Kur'an Odaklı Milliyetçilik, Çağdaş Türk-İslâm Tasavvuru ve Türk Cihan Hâkimiyeti

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Kur'an Odaklı Milliyetçilik, Çağdaş Türk-İslâm Tasavvuru ve Türk Cihan Hâkimiyeti

Kur'an Odaklı Milliyetçilik, Çağdaş Türk-İslâm Tasavvuru ve Türk Cihan Hâkimiyeti

Millet


Arâmîce, İbrânîce ve Arapça; Semitik dil âilesine mensup akrabâ dillerdir. "Melel" kelimesi Arâmîce ve İbrânîce'de "söylemek" anlamına, "mille" sözcüğü ise "kelime" mânâsına gelir. Arapça'da "İmlâl" kökünden türeyen "millet" kelimesi; ezberden yazdırılması, dikte edilmesi, okunan ve işitilen bir şeyi belirtmesi bakımından "din" anlamında kullanılmıştır. Yâni müşterek bir dînin/hukûkun, tâkîb edilen ortak bir ideolojinin mensuplarına "millet" denir. Millet ve milliyetçilik kavramlarının Fransız Devrimi'nden sonra anlam değişikliğine uğraması ve "Profan Ulusçuluk" mânâsında kullanılmaya başlanması Avrupa'nın bakış açısını yansıtmaktadır. Allah Kur'an'da millet sözcüğünü "gidilen yol" şeklinde târif etmiştir.


"Kendini bilmezlerden başka kim İbrâhim'in milletinden yüz çevirir?" (Bakara 130)


Milliyetçilik


Milleti/milliyetçiliği dışlayan bir Müslümanlık anlayışı Kur'an'a ne kadar ters ise, Müslümanlığı dışlayan bir milliyetçilik anlayışı da Kur'an'a o kadar terstir. Zîrâ Kur'an bu iki kavramın birbirlerinden farklı olmadığını, birbirlerini tamamlayan iki kavram olduğunu belirtiyor. Allah insan topluluklarını kabîlelere ayırdığını, toplulukların soylar hâlinde yaşadığını, birbirlerini tanımaları, yâni birbirlerinin haklarına riâyet etmeleri gerektiğini söylüyor. Böylece milletler millî varlıklarını muhafaza ederek birbirleriyle kültürel etkileşim içine girecekler, bilgi alışverişinde bulunacaklar, ekonomik/siyâsî anlaşmalar yaparak dünyâ medeniyetine evrensel anlamda katkı sağlayacaklardır. Kur'an üstünlüğün takvâda olduğunu belirtmiştir. Müslüman Türk milleti târihteki misyonu bakımından en takvâlı millettir. Türk-İslâm medeniyeti cihanşümûl bir medeniyetin sancaktarlığını yapmış ve "Yaratılanı severim Yaratan'dan ötürü" perspektifiyle hareket ederek insanlar arasında din ve ırk ayrımı gözetmeksizin sevgiyi, barışı ve adâleti têsîs etmiştir.


"Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi soylara ve kabîlelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız; O'na karşı sorumluluk bilinci/takvâsı en güçlü olanınızdır. Kuşkusuz Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. (Hucûrat 13)


Allah insanları soylara/kabîlelere ayırdığını söylerken ve "millet" dediğimiz sosyal teşekkülün varlığını kabûl ederken, müslüman olduklarını iddia eden bâzı kişi ve kuruluşların milleti ve mlliyetçiliği inkâr etmeleri Kur'ân'a muhalefet ettiklerinin göstergesidir. Bilgisizlikten inkâr ediyorlarsa Kur'ân'ı idrâk ederek okumalarını temennî ederiz. Kasıtlı inkâr ediyorlarsa Kur'ân'a muhalefet etmekten vazgeçmelerini dileriz. Millet "gidilen yol" anlamına, milliyetçilik de "gidilen yolu tâkip etmek" mânâsına geldiğine göre, Türk milletinin dîni de İslâm olduğuna göre, millet ve milliyetçilik dînî kavramlardır. Milliyetçiliğimiz mânevî bilinçten ve psikolojik mensûbiyet duygusundan ibârettir. Samîmî biçimde "Ben Türk'üm" diyen, "kökenim farklı" diyerek azınlık ırkçılığı yapmayan, Müslüman Türk milletinin yükselmesi ve güçlenmesi için çaba sarf eden herkes Türk'tür. Hülâsâ Türklük bir yoldaşlık hukûkudur ve gâyemiz/istikâmetimiz "Sırât-ı Mustakîm" olmalıdır.


Kimliğin/kişiliğin oluşum sürecinde genetiik unsurlar kadar çevresel faktörler ve koşullar da önemlidir. İnsan sosyal bir varlıktır. Birey kimliğini inşâ ederken özelden genele/benlikten bizliğe doğru bir dönüşüm yaşar ve toplumsal statüsünü belirleyerek âidiyet bilinciyle hareket eder. Önemli olan ve dikkat etmemiz gereken husus âidiyetin/mensûbiyetin hangi unusurlarla donatılacağı ve yönlendirileceğidir. Bugünün çocukları yarının büyükleri olacaklardır. Yetişecek çocuklarımızın dînî/millî mensûbiyetlerini özümsemeleri ve kolektif bir kimlik kazanmaları lüzûmu vardır. İnşâ edilen millî kimliğin Kur'an âyetleriyle çelişmemesi ve tevhid eksenli olması gerekmektedir.


Milliyetçilik dünyâ hayâtı denen çetin yaşam alanında ayakta kalmak için sosyal bir ihtiyaç ve zorunluluktur. Güçlünün/koşullara en iyi uyum sağlayanın ayakta kalabildiğini, güçsüzün/koşullara uyum sağlayamayanın tabiatta elendiğini/yok olduğunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Tabiatın işleyiş tarzıyla çelişmeyen, Allah'ın doğadaki âyetlerini idrâk eden bir millet varlığını sürdürebilir. Bunu idrâk edemeyen milletler ise vâroluş mücâdelesinde yenik düşerler. Zîrâ ne kadar haklı olursanız olun, güçlü değilseniz ve içinde bulunduğunuz şartlara uyum sağlayamıyorsanız, haklı olmanızın hiçbir faydası olmayacaktır. Hakkımızı savunmak istiyorsak güçlü olmak mecbûriyetindeyiz. Kuvvetli olmanın başlıca koşulu birlik olmaktır. Birlikten kuvvet doğar. Müslüman Türk milletini tehdît eden unsurlara karşı tek yumruk olmalıyız. Aynı dîne inanan, aynı dili konuşan, müşterek bir ülkünün mensûbu olan topluluk millet olma şuuruna erişmiş demektir. Bu unsurlardan biri eksik olursa o topluluğa millet değil, yığın denir. Millet olamayan, ortak bir dâvânın etrâfında kenetlenmeyen dağınık yığınlar başka milletlerin kölesi oldukları gibi, milliyetçiliği devlet politikası hâline getirmeyen devletler de emperyalist güçlerin sömürgesi olurlar.


Millet büyük bir âile gibidir. Âile fertleri birbirlerini sevmek, tehlikelerden korumak ve yardımlaşmakla mükelleftirler. Bu insânî bir görev ve sosyal bir sorumluluktur. Kendi âilesinin mutluluğunu istemeyen, âile bireylerini tehlikelerden korumayan, âilenin dağılmasına sebep olan kişilerin insanlığından söz edilemeyeceği gibi, akıl sağlıklarından da kuşku duymak gerekir. Türk milliyetçiliğinin temelinde insan sevgisi vardır. Milliyetçiliği insânî bir görev, aklî ve vicdânî bir sorumluluk/ideal olarak değerlendirmeliyiz. İdeal; düşüncede beliren ve biçimlenen, ulaşılmak istenen mükemmel gâye demektir. İdealist ise tasavvur ettiği ülkünün gerçekleşmesi için mücâdele veren kişi demektir. Müslüman Türk milletinin mensupları olarak idealist bir toplum inşâ etmeliyiz.


Nizâm-ı Âlem


İslâm âleminin düştüğü üzücü durumun en büyük sebebi Türklerin güç kaybetmesidir. Zîrâ İslâm coğrafyasında Türk yönetimi hâkimken, ümmetimiz barış ve huzûr içerisinde yaşıyordu. Türkler bu toprakları kaybedince İslâm coğrafyasında gözyaşı ve zûlüm hâkim olmaya başladı. İslâm'ın ve müslümanların yeniden güçlenmesini, barış ve huzûr içerisinde yaşamasını istiyorsak, Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin destekçileri olmalıyız. Nizâm-ı Âlem dâvâsı bütün dünyâ milletlerinin Türk'ün himâyesinde müreffeh ve mutlu yaşamalarını, din ve vicdan hürriyetlerinin korunmasını ve dünyâ genelinde adâletin, sevginin, barışın sağlanmasını hedefleyen bir ülküdür. Türk-İslâm uygarlığı insânî, dînî ve vicdânî açıdan mânevî bir üstünlüğün temsilcisidir. Dünyânın huzûra kavuşması için yüksek Türk kültürünün mânevî değerlerinin evrensel anlamda egemen olması gerekmektedir.


Haçlı Seferleri Bitmemiştir


Müslüman Türk milletine yapılan saldırıların kökeninde İslâm düşmanlığı yatmaktadır. 1071'de gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesi'nde Alp Arslan'ın komutasında Müslüman Türk milleti olarak Bizans ordusunu yenilgiye uğrattık ve Anadolu'yu İslâm yurdu hâline getirdik. Anadolu'nun müslümanların vatanı olmasını, bu topraklarda ezan okunmasını, namaz kılınmasını, tevhîdin egemen olmasını hâlâ içine sindiremeyen haçlı zihniyeti, Anadolu'yu Müslüman Türk milletinin elinden almak, emperyalizmin kontrol ettiği bir coğrafya hâline getirmek için Türk milletine saldırmaktadır. Bu saldırılarını finansal ve lojistik destek sağladığı taşeron terör örgütleriyle yapmaktadır. Türk milletinin can güvenliği tehdît altındadır.


Siyonist-Haçlı İttifakı


Siyonist-Haçlı ittifâkı PKK'yı ve diğer terör örgütlerini taşeron olarak kullanmakta, "böl-parçala-yönet" taktiğini uygulayarak Türkiye'de ve Orta Doğu'da kaos yaratmakta ve bunların netîcesinde Büyük İsrâil Projesi'ni gerçekleştimeyi hedeflemektedir. Amerika, küresel finans sektörünü kontrol eden Yahudi lobisi tarafından yönetilmektedir ve Orta Doğu'yla ilgili politikalarını İsrâil'in menfaatine göre şekillendirmek zorundadır. Orta Doğu'da etnik ve mezheb çatışmalarının körüklenmesi, ulus devletlerin parçalanması ve İsrâil'in denetiminde kukla devletçikler kurulması Siyonist-Haçlı ittifâkının başlıca hedefidir.


PKK Marksist/Leninist/Stalinist/dinsiz bir terör örgütütüdür. Müslüman Türk askerini ve polisini şehît eden, sivil halka saldıran, kundaktaki bebekleri kurşuna dizen, câmiîleri yakan teröristler; Türkiye'nin bir parçasını bölmeye çalışarak Siyonist-Haçlı ittifâkına hizmet etmektedirler. Yâni bu savaş Müslümanlar ile emperyalist güçler arasında yaşanmaktadır. Bir tarafta Müslüman Türk askeri ve polisi, diğer tarafta emperyalist ülkelerin finansal ve lojistik destek sağladığı teröristler.


İslâm âleminin hazin durumu ortadadır; Yanmış-yıkılmış evlere, tecâvüze uğrayan kadınlara, işgâl kuvvetlerinin saldırıları sonucu yaşamını yitiren erkeklere ve bu zûlümler yetmiyormuş gibi kendi içerisinde mezheblere bölünen ve mezheb ayrılıklarından dolayı birbirlerini öldüren Müslümanlara üzülerek şâhit olmaktayız.


Allah Mezheblere Bölünmeyi Yasaklamıştır


"Dinlerini parça parça edip gruplara/fırkalara/mezheblere ayrılanlarla senin hiçbir ilgin/ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir." (En'âm 159)


"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, gruplara/hiziplere bölünüp parçalanmayın..." (Âl-i İmran 103)

Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra ihtilâfa düşüp fırkalara/gruplara bölünenler gibi olmayın. "Böyle olanlar (bölünenler) için çok büyük bir azap vardır." (Âl-i İmran 105)

Türk Cihan Hâkimiyeti


Milliyetçiliğin Fransız devrimiyle başladığını iddia edenler yanılıyorlar. Târihte milliyetçiliğin temelleri Hun Türklerinin hükümdarlarından Çiçi Yabgu tarafından atılmıştır. Çiçi Yabgu Mîlattan Önce 36 yılında Çin kuvvetleri ile yapacağı savaştan evvel Türk ordusunu cesâretlendirmek amacıyla milliyetçi bir konuşma yapmıştır.


"Boyun eğmeyeceğiz, çünkü bu, şan ve şerefle yaşamış olan ecdâdımıza yapılacak ihânetlerin en büyüğüdür. Atalarımız bize geniş ülkelerle birlikte hürriyet ve istiklâl emânet ettiler. Savaşçı ve süvâri hayâtımız sâyesinde yabancıları titreten bir millet olduk. Korumakla mükellef olduğumuz bütün bu emânetleri basit bir ömür uğruna fedâ edemeyiz. Hepinizin de bildiği gibi savaşta yiğitlerin kaderi ölümdür. Biz ölsek de kahramanlığımızın şânı yaşayacak, çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin yöneticisi olacaklardır." (Çiçi Yabgu)


Haksızlığa uğrayan ve imhâ edilmeye çalışılan Türk milletini savunmak her Türk'ün birinci görevi olmalıdır. Asırlar boyunca İslâm'ın sancaktarlığını yapmış bir milleti müdafaa etmek müslümanlığımızın göstergesidir. Zîrâ Türklük yaşarsa İslâm da yaşar, Türklük zayıf düşerse İslâm da zayıf düşer. İslâm'ın ve müslümanların kaderi Müslüman Türk milletine bağlıdır. Târihin bize öğrettiği hakîkat budur. Târihi idrâk ederek incelediğimizde Türklerin yükselişiyle birlikte İslâm'ın da yükselişine, Türklerin güç kaybetmesiyle birlikte İslâm'ın da güç kaybettiğine tanık oluyoruz. Târih tekerrürden ibârettir. Demek ki yaşadığımız çağda ve istikbâlde Türklük güçlenirse İslâm da güçlenecektir, Türklük zayıf düşerse İslâm da zayıf düşecektir. Türk milletine düşmanlık edenlerin gerçek niyetleri İslâm'ı zayıflatmak ve böylece Siyonizmi ve haçlı zihniyetini güçlendirmektir. İslam'ı gâye edinen, Kur'an ahlâkını dünyâ üzerinde egemen kılmayı amaçlayan Türk-İslâm ülküsü öncelikle Müslüman Türk milletinin, sonra da bütün İslâm âleminin müşterek dâvâsı olmalıdır. Ahlâkın/mâneviyâtın/kardeşliğin hâkim olduğu bir dünyâyı inşâ etmek Türk milletinin târihsel misyonu olduğu gibi, çağımızda ve istikbâlde de birinci vazîfesi/hedefi olmalıdır.


Oğuz Destânı ve Göktürk Kitâbeleri'nde değinilen "Kut inancı" gereği Türk Kağanının hem Türklerin, hem de bütün dünyânın Kağanı olduğuna inanılır ve fetihler bu inanca uygun olarak gerçekleştirilirdi. Uygurca yazılmış olan Oğuz Destanı'nda Oğuz Han şöyle diyordu: "Kun tuğ bolgıl, kök kurıkan." Yani: "Güneş tuğumuz (bayrağımız) olsun; gök de çadırımız." Türkler bunu söylerken kendi dünyâ imparatorluğu ideallerini ifâde etmiş oluyorlardı. Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi Bilge Kağan'ın da Orhun Yazıtları'nda değindiği bir ülküdür.


"Ey Türk milleti. Ben ki Tanrı’nın izniyle tahta oturmuş Türk Bilge Kağan. Sözümü sonuna kadar dinle. Önce kardeşlerim, çocuklarım, sonra bütün soyum. Güneydeki Şatlar, Apalar, kuzeydeki Tarkanlar, buyruk beyleri, Otuz Tatar, Dokuz Oğuz Beyleri. Milletim, bu sözümü iyice işit, iyice dinle. Üstte mâvi gök, altta kara yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunun üzerinde de atalarım Bumin Kağan ve İstemi Kağan hükümdâr olmuş. Türk milletinin ilini tutmuş, töresini düzenlemişler. Ordu yürütüp dört bir yandaki başlıya baş eğdirmişler, dizliye diz çöktürmüşler." (Bilge Kağan)


Türkler İslâm'ın kabûlünden önce de cihanşümûl bir egemenliğin temsilcisiydiler. İslâm'ın kabûlünden sonra bu evrensel dâvâ fetih formuna dönüşmüş/İslâmî bir versiyona bürünmüş, Türk kahramanlığı ve İslâm inancı mükemmel bir uyum göstererek Türk-İslâm medeniyetini meydana getirmiştir. Önce Altaylar'dan Tuna'ya kadar tek bayrak altında toplanmış siyâsî/kültürel/ekonomik bir Türk Birliği ve Turan Devleti, sonra Türk'ün himâyesinde bütün İslâm âlemini içine alan Türk-İslâm Birliği ve nihâyetinde adâletin/barışın/sevginin egemen olması için bütün dünyâyı kapsayan Türk cihan hâkimiyeti gerçekleşmelidir.


Ahlâk


Tabiat boşluk kabûl etmez. İnsan mensûbiyet ihtiyâcı hisseden bir varlıktır. İnsan ruhûnun gereksinim duyduğu boşluklar dînî/millî bir mensûbiyet şuuruyla doldurulmaz ise, kişiler ve toplumlar amaçsız/hedefsiz yığınlar hâline gelirler. İnsânî, dinî, vicdânî, ve millî özelliklerle donatılmamış bireylerin yaşadığı bir dünyâda hırsızlık, haksızlık, sömürgecilik, merhametsizlik, alkol, uyuşturucu, şirk, zînâ ve vicdansızlık egemen olur. Dünyânın yaşadığı ahlâkî dejenerasyonun sebebi budur. Ahlâksız bireyler ahlâksız âilelere, ahlâksız âileler ahlâksız sülâlelere, ahlâksız sülâleler ahlâksız milletlere, ahlâksız milletler ahlâksız devletlere, ahlâksız devletler de ahlâksız bir dünyâya sebebiyet verirler. Ahlâksızlık virüs gibidir. Bu virüse karşı kendimizi korumak için İslâm ahlâkını yaşamalıyız.


"Ey imân edenler! Hamr (aklı örten/zihnî melekelerin doğru çalışmasını engelleyen içkiler ve maddeler) Meysir (kumar ve şans oyunları) Ensab (putlaştırılan mezarlar/kutsallık yüklenen yatırlar/türbeler) Ezlam (Falcılık/medyumculuk) şeytan işi pisliklerdir. O hâlde bunlardan kaçının/uzaklaşın ki kurtuluşa eresiniz." (Mâide 90)


"Zînâya yaklaşmayın (Zînâya zemin oluşturacak davranışlardan/ortamlardan uzak durun) Çünkü zînâ son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur." (İsrâ 32)


"Rabbin başkasına değil, yalnızca kendisine kulluk etmenizi emreder. Bir de annenize ve babanıza iyilik etmenizi/iyi davranmanızı emreder. Eğer onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "Of" bile deme ve onları azarlama. Onlara gönül okşayıcı sözler söyle." (İsrâ 23)


"Gerçek şu ki, Allah adâleti, iyiliği ve akrâbaya yardım etmeyi emreder. Yüz kızartıcı işleri, fenâlığı ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp nasihat alasınız diye size öğüt veriyor." (Nahl 90)

"Hakkında bilgin olmayan bir şeyin ardına düşme/zanda bulunma. Çünkü kulak, göz ve gönül bunlardan sorumlu tutulacaktır/sorguya çekilecektir." (İsrâ 36)

"(Ticârette/alışverişte) ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün, hîlesiz terâzi kullanın. Bu davranış hem (dünyâda) daha hayırlıdır, hem de (âhiretteki sonucu bakımından) daha güzeldir." (İsrâ 35)


"Ey îmân edenler! (Birbiriniz hakkında) kötü zandan (doğruluğundan emîn olmadığınız konuda fikir yürütmekten) kaçının. Muhakkak ki bâzı zanlar ağır bir vebâldir. Birbirinizin gizlisini (özel hayâtını) araştırmayın ve birbirinizin gıybetini/dedikodusunu yapmayın..." (Hucûrat 12)


Kur'an Türkçe Okunmalıdır


Millet olmanın en büyük göstergelerinden biri dil meselesidir. Dil milletlerin millî varlıklarının korunmasında birinci sırada gelmektedir. Allah Kur'an'da dilin önemine değinmiştir.


"Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun âyetlerindendir. Bunda ilim sâhipleri için (Allah'a yönlenmenizi sağlayacak işâretler) vardır. (Rum 22)


Yeryüzündeki bütün diller Allah'ın âyetleri olarak değerlendirilmeli, Allah'a yönlendiren bir unsur olarak kabûl edilmeli ve İslâm'ın evrensel öğretilerinin rehberliğinde dünyâ medeniyetinin gelişmesini/ilerlemesini sağlamalı ve uygarlıklar arasında barışın/adâletin têsis edilmesi için iletişim vazîfesi görmelidir. Kur'ân'a baktığımızda peygamberlerin Allah'ın mesajlarını kendi toplumlarına o toplumun kendi diliyle tebliğ ettiklerine tanık oluyoruz.


"Biz her peygamberi yalnızca kendi kavminin diliyle gönderdik ki, mesajı onlara açık ve net olarak anlatsın, açıklasın." (İbrâhim 4)


Demek ki müslüman toplumların Kur'ân'ı kendi dilleriyle idrâk ederek okumaları gerekiyor. Mânâsını bilmeden anlamadığımız bir dille okunan âyetlerin özel ve sosyal hayatımıza hiçbir olumlu etkisi olmayacaktır. Allah Kur'an'da anlamadan okuyan ve dolayısı ile okuduklarını kişisel ve toplumsal hayatına yansıtmayanları "kitap yüklü eşek" olarak târif etmektedir.


"Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür. Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez." (Cumâ 5)

Müslüman Türk milleti olarak Kur'an'la yükümlüysek, şahsiyetimizi vahiyle inşâ etmeyi hedeflemişsek ve sorumlu tutulduğumuz âyetleri idrâk edip uygulamakla mükellefsek; âyetleri kendi dilimizde okumamız gerekmektedir.

Türk Kadını


Âilenin temelini evlilik oluşturur. Eğitim âilede başlar. Türk kadınının birinci görevi evlâdını vatana-millete bağlı bir Türk milliyetçisi olarak yetiştirmektir. Çocuklar âilesinden Türklük sevgisini öğrenmelidir. Eski Türk toplumlarında âile büyük bir önem taşırdı. Katun (Hâtun) sosyal hayâtın faâl bir unsuruydu. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitâbesi'nde Kağan: "Sizler anam hâtun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim" hitâbıyla sözlerine başlamıştır. Tören ve şölenlerde kadın, Kağanın solunda oturur, siyâsî ve idârî konularda görüşlerini beyân ederdi. Meselâ büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han'ın hâtunu imzâlamıştır. Ünlü gezgin İbn Battûta şöyle söylemiştir: "Burada ilginç bir duruma tanık oldum ki, o da Türklerin kadınlara gösterdiği saygıydı. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerden daha üstündür."


Göktürk Devleti'nde İlteriş Kağan'ın eşi İlbilge Hâtun ile birlikte Türk devletini idâre ettiği Bilge Kağan Kitâbesi'nde anlatılmaktadır. Büyük Selçuklu Devleti'nde Melikşâh'ın hanımı Terken Hâtun ve kızı Gevher Nesîbe Hâtun gibi devlet hayâtında önemli görevler almış Türk kadınları vardır. Kazan Hanlığı'nda Süyün Bike Hâtun da devlet yönetmiş Türk kadınları arasında yer alır. Eski Türk devlet geleneğinde kadın ve erkek eşit olarak her toplumsal faaliyette yan yana bulunmuşlardır.


Kur'an Ataların Körü Körüne Taklit Edilmesini Eleştirmektedir


Milliyetçilik atalarımızı körü körüne taklit etmek olmadığı gibi, atalarımızın dokunulmaz ve eleştirilmez olduğunu iddia etmek de değildir. Atalarımızdan kalan kültürel mîrâsı Kur'an süzgecinden geçirmeden körü körüne müdafaa edersek, Allah'ın elçileri toplumlara tevhîdi anlattıklarında, "Siz bizi atalarımızın yolundan döndürmeye mi çalışıyorsunuz?" diyen Mekke müşriklerinden farkımız kalmaz. Zâten böyle bir taassup aslâ milliyetçilik olamayacağı gibi, körü körüne müdafaa edildiğinden ve tevhîde ters düştüğünden dolayı putperestlik olur. Milliyetçiliğimiz Kur'ân'ın müsaade ettiği ölçülerde olmalıdır. Allah'ın âyetleriyle çelişen bir gelenekçilik anlayışının Türk-İslâm tasavvurunda yeri olmamalıdır. Allah Kur'an'da tevhîde ters düşen ve Kur'an'la çelişen gelenekleri/gelenekçiliği/ muhafazakârlığı/muhafazakârları eleştirmekte ve onları atalarının yolundan körü körüne gitmekle suçlamaktadır.


Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiğinde, onlar "Biz atalarımızdan ne gördüysek ona uyarız" dediler. Ya şeytan onları alevli ateş azâbına çağırıyorsa? (Lôkman 21)


Onlar bir kötülük işlediklerinde 'Biz atalarımızdan böyle gördük, böyle yapmamızı emreden Allah'tır' derler. Onlara de ki: Allah kötülük işlemeyi emretmez. Allah adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? (Â'raf 28)


Allah'ı bir yana bırakarak taptığınız düzmece ilâhlar, ya sizin ya da atalarınızın taktığı birtakım boş, içeriksiz adlardan başka bir şey değildirler. Allah onlara hiçbir kuvvet vermemiştir. Egemenlik sâdece Allah'ın tekelindedir. O yalnızca kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. Doğru din budur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmiyorlar. (Yusuf 40)

Kur'an Popülizmi Yasaklamıştır

Oy kaygısıyla/iktidar hırsıyla dizayn edilen politik fikirler, popülist tutumlar sergileyerek çoğunlukçu bir siyâset perspektifiyle halka hitâb ederler. Câhil/eğitimsiz çoğunluğun beğenisini ve desteğini kazanmak, popülist siyâsetin başlıca hedefidir. Popülizm Fransızca bir kelimedir ve "halkçılık" anlamına gelir. Lâkin zaman içerisinde mânâ değişikliğine mâruz kalmış ve "halk yardakçılığı" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Popülist siyâsetçiler siyâsî ve toplumsal problemleri dramatize ederek, halkın hoşuna gidecek söylemlerde bulunarak iktidarlarını garanti altına almaya çalışırlar.Toplumun geri kalmasına sebep olan taassuplardan ve ilerlemeye engel olan bağnaz/tutucu bakış açılarından kurtulmamız gerekiyor. Çoğunlukçu değil, seçkinci bir yaklaşımla kavramları ve olayları değerlenirmek gerekmektedir. Bir ideolojinin tâkipçi sayısının fazla olması, o ideolojinin doğru ve haklı olduğu anlamına gelmez. Alllah bu konu hakkında seçkinci bir tutum sergilememiz gerektiğini söylüyor.


Yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanlarına uyarlar ve yalanlar uydururlar. (En'âm 116)


Nereye baktığımız değil, nereden baktığımız önemlidir. Kavramlar hakkında fikir yürütürken, yargıya varırken "kime göre, neye göre?" sorusunu sormalıyız. Biz müslümanlar olarak bu soruya "Kur'ân'a göre" cevabını vermekle mükellefiz. Doğrular ve yanlışlar yoktur, yorumlar vardır ve müslümanlar her kavramı/olayı Kur'ân'ın rehberliğinde yorumlamalıdırlar. Milletperverliği İslâm'ı referans alarak ve tevhid inancının toplumda egemen olması için ilmî bir mücâdele sergilemek olarak değerlendiriyorsak, milletimizi İslâm'ın neferi hâline getirmek niyetindeysek, kavmimizin idrâkine sunduğumuz îman ve ahlâk ölçülerini yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak için müdafaa ediyorsak; kendi kavimlerini tevhid inancına çağıran peygamberlerin yolundan gidiyoruz demektir. Milletperverlik bu bakımdan nebevî bir sosyal olgudur.


Akıl


Allah, Yunus Sûresi'nin 100. âyetinde aklını kullanmayanları pisliğe/rezilliğe mahkûm edeceğini söylemektedir. Allah, Enfâl Sûresi'nin 22. âyetinde ise canlıların en kötüsünün aklını kullanmayanlar olduğunu ve aklı/akılcılığı rehber edinmedikleri için hakîkati duymayan "mânevî sağırlar" ve hakîkati söylemeyen "mânevî dilsizler" hâline geldiklerini belirtmektedir. Allah, Â'raf Sûresi'nin 179. âyetinde cehenneme gitmeye lâyık olan insanlardan bahsederken, "onların kâlpleri var fakat anlamazlar, gözleri var fakat görmezler, kulakları var fakat işitmezler" demektedir. Akıl ve îman birleşmelidir. Bunlar birbirini tamamlayan unsurlardır. Biri olmadan diğeri olmaz. Bu sebepten dolayı îmânı aklın rehberliğinde, aklı da îmânın kılavuzluğunda değerlendirmeliyiz.


Dünyâ - Âhiret Dengesi


Madde ve Mânâ


Mânâyı reddeden bir maddecilik anlayışı ne kadar eksik ise, maddeyi reddeden bir mâneviyatçılık anlayışı da o kadar eksiktir. Bunlar birbirine zıt değil, birbirini tamamlayan kavramlar olarak düşünülmelidir. İslâm âlemi dünyâ hayâtını ihmâl ettiği, bilimsel çalışmalardan, teknolojiden, sanattan uzak kaldığı için Avrupa'nın gerisinde kaldı. Avrupa ise dînî inanca ve mâneviyâta gereken değeri göstermediği için ahlâkî bir dejenerasyona sürüklendi. İnsanın dünyevî ve uhrevî saadetini sağlamak için madde ve mânâ birlikte değerlendirilmelidir. Dünyâ-âhiret dengesi sağlanmalıdır.

İslâm âlemi dünyânın geçirdiği dönüşümleri iyi okumalı, referans aldığı temel görüşlerini çağın koşullarına göre yeniden yorumlamalı ve dünyevîleşmeye olan negatif bakış açısından bir an evvel kurtulmalıdır. Kâinat dengeler üzerine kuruludur. Dünyevîleşmekten kastımız elbette dinsizlik değildir. Âhireti ve dünyâ hayâtını dengeleyen, bakış açısını Bakara Sûresi'nin 201. âyeti gereği "Rabbim, bize hem bu dünyâda, hem âhirette iyilik ver" duâsıyla şekillendiren bir dindarlık anlayışını savunmalıyız.

Kur'an ve Bilim


Kur'an âyetleri çağın koşullarına göre çağdaş biçimde yeniden yorumlanmalı, psikologlardan, arkeologlardan, biyologlardan, jeologlardan, sosyologlardan ve diğer bilim dallarından oluşan bir heyet önderliğinde akılcı ve bilimsel bir metotla meâl çalışmaları yapılmalıdır. Âyetler aklın ve bilimin kılavuzluğunda tercüme edilmelidir. Akıl dışı/bilime ters düşen ve doğa yasalarıyla çelişen mitolojik yaklaşımlardan vazgeçilmelidir. Din ve bilim birlikte değerlendirilmelidir. Kur'an'daki bilimsel âyetlerden birkaç örnek verelim.


Arapça'da "rec'i" kelimesi "geri döndüren" anlamına gelir. Bilim insanlarının araştırmaları sonucunda gök katmanlarının geri döndürme özelliği olduğu keşfedilmiştir. Troposfer okyanuslardan yükselen su buharını yoğunlaştırır ve yeryüzüne geri çevirir. Ozonosfer ultra viyole gibi zararlı kozmik ışınları evrene geri döndürür. İyonosfer radyo dalgalarını yeryüzüne geri çevirir.


"Dönüşlü olan göğe andolsun." (Târık 11)


Yakın bir geçmişte yapılan astronomik çalışmalar sonucunda galaksilerin ve yıldızların birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfedilmiştir. Yıldızların ve galaksilerin birbirlerinden uzaklaştıkları bir evren ise sürekli genişleyen bir kâinat anlamına gelmektedir.


Biz göğü büyük bir kudretle inşâ ettik ve kuşkusuz Biz onu genişletiyoruz. (Zâriyat 47)


Geçtiğimiz yüzyılda yapılan bilimsel çalışmalar neticesinde yüzey gerilimi sebebiyle yoğunlukları farklı olan denizlerin birbirlerine karışmadığı keşfedilmiştir.


İki denizi birbirleriyle kavuşmak üzere salıverdi. İkisinin arasında bir engel vardır, birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman 19, 20)


Demirin dünya koşullarında meydana gelmediği, dış uzaydaki süpernova patlamaları sonucunda yeryüzüne indiği bilimsel çalışmalar netîcesinde keşfedilmiştir.


"Kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için faydalar olan demiri de indirdik." (Hadid 25)


Dünya çapında bilim insanları yetiştirmeliyiz. Bilimsel çalışmalara ve millî projelere imzâ atmalıyız. Gelecek çağların teknoloji bakımından hangi yönde evrileceğiyle ilgili çalışmalar yapmalı yeni îcatlara/keşiflere öncülük etmeliyiz. Millî teknolojimizi çağlar ötesine hitâb edecek ve istikbâldeki gereksinimleri karşılayacak hâle getirmeliyiz. İslâm'ın aydınlık ve güçlü istikbâlini inşâ etmek için çalışkan, güçlü ve yüksek vasıflı olmalıyız. İslâm tembelliği yasaklamakta, dâimâ çalışmayı teşvîk etmektedir.


"İşin biter bitmez/boş kaldığında hemen yeni bir işe başla." (İnşirah 7)


Tevhid


Kur'an Allah'a şirk koşmayan muvahhid kişi ve toplum inşâ etmeyi amaçlar. Karakterimizi, özel ve sosyal hayâtımızı, millî varlığımızı Allah'ın âyetleriyle biçimlendirmemiz gerek. Kur'an insanların Allah'a aracısız kulluk etmelerini emrediyor. İslâm'ın tevhîd akîdesi kişileri putlaştırmayı/peygamberleri ilahlaştırmayı yasaklamıştır.

Rasûlullah Bizim Gibi Bir İnsandır

"De ki: Ben size 'Allah'ın hazîneleri bana âit' demiyorum. Ben gaybı da bilmiyorum. Size 'Ben bir meleğim' demiyorum. Ben yalnızca bana vahy edilene (Kur'ân'a) uyuyorum. De ki: "Hiç görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?" (En'âm 50)


De ki: "Allah'ın dilediği dışında benim kendime bile zarar ya da fayda vermeye gücüm yetmez. Her ümmetin belirli bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler." (Yûnus 49)


"De ki: 'Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Sâdece bana vahy olunana (Kur'ân'a) uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim." (Ahkaf 9)


"De ki: “Ben yalnızca sizin gibi bir insanım. Bana yalnızca ilâhınızın tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Allah'a şirk koşanlara yazıklâr olsun. (Fussîlet 6)

Allah Kur'an'da Rasûlullah'ın Günahlarından Bahsetmektedir

Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günâhının, hem mûmin erkeklerin ve mûmin kadınların günâhlarının bağışlanmasını temennî et. Allah, dolaştığınız yeri (yöneldiğiniz istikâmeti) ve barındığınız yeri (hangi yolda karar kıldığınızı) bilir. (Muhammed 19)


"Dirençli olmalısın. Kuşkun olmasın, Allah'ın vaadi gerçekleşecektir. Günâhın için bağışlanma dile. Akşam ve sabah Rabb'inin yüceliğini dile getir." (Mûmin 55)


Allah Kur'an'da Rasûlullah'ın Doğaüstü Bir Mûcizesinin Olmadığını Söylemektedir


“İnkâr edenler “Rabbinden Muhammed'e bir mûcize indirilmeli değil miydi?” derler. Sen yalnızca bir uyarıcısın ve her toplumun bir yol göstereni vardır.” (Rad 7)


“İnkârcılar “Ona Rabbinden mûcizeler indirilmesi gerekmez miydi?” derler. De ki “Mûcizeler yalnızca Rabbimin katındadır. Ben ise sâdece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebût 50)


"Şimdi kendilerine bir mûcize gösterilmesi hâlinde bu vahye iman edeceklerine dâir var güçleriyle yeminler ediyorlar. De ki: Mûcizeler sâdece Allah'ın katındadır ve farkında değil misiniz, onlara bir mûcize gelmiş olsaydı bile yine de inanmazlardı. (En'âm 109)


"Bizim mûcizeler göndermemizi engelleyen husus, öncekilerin onları (âyetlerimizi) yalanlamış olmalarıdır..." (İsrâ 59)


Durum böyleyken, kendilerini "Şeyh" olarak tanıtan kimi kişilerin "bizim mûcizelerimiz var" demeleri Kur'an'a ters düşmektedir. Rasûlullah'ın ölümünden sonra siyâsî ve çeşitli sebeplerlerden dolayı başkaları tarafından yazılan uydurma hadisler, İsrâiliyat'tan İslâm'a bulaştırılan mitolojik hikâyeler ve uydurma rivâyetler İslâm'a zarar vermişlerdir. Dünyâ genelindeki bilinçli ve eğitimli kitlenin İslâm'a mesâfeli durmasının sebebi budur. İnsanlara "din" kisvesi altında anlatılan hurâfeler, düşünen ve sorgulayan şahısları dinsizliğe sürüklemiştir. Bu sebepten ötürü dînimizi hurafelerden ve bid'atlardan arındırmalıyız.


İslâm'da Ruhban Sınıfı Yoktur


"De ki: "Ey kendilerine kitap verilen/kitapla sorumlu tutulan toplumlar! Şu ortak ilkede birleşelim: Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceğiz, O'ndan başka hiçbir şeye ilâhlık yakıştırmayacağız/şirk koşmayacağız. Allah'ın hâricinde başka birilerini ve birbirimizi rabler edinmeyeceğiz/rubûbî vasıflar ve yetkiler yüklemeyeceğiz. Eğer (bu tevhid çağrısına ve sözleşmesine) olumlu cevap vermezlerse/iştirâk etmezlerse, o zaman şunu söyleyin: "Tanık olun, biz (yalnızca) Allah'a teslîm olduk." (Âl-i İmran 64)


Gerçek dînin yalnızca Allah'a yönlendirmesi gerekmiyor mu?! Allah'tan başka evliyâ (velîler) edinenler: "Biz onlara kulluk etmiyoruz ki, sâdece bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye mânevî bir makâm için vesîle ediniyoruz" derler. İhtilâf çıkardıkları konuda yargı yetkisi Allah'ındır. Allah, yalancıları ve kâfirleri hidâyete ulaştırmaz. (Zümer 3)


Onların peşinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah'tan başka edindikleri evliyâ (velîler) onlara hiçbir fayda veremez. Onlar için büyük bir azap vardır." (Câsiye 10)


"Yoksa onlar Allah’tan başka evliyâ (veliler) mi edindiler? Hâlbuki gerçek velî yalnızca Allah’tır. O, ölüleri diriltir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir." (Şûrâ 9)


"Allah’tan başkasın evliyâ edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise kuşkusuz örümceğin evidir. Keşke bilselerdi." (Ankebût 41)


"Rabbinizden size indirilene (Kur'ân'a) uyun; O'ndan başka birtakım evliyânın (velîlerin) peşine takılmayın. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz." (Â'raf 3)


Kâfirler Beni bırakıp da kullarımı evliyâ (velîler, dostlar) edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık. (Kehf 102)


"Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklâr olsun. Elleriyle yazdıklarından ve kazandıklarından ötürü vay hâline onların." (Bakara 79)


"Onlardan bir zümre vardır, aslında kitaptan olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye dillerini kitapla eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde, "Bu Allah katındandır" derler. Bilip durdukları hâlde Allah hakkında yalan söylüyorlar." (Âl-i İmran 78)


Onlar Allah'ı bırakıp, âlimlerini (din adamlarını) râhiplerini ve Meryem'in oğlu mesihi Rabler edindiler. Oysa kendilerine tek olan Allah'tan başkasına kulluk etmemeleri emredilmişti. O'ndan başka ilah yoktur. O, onların şirk koştuklarından münezzehtir." (Tevbe 31)


Ey îmân edenler! Hahamlardan (Yahudi Din Adamları) ve râhiplerden (Hristiyan din adamları) birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları (din adamlarını) elem dolu bir azapla müjdele. (Tevbe 34)


Şefaat Yoktur


“Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse kimsenin yerine ceza çekmez, kimsenin şefaati kabul edilmez, kimseden fidye alınmaz ve kimseye yardım edilmez.” (Bakara 48)

De ki: Şefaat yetkisi sâdece Allah'a aittir. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O'nundur. Sonunda O'na döndürüleceksiniz. (Zümer 44)

"Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi yapayalnız ve teker teker huzurumuza geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri ardınızda bıraktınız. Hani, ortaklarınız olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz. Andolsun ki aranızdaki bağlar artık kopmuştur. Ortak sandıklarınız da sizden kaybolup gitmiştir." (En'âm 94)


O (Allah) ki gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları altı günde (devirde) yarattı; sonra Arş'a istivâ etti. Sizin O'ndan başka velîniz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz? (Secde 4)

Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la îkâz et. Onların Allah'tan başka velîleri ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki korkup sakınırlar. (En'âm 51)

Ey îmân edenler. Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zâlimlerin ta kendileridir. (Bakara 254 )

Allah'tan Başka İlâh Yoktur

Eğer onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah" derler. De ki: (O hâlde) övgü de (sâdece) Allah'adır. Fakat onların çoğu bilmiyorlar. (Lôkman 25)


Yalnızca O'na yönelin ve O'ndan korkun. Salâtı kılın ve Allah'a şirk koşanlardan olmayın. (Rum 3)


Allah! İlâh yok O'ndan başka! Yalnızca Allah'a güvenip dayanır îman sâhipleri. (Teğabun 13)


Allah'ı bırakıp da kendisine kıyamete kadar cevap veremeyecek kimselere duâ edenden (yalvarandan) daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, onların dualarından habersizdirler. (Ahkaf 5)


Allah’ı bırakıp, sana fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere yalvarma! Eğer böyle yaparsan kesinlikle zâlimlerden olursun! (Yûnus 106)


Yuh olsun size ve Allah'tan başka kulluk ettiklerinize! Siz hiç akıllanmayacak mısınız? (Enbiyâ 67)


Gerçek dua sâdece O'nadır. O'nun (Allah'ın) dışında çağırdıkları/duâ ettikleri/yalvardıkları ise onlara hiçbir şekilde yardım edemezler. Tıpkı suya avuçlarını uzatan, ancak ağzına hiçbir şey ulaşmayan kişi gibidir. Kâfirlerin duâsı boşunadır. (Rad 14)


Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma! Yoksa azâba uğrayanlardan olursun. (Şuârâ 213)

Allah'ın dışında yalvardıklarınız/duâ ettikleriniz size yardım edemezler. Onlar kendilerine bile yardım edemezler. (Â'raf 197)

Yalnızca Sana kulluk ederiz ve yalnızca Senden yardım (medet) isteriz. (Fâtihâ 5)

İbrâhim babasına ve kavmine demişti ki: Ben sizin kulluk ettiklerinizden uzağım. Ben yalnızca beni yaratana kulluk ederim. O beni doğru yola iletecektir. (Zuhruf 26, 27)

Allah tarafından kendisine kitap, sağlam muhakeme ve peygamberlik görevi verilen bir insanın diğer insanlara "Allah'la birlikte bana da kulluk edin" demesinin imkânı yoktur. "Öğrendiğiniz ve öğrettiğiniz kitabın gerektirdiği gibi kendinizi Rabb'e adayan kullar olun" demesi gerekir. (Âl-i İmran 79)


Kur'an Merkezli Müslümanlık


Âyetleri nüzul sebebinden ibâret olarak ele aldığımızda vahyin evrenselliğini ve her çağa hitâb eden/her dönemde karşılaşabileceğimiz bireysel ve sosyâl problemlere çözüm bulan misyonunu zedelemiş oluruz. Zedelemekten de öte Kur'an'a geçmişteki olaylarla sınırlı ve kısıtlı olan tarih kitabı muamelesi yapmış oluruz. Hâlbuki Ebû Leheb ölmedi, hâlen yaşıyor. Lât'ın, Uzza'nın, Menat'ın kulları ölmediler, günümüzde de yaşıyorlar. İsim ve cisim değiştirseler bile fikirsel anlamda varlıklarını her çağda ve her yerde hissettiriyorlar. Kur'an'la ve tevhidle çelişen rivâyetleri eleştirdiğimizde karşımıza dikilip "Siz bizi şeyhlerimizin/mezheblerimizin yolundan döndürmeye mi çalışıyorsunuz" diyenlerle, İbrâhim tek olan Allah'a çağırdığında "Siz bizi atalarımızın yolundan döndürmeye mi çalışıyorsunuz" diyenler arasında hiçbir fark yoktur.


Vahiyle inşâ olmadığımız sürece Kur'ân'a mushaf muamelesi yapmış oluruz. Mushafın putlaştırılması Anadolu'da maalesef yaygın bir gelenektir. Açılıp okunmayan, âyetleri bireysel ve toplumsal hayata yansıtılmayan bir mushafın Kur'an hâline dönüşmesi için öncelikle kişisel ve sosyal yaşantımıza müdahale etmesi gerekiyor. Aksi hâlde duvar süsü olmaktan öteye gitmez. Bir saygı ve kutsama ritüeli olarak mushafı öpüp alınlarına götürenlere ve yüksek bir yerde tutanlara şunları sormak gerek: Bakış açılarınızı/dünyâ görüşünüzü Allah'ın âyetlerine göre mi şekillendiriyorsunuz? Yoksa bunların hiçbirini yapmadığınız hâlde sâdece öpüp alnınıza mı götürüyorsunuz? Vahiyle inşâ olmuşlarsa, dünyâ görüşlerini/bakış açılarını Allah'ın âyetlerine göre düzenlemişlerse, Kur'an onlara nüzûl etmiş demektir. Eğer bunların hiçbirini yapmadıkları hâlde öpüp alnına götürmek gibi ritüeller yapıyorlarsa, âyetler henüz onlara inmemiş demektir.


Kur'an'daki nüzûl/inzâl/tenzil kavramlarını bütüncül bir bakışla değerlendirmek gerekiyor. Kök harfleri "N-Z-L" olan bu iki kavram (tenzil ve inzâl) bir şeyin yukarıdan aşağıya inmesini (Nezele kelimesi) ifâde ediyor. Aslında ikisi de aynı anlama gelse de tenzil parça parça indirmeyi, inzâl ise bir seferde/toptan indirmeyi ifâde etmektedir. Arapça'daki başka kelimelerden de örnekler verebiliriz. Mesela îf'al kalıbı ile têf'il kalıbının bâzen aynı anlama gelmeleri gibi. Misâl vermek gerekirse: Ğarrame/ağrame: Borçlandırmak, Kallele/ekalle: Azaltmak. Aynı şekilde nezzele/enzele kalıpları da aynı anlama gelir. Eğer Kur'an'a bütüncül bir bakış açısıyla bakmazsak, bir âyeti konuyla ilgili olan diğer bir âyetle değerlendirmezsek, yâni Kur'ân'ı Kur'an'la anlamaya çalışmazsak, Allah'ın kıtabına karşı sorumsuz ve saygısız bir tavır sergilemiş oluruz.


Allah size Kitabı (Kur'ân'ı) açıklanmış olarak indirmişken Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, o Kur'ân'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Kuşkulananlardan olma. (En'âm 114)


Kendilerine okunan Kitabı (Kur'an'ı) sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Kuşkusuz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır. (Ankebût 51)


Yemin olsun ki Biz Kur'ân'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? (Kamer 17)


Onlar Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kâlpleri mi kilitli? (Muhammed 24)


Hiç kuşkusuz bu Kur'an insanları en doğru yola iletir ve iyi ameller işleyen mûminlere, kendilerini büyük bir ödülün beklediği müjdesini verir. (İsrâ 9)


Biz bu Kur'an'da akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde (îkaz ve ihtârı) açıkladık. Fakat bu açıklamalar ancak onların nefretini arttırmıştır. (İsrâ 41)


Biz bu Kur'an'da her türlü örneği verdik. Yine de onların çoğu kâfirlikte direndi. (İsrâ 89)


Gerçek şu: Bu Kur'an sana ve toplumuna elbetteki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bundan (Kur'an'dan) sorumlu tutulacaksınız. (Zuhruf 44)


Mürekkebe/kağıda değil, mânâya/mesaja odaklanmalıyız. Öncelikle Kur'ân'a süs eşyası gibi davranmaktan vazgeçmeliyiz. Allah'ı kitabını duvardan indirmeliyiz. Açıp okumalı, okuduklarımızı idrâk etmeli ve vahyi yaşamalıyız. Yaşanmayan/yaşatılmayan bir din ölü dindir. Mensûbu olduğu dîni bireysel ve toplumsal hayâta yansıtmayanlar da yaşayan ölülerdir. Hayy olan Allah'ın kitabı da Hayy (Diri) olmalıdır. Yaşayan ölüler hâline gelmek istemiyorsak Kur'ân'ı diri tutmalıyız.


AlpBilge

14 Ağustos

Cuma
2015
 

Alketa

Üye
Katılım
9 Şub 2016
Mesajlar
47
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İtiraz edilecek bir kaç başlık var yazınızda ama
Kur'an Türkçe okunmalıdır kısmına ithafen;
Dil teorisi diye bir şey var
Lafız mana ilişkisi yani
Lafız manayı taşır bilginiz olsun.
Boşa değildir.
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Kur'an, "millet" kavramını târif ederken, milletin târihsel vâroluş sürecinin öncül ve ardıl ilişkisine dayandığını, bir topluluğun siyâsî, coğrâfî koşullar, yâhut herhangi bir çevresel faktör netîcesinde başka bir topluluğa evrilerek yeni bir milleti oluşturduğunu beyân etmektedir. Kısaca "sosyal evrim" olarak tanımlayabileceğimiz inşâ süreci, toplumsal mekanizmanın işleyiş biçimidir.


"Rabb'in ihtiyaçsızdır (varlığını hiçbir şeye gereksinim duymadan devâm ettirendir) ve rahmet sâhibidir (fonksiyonu merhamet doğrultusundadır) Dilerse (irâde mekanizmasıyla) sizin varlığınıza (güncel pozisyonunuza) son verebilir ve sizi başka bir kavmin soyundan oluşturduğu gibi, sizin ardılınız olarak varlığını sürdürecek yeni bir toplum meydana getirir." (En'am 133)


Demek ki millet kavramı bir sürecin bitip, yeni bir sürecin başladığı, kendinden önceki târihsel neden-sonuç ilişkisinin nihâyetinde oluşan siyâsi ve kültürel bir teşekküldür. Kişi hangi toplumun ve ülkenin dâhilinde dünyâya gelmişse, o toplumun mensûbudur. İslâm'ın millet târifinde etnik kökene ve antropolojik yaklaşımlara yer yoktur. Milliyetçilik mânevî bir mensûbiyet duygusundan ibârettir.


Yurtseverlik ile Milliyetçilik Arasındaki Fark


Yurtseverlik göreceli bir kavramdır. Her ülkü kendi görüşlerinin yurdu ihyâ edeceğini iddia edebilir. Komünistler, Kemâlistler, Liberaller, Demokratlar ve diğer ideolojileri veyâ sistemleri savunanlar da yurtseverlik iddiasındadırlar. Komünistlere göre özel mülkiyetin kaldırılması eşitlikçi bir toplum yaratacak ve ülke refaha erecektir. Liberallere göre serbest piyasa ekonomisi yurdu şahlandıracaktır. Demokratlara göre hak isteyen herkese hakları verilince vatan huzûra kavuşacaktır. Kemâlistlere göre memleket laiklik sâyesinde ilerleyecektir. Hattâ ne hazindir ki, Türkiye'de azınlık ırkçılığının ve etnik faşizmin yegâne temsilcisi olan HDP bile gerçek yurtseverlerin kendileri olduğunu iddia etmektedirler. Velhâsılıkelâm, yurtseverlik ile milliyetçilik farklı kavramlardır. Girdiği kalıbın şeklini alan ve ağızlara sakız olan yurtseverlikle, Müslüman Türk milletinin her alanda güçlenmesini ve yükselmesini hedefleyen milliyetçilik birbirlerine uzak kavramlardır. Her milliyetçi yurtseverdir. Fakat her yurtsever, milliyetçi değildir.


Azınlık Irkçılığı/Etnik Faşizm


Türkiye'de yaşayan, Türkiye Cumhûriyeti vatandaşı olan, Kur'ân'ın "sosyal evrim" netîcesinde gerçekleşen "kültürel millet" tanımına göre Türk olan ve Türk olduklarını kabûl etmeleri gereken bâzı zümreler; "Bizim kökenimiz farklı" diyerek etnik faşizm/azınlık ırkçılığı yapmaktadırlar. Etnik kökene vurgu yaparak Müslüman Türk milletini bölmeye çalışan ve Kur'an'ın "kültür eksenli millet" târifine muhalefet eden azınlık ırkçılarının/etnik bölücülerin, Kur'an'ın millet tanımını kabûl etmeleri ve Müslüman Türk milletinin mensûbu olduklarını onaylamaları gerekmektedir. Bu hakîkati onaylamadıkları müddetçe Kur'an'a muhalefet ediyorlar demektir. Türk milliyetçiliğini antropolojik ırkçılığa indirgemek ne kadar tehlikeliyse, "demokratik hak" kisvesi altında etnik faşizm ve azınlık ırkçılığı yapmak da o kadar tehlikelidir. Zîrâ Müslüman Türk milleti bölünmez bir bütündür.


Tek Seslilik/Kolektif Bilinç


Millet, yâni aynı dili konuşan, aynı yolu tâkip eden, aynı dîne inanan topluluk bir vücut gibidir. Vücûdun düzgün çalışması için organların sağlıklı olması gerekir. Bu bakımdan millet canlı bir organizmadır. Millet bir vücûdun bütününü oluşturan yapının âzâlarından meydana gelen organik bir mekanizma gibi işlemelidir. Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed, kolektif bilincin ve tek sesliliğin önemini vurgulamıştır.


Îmân edenler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhametli davranmakta ve birbirlerini korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar. (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)

AlpBilge
 
Üst