Kuranda İnsanın Zayıf Yönleri/ Murat Kayacan

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Huşu Arapça’da bakışları eğmek, sesi kısmak anlamında kullanılır (İbn Faris, 1979, II: 182). İslami terminolojide ise huşu deyince Yüce Allah’a duyulan saygı akla gelir. Hudû kelimesi sadece bedensel bir eğilmeyi ifade etmek için kullanılırken, huşu hem bedensel bir hareketi (Al-i İmran, 3: 199), hem de bedenin azalarının fiili olarak kullanılır (Kamer, 54: 7; Taha, 20: 108). Bu yazıda, huşu kelimesinin dünya hayatının sona ermesiyle ve ahiretle ilişkili olarak yer aldığı ayetleri ele alacağız.
Dünya hayatının son bulacağı gün hakkında dağların durumunu soranlar bilmelidir ki Allah onları ufalayıp savuracak, böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak ve orada ne bir çukur, ne de bir tümsek kalacaktır (Taha, 20: 105-107). Yeryüzünde yaratılmış olanların en sağlamı görünen dağların bu hale geldiği dünyada, yaşam sona erip insanlar yeniden diriltildiğinde, bu kez dehşetli yeni bir sahne yerini almaktadır: “O gün hiçbir tarafa sapmadan çağırıcıya uyarlar. Rahman'a karşı sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka bir şey duymazsın.” (Taha, 20: 108). Ayetteki“çağırıcı” muhtemelen kıyametin kopması sırasında sûru üfleyecek olan İsrafil’dir. Anlaşıldığı kadarıyla, dünyada sesi çokça çıkanlar, yani etkili figürler bile ahirette haddini bileceklerdir!
Sapkınlığında karar kılmış ve ölünceye dek hayatını o şekilde sürdürmüş olup Allah’ın daha da saptırdığı kimseyi ahirette kurtaracak hiçbir dost yoktur. O zalimler, azabı gördüklerinde, “Acaba dönecek bir yol var mıdır?” derler. (Şura, 42: 44). Onların ahiretteki durumları Kur’an’da şöyle tasvir edilmektedir: “Uğradıkları zilletten dolayı boyunları bükük, yürekleri titrer vaziyette cehennemin önüne getirildiklerinde, onların korkudan, sadece göz ucuyla ateşe baktıklarını fark edersin. Müminler ise (bu manzara karşısında), ‘En büyük kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem de ailelerini kıyamet gününde hüsrana sürükleyenlerdir.’ derler. İyi bilin ki zalimler devamlı bir azap içindedirler!” (Şura, 42: 45). Onlar dünyada olduğu gibi ahirette destekçi arasalar da boşunadır. Allah’ın saptırdıkları için bir çıkış yolu kalmamıştır (Şura, 42: 46).
Bir çağırıcı, korkunç bir şeye çağırdığında, daha önce dünya hayatında ilahi uyarıları dikkate almadan yaşamış olanların hali şöyledir: “Gözleri yerde, mezarlarından çıkar, yayılmış çekirgeler gibi her tarafı dalga dalga kaplarlar.” (Kamer, 54: 7). İnkârcıların gözlerinin yere bakıyor oluşu, yaptıklarından pişman olduklarını akla getirdiği gibi, onların iliklerine kadar hissettikleri korkuyu da göstermektedir.
Dünyada olduğu gibi, ahirette de insanlar secdeye çağırılacaklardır. Ancak dünyadayken secde ederek Allah’a itaat göstermeyi reddedenler, ahirette isteseler de bunu yapamayacaklardır (Kalem, 68: 42). Kur’an onların ahiretteki durumları hakkında şöyle demektedir: “Gözleri yerde, kendilerini de bir zillet kaplamıştır. Onlar sağlam iken de secdeye davet edilirler (fakat secde etmezler)di.” (Kalem, 68: 43). Ahirette korkuları, gözlerinin yere bakmasından anlaşılacak olan kimseler, kula kulluğu reddetmedikleri dünyada, Allah’a secde etme nimetinden kendilerini yoksun kılmışlardı. Onlar ahirette de ondan mahrum kalacaklardır.
İnkârlarında ısrarlı olanlar konusunda yapılacak şey, onları kendi haline bırakmaktır ki kendilerine vaat edilen azap günlerine kavuşuncaya kadar dalıp oynayadursunlar! Onlar kıyamet günü kabirlerden hızlı hızlı çıkacaklar, sanki putlara koşuyorlarmış gibi fırlayacaklardır(Mearic, 70: 42-43). Onların içinde bulundukları hal şöyledir: “Gözleri yerde, kendilerini de bir zillet kaplamıştır. İşte bu, onlara vaat edilen gündür.” (Mearic, 70: 44).
Görüldüğü gibi, dünyada iken huşu (saygı) içinde Allah’a yönelmeyen inkârcıların, dünya hayatı sonrasında Allah’a boyun eğmekten ve teslim olmaktan başka ellerinden bir şey gelmeyecektir. Ne var ki gönüllü olarak dünyada Allahu Teala’ya göstermeleri gereken saygıyı, ahirette göstermeleri onları azaptan koruyamayacaktır. Dünyadayken inanıp güzel işler yapmak suretiyle, Allah’a saygıda kusur etmeyen müminler ise ahirette ödüllendirileceklerdir.
***
İbn Faris, Ebû’l-Huseyn (395/1005), Mu’cemu Mekayisi’l-Luga, 6 c., Daru’l-Fikr, (bs. yeri yok), 1979.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kuranda İnsanın Zayıf Yönleri

Kur’an’da insanoğlunun zaaflarına pek çok ayette değinilmektedir. Bu açıdan onun “eşref-i mahlukat” olduğunu ileri sürmek hiç de tartışmadan uzak değildir. Bu yazıda insanın olumsuz yönlerinden söz eden ayetleri nüzul sırasına göre ele alacağız.

Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür. Kendisi de buna şahittir. Ondaki mal sevgisi çok şiddetlidir (Adiyat, 100: 6-8). O kahrolası insan, ne nankördür (Abese, 80: 17)! Allah ona kötülük etme yeteneği verdiği gibi Allah’tan sakınma yeteneğini de vermiştir. Kendini günahlardan arındıran kurtulmuş ama kirleten de ziyana uğramış demektir (Şems, 91: 8-10). İnsan peşin gördüğü dünyayı sever ve ahireti de göz ardı eder (Kıyamet, 75: 20-21). O, hayrın gelmesi için dua ettiği gibi kötülüğün gelmesi için de dua eder. İnsan pek acelecidir (İsra, 17: 11).
Denizde insanın başına bir felaket geldiği zaman, Allah'tan başka “Yetiş ya falan.” denilerek putlaştırılmış kimler varsa onlar kaybolur. Allah onları tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da onlar dinden yüz çevirirler. Zaten insan çok nankördür (İsra, 17: 67). Allah insana nimet verdiği zaman, Allah'ı anmaktan yüz çevirip uzaklaşır. Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe kapılır (İsra, 17: 83). O kadar cimridir ki Allah’ın rahmet hazinelerine sahip olsa, fakirlik korkusu yine de onlara sımsıkı sarılırdı (İsra, 17: 100).
İnsana bir sıkıntı dokunduğunda, gerek yan yatarken, gerek otururken ve gerekse ayaktayken Allah’a dua eder. Sıkıntısı giderilince sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Allah’a hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçer gider. İşte o aşırı gidenlere yaptıkları şeyler böyle güzel gelir (Yunus, 10: 12). İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırılınca Allah’ın ayetleri hakkında derhal birtakım hilekârlıklara girişirler (Yunus, 10: 21).
İnsanların deniz felaketi karşısındaki tavırlarına dair İsra suresinde yer alan ve yukarıda belirttiğimiz tasvire ek olarak başka bir surede de şöyle bir tasvir mevcuttur: “Sizi karada ve denizde gezdirip dolaştıran O'dur. Hatta gemilerde bulunduğunuz ve o gemiler, içindekilerle beraber hoş bir esinti ile akıp gittikleri ve tam keyiflendikleri sırada o gemilere şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her taraftan onlara dalgalar gelmeye başlar. Bütünüyle kuşatılıp artık bittiklerini sanırlar. İşte o vakit tam ihlas ile Allah'a yalvarır ve dindar olurlar: ‘Eğer bizi buradan kurtarırsan, andolsun ki, şükredenlerden olacağız.’ derler. Sonra Allah onları oradan kurtarır, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde çeşitli taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar taşkınlığınız sırf kendi zararınızadır. Şu değersiz dünya hayatının bir süre tadını çıkarınız, sonra nasıl olsa dönüp bize geleceksiniz. Biz de bütün yaptıklarınızı tek tek size haber vereceğiz. (Yunus, 10: 22-23).
Allah insana bir rahmet tattırıp ardından onu geri alırsa, şüphesiz o ümitsiz ve nankör bir kimse olur. (Hud, 11: 9). Allah’ın acıyıp koruduğu kimse hariç, diğerlerinin içinden gelen kötü düşünceler/duygular onları kötülüğe teşvik eder (Yusuf, 12: 53).
İnsanlar, Allah'ın kullarından bir kısmını (İsa Allah’ın oğludur vs. diyerek) O'nun bir parçası saydılar. Gerçekten de insan apaçık bir nankördür (Zuhruf, 43: 15). Halbuki o bir meniden yaratıldı. Buna rağmen bir de bakarsınız ki o, Rabbine karşı apaçık bir düşman kesilmiştir (Nahl, 16: 4).
İnsanlar aceleci varlıklardır (Enbiya, 21: 37). Peygamberler onları Allah’ın azabı ile uyarınca, kibirlenerek “Azap hemen şimdi gelsin!” derler. Bununla beraber insanlara bir keder dokunduğu zaman her şeyden geçerek Rablerine yalvarır, dua ederler; sonra alemlerin Rabbi onlara bir rahmet tattırıverdiği zaman da bakarsın onlardan bir kısmı Rablerine ortak koşmaktadırlar. (Rum, 30: 33). Bunu da kendilerine verilen nimetlere nankörlük etmek için yaparlar (Rum, 30: 34). Kendilerine bir rahmet tattırıldığında o nimete güvenirler; ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, bu sefer de ümitsizliğe kapılırlar (Rum, 30: 36).
İnsan deyince meleklerin aklına ilk gelen şey onun kan dökücü oluşudur. Buna rağmenyeryüzü meleklerin değil, insanın halifeliğine uygundur (Bakara, 2: 30). İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarından başka bir şey değildir. Oysa varılacak ebedî hayatın bütün güzellikleri Allah katındadır (Al-i İmran, 3: 14).
Allah, din hususundaki ağır sorumlulukları hafifletmek ister. Çünkü insan sabır ve tahammül bakımından zayıf yaratılmıştır (Nisa, 4: 28). İnsanlar bu dünyayı sevmekte ve kendilerini “ağır bir gün”ün beklemesini dikkate almamakta, yani ahireti arkaya atmaktadırlar (İnsan, 76: 27). Halbuki insanlara ilk defa hayat veren, sonra öldürecek olan, sonra da yeniden diriltecek olan Allah’tır. İnsan gerçekten pek nankördür (Hac, 22: 66).
 
Üst