciyormus.
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Dede sakin ol şeker ve tansiyon ilaçlarını al bişey diycem, kutsi hadislerin bir çoğu mevzudur :)
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Vebale giriyor haberi yok, lafons cok uyard ama nafile.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
"Mevzuluk" sizin beyinlerinizde var beyinlerinizde !
Ülkemizdeki psikoloji poliklikleri faaliyette!
Sizlere hizmet vermek için bekliyorlar!
 
B

bamda

Guest
bu zaten yalan.tum ehli sunnet alimler muttafekun fihh !

bunu bilmeyen musluman olmaz herhalde..

belki eğitim eksikliği görememe nedeni olabilir.bura türkiye koyden şehire çok göç var:)
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
hangisi, evet inanıyorum, hayır inanmıyorum..

Abi sana o kadar izah ettik cumhurun görüşü bu hadisin mevzuu olduğunu söylediği yönünde diye hadi bana inanmiyorsunuz Kurtibi de size gercekleri söyledi burda en fazla bunu söz/görüş olarak kabul edebilirsiniz aksi halde hem bana usulden bahsedipte usulsuzluk yapmaniza ne denir biraz düşünün lütfen! Ve dahi her halukarda Allah'a iftira atiyorsunuz yazik..
 
Üst