Mektubat'tan Kısa Kısa Nefis Tezkiyesi:
Mektubat-ı Rabbani 9. Mektup:
Şunu görmez misin ki her müntehi (sonuna varmış) sayılan kimseye, sonunda cezbe müyesser olur. Hem de, kendisi sevenler zümresine dahil olduğu halde.. Bu meyanda (arada), kendisinde, arızi bir vasıta ile mahbubiyet (sevilenlik) manası zahir olur. Halbuki bu, onun için yeterli değildir. Yani: Bir salik için, sırf sevilen olmak yeterli değildir. Anlatılan arızi (geçici) şey, “yani Cezbe” bir manaya göre: O kimsede, tasfiye (safileşme) ve tezkiyedir (temizlemedir).
Mektubat-ı Rabbani 34. Mektup:
Nefs-i natıka (konuşan nefs), nefs-i emarenin (kötülüğü emreden nefsin) kendisidir; tezkiyeye (temzilenmeye) muhtaçtır. Onun bizzat himmeti (gücünü harcadığı şey), sefalet ve denaettir (alçaklıktır). Emir alemi ile bunun ne bağlılığı olabilir? Sonra onun tecerrüd ve akılla ne gibi bir bağlantısı olabilir?
Mektubat-ı Rabbani 35. Mektup:
Bilmiş olasın ki, Seyr ü sülukten gaye: Nefs-i emmarenin tezkiyesi ve temizlenmesidir. Böyle olmalı ki nefsani arzulardan neş'et eden (doğan) batıl ilahlara tapmaktan necat (kurtuluş) müyesser ola (gerçekleşe).. Hakikat manasında, teveccüh edilen (yönelinen) kıblede; Yüce Mukaddes Hakiki Vahid Mabud'dan (Allah Tealadan) gayrı kalmaya... Onun üstüne, hiç bir maksad asla ihtiyar edilmeye (gütmeye).. Bu maksadlar, ister dini olsun, isterse dünyaya ait., müsavidir.
Dini sayılan maksadlar, her nekadar hasenat sırasında ise de, ebrarın meşgalesidir, mukarrebun zatlar, buhları seyyiat kabilinden sayıp Vahid Zat dışında hiç bir maksada yönelmezler.
Bu mana devletinin husulü, fena halinin husulüne bağlıdır. Bir de, özünde nimetle elemin (varlık ve yoklukun, zevk ve sıkıntının, sağlık ve hastalığın ve benzerlerinin) bir olduğu zati mahabbetin tahakkukuna.. Bu makamda, nimetlerden nasıl lezzet hasıl oluyorsa, azaptan da öyle lezzet hasıl olur. ... Ve.. Mahbub Zat'ın yaptığı her iş sevimlidir. işte, anlatılan makamda İhlasın hakikatini bulmak kolay olur. Batıl putlara tapmaktan halas nasib olur.
Mektubat-ı Rabbani 41. Mektup:
İşbu kemal ve tamam olma makamı, velayet makamının üstündeki sıddıkıyet makamıdır. Sıddıkıyet makamının üstündeyse, nübüvvet makamı vardır. Vahiy yolu ile nebiye hasıl olan ilimler, sıddıka ilham yolu ile inkişaf eder.. Bu iki ilim arasında bir fark hariç; hiç bir fark yoktur. O fark ise, birinin ilhamı ile, diğerinin vahyidir. Durum böyle olunca, aralarında nasıl fark olur.. Sıddıkıyet makamının altında bulunan her makamda, sekir halinden bir miktar vardır. Tam ayıklık hali, ancak sıddıkıyet makamındadır. Bu ikisi arasındaki bir başka fark da şudur: Vahiy kafi olup ilham zannidir. Şundan ki: Vahiy, melek vasıtası ile gelir; melaike ise masumdur. Onlarda hata ihtimali yoktur. İlhama gelince, her ne kadar mahalli pek yüce, menzili pek a'la (yüksek) ise de ki orası kalbdir ve emir alemindendir. Fakat kalbin, akıl ve nefisle bir miktar alakası vardır. Nefis, her ne kadar tezkiye ile mutmainne sınıfına girse de, itminanı ile, asla kendi sıfatlarından dönmez. Bunun için, o meydanda hata dönebilir.
Bu arada, şunun da bilinmesi gerekir: İtminan halinin mevcud olmasına rağmen; nefsin sıfatlarının kalmasında, çok menfaatlar, sayısız faydalar vardır.
Mektubat-ı Rabbani 46. Mektup:
Seyr ü sülukten, nefsin tezkiyesi ile kalbin tasfiyesinden gaye; manevi afetlerin izalesi olup:
«Kalblerinde maraz vardır.» (2/10)
Mealine gelen ayet-i kerimede işaret edilen kalbi marazların izalesidir. Ta ki: İmanın hakikat ile tahakkuk edebilsin. Anlatılan afetler mevcud olduğu halde, iman bulursa, o ancak, işin zahiri iledir. Zira, nefs-i emmarenin vicdanı, onun aksine hakim olup küfründe ısrarlıdır. Bu sureta imana sahib olanın misali: Safralının, şekerin tadına inanması gibi bir şeydir. Zira o: Vicdanında, inandığının aksine hakim ve şahiddir. Şekerin tadına hakiki yakinin hasıl olması: Ancak safra hastalığının gitmesinden sonra olur, imanın hakikatına inanmak da buna benzer.. Yani: Şer'i hükümlerin hak ve doğru olduğuna iman etmek: Ancak nefsin tezkiyesi ve itminanı sonunda olur. O zaman, iman, vicdana dayalı bir iman olur. işte, imanın bu kısmı, zevalden mahfuzdur. Bu manada Allah Teala, şöyle buyurdu:
«Haberiniz olsun, Allah'ın veli kullarına korku yoktur; onlar mahzun da olmazlar.» (10 62)
Allah Teala, hepimizi, bu hakiki kamil imanla müşerref eylesin. Nebiyy-i Ümmi-i Kureşi hürmetine.. Ona ve aline salatların en faziletlisi, selamların ekmeli..
Mektubat-ı Rabbani 54. Mektup:
Ashab-ı kiram arasında vaki olan ihtilaf, keza kıtal nefsani arzuya hamledilemez. Allah onlardan razı olsun. Çünkü: Onların nefisleri, Hayr'ül-beşer Resulullah Efendimizle sohbetlerinden ötürü, tezkiye edilmiştir; emmarelikten dahi halas bulmuşlardır.
Mektubat-ı Rabbani 62. Mektup:
Allah'a hamd olsan. Seçtiği kullarına da selam.. Bilmiş olasın ki vusul (Allah’a kavuşma) yolu, iki parçadan mürekkeptir: Cezbe ve süluk.. Bir başka tabirle: Tasfiye ve tezkiye..
Mektubat-ı Rabbani 71. Mektup:
Yüce ve Mukaddes Allah'a şükür ancak aşağıda belirtilen şekillerde olabilir:
a) İtikadı, fırka-i naciye olan ehli sünnet vel-cemaat görüşüne göre düzeltmek gerekir.
b) Şer'i amellerin yerine getirilmesi; anlatılan üstün fırkanın açıklanan içtihadlarına uygun şekilde olmalıdır.
c) Anlatılan sünni fırka-i naciyeden olan sofiye süluküne göre tasfiye ve tezkiye yoluna girilmelidir.
Bu son sayılan rüknün vücubu, istihsani olmuştur. (Yani: Uygun ve güzel görüldüğü içindir.) Daha önce anlatılan iki rükün böyle değildir. Zira, İslam'ın esası, önce anlatılan iki rükne bağlıdır. Son rüknün durumu, İslam'ın kemaline olup esasına dahli yoktur.
Mektubat-ı Rabbani 91. Mektup:
Nefis tezkiye edilmediği süre, kalbin selameti hasü olmaz. Necatın kendisine bağlı bulunduğu hakiki iman dahi hasıl olmaz.
Mektubat-ı Rabbani 145. Mektup:
Bu Tarikat-ı Nakşibendiye saliklerinin, seyri alem-i emirden başladığı için; derhal bu yoldan bir tesir alamazlar. Cezbenin mukaddimesi sayılan halaveti ve lezzeti kolaylıkla bulamazlar. Bunun sebebi şu ki: Emir aleminin letaifi, halk alemine göre bunlar için zayıftır. Anlatılan bu za'fiyettir ki, bu yolda tesir ve teessüre sedd'olmaktadır. Alemi emrin letaifi onlarda kuvvetlenmesi için, uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Kuvvet bulunca da, iş tersine döner ve alem-i halka üstün gelir.
Bu za'fiyetin ilacı şudur ki: Tasarruf sahibi birinden gelecek tam tasarrufla bu tarikat için bir münasebet peyda edile.. Sair (diğer) tarikatlara münasip ilaç ise, nefsin tezkiyesi, şiddetli rizayetler ve şeriatın emrine uygun olarak yapılan ağır mücahedelerdir. O şeriatın sahibine salat, selam ve tahiyyet..
Mektubat-ı Rabbani 157. Mektup:
İtikad düzeltilmedikçe, şer'i hükümleri bilmenin hiç bir faydası yoktur. O ikisi olmayınca da, işlenen amelle bir şey elde edilmez. Bu üçüncünün olmaması sonucu: Tasfiye ve tezkiye muhal (imkansız) iştir.
Mektubat-ı Rabbani 225. Mektup:
Tezkiyesi hasıl olmadıkça, nesfs-i emmare küfrü üzerinde kalır.
Mektubat-ı Rabbani 260. Mektup:
Bilesin ki; Tarikat-ı Nakşibendiye'de iptida seyir, alem-i emirden sayılan kalbden başladığı için, sözü alem-i emirle açtık. Amma sair (diğer) meşayihin tarikatları böyle değildir. Zira onlar, iptida ise nefis tezkiyesinden ve kalıbı temizlemekten başlarlar. Ancak bunları tamamladıktan sonradır ki alem-i emre geçerler ve oradan Allah'ın dilediği makama kadar çıkarlar.
Üstte anlatılan mana icabıdır ki, bu Tarikat-ı Aliyye büyüklerinin bidayetine onların dışında kalanların nihayeti derç edilmiştir. Dolayısı ile bu, tarikatların en yakını olmuştur.
Mektubat-ı Rabbani 287. Mektup:
Sülukü tam olmayan meczuplar, her ne kadar kendilerinde kuvvetli cezbe var ise de; erbab-ı kulub zümresine dahildirler. Amma, hangi tarikattan cezbeli olurlarsa olsunlar; çünkü bunlar için kalb makamını geçip mukallib-i kulub ile ittisal, süluk olmadan ve tezkiye-i nefis etmeden mümkün değildir.
Mektubat-ı Rabbani 292. Mektup:
Bir şeyhin, eğer cezbesi sülukünden önce ve muradların terbiyesi ile terbiye görmüş ise, böyle bir şeyh kibrit-i ahmerdir. Onun kelamı devadır, nazarı şifadır. Kalblerin canlanması, onun mübarek teveccühüne kalmıştır. Azgın nefsin tezkiyesi onun iltifatına bağlıdır. Böyle bir devletli bulunmadığı takdirde, meczup salik dahi bir ganimetir. Nakısların terbiyesi onun vasıtası ile hasıl olur: onun vasıtası ile fena ve beka devletine ulaşırlar..
Mektubat-ı Rabbani 313. Mektup:
Kalbe gelince, bu haddizatında nurani olmuştur; temizdir. Ancak, zulmani olan nefse yakınlığı icabı, üzerine bir toz oturmuştur. Az bir tasfiye ile aslına dönüp nurani halini yeniden alabilir. Amma nefis böyle değildir. Aslında o, habistir. Zulmet dahi, onun zati sıfatıdır. Kalbin emrine girip kalmadıkça, ne temize çıkar; ne de tezkiye olur. Hatta, sünnet-i seniyeye uyup şeriata tutunmadıkça, temize çıkmaz. Hatta ve hatta Sübhan Allah'ın sırf fazlı olmadıkça, ondan zati habaseti gitmeyeceği gibi, hayrı ve felahı dahi tasavvur edilemez.
Mektubat-ı Rabbani 472. Mektup:
Şunun da bilinmesi yerinde olur ki nefsin tezkiye yolu ikidir:
a- Bir yol var ki rizayetlere ve mücahedelere taalluk eder; bu inabe yolu olup müridlere mahsustur.
b- ikinci yola gelince, cezbe ve muhabbet yoludur. Bu dahi, içtiba yolu olup murad olanlara mahsustur.
Bu iki yol arasında çok fark vardır.
Birincisi: Matlub (taleb edilen) canibine (tarafına) seyirdir.
ikincisi: Maksud (maksad edilen) tarafına çekilmektir “yani Cerr”.
Seyir ile, çekilmek arasında çok fark, belli açıklık vardır.
Bir devlet sahibine, sabıktaki kerem sebebi ile içtiba yolundan çekilme murad edilir ise, kendisine cezbe ve muhabbet ihsan olunur. Yani mukaddes Zat’a. Çekile çekile maksuda ulaşır.