Kürşad ve 40 adamı efsanesi gerçek mi?

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Soru: Kürşad ve 40 adamı efsanesi gerçek mi?

Cevap: Türkiye kamuoyunun Kürşad'la ilk tanışması, Sabahattin Ali'nin "Esirler" adlı piyesiyle gerçekleşti. Sabahattin Ali'ye Kürşad'ı anlatan Nihal Atsız, piyeste Kürşad'ın aciz bir âşık olarak gösterilmesini içine sindiremeyip Bozkurtların Ölümü adlı tarihi romanı yazdı.

Romanda, Çuluk (Ch'u-lo) Kağan’ın büyük oğlu olan Yaşar Şad’a Kara Kağan tarafından Tulu (T'u-li) Han adı verilmişti. (küçük oğlu) Şu Tigin’e de Kür Şad denilmişti. Kürşad karakteri, milletinin bağımsızlığı uğruna, yanındaki 40 çerisi ile birlikte sarayı basıp imparatoru öldürmek isteyen, ama bu uğurda şehit olan efsanevi Türk prensiydi. Kürşad, bağımsızlık ateşi ile yanıp tutuşan, cesur Türk olarak idealize edildi (1).

Milliyetçi çevreler bu karakteri benimsendi ve sahiplendi. Sol gruplar ise Kürşad'ı sahte bir kahramanlık hikâyesi ve kurgu olarak gördüler, hiçbir yazılı kaynakta Kürşad hakkında bir bilginin olmadığını savundular. Peki, gerçek neydi?

Edebiyatı bir kenara bırakıp işin tarih kısmına gelirsek; tarihi kayıtlarda Kürşad gerçekten var mıydı?

Bakıldığında hiçbir yazılı kaynakta Kürşad adında birisinden söz edilmez. Bu sorunun cevabı için Çin kaynaklarına bakmak icab eder. Çünkü Çinliler, önemli gördükleri tarihi olayları, mutlaka yıllıklarına not alırlar ve eğer ki gerçekten Çin İmparatoruna saldırı yapılmışsa, bu yıllıklarda kesinlikle anlatılacaktır.

Orijinal Çin kaynakları dikkatlice incelendiğinde Kürşad değil ama başka bir karakter ile karşılaşırız: "Chieh-she-shuai". Olayda birçok nokta, Kürşad efsanesiyle benzerlik göstermektedir. Bakalım Çin kaynakları olayı nasıl anlatmış:

“639 yılının baharında Gök-Türklerden Çin e sığınan Türk beylerinden birinin isyana kalkıştığı görülmekledir. T'u-li Kagan'ın kardeşi Chieh-she-shuai 629 yılında ağabeyiyle Çin'e gelmişti. Diğer Gök-'Türk ileri gelenlerine Çin unvanları dağıtılırken Chieh-she-shuai’da “chung-lang” generalliği rütbesi verildi. Daha sonra “Saray Muhafızlar Generalliği”ne yükseltildi.

Çapkın bir karaktere sahip olduğu ve bu yüzden ağabeyi tarafından azarlandığı Çin kaynakları tarafından bildirilmektedir. Tu-li Kagan'la kardeşi Chieh-she-shuai’nin arası bu sebeple açılmış olmalıdır. Çünkü, Chieh-she-shuai’da daha sonra Tu-li'yi hainlikle suçlamıştır. Hatta daha da ileri giderek onu imparator T’ai-tsung'a şikayet etmiştir. Tu-li gerçekten Doğu Gök-Türk Devleti’nin Çin'e karşı en kuvvetli olduğu donemde ağabeyi İl Kagan'a rağmen Çinli veliahd Li Sihih-min (sonradan imparator Tai-tsung) ile anlaşarak devletine ihanet etmişti. Nihayet henüz Gök-Türk Devleti yıkılmadan bir hainlik daha yapmış, gidip T’ang hanedanına teslim olmuştu. Chieh-she-shuai ağabeyinin bu ihanetini görmemiş idi. İmparator Tai-tsung Chieh-she-shuai'nin ithamlarını dikkate almadığı gibi aksine onu küçümsedi.

Kendi soyundan gelenlerle gizli irtibat kuran Chieh-she-shuai kırklan fazla Gök-Türk kabile şefiyle gizli anlaşma sağlamayı başarmıştı. Yeğeni Ho-lo-hu’yu da kendi tarafına çekti. Ho-lo-hu, T'u-li Kagan'ın oğlu idi ve o da Çinliler tarafından makam ve unvanlarla taltif edilmişti. Chieh-she-shuai’nin gizli ittifak kurduğu kişilerin daha önce 630 yılında Çin sarayına gelip unvan ve makamlar alan Gök-Türk kabile reisleri veya onların yakınlan olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan plana göre olay şöyle gelişecekti. Çin prensi Li Chih, geceleri çıkıp dolaşıyordu. Aniden ileri atılıp onu yakalayacaklardı. Chiou- ch'eng-kung sarayından sabaha karşı çıkacak, o esnada saray kapısı açık olacak ve kapı nöbetçileri çekileceklerdi. Chieh-she-shuai ve arkadaşları bundan faydalanarak saraya girecekler, İmparator T'ai-tsung'un bulunduğu yere gidip, onu esir edeceklerdi. Eğer başarılı olurlarsa Ho-lo-hu lider (kagan) seçilecekti.

O gece Chieh-she-shuai’in arkadaşları sarayın civarında gizlenip beklemeye başladılar. Fakat, bu sırada büyük bir fırtına patlak verdi. Prens Li Chih saraydan çıkmadı. Chieh-she-shuai planlarının anlaşılacağını zannederek saraya hücum edip Tai-tsung'u kaçırmak kararını verdi. Saray muhafızlarıyla çarpışa çarpışa dört savunma hattını yardılar. Orta askerî barakalara dahi ulaşıp saldırdılar. Muhafızlar tam dağılmış iken “Her yerde hücum eden (Che-tsung) general” unvanlı Sun Wu-k'ai saraya yardıma geldi. Chieh-she-shuai ve arkadaşları neticede sarayın ahırından at çalıp kaçmaya başladılar. Wei Irmağını geçip, eski topraklarına ulaşmak istiyorlardı. Sınırdaki devriyeler tarafından öldürüldüler. Sadece Ho-lo-hu idam edilmedi. Affedilip Çin’in içlerindeki Ling-wai’a sürüldü.” (2, 3).

Sonuç olarak, Nihal Atsız Gök-Türk prensi "Chieh-she-shuai" ismini, Kürşad'ın Çincedeki telaffuzu olarak düşünmüş olmalı. "Şad" bir bölgeyi yönetmek üzere gönderilen Türk prenslerine verilen isimdi. Kür ise ok anlamına gelir. Nihal Atsız, dünya görüşü doğrultusunda, Chieh-she-shuai'yi, Kür şad karakteriyle idealize etme yoluna gitmiş,

Olaya başka bir bakış açısıyla bakıldığında da; belki isyan, çıkış noktası bakımından çok da "milli" sebeplere dayanmıyordu ancak sonuçları bakımından Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Ötüken'e geri dönen Türkler, bir süre sonra Çin egemenliğinden kurtulacak ve yeni bir devlet kuracaklardı.



Tarih yazılmaya devam ediyor…



Aziz KARACA (15.04.2017)




Kaynaklar:

1. Hüseyin Nihal Atsız, Bozkurtların Ölümü. İrfan Yayınevi. 2014; s. 14-5, 207-28.

2. Ahmet Taşağıl, Göktürkler 2, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara, 1999. s. 19-20.

3. Kürşad Ayaklanması Gerçek Mi Efsane Mi? https://www.youtube.com/watch?v=DZ_R3A1H0xk (erişim: 14.04.2017).
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Nihal Atsız ciddi bir tarihçi. Bu romanı yazarken ''Chieh-she-shuai''nin 40 askeriyle çin sarayını ele geçirmesi meselesinden esinlenmiştir. Vakia doğrudur ve olmuştur, lakin Anadolu Türklerinin dili Çin kayıtlarında geçen bu isimi hafızasında tutamayacağı için olayın baş kahramanına ''Kürşad'' ismini koymuştur.

Chieh-she-shui isminin Çinliler tarafından uydurulmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Çinliler kayıt tutarken özel isimlere riayet etmiyorlar. İsimlerden çok vakialara odaklanıyorlar. Bunu böyle yapmalarının sebebi başka milletlerin önemli şahsiyetlerini geleceğe taşımamak. Bunu nereden biliyoruz? Orhun yazıtlarında geçen Türk isimlerinin Çin kayıtlarında tamamen alâkasız bir telafuz şekliyle geçmesinden biliyoruz. Bunu kasten yapıyorlar. Kanımca Nihal Atsız bunun farkında olduğu için Çinlilerin yaptığının tersini yapmış. Yani olaya odaklanmış ve şahsın şanına yakışır bir isim olan ''Kürşad'' ismini kullanmış. Nihal Atsız'ın ciddi tarihçi olması işte bu gibi incelikleri biliyor oluşundan geliyor. Zihni bozuk tarihçi olsa bu gibi nüansları bilmez ve Çin kayıtlarında geçen alâkasız isimde ısrar ederdi.

Bakın bu ''isimlerin telafuzuna riayet'' meselesi ciddi bir meseledir. Avrupalılar bunu bildikleri için kasıtlı olarak Doğu medeniyetlerin isimlerini yanlış telafuz ederler. Bizim salak akademisyen ve gazetecilerde bu yanlış telafuzu Avrupa'dan alıp o yanlış haliyle kullanırlar. Ben buna nereden uyandım diyeceksiniz! Vaktiyle bir yahudiyle arkadaşlığım olmuştu. İsminin telafuz şekline çok ehemmiyet veriyordu. Birisiyle yeni tanıştığında falan ''he, ha'' harflerinin kalın ince çıkışlarını usanmadan 5 dakika izah ediyordu. Dikkat ederseniz Avrupa gazetelerinde Yahudi siyasetçilerin isimleri ses uyumuna dikkat edilerek verilir. İsrail bu meseleye önem veriyor. Nedense bizim böyle bir politikamız yok. Niye? Çok basit, medeniyet iddiamızı yitirdiğimiz için bu böyle. Mesela ''Erdoğan''a ''Erdo(g)an'' derler, dilleri dönmüyor diye mazur görür geçeriz. Mehmet'e Meeemet, Muhammed'e Mohamad, Halifeye Kalifa derler. Sizin anlayacağınız aşağılık ve üstünlük kompleksi böyle bir şeydir işte. Onların telafuzunu alır kendi telafuzunuzdan vaz geçersiniz. Hatta tersinden Avrupalıların önemli şahsiyetlerinden birinin ismini yanlış telafuz etseniz kendi entelejansyanız(!) sizi cehaletle suçlar, hor görür. Ne acaip değil mi!!!
 
Son düzenleme:
Üst