Letaif-Nefis Tezkiyesi-Hakiki İslam

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bu konuda Mektubat-ı Rabbani'den çeşitli alıntılar yapılarak, bahsedilen terimlerin bir nebze anlaşılmasına çaba gösterilecektir. İnşallahu Teala.

Mektubat-ı Rabbani 58. Mektup:

Ey Mahdum (oğlum),

İtaat etmek üzere olduğumuz bu yolun tümü; insanın yedi letaif adedine göre, yedi adımdan ibarettir.

Bu yedi adımın ikisi, alem-i halkta başlar ki kalıpla (cesedle) ilgilidir. Bu unsuri bedenle nefsi kasdediyorum.

Bunların beş tanesi dahi alem-i emirde olup kalb, ruh, sır, hafi ve ahfaya bağlıdır.

Bu yedi adımdan her biri, on bin hicap açar ki: Bunlar nurani de olabilir; zulmani de.. Bu manada gelen bir hadis-i şerif şöyledir:

«Allah Teala'nın, nurdan ve zulmetten yetmiş bin hicabı vardır.»

Emir aleminde atılan adımlardan:

BİRİNCİSİ İLE: Fiiller tecellisi zahir olur.

İKİNCİSİ İLE: Sıfatlar tecellisi olur.

ÜÇÜNCÜSÜ İLE: Zati tecellilere giriş vaki olur.

Bundan sonra, derecesine göre, olanlar olur ki erbabına malumdur.

Bu yedi adımdan her birinde: Salik, kendi nefsinden uzaklaşır; noksan sıfatlardan münezzeh Rabbına yakınlık bulur. Bu adımların tamamı ile de yakınlık tamam olur. İşte o zaman, fena ve beka ile müşerref olur. Ve, has velayet derecesine ulaşır..

Nakşibendiye meşayihi, bu seyrin iptidasına (başlangıcında) alem-i emirden başlamayı tercih ettiler. Allah Teala, onların sırlarının kudsiyetini artırsın. Onlar, bu seyir zımmında alem-i halk (cisimler alemi) mesafesini dahi kat ederler. Ama, diğer silsilelerin meşayihi böyle değildir.

İşbu mana icabı olarak, Nakşibendiye tarikatı, tarikatların en yakını oldu. Böyle olunca, hiç şüphe yok ki: Diğerlerinin nihayeti, bunun bidayetine derc edilmiş (getirilip yerleştirilmiş) oldu.

Bu manada bir mısra:

Yazının güzelliğine, delalet eder baharı.

Bu büyük zatların (Nakşibendinin) yolu, ayniyle, ashab-ı kiramın yoludur. Allah Teala onlardan razı olsun. Hayrü'l beşer Resulullah Efendimizle sahabeye ilk sohbette nasib olan, nihayetin bidayete girgin (getirilmiş) olması durumu, az kere, işin nihayetinde (sonunda) pek (az) kamil evliyaya hasıl olur.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mektubat-ı Rabbani 257. Mektup:

Ey Seyyid,

Bizim tercih ettiğimiz bu tarikatın ilk seyri, alem-i emirden sayılan, kalbden başlar.

Kalbden sonra seyir, ruh mertebelerine düşer. Ki bu: Kalbin fevkindedir (üsütndedir).

Ruhtan sonra bu muamele sırra geçer ki: Ruhun da yukarısındadır.

İşbu hal, hafide ve ahfada böylece devam edip gider.

Anlatılan bu beş letaifin menzilleri aşıldıktan ve onların her biri ile alakalı ilimler, maarif dahi aynı şekilde hasıl olduktan, bu beş letaiften her birine mahsus olan haller ve vecidlerle tek tek tahakkuk ettikten sonra, işte o zaman seyir: Bu beş letaifin, alem-i kebirdeki asıllarına geçer. Zira her ne varsa alem-i sagirde, onun aslı alem-i kebirdedir.

Alem-i sağirden murad: insandır.

Alem-i kebirden murad ise, sair (diğer) kainattır.

Bu beş letaif asıllarının seyrine, önce arştan başlanır. Bu Arş-ı Mecid'dir ki: Kalbin aslıdır. Bunun üstünde, ruh-i insaninin aslı vardır. Onun üstünde, sırrın aslı vardır. Onun üstünde, hafinin aslı vardır. Onun üstünde dahi, ahfanın aslı vardır.

Alem-i kebirden sayılan bu beş asıl olan seyir tafsilatı ile yapıldıktan ve iş son noktaya geldikten sonra; imkan dairesinin seyri tamamlanmış olur. Fena menzillerinden bir menzile ayak basılır.

Bundan sonra, bir tarakki hasıl olursa, o zaman seyir: Yüce Sultan Allah'ın esma ve sıfatlarının gölgesinde devam eder. Bu gölgeler vacib ile imkan arasında berzahlara benzerler ve alem-i kebirdeki beş aslın dahi asılları gibidir.

Bu gölgelerde dahi, anlatılan tertib üzere, teferruatta (ayrıntılı) seyir olur.

Allah'ın fazlı ile bu çok olan gölgelerde dahi seyir tamam olup son noktaya gelirse, o zaman, Yüce Sultan Vacib Zat'ın isimlerinde ve sıfatlarında seyre başlanır.

Bu durumda, isim ve sıfatların tecellisi; şuun ve itibarların zuhuru vaki olur. Bunların olması ile, alem-i emre ait beş latifenin muamelesi tamamlanır; Hakkı eda edilir.

Üstte anlatılanlar olduktan sonra, Allah'ın fazlı ile terakki hasıl olursa, muamele nefsin itminanına kalır. Süluk makamlarının nihayeti olan rıza makamı bulunur.

İşbu son makamda, sine şerhi olur ve İslam'ın hakikati ile müşerref olunur.

(Kalanı için lütfen ilgili Mektubu okuyunuz)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mektubat'tan Kısa Kısa Nefis Tezkiyesi:

Mektubat-ı Rabbani 9. Mektup:

Şunu görmez misin ki her müntehi (sonuna varmış) sayılan kimseye, sonunda cezbe müyesser olur. Hem de, kendisi sevenler zümresine dahil olduğu halde.. Bu meyanda (arada), kendisinde, arızi bir vasıta ile mahbubiyet (sevilenlik) manası zahir olur. Halbuki bu, onun için yeterli değildir. Yani: Bir salik için, sırf sevilen olmak yeterli değildir. Anlatılan arızi (geçici) şey, “yani Cezbe” bir manaya göre: O kimsede, tasfiye (safileşme) ve tezkiyedir (temizlemedir).

Mektubat-ı Rabbani 34. Mektup:

Nefs-i natıka (konuşan nefs), nefs-i emarenin (kötülüğü emreden nefsin) kendisidir; tezkiyeye (temzilenmeye) muhtaçtır. Onun bizzat himmeti (gücünü harcadığı şey), sefalet ve denaettir (alçaklıktır). Emir alemi ile bunun ne bağlılığı olabilir? Sonra onun tecerrüd ve akılla ne gibi bir bağlantısı olabilir?

Mektubat-ı Rabbani 35. Mektup:

Bilmiş olasın ki, Seyr ü sülukten gaye: Nefs-i emmarenin tezkiyesi ve temizlenmesidir. Böyle olmalı ki nefsani arzulardan neş'et eden (doğan) batıl ilahlara tapmaktan necat (kurtuluş) müyesser ola (gerçekleşe).. Hakikat manasında, teveccüh edilen (yönelinen) kıblede; Yüce Mukaddes Hakiki Vahid Mabud'dan (Allah Tealadan) gayrı kalmaya... Onun üstüne, hiç bir maksad asla ihtiyar edilmeye (gütmeye).. Bu maksadlar, ister dini olsun, isterse dünyaya ait., müsavidir.

Dini sayılan maksadlar, her nekadar hasenat sırasında ise de, ebrarın meşgalesidir, mukarrebun zatlar, buhları seyyiat kabilinden sayıp Vahid Zat dışında hiç bir maksada yönelmezler.

Bu mana devletinin husulü, fena halinin husulüne bağlıdır. Bir de, özünde nimetle elemin (varlık ve yoklukun, zevk ve sıkıntının, sağlık ve hastalığın ve benzerlerinin) bir olduğu zati mahabbetin tahakkukuna.. Bu makamda, nimetlerden nasıl lezzet hasıl oluyorsa, azaptan da öyle lezzet hasıl olur. ... Ve.. Mahbub Zat'ın yaptığı her iş sevimlidir. işte, anlatılan makamda İhlasın hakikatini bulmak kolay olur. Batıl putlara tapmaktan halas nasib olur.

Mektubat-ı Rabbani 41. Mektup:

İşbu kemal ve tamam olma makamı, velayet makamının üstündeki sıddıkıyet makamıdır. Sıddıkıyet makamının üstündeyse, nübüvvet makamı vardır. Vahiy yolu ile nebiye hasıl olan ilimler, sıddıka ilham yolu ile inkişaf eder.. Bu iki ilim arasında bir fark hariç; hiç bir fark yoktur. O fark ise, birinin ilhamı ile, diğerinin vahyidir. Durum böyle olunca, aralarında nasıl fark olur.. Sıddıkıyet makamının altında bulunan her makamda, sekir halinden bir miktar vardır. Tam ayıklık hali, ancak sıddıkıyet makamındadır. Bu ikisi arasındaki bir başka fark da şudur: Vahiy kafi olup ilham zannidir. Şundan ki: Vahiy, melek vasıtası ile gelir; melaike ise masumdur. Onlarda hata ihtimali yoktur. İlhama gelince, her ne kadar mahalli pek yüce, menzili pek a'la (yüksek) ise de ki orası kalbdir ve emir alemindendir. Fakat kalbin, akıl ve nefisle bir miktar alakası vardır. Nefis, her ne kadar tezkiye ile mutmainne sınıfına girse de, itminanı ile, asla kendi sıfatlarından dönmez. Bunun için, o meydanda hata dönebilir.

Bu arada, şunun da bilinmesi gerekir: İtminan halinin mevcud olmasına rağmen; nefsin sıfatlarının kalmasında, çok menfaatlar, sayısız faydalar vardır.

Mektubat-ı Rabbani 46. Mektup:

Seyr ü sülukten, nefsin tezkiyesi ile kalbin tasfiyesinden gaye; manevi afetlerin izalesi olup:

«Kalblerinde maraz vardır.» (2/10)

Mealine gelen ayet-i kerimede işaret edilen kalbi marazların izalesidir. Ta ki: İmanın hakikat ile tahakkuk edebilsin. Anlatılan afetler mevcud olduğu halde, iman bulursa, o ancak, işin zahiri iledir. Zira, nefs-i emmarenin vicdanı, onun aksine hakim olup küfründe ısrarlıdır. Bu sureta imana sahib olanın misali: Safralının, şekerin tadına inanması gibi bir şeydir. Zira o: Vicdanında, inandığının aksine hakim ve şahiddir. Şekerin tadına hakiki yakinin hasıl olması: Ancak safra hastalığının gitmesinden sonra olur, imanın hakikatına inanmak da buna benzer.. Yani: Şer'i hükümlerin hak ve doğru olduğuna iman etmek: Ancak nefsin tezkiyesi ve itminanı sonunda olur. O zaman, iman, vicdana dayalı bir iman olur. işte, imanın bu kısmı, zevalden mahfuzdur. Bu manada Allah Teala, şöyle buyurdu:

«Haberiniz olsun, Allah'ın veli kullarına korku yoktur; onlar mahzun da olmazlar.» (10 62)

Allah Teala, hepimizi, bu hakiki kamil imanla müşerref eylesin. Nebiyy-i Ümmi-i Kureşi hürmetine.. Ona ve aline salatların en faziletlisi, selamların ekmeli..

Mektubat-ı Rabbani 54. Mektup:

Ashab-ı kiram arasında vaki olan ihtilaf, keza kıtal nefsani arzuya hamledilemez. Allah onlardan razı olsun. Çünkü: Onların nefisleri, Hayr'ül-beşer Resulullah Efendimizle sohbetlerinden ötürü, tezkiye edilmiştir; emmarelikten dahi halas bulmuşlardır.

Mektubat-ı Rabbani 62. Mektup:

Allah'a hamd olsan. Seçtiği kullarına da selam.. Bilmiş olasın ki vusul (Allah’a kavuşma) yolu, iki parçadan mürekkeptir: Cezbe ve süluk.. Bir başka tabirle: Tasfiye ve tezkiye..

Mektubat-ı Rabbani 71. Mektup:

Yüce ve Mukaddes Allah'a şükür ancak aşağıda belirtilen şekillerde olabilir:

a) İtikadı, fırka-i naciye olan ehli sünnet vel-cemaat görüşüne göre düzeltmek gerekir.

b) Şer'i amellerin yerine getirilmesi; anlatılan üstün fırkanın açıklanan içtihadlarına uygun şekilde olmalıdır.

c) Anlatılan sünni fırka-i naciyeden olan sofiye süluküne göre tasfiye ve tezkiye yoluna girilmelidir.

Bu son sayılan rüknün vücubu, istihsani olmuştur. (Yani: Uygun ve güzel görüldüğü içindir.) Daha önce anlatılan iki rükün böyle değildir. Zira, İslam'ın esası, önce anlatılan iki rükne bağlıdır. Son rüknün durumu, İslam'ın kemaline olup esasına dahli yoktur.

Mektubat-ı Rabbani 91. Mektup:

Nefis tezkiye edilmediği süre, kalbin selameti hasü olmaz. Necatın kendisine bağlı bulunduğu hakiki iman dahi hasıl olmaz.

Mektubat-ı Rabbani 145. Mektup:

Bu Tarikat-ı Nakşibendiye saliklerinin, seyri alem-i emirden başladığı için; derhal bu yoldan bir tesir alamazlar. Cezbenin mukaddimesi sayılan halaveti ve lezzeti kolaylıkla bulamazlar. Bunun sebebi şu ki: Emir aleminin letaifi, halk alemine göre bunlar için zayıftır. Anlatılan bu za'fiyettir ki, bu yolda tesir ve teessüre sedd'olmaktadır. Alemi emrin letaifi onlarda kuvvetlenmesi için, uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Kuvvet bulunca da, iş tersine döner ve alem-i halka üstün gelir.

Bu za'fiyetin ilacı şudur ki: Tasarruf sahibi birinden gelecek tam tasarrufla bu tarikat için bir münasebet peyda edile.. Sair (diğer) tarikatlara münasip ilaç ise, nefsin tezkiyesi, şiddetli rizayetler ve şeriatın emrine uygun olarak yapılan ağır mücahedelerdir. O şeriatın sahibine salat, selam ve tahiyyet..

Mektubat-ı Rabbani 157. Mektup:

İtikad düzeltilmedikçe, şer'i hükümleri bilmenin hiç bir faydası yoktur. O ikisi olmayınca da, işlenen amelle bir şey elde edilmez. Bu üçüncünün olmaması sonucu: Tasfiye ve tezkiye muhal (imkansız) iştir.

Mektubat-ı Rabbani 225. Mektup:

Tezkiyesi hasıl olmadıkça, nesfs-i emmare küfrü üzerinde kalır.

Mektubat-ı Rabbani 260. Mektup:

Bilesin ki; Tarikat-ı Nakşibendiye'de iptida seyir, alem-i emirden sayılan kalbden başladığı için, sözü alem-i emirle açtık. Amma sair (diğer) meşayihin tarikatları böyle değildir. Zira onlar, iptida ise nefis tezkiyesinden ve kalıbı temizlemekten başlarlar. Ancak bunları tamamladıktan sonradır ki alem-i emre geçerler ve oradan Allah'ın dilediği makama kadar çıkarlar.

Üstte anlatılan mana icabıdır ki, bu Tarikat-ı Aliyye büyüklerinin bidayetine onların dışında kalanların nihayeti derç edilmiştir. Dolayısı ile bu, tarikatların en yakını olmuştur.

Mektubat-ı Rabbani 287. Mektup:

Sülukü tam olmayan meczuplar, her ne kadar kendilerinde kuvvetli cezbe var ise de; erbab-ı kulub zümresine dahildirler. Amma, hangi tarikattan cezbeli olurlarsa olsunlar; çünkü bunlar için kalb makamını geçip mukallib-i kulub ile ittisal, süluk olmadan ve tezkiye-i nefis etmeden mümkün değildir.

Mektubat-ı Rabbani 292. Mektup:

Bir şeyhin, eğer cezbesi sülukünden önce ve muradların terbiyesi ile terbiye görmüş ise, böyle bir şeyh kibrit-i ahmerdir. Onun kelamı devadır, nazarı şifadır. Kalblerin canlanması, onun mübarek teveccühüne kalmıştır. Azgın nefsin tezkiyesi onun iltifatına bağlıdır. Böyle bir devletli bulunmadığı takdirde, meczup salik dahi bir ganimetir. Nakısların terbiyesi onun vasıtası ile hasıl olur: onun vasıtası ile fena ve beka devletine ulaşırlar..

Mektubat-ı Rabbani 313. Mektup:

Kalbe gelince, bu haddizatında nurani olmuştur; temizdir. Ancak, zulmani olan nefse yakınlığı icabı, üzerine bir toz oturmuştur. Az bir tasfiye ile aslına dönüp nurani halini yeniden alabilir. Amma nefis böyle değildir. Aslında o, habistir. Zulmet dahi, onun zati sıfatıdır. Kalbin emrine girip kalmadıkça, ne temize çıkar; ne de tezkiye olur. Hatta, sünnet-i seniyeye uyup şeriata tutunmadıkça, temize çıkmaz. Hatta ve hatta Sübhan Allah'ın sırf fazlı olmadıkça, ondan zati habaseti gitmeyeceği gibi, hayrı ve felahı dahi tasavvur edilemez.

Mektubat-ı Rabbani 472. Mektup:

Şunun da bilinmesi yerinde olur ki nefsin tezkiye yolu ikidir:

a- Bir yol var ki rizayetlere ve mücahedelere taalluk eder; bu inabe yolu olup müridlere mahsustur.

b- ikinci yola gelince, cezbe ve muhabbet yoludur. Bu dahi, içtiba yolu olup murad olanlara mahsustur.

Bu iki yol arasında çok fark vardır.

Birincisi: Matlub (taleb edilen) canibine (tarafına) seyirdir.

ikincisi: Maksud (maksad edilen) tarafına çekilmektir “yani Cerr”.

Seyir ile, çekilmek arasında çok fark, belli açıklık vardır.

Bir devlet sahibine, sabıktaki kerem sebebi ile içtiba yolundan çekilme murad edilir ise, kendisine cezbe ve muhabbet ihsan olunur. Yani mukaddes Zat’a. Çekile çekile maksuda ulaşır.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Besâiru’l-Kur’an Tefsiri:

'Tezkiye', zekât kelimesinin de aslı olan "zekâ" fiilinden gelir. Zekâ, sözlükte temizlik, paklık, artıp büyümek mânâsında nemâ, feyiz ve bereket anlamlarına gelir. 'Tezkiye' ise temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak demektir.

'Tezkiye', kavram olarak, nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak, necs, cehâlet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvâyı öğretmek demektir.

Tezkiye, takvâya ulaşmak için bir çaba, insanı Allah'tan uzaklaştıracak her şeyden kaçma, nefsi fücur sayılan şeylerden alıkoymaya gayret göstermektir. Onu kirletecek her türlü küfür, cehâlet, yanlış inançlar, kötü duygular ve kötü huylardan temizlenmek. Bu gibi kötü şeylerden temizlendikten sonra ona; iman, irfan, güzel ahlâk, iyilik duygusu, takvâ gibi güzel şeyleri aşılayıp çevresine hayır ve bereket yayacak duruma getirmektir.

İnsanı tezkiye edip arındıran önce Allah’tır. Çünkü fâil-i mutlak O’dur. İnsana takvasını da, fısk u fücurunu da gösteren, onu buna müsait yaratan ve bu konuda yol gösteren O’dur.

Allah'ın insanları tezkiye etmesine aracı olanlar şerefli elçilerdir. Peygamberimiz (s.a.s.) de bunu yaşayarak bize öğretmiştir.

Bu tezkiye işi, yapması yönüyle kişiye, sebep olması yönüyle irşad ve terbiye ediciye (Resûle), yaratma yönüyle de Allah'a nispet edilir.

Tezkiye olan Mü’minler şüphesiz temiz bir kalbe sahip olurlar


Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Furkan Tefsiri:

Nefsini arındırıp geliştiren ve yücelten kimse kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklerle örterek hayvanlara eş hale getiren kimse ise kayba uğramıştır, insan aklını hakem kılıp nefsini şehvetlerin kandırmacalarından kurtarıp yüceltmekle, derece bakımından yükselir ve hayvanlardan ayrılır. Ama masiyetler çukuruna düşüp de alçalır ve nefsine şehvetini hakim kılarsa hayvanlarla eşit hale gelir. O zaman ona, nefsini kötülüklerle örtmüş, mertebesini düşürmüş, akıllarının değil de şehvetlerinin boyunduruğu altına girmiş olan hayvanlar sırasına girmiş demek uygun olur.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Kurtubi Tefsiri:

Onu temizleyen" yani yüce Allah'ın itaat ile nefsini arındırdığı kimse "muhakkak felah bulmuştur. Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır." Yüce Allah'ın masiyet ile örttüğü nefis ziyana uğramıştır, demektir.

İbn Abbas da şöyle demiştir: Saptırdığı ve azdırdığı bir nefis hüsrana uğramıştır. Bir diğer açıklama da şöyledir: Allah'a itaat etmek ve salih ameller işlemek suretiyle kendisini (nefsini) arındıran kimse kurtuluşa ermiş, buna karşılık masiyetlerle nefsini örten kimse de hüsrana uğramıştır. Bu açıklamayı da Katade ve başkaları yapmıştır.

Temizlemenin (zekatın) asıl anlamı, artmak ve gelişip çoğalmak demektir. Verimi bol olan mahsûlü anlatmak üzere kullanılan: "Zekâ’z-zer’i" "Mahsûl bollaştı" ifadesi buradan geldiği gibi "hakimin şahidi tezkiyesi" ifadesi de buradan gelmektedir.

… Kendi nefislerini gizleyip, üstünü kapatmış oldular. İşte günahkar da her zaman için öyledir. Mertliği azdır, kişiliği zayıftır masiyetler işlediğinden ötürü başı önünde eğiktir. "Onu örten"in onu azgınlığa götüren anlamında olduğu da söylenmiştir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: "Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır" buyruğu, kendi nefsini -onlardan olmadığı halde- salihler arasına katan kimse (hüsrana uğramıştır), demektir.

Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Razi Tefsiri:

Dördüncü Soru: Cenâb-ı Hak zâtını tarif ederken, niçin üç şeyden, yani gökten, yerden ve nefisden bahsetmiştir?

Cevap: Çünkü görülemeyen şeyler hususunda ancak görünür şeyler ile istidlal edilir. Görünür şeyler ancak maddi şeylerdir. Bunlar da basit ve mürekkeb diye ikiye ayrılır. Basit, ulvî ve süflî diye ikiye ayrılır. Ulvisine, "göğe...", süflisine de, "yere yemin olsun ki..." ifadesiyle işaret edilmiştir. Mürekkeb olan varlıklar da kısımlara ayrılıp, bunların en kıymetlileri de, nefis, yani can sahibi olan varlıklardır ve buna da, "Her bir nefse ve onu düzenleyene yemin olsun ki.." (Şems, 91/7) ayetiyle işaret edilmiştir

Sa'îd b. Cübeyr, Atâ, İkrime, Mukatil ve Kelbî'den rivayet edildiğine göre mana, "Allah Teâlâ'nın tezkiye edip, tertemiz yapıp ıslah ettiği nefisler, mutlaka felah bulmuş ve mutlu olmuştur" şeklinde olur ki bunlar, Allah Teâlâ'nın, Kendisine taata muvaffak kıldığı nefislerdir.

Bil ki "tezkiye", temizlemek yahut da eğitip büyütmek, yetiştirmek demektir:

1) Taatta bulunmak ve günahlardan uzak durmak suretiyle, nefsini günahlardan arındırarak, kendisini tezkiye eden, tertemiz yapanlar, felaha erer, umduğunu elde eder.

2) Kâdî'nin, "Bu tezkiye, ‘Allah'ın böyle hükmetmesi, onları temiz olarak sayması’, manasınadır" şeklindeki görüşü zayıftır.

Vâhidî'nin, "Kitâbu'l-Basîf'inde, Sa'îd b. Ebî Hilâl'dan rivayetine göre, "Hz. Peygamber (s.a.s)'in şu hadisi: Hz. Peygamber (s.a.s), “Kad efleha men zekkâhâ” ayetini okumuş. Sonunda vakfederek (durarak) "Allah'ım, nefsime takvasını ver. Sen o nefsin velisi ve Mevlasısın. Nefsimi temizle. Sen, nefsi temizleyenlerin en hayırlısın.”

Alimlerimiz de, ayetteki mananın, "Allah Teâlâ'nın saptırdığı, azdırdığı, facirlerden kıldığı, batıl şeylere sürüklediği ve böylece de helak ettiği nefs bin pişman olmuş ve hüsrana uğramıştır" şeklinde olduğunu söylemişlerdir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Tefsirlere baktığımızda nefs tezkiyesi şudur:

- Nefsi, temizlemek, geliştirmek, yüceltmek, feyizlendirmek, hayrını çoğaltmak, makamını artırmak, eğitip büyütmek, yetiştirmek ve temize çıkarmak.

- Günahtan, nifaktan, kötü duygulardan ve kötü huylardan temizlemek, nefse Allah’a ve Resulüne itaati ve takvâyı öğretmek, ona salih ameller işletmek.

- Nefsini şehvetlerin (dünya arzularının) kandırmacalarından kurtarmak.

- Takvâya ulaşmak için bir çaba, insanı Allah'tan uzaklaştıracak her şeyden kaçınmak.

- Ona; iman, irfan, iyilik duygusu, takvâ gibi güzel şeyleri aşılayıp çevresine hayır ve bereket yayacak duruma getirmektir.

İrfan, kalbe ait marifetler, kalbe ait ilimler demektir. Her ilmin bir öğreneni bir de öğreteni olur. Olacaktır da. Bu ilmin kendisinin ve öğreteninin delili Kur’an’daki Kehf Suresinde geçen Musa AS. Hızır AS. Kıssasıdır.

- İnsanı tezkiye edip arındıran Allah ve Resulüdür. Resulullah’ın ümmetini tezkiye ettiğini bildiren Ayet-i Kerimeler de nazil olmuştur.

Alimler, Peygamberlerin varisleri olduklarına göre, tezkiye işinde de alimlerin vazifeleri vardır.

- Temiz bir kalbe sahip olmak.

Kalb ancak zikrullah ve Allah sevgisiyle temizlenip temiz kalabilir. Kalbin itminanı da ancak zikrullah iledir.

- Kişinin mertliğini artırmak, kişiyi güçlendirmek

- Nefsini -onlardan olmadığı halde- salihler arasına katmamak.

Yani gerçek anlamında özü sözü bir olmak. Olduğu gibi görünmek. Riyadan benlikten gururdan uzak durarak haddini bilmek. Muhtaçlığını zayıflığını idrak ve itiraf etmek.

Bu çevre listeyi sayıp uzatabiliriz.

Lütfen şimdi tek tek tezkiyeyi tarif eden şıklara bakınız. Dikkatlice inceleyiniz. Düşünerek bakınız.

İşte bütün bu saydığım ve sayamadığım nefis terbiye ve tezkiyesine ait nakil ve açıklamalar Tasavvufun başlıca hedef ve uğraş alanıdır.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mürşid-i Tezkiye (Nefsi Temizleyici Mürşid) Olan Zatta Bulunması Lazım Gelen

Mürşid-i Tezkiye olan Zatta bulunması lazım gelen evsaf (özellikler) ve şerait (şartlar), mezahib-i erbaa'nın (dört hak mezhebin) azimet kısmına muhâlif (aykırı) olan ef'al (işler) ve a'mâl (ameller) ve harekâtından (davranışlarından) mahfuz (korunmuş) olması gerekir. Kendi etbâ (tabilerine) ve müridânına yirmi dört bin lafza-i celal (Allah lafzıyla zikir) ve beş bin salavât-ı şerife’yi telkine me'zun (izinli ve ehliyetli) olması gerekir.

Bilcümle Sâdât-ı Nakşibendiyye'yi (Nakşibendî silsilesindeki büyükleri) istediği zaman davete selahiyeti olması lazımdır. Asrında mevcut yirmi dört bin evliya-yı kirâm hazerâtını bilmesi dahi gerekir.

Mürşidin hangi resul ve nebî'nin Makâmında olduğunu bilmesi gerekir. Kendi müridânının üzerine olan ahvâle (hallerine) vâkıf ve arif olması (bilmesi) lazımdır. Kendi etbâ ve müridânını a'dâ-yı erbaa'nın (dört düşmanın) mekrinden (hilelerinden) muhafazaya dahi muktedir olması lazımdır. Müridân ve etbanın kalblerinden evham (boş ve gereksiz düşünceler) ve hayâlât (hayaller) ve fütûru (gevşeklik ve ümitsizliği) dahi ref ü def'e (yok etmeğe) selahiyetli olması lazımdır. Yirmi dört binden başlayıp yetmiş bine kadar zikre mezun olması dahi lazımdır. Sahib-i tevfîk (Allah'ın yardımına mazhar) ve erbabı (ehli) için bu zikir, bir saatlik vazifeden başka bir şey değildir; o kadar kolay ikmal edilir.

(Kapanan Halidiye com'dan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Konu burada bitmiştir.

Bu başlık daha önce ihvan forumda yayınlanmıştı, gereksiz uzamış, ordan asıl mesajları alarak konuyu yeniledim.
 
Üst