Kur’ân’a ters düşen hurafeler, insanların Kur’ân’a ters düşen uydurmaları

aHuZaR

Can kayıp can firarda
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
6,438
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Konum
Gönülistan
Kur’ân’a ters düşen hurafeler, insanların Kur’ân’a ters düşen uydurmaları

Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bizleri beraber kıldı. Konumuz: Kur’ân’a ters düşen hurafeler, insanların Kur’ân’a ters düşen uydurmaları. Bu hurafelerden bir tanesi de: “Bütün resûller nebîdir.” ifadesidir.
Akaidin birinci ayağı olan: “Bütün nebîler resûldür.” ifadesi, Kur’ân’a tam olarak uymaktadır. “Bütün resûller nebîdir.” ifadesi ise Kur’ân-ı Kerim’e birçok yönlerden ters düşmektedir.
Evvelâ konuya 1. cepheden girelim. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de risaletle hiç ilgisi olmayan resûllerden bahsetmektedir. Firavunun Hz. Yusuf’a gönderdiği alelâde bir ulak (haberci) Kur’ân’da resûl adıyla geçmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

12/YUSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.

Belkıs’ın Hz. Süleyman’a gönderdiği normal elçi de, Kur’ân-ı Kerim’de gene resûl adıyla geçmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

27/NEML-35: Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
Ve gerçekten ben onlara hediye göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne ile dönecekler?

Allahû Tealâ ölüm melekleri için de resûl adını kullanmaktadır. Buyuruyor ki:

6/EN'AM-61: Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).
Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir).Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu elçilerimiz vefat ettirir. Onlar (bunu yaparken) kusur etmezler.

Vefat ettirenler ölüm melekleridir. Azrail (A.S)’ın da içinde bulunduğu grup, ölüm meleklerinin muhtevasıdır. Ölüm melekleri için de Allahû Tealâ, “resûllerimiz” ifadesini kullanmaktadır. Yetmez, Allahû Tealâ kiramen katibîn meleklerinden de resûl olarak bahsetmektedir.

43/ZUHRUF-80: Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn(yektubûne).
Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.

Kur’ân-ı Kerim’de geçen resûl kelimeleri, herşeyden evvel risaletle hiç ilgisi olmayan bir alanı da kapsamaktadır. Bu 4 âyet açık ve kesin bir şekilde bunu ispat etmektedir. Bir de risaletle ilgili olanlar vardır; ama resûl oldukları halde hiçbir zaman nebî değillerdir.
Konuya 2. açıdan bakıyoruz. Allahû Tealâ her kavimde resûl beas etmiştir. Nebîler, peygamberlerdir. Hz. Musa nebî’dir yani nebî resûldür. Hz. İsa nebîdir; nebî resûldür. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz nebîdir. Nebîlerin; peygamberlerin sonuncusudur. Ulûl’azm nebîler; Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir.
Allahû Tealâ her kavimde mutlaka resûl beas eder. Ama her kavimde nebî beas etmez, hayata getirmez. Buyuruyor ki:

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Allahû Tealâ’nın işareti, bütün kavimlerde mutlaka bir resûlün var olmasıdır. Ama bütün kavimlerde nebî yoktur. Allahû Tealâ Yahudi kavmine, İsrail kavmine Hz. Musa’yı nebî olarak göndermiştir. Hz. İsa da gene aynı kavimdendir. Ama Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Arap’tır. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Bütün ümmetlerin, bütün milletlerin içinde resûl beas ederiz.”
Peygamberler, Kur’ân’da isimleri geçen kavimlerde vazifelendirilmişlerdir. Ama resûller her kavimde vazifelendirilmişlerdir. Resûller sadece her kavimde vazifeli olmamışlar; üstelik her kavme ardarda, ardı arkası kesilmeksizin gönderilmişlerdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.

Allahû Tealâ burada, bütün ümmetlere resûl gönderdiğini ve ardarda gönderdiğini ifade etmektedir:


2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra da birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.

Allahû Tealâ İsrail kavmine de birbiri peşinden resûller gönderdiğini ifade etmektedir. Oysaki Hz. İsa, Hz. Musa’dan yüzlerce sene sonra gelmiştir. Ama kavme Hz. Musa’dan sonra da, evvel de birbiri ardından resûller gönderildiği kesindir; peygamber olmayan resûller. Hz. İsa da, Hz. Musa da nebî resûldür; peygamber resûldür. Ama peygamber olmayan resûller, ikisinin arasındaki devrede de İsrail kavmine devamlı olarak gitmişlerdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

Allahû Tealâ, kıyâmet günü insanların büyük kısmının cehenneme gideceğini, %10’dan daha az bir kesimin de cennete gideceğini ifade etmektedir. Cehenneme gidenlerin hepsi mutlaka bir resûlle birlikte yaşadılar. İsra Suresinin 15. âyet-i kerimesi, insanlar hangi kavimde, hangi zaman parçasında yaşarlarsa yaşasınlar, mutlaka o kavimde Allah’ın bir resûlünün varlığını kesinleştirmektedir. Çünkü cehenneme giren bütün insanlar bir suale muhatap olacaklardır. Hangi devirde yaşamış olurlarsa olsunlar, hangi kavimde yaşamış olurlarsa olsunlar, onların hepsine birden bu sual sorulacaktır. Allahû Tealâ diyor ki:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

Kıyâmet günü cehenneme gidenlerin hepsi bir muhteva taşır. Cehenneme gidenler açık ve kesin olarak mutlaka cehennem bekçileri tarafından bu sorguya çekilirler: “Size Allah’ın resûlleri gelip de bunu söylemediler mi, sizi ikaz etmediler mi, uyarmadılar mı?”
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz bütün resûlleri, âmenû olanları müjdelesin ve diğerlerini uyarsın diye, vazifeli kılarız, göndeririz. Âmenû olanları, Allah’a ulaşmayı dileyenleri müjdelesin; ama diğerlerinin hepsini uyarsın diye göndeririz.”
Allahû Tealâ resûllerini âmenû olanları müjdelesin, geri kalanları uyarsın diye gönderdiğine göre, bütün resûller etraflarındaki herkese: “Allah’a ulaşmayı dileyin, eğer dilemezseniz gideceğiniz yer mutlaka cehennemdir.” ifadesini kullanarak devreye girerler. Onları Allah’ın âyetleri ile uyarırlar.

5/MAİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) ardı arkası kesildiği (fetret) devrinde, sizlere gerçekleri açıklayan Resûl’ümüz gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için) böylece sizlere “müjdeleyici ve uyarıcı” bir Resûl (Peygamber) gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.

Sevgili kardeşlerim, şu anda da bütün dünya üzerinde ne kadar kavim varsa, hepsinde Allah’ın resûlleri yaşamaktadır. Ve aynı standartlarda herkesi uyarmaktadırlar. Öyleyse karşımıza ne çıkıyor? İnsanlar hangi devirde, hangi kavimde yaşarlarsa yaşasınlar; cehenneme gittikleri zaman mutlaka kendilerine bu sual sorulacaktır. Dizayn açık ve kesin olarak görünmektedir. Allah’ın resûlleri her kavme gitmişler, her kavimde mutlaka vazifeli kılınmışlardır. Kavmin içinden birisi o kavimde beas edilir, hayata getirilir. Bu resûl, onların dilini kullanan birisidir. İnsanların %90’dan fazlası cehenneme gidecektir. Cehenneme gidenlerin hepsine bu sual sorulur, hepsi de aynı cevabı verir: “Evet, bize resûller geldiler.”
Bu resûllerin dizaynına dikkatle bakın. Onlar insanlara Allah’ın âyetlerini söyleyerek: “Bakın şu şu şu âyetler gereğince Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetindesiniz. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” diye mutlaka uyarıda bulunmuşlardır.
Allahû Tealâ her ümmetin, her milletin bir resûlü olduğunu ifade etmektedir. Hangi ümmet (millet), hangi devirde yaşarsa yaşasın, mutlaka aralarında Allah’ın bir resûlü var olmuştur.

10/YUNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.

Her ümmetin, her milletin (hangi millet olursa olsun), bir resûlü mutlaka vardır. Yetmez, zamanın her devresinde vardır. Cehenneme giden herkese aynı sual sorulacağı için, insanlar hangi şehirde, hangi köyde, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, hangi zamanda yaşamış olurlarsa olsunlar, mutlaka onlara Allah’ın hakikatlerini söyleyen bir resûl onların kendi dilleri ile bunu ifade etmiştir.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de melek resûllerden ve cin resûllerden bahsetmektedir. Ama meleklerden ve cinlerden bir peygamber hiç olmamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de, melek resûller, cin resûller geçer; ama melek nebî, cin nebî hiç geçmez. Resûllerde, cinlerde ve meleklerde peygamberlik müessesesi mevcut değildir. Allahû Tealâ cinlere cinlerden, insanlara da insanlardan resûller geldiğini ifade etmektedir:

6/EN'AM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.

En’am Suresinin 130. âyet-i kerimesi, insan ve cin resûllerden bahsetmektedir. Allahû Tealâ: “Sizlerden resûller” diyor. İnsanlardan insan resûller tamam ama cinlerden de resûller var. Hangi resûl, hangi cin Allah’ın yoluna girip tâbiiyetini gerçekleştirmişse, onun başının üzerinde bir insan ruhu oluşur: Devrin imamının ruhu. Cinlerin ruhu yoktur. Bu sebeple cinin ruhu, bir cinin başının üzerine hiçbir şekilde gelemez. Ama cinlerden resûller olduğu kesindir. Aynı zamanda meleklerden de risaletle vazifeli olanların mevcudiyetini biliyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

22/HAC-75: Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.

Meleklerden ve insanlardan resûller tamam, ama meleklerden nebîler, hayır! Böyle bir müessese Kur’ân-ı Kerim’de yoktur. Allahû Tealâ melekleri, risaletle görevli kılmıştır. Meleklerden de insanlardan da vazifeli resûller vardır. Melek resûller ve insan resûller risaletle vazifelidirler. Ama ne meleklerden ne de En’am-130’da geçtiği gibi, cin resûllerden hiçbir zaman bir nebî oluşmamıştır. Her devirde, her kavimde, her kavmin içinde Allahû Tealâ’nın resûlleri mutlaka vardır. Ve onlara kendi lisanları ile hitap etmek üzere vazifelendirilmişlerdir. Her devirde Onların kendi içlerinden bir resûl, o kavimde beas edilen, o kavmin lisanı ile konuşan bir resûl söz konusudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.

Resûllere ulaşıp da tâbî olanların hepsi hidayete erenlerdir. Dalâlette olanlarsa, Allah’ın dalâlette bırakmayı diledikleridir. Sebep, Allah’a ulaşmayı dilememeleridir. Eğer dilemiş olsalardı, mutlaka Allahû Tealâ onları da hidayete erdirecekti. O zaman onlar da o resûle tâbî olacaklardı. İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesi, her kavimde resûl bulunduğunu, hepsinin de kendi lisanları ile o kavme hitap etmek üzere gönderildiğini ifade etmektedir. Öyleyse her kavimde bir resûl olmalı ki onların dilleri ile onlara hitap etsin. Nitekim, söylediğimiz âyetlerin hepsi ayrı bir cepheden bunu ispat etmektedir. Her kavimde, her devirde Allah’ın resûlleri yaşamışlardır.
5. cepheden olaya bakıyoruz. Allahû Tealâ, bütün nebîlerine mutlaka şeriat kitapları indirmiştir. Hz. Nuh’un, şeriat kitabı vardı. Hz. İbrâhîm’in şeriat kitabı vardı. Hz. Musa Tevrat’ın sahibidir. Hz. İsa, İncil’in sahibidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Kur’ân-ı Kerim’in sahibidir. Hepsinin şeriat kitabı vardır. Ve son nebî, son peygamber; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır evvel rahmetli olmasına rağmen, kıyâmete kadar bütün dünya kâinatın son şeriat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim ile amel edecektir.
Allah’ın bütün resûllerine kitap indirmesi söz konusu değildir. Peygamber (nebî) olmayan resûllere, Allahû Tealâ hiçbir zaman şeriat kitabı indirmez. Bir kısmına hiç kitap vermeyebilir, sohbet kitabı da vermeyebilir. Bir kısmına verdiği ise sohbet kitabıdır. Kitabın muhtevasını incelediğiniz zaman orada hiç kimseye Allahû Tealâ’nın bir emir göndermediğini görürsünüz. Eğer Allahû Tealâ, resûlüne kitap vermişse, bu kitapta hiç kimseye ait bir emir söz konusu değildir. “Bu kitaba tâbî olunacaktır, bu kitap şeriat ihtiva eder.” diye hiçbir kitap, Allah’ın nebî olmayan resûllerine indirilmemiştir. Allahû Tealâ onlara da kitap verebilir, yazdırabilir. Ama indirdiği kitapların hiçbirisi şer’î hüküm taşımaz, emredici esaslar ihtiva etmez. Bu kitaplar, Allahû Tealâ tarafından âyetler ile teçhiz edilebilir. Allahû Tealâ kitaplarını isterse âyet âyet yazdırır.
Hurafelerden birisi de: “Allahû Tealâ, peygamberlerden başkasına âyet indirmez.” ifadesidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

7/A'RAF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.

Allahû Tealâ âyetlerini nebî olmayan resûllere de verir, âyet âyet de indirir. Ama âyetlerde, indirdiği kitaplarda hiçbir emredici hüküm olmaz Allahû Tealâ nebîlerine mutlaka şeriat kitabı indirir. Allahû Tealâ diyor ki:

3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.

Allahû Tealâ burada: “Ey resûller, size kitap verdim ve hikmet verdim.” demiyor. “Ey nebîler size kitap verdim ve hikmet verdim.” diyor. Burada söz konusu olan şeriat kitabıdır ve sadece nebîlere verilir. Allahû Tealâ A’raf-175’de, nebî olmayan velî resûllere ve başka insanlara da âyetler indirdiğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ’nın nebîlerine şeriat kitabı indirmesi söz konusudur.
Gelelim, nebî resûller ile nebî olmayan resûller arasındaki farka. Bir kısım resûller tasarruf rızasına ulaşmamışlardır, bir kısım resûller tasarruf rızasına ulaşmışlardır. Allahû Tealâ tasarruf rızasına ulaşmış olan ve ulaşmamış olan resûllerinden bahsetmektedir. Buyuruyor ki:

72/CİN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).
Gaybı bilen Allah, gaybı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve ardından muhafız gönderir.

Allahû Tealâ tasarruf rızasına eren resûlün önünden ve ardından muhafız gönderir. Bir kişi resûl olsun da, Allah’ın rızasına ulaşmasın olur mu? Aslında o Allah’ın 7 tane rızasını almıştır. Âmenûler rızasını, tâbiiyet rızasını, vuslat rızasını, fizik vücudun teslimi rızasını, nefsin teslimi rızasını, irşada ulaşma rızasını ve iradeyi teslim etme rızasını almıştır. Bütün resûller bu standarttadırlar. Mutlaka iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdir.
Bütün resûller doğmadan evvel seçilmişlerdir. Nebî resûl de olsalar, nebî olmayan velî resûl de olsalar mutlaka seçilmişlerdir. Ama eğer tasarruf rızasının sahibi değilse, huzur namazının imamlığını yapamaz. İşte burada Allahû Tealâ, rızaya ulaşmamış olan resûllerinin var olduğunu kesin olarak ifade etmektedir. Nebî resûller rızaya ulaşmış, tasarruf rızasının sahibi olan resûllerdir.
Allahû Tealâ resûllerden dilediğini tasarrufu altına alır. Bunu ne zaman yapar? Eğer bir nebî resûl yoksa, Allahû Tealâ o zaman velî resûllerden, kavim resûllerinden birini seçer. O’nun iradesini teslim alarak, huzur namazının imamlığına vekâleten tayin eder. Allahû Tealâ’nın direkt standartlarda nebî olarak tayin ettiği, nebîliğe, nübüvvete lâyık gördüğü, dünyadaki en üstün insanlar nebîlerdir (peygamberlerdir). Allah’ın indindeki en üstün insanlar peygamberlerdir.
Her nebî mutlaka zamanının huzur namazının asaleten imamıdır. Ama nebîlerin olmadığı fetret devreleri vardır. O devirler de Allahû Tealâ kavim resûllerinden bir tanesine vekâleten huzur namazının imamlığı görevini verir. O zaman o tasarruf rızasının sahibidir. Cin-26 ve 27’de bahsedilen rızanın sahibi olan resûl, gene kavim resûlüdür. Nebî yoksa, huzur namazının imamıdır. Eğer nebîyse gene rızaya ulaşan bir resûldür, nebî resûldür. Ve huzur namazının asaleten imamıdır.
7. açıdan meselemizi inceliyoruz. Allahû Tealâ’nın dizaynında “Bütün nebîler resûldür ama bütün resûller nebî değildir.” 6 cepheden ispat ettik ki; bütün resûller nebî değildir. Hiç kimse rızaya ulaşmamış bir resûlün nebî olduğunu iddia edemez. Öyleyse şimdi, nebî resûllere bakıyoruz. Nebî resûller 5 görevle görevli kılınmışlardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Bir evvelki âyette bahsedilen başımızın üzerindeki ni’met gibi, Allahû Tealâ: “Sizin aranızdan birisini nebî-resûl olarak gönderdi.” diyor.
1- Size Allah’ın âyetlerini okusun, diye.
2- Nefsinizi tezkiye etsin, diye.
3- Kitap öğretsin, diye.
4- Hikmet öğretsin, diye.
5- Hikmetin ötesini öğretsin, diye.
Bunlar nebî resûllerdir. Görevleri beş tanedir. Bütün nebîler peygamberdir ve mutlaka resûldür. Ama bütün resûller peygamber değildir. Allahû Tealâ diyor ki:

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Onlara, onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır. Ondan evvel (bu resûle tâbî olmadan evvel) onlar, açık bir dalâlet içinde idiler.

Buradaki resûl, dört görevin sahibidir ve peygamber değildir.
1- Allah’ın âyetlerini tilâvet etmek.
2- Nefsleri tezkiye etmek.
3- Kitap öğretmek
4- Hikmet öğretmek.
Peygamber olmayan resûller için hikmetin ötesini öğretmek yoktur. Öyleyse Allah’ın söylediklerine kulak verelim. Allahû Tealâ açık ve kesin olarak nebîlerin hepsinin mutlaka resûl olduğunu ifade etmektedir. O konumuzun dışında hurafe falan değil, Kur’ân’ın temel gerçeğidir. Ama kim derse ki: “Bütün resûller de nebîdir.” Hayır! Bütün resûller nebî değildir.
7 ayrı cepheden konuyu inceledik. Yetmez, nebîlerin arasında fetret devirleri vardır. Ama resûller bütün kavimlerde, bütün zaman parçalarında yaşarlar. Nebîlerin arasında fetret devirleri var mıdır? Evet. Hz. Musa’dan yüzlerce sene sonra Hz. İsa gelmiştir. Hz. Musa’dan sonraki nebî, Peygamber Hz. İsa’dır. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de her ikisinin de nebî olduğunu ifade etmektedir. Hz. İsa’dan 600 sene sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) gelmiştir. Hz. İsa’da nebîdir, Peygamber Efendimiz (S.A.V) de nebîdir ve son nebîdir. Nübüvvet müessesesi, peygamberlik müessesesi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ile sona ermiştir. Ondan sonra artık nebî gelmeyecektir, peygamber gelmeyecektir. Ama bütün kavimlere resûller gelmekte devam edecektir.
Öyleyse resûllere ve nebîlere dikkatle bakın. Bir nebîye karşılık yaklaşık bin tane resûl düşer. Kavimlerin sayısını 100 kabul edelim. 100’den fazla kavim vardır; ama 100 kabul edelim. İnsanların da ortalama yaşları 50’dir, 60’dır, 70’tir. Ama 80, 90, 100 değildir, onu da 100 kabul edelim. Resûllerin herbirinin 100 sene yaşadıklarını kabul edelim ki; ortaya çıkan rakam aslında realiteden küçük bir rakam olsun; bu rakam 1000’dir. Hz. İsa’dan bu tarafa 2000 yıl geçmiştir. 2000 yılda Hz. İsa ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) olmak üzere iki tane peygamber, iki tane nebî oluşmuştur. Ve 100 kavmin herbirinde bir resûl, ortalama ömrü de 100 sene ise, tam 20 nesil. 2000 yıl tam 20 nesli ifade eder. Her kavimde bütün devirlerde Allah’ın bir resûlü yaşadığına göre ,100 kavmin her birinde 20 tane resûl yaşamış olur. 20 tane 100 de tam 2000 eder. Öyleyse 2000 yıl içerisinde bütün kavimlerdeki kavim resûllerinin sayısı 2000’dir. Nebîlerin, peygamberlerin sayısı ise sadece 2. Öyleyse her bin tane kavim resûlüne bir tane nebî karşılık gelmektedir.
Hz. İsa’dan sonra 600 yıl nebî yoktu. Huzur namazının imamları nebîlerden oluşmadı. Allahû Tealâ kavim resûllerinden uygun gördüğüne herhangibirine vazife verdi. Huzur namazının imamlığını onlar yaptılar. Ta ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e sıra gelsin, nebî olarak Allahû Tealâ ona görev versin. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra 2000 yılına kadar, 0’dan 2000 yılına kadar 2000 yıl geçer. Resûller 100’er sene yaşamış olsa, huzur namazının tam 20 tane imamı gelmiş geçmiştir. Bunlardan gerçek imam olanlar, aslî imam olanlar, asaleten huzur namazının imamlığını yapanlar, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir. Onun dışındakilerin hepsi vekildirler. Hepsi sadece resûldürler, nebî değillerdir, hiçbir zaman da nebî olmaları mümkün değildir.
Eğer insanlar diyorlarsa ki: “Bütün nebîler resûldür.” bu gerçek anlamda Kur’ân-ı Kerim’i ifade eden bir muhteva taşır. Kur’ân-ı Kerim aynen böyle söylemektedir: “Bütün nebîler mutlaka resûldür.” Onlar, Allah’ın risalet görevi verdiği insanlardır. Ama bizim dîn adamlarımız diyor ki: “Nasıl bütün nebîler resûlse, bütün resûller de nebîdir.” Cemaatlerin başında: “Nebîler resûl de değillerdir, nebîler resûlün de altında rüyalarla falan hareket eden birtakım insanlardır.” diyecek kadar Kur’ân’dan habersiz dîn adamları yer almaktadır.
Sevgili kardeşlerim, Kur’ân bilgisi asıldır, temeldir. Eğer Allahû Tealâ bize Kur’ân’ı öğretmemiş olsaydı, gerçekten korkunç bir cehalet içinde yüzmüş olacaktık. Allahû Tealâ ayrı ayrı cephelerden bize ispat ediyor ki: “Bütün resûller nebî değildir.” Saydığımız cepheleri birer birer düşünelim. Hiç kimse söylediğimiz şeyin artık aksini iddia edemez.
Cehennem bekçilerinin sorduğu: “Size resûl gelmedi mi ve size âyetlerini okuyup da, ‘Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, gideceğiniz yer cehennemdir.’ diye buraya geleceğinizi söylemedi mi?” sualinin cevabı, cehenneme giren herkes için “Evet” olmuştur, olacaktır. Kur’ân’a göre olmuştur. Çünkü Allah’a göre geçmiş zaman, gelecek zaman yoktur. Bize göre olacaktır, bizler mahlûkuz.
8 ayrı cepheden sizlere ispat ettik ki; bütün resûller asla nebî değillerdir, resûllerin sayısı nebîlerin 1000 katı kadardır: asgarî bir nebîye en az 1000 resûl, kavim resûlü tekabül eder. Geçen zaman parçalarına göre hesaplama en az bu kadar resûlü ifade eder. 2000 tane resûle karşı 2 tane nebî.
Unutmayın! İnsanların %90’dan fazlasının gideceği yer cehennemdir. Bu insanlar dünyanın her tarafında yaşayanlardan birileridir. Zamanın her parçasında yaşayanlardan birileridir. Ama hepsi de “Evet” cevabını vereceklerdir. “Evet. Bize Allah’ın resûlü geldi ve senin söylediğin şeyi bize söyledi.”
Allahû Tealâ hiçbir kavmi, hiç kimseyi bir resûl göndermedikçe cezalandırmaz. Son 2000 yıl için; 2000 kavim resûlüne karşı, 2 tane nebî resûl, 2 tane nebî, 2 tane peygamber söz konusudur. Kur’ân asıldır. Hurafelere inanmayın.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Söyledikleriniz doğru ise peki insanlar gönderilen bu Resulleri nasıl tanıyıp bilecekler?

Yardım namazıyla, rüya ile mi?

Hal, rüyadan üstündür.. Ona bile itibar yokken rüyalara nasıl itibar etmemizi beklersiniz ki?

Rüya ile amel edilmez..

Bu genel bir kaidedir..

Siz bu tarz bilgilerle insanların kurtuluşuna değil, büyük bir uçuruma yuvarlanmasına sebeb olabilirsiniz!

Biri de çıkar o Resul değil ben Resulum deyiverir.. Peygamber Efendimiz zamanında dahi olmuş.. Çıkmış bir yalancı demiş:

"Dünyanın yarısı senin, yarısı benim olsun Muhammed! Sen bana ilişme ben de sana ilişmem!"

"Sana şu elimdeki hurma dalını dahi vermem! Yer de Allah'ındır, gök de! Kaldı ki senle aramızda paylaşmamız mümkün olsun!"

Bu yalancıyı Ebu Bekir Sıddık Efendimiz hak ettiği yere göndermiştir..

İnsanları aldatan Allah'tan değildir.. Şüphesiz kendi nefsinden ve Şeytandandır..

Yalancı Resuller çıkacağını zaten bildirmiş mübarek Peygamber Efendimiz.. Burdan bunu da anlıyoruz..

Aldandığınız Rüya'ya başkalarını da bulaştırmak istiyorsunuz..
 

balamir

Üye
Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
96
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
anadolu
Söyledikleriniz doğru ise peki insanlar gönderilen bu Resulleri nasıl tanıyıp bilecekler?

Yardım namazıyla, rüya ile mi?

Hal, rüyadan üstündür.. Ona bile itibar yokken rüyalara nasıl itibar etmemizi beklersiniz ki?

Rüya ile amel edilmez..

Bu genel bir kaidedir..

Siz bu tarz bilgilerle insanların kurtuluşuna değil, büyük bir uçuruma yuvarlanmasına sebeb olabilirsiniz!

Biri de çıkar o Resul değil ben Resulum deyiverir.. Peygamber Efendimiz zamanında dahi olmuş.. Çıkmış bir yalancı demiş:

"Dünyanın yarısı senin, yarısı benim olsun Muhammed! Sen bana ilişme ben de sana ilişmem!"

"Sana şu elimdeki hurma dalını dahi vermem! Yer de Allah'ındır, gök de! Kaldı ki senle aramızda paylaşmamız mümkün olsun!"

Bu yalancıyı Ebu Bekir Sıddık Efendimiz hak ettiği yere göndermiştir..

İnsanları aldatan Allah'tan değildir.. Şüphesiz kendi nefsinden ve Şeytandandır..

Yalancı Resuller çıkacağını zaten bildirmiş mübarek Peygamber Efendimiz.. Burdan bunu da anlıyoruz..

Aldandığınız Rüya'ya başkalarını da bulaştırmak istiyorsunuz..

seni şimdi tebrik ediyorum.Unutma yanlışlarına düşmanım sana değil.Sen de benim yanlışlarımı görürsen net olarak söyle..
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Bu tarifte bir tuhaflık yok mu ?

Aramızda ;
HER NEBİ RASUL'DÜR AMA, HER RASÛL NEBİ DEĞİLDİR !!!!!!
diyener var.


Ehl-i sünnet kelamcılarının çoğu resul ile nebi arasındaki farkı şu şekilde belirtmişlerdir: Resul; Allah'ın kendisine vahy ederek tebliğe memur ettiği ve kendisini kitab ve yeni bir şeriatla gönderdiği kimsedir. Veya resul, Allah'ın emrine muhalefet edenlere bilmedikleri ilahî hükümleri veya tamamen unutulmuş bir şerîatı getiren, veyahut, geçmiş şerîattan insanların riayet etmeyerek unutup kaybettikleri kısımları ihya ederek tebliğ eden kimsedir.
Nebi ise,Allah'ın kendisine vahyettiğinden insanları haberdar eden kimsedir ki; kendisine ait müstakil bir şeriatı olmayıp, önce gönderilen peygamberin şeriatı ile hükmeden ve insanlara bunu açıklayan ve bu şeriata uymalarını emretmekle mükellef olandır. Nebi, tebliğ ettiği hususlara karşı koyanlarla harp etmez; sadece tebliğ ve ikaz ile yetinir. Ona belli konularda özel haberlerde vahyedilir.
Kur'an-ı Kerim'de bir ayette nebi kelimesi resul kelimesine atf olunur: "Biz senden evvel hiç bir resul ve hiç bir nebi göndermedik ki... ' (el-Hacc, 22/52). Bu cümle "Oraya hiç bir âmir ve memur gelmedi ki..." cümlesine benzer. Eğer resul ile nebi eş anlamlı olsaydı, Allah'ın belagatlı olan bu ayetinde birbirine atf edilerek tekrar edilmeleri güzel olmazdı. O halde ma'tufun, ma'tüfun aleyhden (kendisine atf edildiği kelimeden) başka olması zarureti vardır. Bu atıf, resul ile nebi arasında farkın olduğuna delâlet eder. Bu ayet ile peygamberliği rütbeleri veya faziletleri farklı iki grup için ispat etmek mümkün oluyor. Bir hadisi şerifde de Enbiya'nın adedi 124 bin veya 224 bindir. Bunların içinden 315'i resuldür" (Ahmed b. Hanbel, V, s. 226) buyurulmuştur.
Hâl böyle olunca nasıl olur da ***Her nebi resuldür ama her resul nebi değildir. *** denilebilir. Rasûl kendisine kitap gelen peygamber olunca, her Nebi nasıl olur da Rasul olur ?
Bilen kardeşlerin bilgilendirmeleri ricasıyla...
 
Üst