hirahos
Kıdemli Üye
- Katılım
- 9 Kas 2006
- Mesajlar
- 35,948
- Tepkime puanı
- 483
- Puanları
- 0
- Yaş
- 55
MEAL MESELESİ
Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî'nin tahric ettikleri, Cündüb radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim Kur'an'da görüşüyle söylerse ve bunun üzerine isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir."
Usul ve alet ilimlerine vakıf olanların gayet yakinen bileceği gibi, Kur'an-ı Kerimin Ayetlerindeki kelimeleri kendi has mefhum manası ile değerlendirmek için iniş sebebine, Rasulu Muhterem aleyhisselamın o ayet hakkındaki beyanına (izahatına) ve fiiliyatta uygulanış şekline baş vurulur... Bu o ayetin anlaşılması için kaçınılmazdır. Bu tarz bir yola başvurmadan indî ve kaprisli fikirlerini sanki Kur'an'ın ulu mesajı gibi! sunmaya çalışanlar sadece zihni ve anlayışı donuk avam tabakasını aldatabilirler; onların da aldanması kısa sürer; zira, aldatanların ilme muhalefet etme imkanları elhamdülillah yoktur. Bu babda meal ile dini hükümleri ortaya çıkarmak imkanının kısa bir mantık muhakemesine ihtiyacı vardır.
NEDİR MEAL?
Meal, kişinin konuştuğu dilin dilbilgisi kurallarına hakimiyeti kadarıyla, sözcük manalarına vukufiyeti ve zeka, kavrama yeteneğinin el verdiği miktarda Kur'an'dan, beyin hacmince anladığını kendi öz diline çevirmesine gayret etmesi hadisesidir. Hal böyle ise ve meal kesinlikle bu anlamda Kur'an değil sadece zihni ve dili Kur'an'a yaklaştırmada bir araç ise, ne oluyor ki bazıları okuduğu meali "Kur'an"mışcasına öne çıkarır ve ardından da hiç akletmeden Bu ayetten benim anladığım kadarıyla diyebilir??
Ne oluyor ki bazıları, nasıl bir mantıkla bu açıklama ışığında meal ile yaşama tarzını ayarlamaya çalışır? Bilmez mi ki o, aslında yorumuna tabi olduğu kişinin veya heyetin Kur'an'dan anladığını ve aktardığını yaşamaya çalıştığını? Zaten onlarca yirmilerce mealin yazılmasının sebebi aslında her bir sonra yazanın, öncekinin yazdığını yetersiz görmesi ve Kur'an'ı ifadede çaresizliğin bir nişanesi değil midir bu anlamda?
Bakarsınız bazı meallerde çok mühim itikadi hükümleri ilgilendiren ayetlerde bile okuyucunun zihnini bunaltan nice kelime tezatları, anlama terslikleri vardır... Bu kadar dar bir kalıpla iki üç çeviri denemesi ile mi koskoca dinimizi hayatımıza uyarlayacağız ve bir de bunun adına Yüce Kur'an'a uydum, Allah'ın ipine sarıldım mı diyeceğiz?
Muhakkak ki istisnalar hariç meal yazanların ekseri sadece dili ve zihni Kur'an'ın muhteşem yüceliğine yaklaştırmayı ve okuyanlarına bir şekilde faydalı olmayı gaye edinmiştir. Ama yine istisnalar hariç hiç bir meal yazarı, yazmış olduğu meale "Kur'an" ismini vermemiştir ve Kur'an işte budur dememiştir.
Bir takım insanların yaptığı gibi, bu güzide dinin Peygamberinin sözlerini, Onun her biri birer sağlam kulp noktasında mihenk sahabesinin ifadelerini, tatbikatlarını, bu dine canını feda etmiş milyon milyon alimin bunca ilmi çalışmalarını top yekun inkar eden ve hepsini yekunuyla lâyecûz damgasıyla damgalayanın fikrine ve kavramasına kaldı ise Kur'an! vay halimize!
Bu his psikolojide ne isimle adlandırılır bunu o ilmin alimleri bilir ama eğer biz böylesi bir güruha kendimizi kör bir teslimiyetle teslim edersek şahsiyetli insanların bize ne diyebileceğini az çok tahmin edebiliyoruz....
Bu hususta sözü uzatmaya gerek yoktur. Adı geçen mefhumlar bu günün meselesi değildir ve gereken cevaplar sağlam kitaplardan aşağıda ifade edilmiştir.
Herhalde bize bunca sözden sonra çıkıp ta bakın Kur'an ne diyor demeyeceklerdir; zira biz bildik ki bu ifadeler Kur'an'ın değil, kişinin anlamak ve inanmak istediği; kafasında oluşturduğu dinin! yetkin ağzı, beynine özel anlayışın ürünüdür ve asla Kur'an değildir...
Kupkuru ayet mealini alıp, yontmak biçmek cedelleşmek ve fikr-i sâbitini başkasına din diye sunmak için insanın öncelikle kendine olan saygısını kaybetmesi ve çevresindeki herkesi zeka özürlü görmesi icab eder. Dikkate şayandır ki özellikle nedense kendine has özel inanış biçiminin haricindeki herkesi külliyen kafir, müşrik gören dar bir grubun haricinde de mealden hüküm çıkarmaya çalışan elhamdülillah zaten yoktur.
Özellikle Arabî bilmeyenlerin nedense hiç akletmiyorlar mı diye ifade ettikleri ve akılsızlıkla suçladıkları insanları bu anlamda kendi akıllarına davette bu kadar cüretli olması da ayrıca bir ibret vesikasıdır. Bir takım insanların mantığını ve maksadını kendilerinin dahi kuramadıkları özel kinlerine ve Evliyaya duyulan hayret verici tiksintinin dili olmuş olmaktan başka; meali bu şekilde kullanmaları, itikadını paylaştığı eski inkarcıların yeni versiyonu olmaktan öte hiç bir farklı özgün teknik bir yenilik getirmediğine göre bu insanların ifadelerini bal küpünün sızan damlaları gibi leziz ve mükemmel idrak! safsatası ile sunmanın da gayet tabi akla ve iz'ana yakışır hiçbir yönü yoktur.
Demoğoji ve polemikle hakkı isbat edemezsiniz ancak hakkı tül bir perde ile örtebilirsiniz; ama hak haktır ve tülden de olsa ışığını saçacaktır...
KUR'AN VE HADİS'TEN BAŞKA BİR ŞEYE İHTİYAC VAR MIDIR?
Dördüncü asırdan sonra İslam düşmanları her ne kadar dört taraftan hücum ettilerse de, Cenâb-ı Rabb-ul-İzzet, Rasulü'nün vârislerini hıfz-u himaye etmiştir. Sonradan, ilmi fıkıhtan ilm-i usûl-i fıkıh ve ondan da ilm-i hilâf ve ondan da ilm-i cedel çıktı. İlm-i fıkıhta, ilm-i ferâiz dahildir. Ferâiz, fıkıhtan bir parça olması hasebiyle, onun bilinmesi için ilm-i hesab, ilm-i cebir ve ilm-i mukâbele ve sâire ilimler çıkarıldı. Böylece bu din-i mübîn = şeriat-ı Mustafaviyye esaslaştı. Bu ilimlerle iştigal edenlere Ehli Sünnet velCemaat denilir. Gayeleri, illetsiz, fiilen Kur'an ve Sünnet emriyle yaşamak ve yaşatmak idi.
"Kişi, bilmediği ve yapamadığı noktanın düşmanıdır." kaidesi ne kadar doğrudur. Gerek ehli küfür, gerekse ehli hevâ ve heves, Ehli Sünneti yaşatmamak için acaib bir şekilde gayretlerini sarf ederler. Lakin hak gelince bâtıl mukavemet edemez. Ehli Sünnet âlimlerinin kalbleri, Rasûlullah'ın deniz ilminden isabeti kadar coşmuştur. Sâde ve saf ilimleri ve madenleri, ilelebet bâkîdir.
"Kur'an ve hadisten başka bir şeye ihtiyac yoktur." diyenlerin sözü doğrudur, fakat altında hile ve tezvir vardır; bu kelimeyi tuzak etmişlerdir. Filhakika Kur'an ve hadisleri bilmek için tek çare dört mezheb âlimlerinin arkasından gitmektir. Doğrusu, Kur'an ve hadisi kendi hevâ ve hevesimizle, kısır akıl, örümcek beynimizle anlamaya kalkışmamalıyız. Ayet ve hadisleri, haklarında hadisle müsbet şahitlik yapılmış, ilk üç asırda yaşayan ulemânın anlayışıyla anlamaya çalışmalıyız. "Fukahanın görüşleri de beşerî sistem ve tâğuttur" diyenlerin sözleri, köksüzdür. Hakikaten kendileri tağuttur. Çünkü hevâ ve heveslerine davet ederler. Mezheb imamlarımız ise, Allah ve O'nun Rasûlü'ne davet ederler.
Her zamanda, hevâ ve hevesini terk etmeyenler, Müslümanlara zamana ayak uydurmalarını telkin etmişlerdir. Sebebi, Ehli Sünnet velCemaat gibi İslam'ı yaşamak ve yaşatmaktan aciz kalmalarıdır.. "Zaman sana uymazsa sen zamana uy" sözleri âcizliklerinin ifadesidir. İşte bunun içindir ki, ağızlarında ayet ve hadis mealleri bol bol..
Şahsen benim görüşüm diye her bir köşede bir mevlithan, her bir kahvede bir cambaz.. Vaiz olmayan kimse yok. Vaazı ile amel eden de enderdir. Benim görüşüm demek ictihadım demektir; öyleyse herkes müctehid olmuştur!
Dinden anladığımız kadarıyla bize düşen vazife, ilk üç asrın içinde yaşayan ulemânın sözlerini, görüşlerini zabdetmektir. Usul ve kaidelerini öğrenmektir çare.. Nitekim Müslim ve Buhârî'nin tahric ettikleri, Abîdet-us-Selmâni ve başka sahabeden gelen rivayette Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Ümmetimin en hayırlısı Benden sonra gelen asırdır. Sonra onların peşinden gelenler. Daha sonra onların peşinden gelenlerdir. Sonra öyle bir kavim gelecektir ki, onlardan birinin şahadeti yeminini, yemini de şahadetini geçecektir. "
Binaenaleyh haddimizi bilmeliyiz.. Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed bin Hanbel ve emsalleri, yukarıdaki hadisin müsbet şahadetine dahildirler. Kitabları zamanlarından asrımıza kadar tevâtür ve senedle naklolunmuştur. Ayaa!.. Onlardan birini bırakıp da, şimdiki bir profesörün kurmuş olduğu mezhebe girmeyi vicdan kabul eder mi?!.
Hele hele, yeni bir kavim bu son yüz yıl içerisinde türedi. Hadisleri dahi devreden çıkarıyorlar. kimisi de "şu hadis zayıftır, şu hadis mevdu'dur" der . Ve bunu diyenden kısm-i a'zamîsi, Kur'ân'ı yüzünden okumaktan dahi aciz... Allah intibahlar versin...
Bize Vâsıl bin Abdil'a'la söyledi.... (hadisin tahric bölümü şahıs isimleri uzunca kim kimden aldı kısmı şahısların ismi uzunca geçiyor) Dedi ki:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işittim, şöyle dedi:
"İnsanların (içinde yaşanılan zamanın) en hayırlısı benim karn'ımdır (asrım, devrim, zamanımdır). Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra bunların akabinde gelen bir kavm olur ki, semizlenirler; semizlenmeyi severler. Onlardan şahidlik taleb edilmediği halde şahitlik yaparlar."
Başka bir hadis i şerifte:
"Ashabıma iyilik ve ihsanda bulunun. Sonradan gelenlere, sonradan gelenlere de" İmam Ahmed bin Hanbel Cabir tahrici
Başka bir Hadis-i Şerif'te Rasulu Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem:
"Ben, Ashabımın haklarını korumanızı tavsiye ederim. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını (tavsiye ederim) Sonra yalanlar belirir, yayılır. Hatta bir adamdan yemin istenmediği halde yemin eder; şahitlik ondan istenmediği halde şahidlik eder..." (Hadis devam ediyor) Tirmizi Hazreti Ömer tahrici
İbnu Mes'ud radıyallahu anhu diyor ki:
"Kim bir adeti yol edinmek isterse, vefat edenin yolunu yol edinsin. Çünkü muhakkak diri üzerindeki fitneden emin olunmaz. Onlar (önce gelenler) Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in Ashabıdırlar. Bu ümmetin en üstünlerdirler. Kalb olarak en doğrudurlar. İlim olarak en derindirler. Zorluğa en az katlananlardır.(ibadetleri yemek içmek gibi tabii ve başkalarının vebali altına çok az girenlerdir.) Allah onları Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem'in sohbetine ve dinini ayakta tutturmaya seçmiştir. Öyle ise onların şereflerini biliniz. İzlerine tabi olunuz. Gücünüz yettiği kadar ahlak ve siretlerine tutunun. Şüphesiz onlar dosdoğru hidayet üzerindedirler."
Tirmizi müstesna Kütüb ü sittenin beşinin rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifi'nde Rasulu Muhterem aleyhisselam buyurur ki :
"Son zamanlarda bir kavm çıkar. Onlar akılsız ve tecrübesiz birtakım gençlerdir. Dinde cahildirler. Mahlukların en hayırlı sözünden söz söylerler. Kur'an'ı okurlar, fakat imanları gırtlaklarından geçmez (inmez). Okun ava girip çıktığı gibi, onlar da dine girip çıkarlar. Her nerde onlara rastlarsanız, onları öldürün. Şüphesiz ki onları öldürmekte kıyamet günü Allah nezdinde mükafat vardır."
"Ümmetimden bir taife hiçbir an haktan ayrılmayıp galip olacaklardır. Ta ki onlar galib oldukları halde Allah'ın emri (kıyamet) onlara gelinceye kadar" Müslim, Buhari.
İmam Buhari diyor ki: "Bu taifeden murad dini ilimlere ehliyetli olanlardır."
İndî görüşlerle Kur'an-ı Hakîm'i mana etmek, bazen küfür olur, bazen da küfre yakın haram olur. Binaenaleyh mücerred mealden hüküm çıkarmak, yorum yapmak, ilmî büyük âfattır ve haramdır. Nitekim Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî'nin tahric ettikleri, Cündüb radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim Kur'an'da görüşüyle söylerse ve bunun üzerine isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir."
Buradaki hatadan iki mana murad olunmaktadır. Birincisi isabetsiz mana etmektir; bu küfürdür. İkincisi, isabetli olarak mana etmektir; bu ise büyük ma'siyettir, haramdır. Her halükarda Hadis-i Şerif, şahsın, Kur'ân'ın lafzından GÖRÜŞÜYLE hükmü çıkarmasını yasaklamıştır.
Bundan anlaşıldı ki bizim zamanımızda, özellikle Türkiye'de, ulemanın görüşlerine, tefsirlere müracaat etmeksizin mücerred meal okunması, ya küfürdür ya büyük bir ma'siyettir. Hele hele bunun üzerinde bir de münakaşalar olursa; mesela "Şu ayet bunu demek ister.. Bu ayet bunu demek ister.. " gibi çekişmeye sirayet ederse, küfür olur. Nitekim Hâkim, Ebû Dâvûd ve İmam Ahmed'in tahric ettikleri Ebî Hureyre radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kur'an'da cedel küfürdür "
Mutlaka Müslümanların böyle büyük hatalardan sakınmaları farzdır. Farzı terk etmek haramdır. Öyleyse bu haramı işlemekten kurtuluşun iki çaresi vardır.
Birincisi üstad Bedîuzzaman'ın kendi eserlerinde tatbik ettiği gibi, ayetleri okuyarak mealini söylemeksizin, hükümlerini müctehidlerden ve muteber eserlerden nakletmektir.
İkincisi, mealde fikir ve düşünceyi yürütmeksizin tefsirden, mesela "Elmalı yahud Vehbi Efendi yahud Ömer Nasûhî şöyle şöyle yazmışlardır" diye nakletmektir. Bu nakilde dahi titiz bulunmak farzdır. Aksi takdirde hatadan korunulmaz. Şu halde Kur'an ve Hadisi, anlayışımızla değil, müctehidlerimizin, bid'atten sakınan ulemâmızın anlayışıyla anlamalıyız. Bu bir düsturdur.
MEAL HUSUSUNDA NETİCE
Bunca mülahazanın özü, dini beynimizde kurguladığımız biçiminden özgürlüğe kavuşturup, kendi öz niteliğine büründürmenin çaresi 1400 küsur yıllık birikimi, bir kaç saatlik düşünce kırıntısına tercih etmelikten vaz geçmektir Ulamanın görüşlerine değer vermek, onların sözlerini ve fiillerini anlamaya çalışmak; bu anlamada samimi olmak: Bize Kur'an'ın mesajını anlatmada ilk adım olacaktır...
Bir kısım çalışmaların özü şudur:
- Önce Alimlere itibarı ortadan kaldıralım!
- Sonra Hadisleri devreden çıkaralım!
- Bunları halledersek Kur'an'ı niyetimize göre yorumlamayı başarırız!
- Bunu da kabul ettirirsek kendi hakimiyet ve kıymetimiz adına yeni bir din oluşumunun tohumlarını atmak kolaylaşır!
- Ve artık o eskide kalmış paçavra fikirler diye nitelendirdiğimiz Alimlerinin Sahabenin, Peygamberin, Kur'an'ın mesajını bize hizmet etmeye çevirmeyi başarabilirsek; değme keyfime... "
Hiçbir aklı başında Müslüman bu hileye düşmemeli ve aldanmamalıdır..
Uyanık olmak ve dinimizi en sağlam nakillerle ulemamızın eserlerinden öğrenmeye çalışmamız elzemdir. Bu tezgaha kananlar, muhakkak ki dinini öğrenmede kifayetsiz kalmış, kafası Avrupa, kalbi Müslüman, din adına ama en samimi gençler olacaktır; zaten hedef bellidir. Gençlerdir...
Ey gençler! Materyalizmin bu ihtiyar, tecrübeli ve ciddi tehlikesine düşmeyelim. Dinimizi mutemet zevatın eserlerinden öğrenmeye çalışalım. Öncelikle tashîh-i itikad tashîh-i amel edelim. Bırakalım meallerden dinimizi öğrenme telaşesini; ilm-i tefsir, ilm-i hadis, ilm-i fıkıh, ilm-i kelam ve bilumum alet ilimleriyle dinimize yardımcı olacak, bizi inançsızlık hafakanlarından kurtarmaya vesile ilimleri okuyalım, ilim... Cahilin cehlinden daha korkunç olan şey ilme ve alime olan inkarıdır...
Meal okumayalım demiyoruz; okuyalım ama sadece mealden dinimizi öğrenmeye çalışmayalım; meali hüküm çıkarmak ve islami tatbikte esas kılmayalım diyoruz.
Biz eğer bunca birikimi, bunca alimleri elimizin tersiyle bir kenara atarsak, hangi yürekle yarın Rûz-u mahşerde Allah Teala'ya hesab vereceğiz?
"Biz en samimi Müslümanlar olarak bunca Senin dostunun hepsinin hatasını düzeltmek için hiçbir alet ilmine ihtiyaç duymadan Ey Rabbim! Hak ve hakikat için beynimize vahyettiğine tabi olduk; iyi ettik, değil mi Ey Rabbim!" mi diyeceğiz!...
Boğaz köprüsü varken, boğazın derin sularına ve dalgalı akıntısına rağmen, "ben karşıya geçmek için bu yolu tercih ederim, yüzeceğim; beni köprü ilgilendirmiyor, ya köprü harabe ise, ya ben üzerindeyken yıkılırsa, hernekadar dakikada 1000 insan o köprüden karşıya geçiyor ama, yanlış yapıyorlar, karşıya geçmeleri için, suya dalması lazım her birinin!!!" deyicinin zihni boyutunu nasıl değerlendiriyorsanız; öylece "ben bu dini kendi fikrimle temelinden bi daha kendi üslubunca kuracağım" diyenin fikrini de öyle değerlendiriniz...
Asansör varken 99 katlı binaya "hayır ben yürüyerek çıkacağım; asansöre inanmıyorum" diyenin mantığına güleriz; O halde dininizin asansörü mesabesindeki çalışmalarıyla bize ışık ve kolaylık olan ulamanın inkarı cihetine girene ne demeli? Unutulmaya ki yüzünü gökyüzüne doğru çevirip tükürenin tükürüğü fizik kaidesi olarak yine kendi suratına gelecektir!...
Elektrik varken mum yakmayalım...
Otobüs, uçak gibi ulaşım araçları varken yayan 1430 millik mesafeyi yürümeyi tercih etmeyelim... Bu dinin otobüs ve uçağı mesabesindeki ulemanın nakil ve gayretlerini terk etmenin hangi mantık muvazenesi ile değerlendirilmesi gerektiğini her insan yine kendi öz aklına sorsa cevabı rahatlıkla verecektir.
İlme talib olalım; ama Hocasız ilim sevdalısı değil.. Ene'mizi kendimize rehber seçersek farkında olmadan şeytanı hayat arkadaşımız tayin etmiş oluruz.
Muhyiddîn Arabî diyor ki:
"Erbaatün muhliketun lil abdi. Ene Nahnü lî ve indî.."
Mefhumlar çöplüğü felsefeden önce, dinimizi milyon milyon alimin engin ve basiretli ferasetinin aydınlığında net bir görüşle görmeye çalışalım. Bunun yolu ilme talib olmaktır, ilme ve alime olan sevgi ve hürmettir.
Hasılı kelam; öz varken sözü bi kenara bırakalım; dinimizi ehadisle öğrenmeye çalışalım, havadisle değil...
İtikadımızı bir Hızır Bey'den , İbrahim Hakkı Erzûrumî'den , Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî, Bediuzzaman'dan ve iktibaslarını kullandığımız bu yazıyı şereflendiren zevattan; ilmihal bilgilerimizi bir İbni Abidin'den Mehmet Zihnî Efendi'den, Ömer Nasûhi Bilmen'den tashih etmedikçe kurulan tuzakları anlamak ve bu tuzaklara düşmemek elde değildir....
Kur'an-ı hakim'i tefsir babında yazılan aşağıdaki şunca eseri bertaraf edip kafasındaki oluşumu din diye sunmaya çalışan ve bana sadece kupkuru meal yeter diyebilen bu boş heveslilerin tuzaklarına düşmeyiniz:
1- H.310'da vefat eden fakih, muhaddis ve müfessir İmam Muhammed bin Cerîr bin Yezîd bin Kesîr Ebû Câfer et-Taberî'nin Câmiu-l-Beyan fî Tefsîr-il-Kur'an = Tefsîr-i Taberî
2- H.583'te vefat eden müfessir Cârullah = Zemahşerî'nin el-Keşşâfu an Hakâik-i Ğavâmid-it-Tenzîli ve Uyun-il-Ekâvîli fî Vucûh-it-Te'vîl
3- H.606'da vefat eden imam, müfessir Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer bin Hasen bin Hüseyn et-Teyimî el-Bekrî = Fahreddîn-ur-Râzî eş-Şâfî'nin Mefâtîh-ul-Gayb = Tefsîr-i Kebîr
4- H.616'da vefat eden, nahuv, fıkıh, hendese, ferâiz ve tefsir ilimlerinde büyük payeye ulaşan, muhaddis Abdullah bin Hüseyn bin Abdullah bin Hüseyn = el-Ukberî el-Bağdadî el-Hanbelî = Muhibbuddîn Ebu-l-Bekâ'nın İmlâu mâ Menne Bih-ir-Rahmânu min Vucûh-il-İ'râbi vel'Kirââti fî Cemîl-i-Kur'ân.
5- H.682'de veyahud 685'de vefat eden müfessir, imam Nasîruddîn Ebû Saîd Abdullah bin Ömer el-Beydâvî eş-Şâfiî'nin Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-ut-Te'vîl
6- H.725'te vefat eden tefsir, fıkıh, tasavvuf ve daha birçok ilimlerde büyük payeye ulaşan imam Muhyissünne Şeyh Alâuddîn Ali bin Muhammed bin İbrâhim el-Bağdâdî eş-Şâfiî'nin Lubâb-ut-Te'vîl fî Meâni-t-Tenzîl = Tefsîr-i Hâzın
7- H.710'da vefat eden, kelam ilmi= Ehli Sünnet velCemaat’in akaidinde, tefsir, fıkıh ve daha birçok ilimlerde büyük payeye ulaşan Ebû-l-Berakat Hafizuddîn Abdullah bin Ahmed bin Mahmûd en-Nesefî el-Hanbelî = İmam Nesefî'nin Medârik-ut-Tenzîl ve Hakâik-ut-Te'vîli fit'Tefsîr
8- H.817'de vefat eden Ebû Tâhir Muhammed bin Ya'kûb bin Muhammed bin İbrahim el-Feyruzeâbâdî = Feyruzâbâd = Mecduddîn-i Şirâzî'nin Tevîr-ul-Mikyâs fî Tefsîr-ibni Abbâs
9- H.510'da vefat eden, tefsir, hadis, fıkıh ve daha birçok ilimlerde büyük payeye ulaşan Ebû Muhammed el-Hüseyn bin Mes'ûd bin muhammed el-Ferrâ el-Beğavî = Muhyissünne'nin Meâlîm-ut-Tenzîl fit'Tefsîri vet'Te'vîl
10- H.542'de vefat eden müfessir, fakih, kâdî Ebû muhammed Abdulhakk bin Ğâlib bin Abdurrahmân bin Atiyye el-Muhârîbî'nin el-Muharrar-ul-Vecîz fî Tefsîr-il-Kitâb-il-Azîz
11- H.5877de vefat eden allâme, müfessir ve muhaddis Ebu-l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân bin Muhammed el-Cevzî el-Kureşî el-Bağdâdî = İbnu Cevzî'nin Zâd-ul-Mesîr fî İlm-it-Tefsîr
12- H.774'te vefat eden Ebu-l Fedâ İsmail İmâduddîn bin Ömer = Hafız İbnu Kesîr'in Tefsîr-ul-Kur'ân-il-Azîm= Tefsîr-i İbni Kesîr
13- H.465'te vefat eden, fıkıh, hikmet ve tasavvuf ilimlerinde büyük payeye ulaşan İmam Ebu-l-Kâsım Zeyneddîn Abdulkerîm bin Hevâzın bin Abdulmelik İbnu Talhâ en-Nisâbûrî el-Kuşeyrî'nin Latâif-ul-İşârât
14- H.683'te vefat eden imam, kâdı Ebu-l-Abbas Nâsiruddîn Ahmed bin Muhammed bin Mansûr bin Ebi-l-Kâsım el-Mâliki = İbn-ul-Münîr'in el-İntisâfu min Sâhib-il-Keşşâf
15- H.745'te vefat eden müfessir, fakih ve şair, terâcum, tefsir ve nahuv ilimlerinde büyük payeye ulaşan allâme Muhammed bin Yûsuf bin Ali bin Yûsuf bin Hayyan = Esîruddîn Ebû Hayyan el-Endülüsî'nin Tefsîr-u Bahr-il-Muhît
16- Yine Ebû Hayyan'ın Tefsîr-u Nehr-il-Mâddi min-el-Bahr-il-Muhît
17- H.749'da vefat eden, terâcum, nahuv, lügat, tefsir ve fıkıh ilimlerinde büyük payeye ulaşan Ahmed bin Abdulkâdir bin Ahmed bin Mektûm el-Kaysî el-Hanefî = Tâcuddîn İbnu Mektûm'un ed-Durr-ul-Lakît min-el-Bahr-il-Muhît
18- H.850'de vefat eden müfessir, hakîm el-Hasen bin Muhammed bin Hüseyn el-Kummî en-Nîsâbûrî = en-Nizâm-un-Nisâbûrî'nin Ğarâib-ul-Kur'ân ve Reğâib-ul-Furkân = Tefsîr-i Nîsâbûrî
19- İmam Suyûtî'nin ed-Durr-ul-Mensûr fit'Tefsîr-il-Me'sûr
20- Yine İmam Suyûtî'nin el-İtkân fî Ulûm-il-Kur'ân
21- Yine İmam Suyûtî'nin et-Tahbîr fî Ulûm-it-Tefsîr
22- H.920'de Akşehir'de vefat eden allâme, büyük mutasavvıf, Şeyh Bâbâ Ni'metullah bin Mahmud en-Nahcuvânî'nin el-Fevâtih-ul-İlâhiyyetu vel'Mefâtîh-ul-Ğaybiyyet-ul-Muvaddihatu lil'Kelim-il-Kur'âniyyeti vel'Hikem-il-Furkâniyye = Nahcuvânî
23- H.951'de vefat eden allâme, müfessir Muhyeddîn Muhammed bin Şeyh Muslihuddîn Mustafa el-Kocevî'nin el-Havâşî-i-Muteallikatu bi Halli Muğlakâti Envâr-it-Tenzîli ve Esrâr-it-Te'vîl = Şeyhzâde
24- H.977'de vefat eden, fıkıh, tefsir, kelam, sarf ve nahuv ilimlerinde büyük payeye ulaşan, allâme şeyh Şemseddîn Muhammed bin Muhammed el-Hatîb eş-Şirbinî eş-Şafiî'nin es-Sirâc-ul-Münîr fil'İâneti alâ Ma'rifet-i Ba'dı Meânî Kelâm-i Rabbinâ-i-Hakîm-il-Habîri fit'Tefsîr =Sirâc-ul-Münir
25- H.982'de vefat eden imam, müfessir ve şair Muhammed bin Muhammed bin Mustafa el-İmâdî el-Hanefî'nin İrşâd-ul-Akl-is-Selîm ilâ Mezâye-i-Kitâb-il-Kerîm = Tefsîr-i Ebû Suûd
26- H.1067'de vefat eden allâme Abdulhakîm bin Şemseddîn el-Hindî es-Seyâlikûtî = el-Bençâbî'nin Hâşiyet-us-Seyâlikûtî ale-l-Kâdî
27- H. 1069'da vefat eden allâme, edib ve muhaddis Ahmed bin Muhammed bin Ömer el-Hafâcî = Şihâb Ebu-l-Abbas'ın İnâyet-ul-Kâdî ve Kifâyet-ur-Râdî alâ Tefsîr-il-Kâdî = Tefsîr-i Şihâb
28- H.1127'de vefat eden mutasavvıf, allâme Şeyh İsmail Hakkı bin Mustafa İslambolî = Bursevî el-Hanefî = el-Halvetî'nin Ruh-ul-Beyân fî Tefsîr-il-Kur'ân
29- H.1195'te vefat eden Müfessir Usâmeddîn Ebu-l-Fedâ Hâfız İsmail bin Muhammed bin Mustafa el-Konevî'nin Hâşiyetun alâ Envâr-it-Tenzîl = Tefsîr-i Konevî
30- H.880 civarında vefat eden allâme ve müfessir, Sultan Muhammed Fatih'in Hocası Muslihuddîn Mustafa bin İbrahim= İbnu Temcîd'in Hâşiyet-ubn-it-Temcîd ale-l-Kâdî
31- H.1204'te vefat eden allâme, müfessir Süleyman bin Ömer el-Uceylî eş-Şafiî'nin el-Futûhât-ul-İlâhiyye bi Tavdîh-i Tefsîr-il-Celâleyni lid'Dakâik-il-Hafiyye = Tefsîr-i Cemel
32- H.1241'de vefat eden allâme, mutasavvıf Ahmed bin Muhammed es-Sâvî el-Halvetî el-Mâlikî'nin Hâşiyet-us-Sâvî alâ Tefsîr-il-Celâleyn
33- H.1270'de vefat eden hâtimet-ul-muhakkikîn Ebu-l-Fedâ, müfessir, muhaddis Şihâbuddîn Mahmud bin Abdullah el-Hüseynî el-Alûsî'nin Rûh-ul-Meânî fî Tefsîr-il-Kur'ân-il-Azîmi ves'Seb'i-l-Mesânî = Tefsîr-i Alûsî
34- H.1230'da vefat eden el-Müftî Halil bin Ahmed el-Hanefî'nin Hâşiyet-ul-Konevî
Sadece birkaçını yazabildiğimiz bunca tefsir çalışması varken ve bunca alim Kur'an-ı Kerim'in muhteşem yüceliğine ifadeye kelimeler yetiremeyip ciltlerce eserde tefsir çalışması yapıp, hala "biz Kur'an'ın muhteşem ifadelerini aktarmada yetersiz kaldık" derken, herhalde artık bir iki kelime ile koskoca dini beyninde kurup, aslında kısır zekasıyla oluşturduğu fikrini dinmişçesine insanlara pazarlamaya çalışan ve bunu yaparken de "Ulu Yüce Kur'an buyurdu ki" diyenin sözüne teslim olmamızı beklemeyeceklerdir.
Her şey dine feda, eğer zekada birini Pir tutmamız icab etseydi haliyle zekasına bütün insanlığın hayran kaldığı bir İmam A'zam rahimehullahı kendimize pir tayin etmemiz icab ederdi; ama bakınız o ne yapmıştır:
İbnu Mubârek anlatıyor:
Ebû Hanîfe ile hacca gitmek üzere Medîne'ye vardık. İmam Muhammed bin Ali bin Hüseyn bin Ali radıyallahu anhum, Ebû Hanîfe'ye rastladı. Ve:
- " Ebû Hânîfe sen misin? Dedem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözlerini bir kenara bırakıp görüş ve kıyasla hükmediyorsun öyle mi?"
- "Maâzallah, bunu yapmaktan Allah'a sığınırım."
- " Bilakis yapıyorsun. "
- " Zât-ı âlinizin lâyık olduğu bir mekanda oturmaya buyurun, tâ ki ben de huzurunuzda oturayım. Zira Allah'a andederim, Ceddin'in hayatında ashabın kendisine gösterdikleri hürmetin aynısını sana gösteririm. Zira gözümde sen çok muhteremsin."
Bunun üzerine İmam Bâkır oturmuş; Ebû Hanîfe huzurunda diz çökerek şöyle demiştir:
- " Bakınız efendim. Ben size üç soru sorayım, bana cevap veriniz.
- "Evet."
- (1) "Erkek kardeş mi, kız kardeş mi zaiftir?"
- "Evet, kadın zaiftir."
- "Erkeğin payı ne kadar, kadının payı ne kadar?"
- Erkeğe iki pay, kadına bir pay vardır.
- "İşte bu senin Ceddin'in sözüdür. Eğer kıyasla dinini değiştirseydim; kadın zaif olduğu için kadına iki pay, erkeğe bir pay verilir, diyecektim... (2) Namaz mı efdal, oruç mu? "
- "Namaz efdaldir."
- "Bu Ceddin'in sözüdür. Eğer kıyasla Ceddin'in dinini değiştirmiş olsaydım, diyecektim ki, kadın hayzdan temizlendiği zaman namazını kaza etsin, orucu kaza etmesin.. (3) Bevl mi , meni mi daha necistir?
- "Bevl daha necistir "
- "Eğer ben ceddin'in dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım, bevl daha necis olduğu için bevlde gusül etmek, menide abdest almakla hükmederdim. Amma tekrarlayayım ki, Ceddin'in dinini değiştirmekten Allah'a sığınırım.
Bunun üzerine İmam Bâkır onu kucaklayarak alnını öpmüş ve kendisine lütufta bulunmuştur.
İmam A'zam Bahsi için kaynak: Menâkıb-u Ebî Hanîfe s.143
(alıntıdır)
Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî'nin tahric ettikleri, Cündüb radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim Kur'an'da görüşüyle söylerse ve bunun üzerine isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir."
Usul ve alet ilimlerine vakıf olanların gayet yakinen bileceği gibi, Kur'an-ı Kerimin Ayetlerindeki kelimeleri kendi has mefhum manası ile değerlendirmek için iniş sebebine, Rasulu Muhterem aleyhisselamın o ayet hakkındaki beyanına (izahatına) ve fiiliyatta uygulanış şekline baş vurulur... Bu o ayetin anlaşılması için kaçınılmazdır. Bu tarz bir yola başvurmadan indî ve kaprisli fikirlerini sanki Kur'an'ın ulu mesajı gibi! sunmaya çalışanlar sadece zihni ve anlayışı donuk avam tabakasını aldatabilirler; onların da aldanması kısa sürer; zira, aldatanların ilme muhalefet etme imkanları elhamdülillah yoktur. Bu babda meal ile dini hükümleri ortaya çıkarmak imkanının kısa bir mantık muhakemesine ihtiyacı vardır.
NEDİR MEAL?
Meal, kişinin konuştuğu dilin dilbilgisi kurallarına hakimiyeti kadarıyla, sözcük manalarına vukufiyeti ve zeka, kavrama yeteneğinin el verdiği miktarda Kur'an'dan, beyin hacmince anladığını kendi öz diline çevirmesine gayret etmesi hadisesidir. Hal böyle ise ve meal kesinlikle bu anlamda Kur'an değil sadece zihni ve dili Kur'an'a yaklaştırmada bir araç ise, ne oluyor ki bazıları okuduğu meali "Kur'an"mışcasına öne çıkarır ve ardından da hiç akletmeden Bu ayetten benim anladığım kadarıyla diyebilir??
Ne oluyor ki bazıları, nasıl bir mantıkla bu açıklama ışığında meal ile yaşama tarzını ayarlamaya çalışır? Bilmez mi ki o, aslında yorumuna tabi olduğu kişinin veya heyetin Kur'an'dan anladığını ve aktardığını yaşamaya çalıştığını? Zaten onlarca yirmilerce mealin yazılmasının sebebi aslında her bir sonra yazanın, öncekinin yazdığını yetersiz görmesi ve Kur'an'ı ifadede çaresizliğin bir nişanesi değil midir bu anlamda?
Bakarsınız bazı meallerde çok mühim itikadi hükümleri ilgilendiren ayetlerde bile okuyucunun zihnini bunaltan nice kelime tezatları, anlama terslikleri vardır... Bu kadar dar bir kalıpla iki üç çeviri denemesi ile mi koskoca dinimizi hayatımıza uyarlayacağız ve bir de bunun adına Yüce Kur'an'a uydum, Allah'ın ipine sarıldım mı diyeceğiz?
Muhakkak ki istisnalar hariç meal yazanların ekseri sadece dili ve zihni Kur'an'ın muhteşem yüceliğine yaklaştırmayı ve okuyanlarına bir şekilde faydalı olmayı gaye edinmiştir. Ama yine istisnalar hariç hiç bir meal yazarı, yazmış olduğu meale "Kur'an" ismini vermemiştir ve Kur'an işte budur dememiştir.
Bir takım insanların yaptığı gibi, bu güzide dinin Peygamberinin sözlerini, Onun her biri birer sağlam kulp noktasında mihenk sahabesinin ifadelerini, tatbikatlarını, bu dine canını feda etmiş milyon milyon alimin bunca ilmi çalışmalarını top yekun inkar eden ve hepsini yekunuyla lâyecûz damgasıyla damgalayanın fikrine ve kavramasına kaldı ise Kur'an! vay halimize!
Bu his psikolojide ne isimle adlandırılır bunu o ilmin alimleri bilir ama eğer biz böylesi bir güruha kendimizi kör bir teslimiyetle teslim edersek şahsiyetli insanların bize ne diyebileceğini az çok tahmin edebiliyoruz....
Bu hususta sözü uzatmaya gerek yoktur. Adı geçen mefhumlar bu günün meselesi değildir ve gereken cevaplar sağlam kitaplardan aşağıda ifade edilmiştir.
Herhalde bize bunca sözden sonra çıkıp ta bakın Kur'an ne diyor demeyeceklerdir; zira biz bildik ki bu ifadeler Kur'an'ın değil, kişinin anlamak ve inanmak istediği; kafasında oluşturduğu dinin! yetkin ağzı, beynine özel anlayışın ürünüdür ve asla Kur'an değildir...
Kupkuru ayet mealini alıp, yontmak biçmek cedelleşmek ve fikr-i sâbitini başkasına din diye sunmak için insanın öncelikle kendine olan saygısını kaybetmesi ve çevresindeki herkesi zeka özürlü görmesi icab eder. Dikkate şayandır ki özellikle nedense kendine has özel inanış biçiminin haricindeki herkesi külliyen kafir, müşrik gören dar bir grubun haricinde de mealden hüküm çıkarmaya çalışan elhamdülillah zaten yoktur.
Özellikle Arabî bilmeyenlerin nedense hiç akletmiyorlar mı diye ifade ettikleri ve akılsızlıkla suçladıkları insanları bu anlamda kendi akıllarına davette bu kadar cüretli olması da ayrıca bir ibret vesikasıdır. Bir takım insanların mantığını ve maksadını kendilerinin dahi kuramadıkları özel kinlerine ve Evliyaya duyulan hayret verici tiksintinin dili olmuş olmaktan başka; meali bu şekilde kullanmaları, itikadını paylaştığı eski inkarcıların yeni versiyonu olmaktan öte hiç bir farklı özgün teknik bir yenilik getirmediğine göre bu insanların ifadelerini bal küpünün sızan damlaları gibi leziz ve mükemmel idrak! safsatası ile sunmanın da gayet tabi akla ve iz'ana yakışır hiçbir yönü yoktur.
Demoğoji ve polemikle hakkı isbat edemezsiniz ancak hakkı tül bir perde ile örtebilirsiniz; ama hak haktır ve tülden de olsa ışığını saçacaktır...
KUR'AN VE HADİS'TEN BAŞKA BİR ŞEYE İHTİYAC VAR MIDIR?
Dördüncü asırdan sonra İslam düşmanları her ne kadar dört taraftan hücum ettilerse de, Cenâb-ı Rabb-ul-İzzet, Rasulü'nün vârislerini hıfz-u himaye etmiştir. Sonradan, ilmi fıkıhtan ilm-i usûl-i fıkıh ve ondan da ilm-i hilâf ve ondan da ilm-i cedel çıktı. İlm-i fıkıhta, ilm-i ferâiz dahildir. Ferâiz, fıkıhtan bir parça olması hasebiyle, onun bilinmesi için ilm-i hesab, ilm-i cebir ve ilm-i mukâbele ve sâire ilimler çıkarıldı. Böylece bu din-i mübîn = şeriat-ı Mustafaviyye esaslaştı. Bu ilimlerle iştigal edenlere Ehli Sünnet velCemaat denilir. Gayeleri, illetsiz, fiilen Kur'an ve Sünnet emriyle yaşamak ve yaşatmak idi.
"Kişi, bilmediği ve yapamadığı noktanın düşmanıdır." kaidesi ne kadar doğrudur. Gerek ehli küfür, gerekse ehli hevâ ve heves, Ehli Sünneti yaşatmamak için acaib bir şekilde gayretlerini sarf ederler. Lakin hak gelince bâtıl mukavemet edemez. Ehli Sünnet âlimlerinin kalbleri, Rasûlullah'ın deniz ilminden isabeti kadar coşmuştur. Sâde ve saf ilimleri ve madenleri, ilelebet bâkîdir.
"Kur'an ve hadisten başka bir şeye ihtiyac yoktur." diyenlerin sözü doğrudur, fakat altında hile ve tezvir vardır; bu kelimeyi tuzak etmişlerdir. Filhakika Kur'an ve hadisleri bilmek için tek çare dört mezheb âlimlerinin arkasından gitmektir. Doğrusu, Kur'an ve hadisi kendi hevâ ve hevesimizle, kısır akıl, örümcek beynimizle anlamaya kalkışmamalıyız. Ayet ve hadisleri, haklarında hadisle müsbet şahitlik yapılmış, ilk üç asırda yaşayan ulemânın anlayışıyla anlamaya çalışmalıyız. "Fukahanın görüşleri de beşerî sistem ve tâğuttur" diyenlerin sözleri, köksüzdür. Hakikaten kendileri tağuttur. Çünkü hevâ ve heveslerine davet ederler. Mezheb imamlarımız ise, Allah ve O'nun Rasûlü'ne davet ederler.
Her zamanda, hevâ ve hevesini terk etmeyenler, Müslümanlara zamana ayak uydurmalarını telkin etmişlerdir. Sebebi, Ehli Sünnet velCemaat gibi İslam'ı yaşamak ve yaşatmaktan aciz kalmalarıdır.. "Zaman sana uymazsa sen zamana uy" sözleri âcizliklerinin ifadesidir. İşte bunun içindir ki, ağızlarında ayet ve hadis mealleri bol bol..
Şahsen benim görüşüm diye her bir köşede bir mevlithan, her bir kahvede bir cambaz.. Vaiz olmayan kimse yok. Vaazı ile amel eden de enderdir. Benim görüşüm demek ictihadım demektir; öyleyse herkes müctehid olmuştur!
Dinden anladığımız kadarıyla bize düşen vazife, ilk üç asrın içinde yaşayan ulemânın sözlerini, görüşlerini zabdetmektir. Usul ve kaidelerini öğrenmektir çare.. Nitekim Müslim ve Buhârî'nin tahric ettikleri, Abîdet-us-Selmâni ve başka sahabeden gelen rivayette Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Ümmetimin en hayırlısı Benden sonra gelen asırdır. Sonra onların peşinden gelenler. Daha sonra onların peşinden gelenlerdir. Sonra öyle bir kavim gelecektir ki, onlardan birinin şahadeti yeminini, yemini de şahadetini geçecektir. "
Binaenaleyh haddimizi bilmeliyiz.. Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed bin Hanbel ve emsalleri, yukarıdaki hadisin müsbet şahadetine dahildirler. Kitabları zamanlarından asrımıza kadar tevâtür ve senedle naklolunmuştur. Ayaa!.. Onlardan birini bırakıp da, şimdiki bir profesörün kurmuş olduğu mezhebe girmeyi vicdan kabul eder mi?!.
Hele hele, yeni bir kavim bu son yüz yıl içerisinde türedi. Hadisleri dahi devreden çıkarıyorlar. kimisi de "şu hadis zayıftır, şu hadis mevdu'dur" der . Ve bunu diyenden kısm-i a'zamîsi, Kur'ân'ı yüzünden okumaktan dahi aciz... Allah intibahlar versin...
Bize Vâsıl bin Abdil'a'la söyledi.... (hadisin tahric bölümü şahıs isimleri uzunca kim kimden aldı kısmı şahısların ismi uzunca geçiyor) Dedi ki:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işittim, şöyle dedi:
"İnsanların (içinde yaşanılan zamanın) en hayırlısı benim karn'ımdır (asrım, devrim, zamanımdır). Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra bunların akabinde gelen bir kavm olur ki, semizlenirler; semizlenmeyi severler. Onlardan şahidlik taleb edilmediği halde şahitlik yaparlar."
Başka bir hadis i şerifte:
"Ashabıma iyilik ve ihsanda bulunun. Sonradan gelenlere, sonradan gelenlere de" İmam Ahmed bin Hanbel Cabir tahrici
Başka bir Hadis-i Şerif'te Rasulu Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem:
"Ben, Ashabımın haklarını korumanızı tavsiye ederim. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını (tavsiye ederim) Sonra yalanlar belirir, yayılır. Hatta bir adamdan yemin istenmediği halde yemin eder; şahitlik ondan istenmediği halde şahidlik eder..." (Hadis devam ediyor) Tirmizi Hazreti Ömer tahrici
İbnu Mes'ud radıyallahu anhu diyor ki:
"Kim bir adeti yol edinmek isterse, vefat edenin yolunu yol edinsin. Çünkü muhakkak diri üzerindeki fitneden emin olunmaz. Onlar (önce gelenler) Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in Ashabıdırlar. Bu ümmetin en üstünlerdirler. Kalb olarak en doğrudurlar. İlim olarak en derindirler. Zorluğa en az katlananlardır.(ibadetleri yemek içmek gibi tabii ve başkalarının vebali altına çok az girenlerdir.) Allah onları Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem'in sohbetine ve dinini ayakta tutturmaya seçmiştir. Öyle ise onların şereflerini biliniz. İzlerine tabi olunuz. Gücünüz yettiği kadar ahlak ve siretlerine tutunun. Şüphesiz onlar dosdoğru hidayet üzerindedirler."
Tirmizi müstesna Kütüb ü sittenin beşinin rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifi'nde Rasulu Muhterem aleyhisselam buyurur ki :
"Son zamanlarda bir kavm çıkar. Onlar akılsız ve tecrübesiz birtakım gençlerdir. Dinde cahildirler. Mahlukların en hayırlı sözünden söz söylerler. Kur'an'ı okurlar, fakat imanları gırtlaklarından geçmez (inmez). Okun ava girip çıktığı gibi, onlar da dine girip çıkarlar. Her nerde onlara rastlarsanız, onları öldürün. Şüphesiz ki onları öldürmekte kıyamet günü Allah nezdinde mükafat vardır."
"Ümmetimden bir taife hiçbir an haktan ayrılmayıp galip olacaklardır. Ta ki onlar galib oldukları halde Allah'ın emri (kıyamet) onlara gelinceye kadar" Müslim, Buhari.
İmam Buhari diyor ki: "Bu taifeden murad dini ilimlere ehliyetli olanlardır."
İndî görüşlerle Kur'an-ı Hakîm'i mana etmek, bazen küfür olur, bazen da küfre yakın haram olur. Binaenaleyh mücerred mealden hüküm çıkarmak, yorum yapmak, ilmî büyük âfattır ve haramdır. Nitekim Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî'nin tahric ettikleri, Cündüb radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim Kur'an'da görüşüyle söylerse ve bunun üzerine isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir."
Buradaki hatadan iki mana murad olunmaktadır. Birincisi isabetsiz mana etmektir; bu küfürdür. İkincisi, isabetli olarak mana etmektir; bu ise büyük ma'siyettir, haramdır. Her halükarda Hadis-i Şerif, şahsın, Kur'ân'ın lafzından GÖRÜŞÜYLE hükmü çıkarmasını yasaklamıştır.
Bundan anlaşıldı ki bizim zamanımızda, özellikle Türkiye'de, ulemanın görüşlerine, tefsirlere müracaat etmeksizin mücerred meal okunması, ya küfürdür ya büyük bir ma'siyettir. Hele hele bunun üzerinde bir de münakaşalar olursa; mesela "Şu ayet bunu demek ister.. Bu ayet bunu demek ister.. " gibi çekişmeye sirayet ederse, küfür olur. Nitekim Hâkim, Ebû Dâvûd ve İmam Ahmed'in tahric ettikleri Ebî Hureyre radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kur'an'da cedel küfürdür "
Mutlaka Müslümanların böyle büyük hatalardan sakınmaları farzdır. Farzı terk etmek haramdır. Öyleyse bu haramı işlemekten kurtuluşun iki çaresi vardır.
Birincisi üstad Bedîuzzaman'ın kendi eserlerinde tatbik ettiği gibi, ayetleri okuyarak mealini söylemeksizin, hükümlerini müctehidlerden ve muteber eserlerden nakletmektir.
İkincisi, mealde fikir ve düşünceyi yürütmeksizin tefsirden, mesela "Elmalı yahud Vehbi Efendi yahud Ömer Nasûhî şöyle şöyle yazmışlardır" diye nakletmektir. Bu nakilde dahi titiz bulunmak farzdır. Aksi takdirde hatadan korunulmaz. Şu halde Kur'an ve Hadisi, anlayışımızla değil, müctehidlerimizin, bid'atten sakınan ulemâmızın anlayışıyla anlamalıyız. Bu bir düsturdur.
MEAL HUSUSUNDA NETİCE
Bunca mülahazanın özü, dini beynimizde kurguladığımız biçiminden özgürlüğe kavuşturup, kendi öz niteliğine büründürmenin çaresi 1400 küsur yıllık birikimi, bir kaç saatlik düşünce kırıntısına tercih etmelikten vaz geçmektir Ulamanın görüşlerine değer vermek, onların sözlerini ve fiillerini anlamaya çalışmak; bu anlamada samimi olmak: Bize Kur'an'ın mesajını anlatmada ilk adım olacaktır...
Bir kısım çalışmaların özü şudur:
- Önce Alimlere itibarı ortadan kaldıralım!
- Sonra Hadisleri devreden çıkaralım!
- Bunları halledersek Kur'an'ı niyetimize göre yorumlamayı başarırız!
- Bunu da kabul ettirirsek kendi hakimiyet ve kıymetimiz adına yeni bir din oluşumunun tohumlarını atmak kolaylaşır!
- Ve artık o eskide kalmış paçavra fikirler diye nitelendirdiğimiz Alimlerinin Sahabenin, Peygamberin, Kur'an'ın mesajını bize hizmet etmeye çevirmeyi başarabilirsek; değme keyfime... "
Hiçbir aklı başında Müslüman bu hileye düşmemeli ve aldanmamalıdır..
Uyanık olmak ve dinimizi en sağlam nakillerle ulemamızın eserlerinden öğrenmeye çalışmamız elzemdir. Bu tezgaha kananlar, muhakkak ki dinini öğrenmede kifayetsiz kalmış, kafası Avrupa, kalbi Müslüman, din adına ama en samimi gençler olacaktır; zaten hedef bellidir. Gençlerdir...
Ey gençler! Materyalizmin bu ihtiyar, tecrübeli ve ciddi tehlikesine düşmeyelim. Dinimizi mutemet zevatın eserlerinden öğrenmeye çalışalım. Öncelikle tashîh-i itikad tashîh-i amel edelim. Bırakalım meallerden dinimizi öğrenme telaşesini; ilm-i tefsir, ilm-i hadis, ilm-i fıkıh, ilm-i kelam ve bilumum alet ilimleriyle dinimize yardımcı olacak, bizi inançsızlık hafakanlarından kurtarmaya vesile ilimleri okuyalım, ilim... Cahilin cehlinden daha korkunç olan şey ilme ve alime olan inkarıdır...
Meal okumayalım demiyoruz; okuyalım ama sadece mealden dinimizi öğrenmeye çalışmayalım; meali hüküm çıkarmak ve islami tatbikte esas kılmayalım diyoruz.
Biz eğer bunca birikimi, bunca alimleri elimizin tersiyle bir kenara atarsak, hangi yürekle yarın Rûz-u mahşerde Allah Teala'ya hesab vereceğiz?
"Biz en samimi Müslümanlar olarak bunca Senin dostunun hepsinin hatasını düzeltmek için hiçbir alet ilmine ihtiyaç duymadan Ey Rabbim! Hak ve hakikat için beynimize vahyettiğine tabi olduk; iyi ettik, değil mi Ey Rabbim!" mi diyeceğiz!...
Boğaz köprüsü varken, boğazın derin sularına ve dalgalı akıntısına rağmen, "ben karşıya geçmek için bu yolu tercih ederim, yüzeceğim; beni köprü ilgilendirmiyor, ya köprü harabe ise, ya ben üzerindeyken yıkılırsa, hernekadar dakikada 1000 insan o köprüden karşıya geçiyor ama, yanlış yapıyorlar, karşıya geçmeleri için, suya dalması lazım her birinin!!!" deyicinin zihni boyutunu nasıl değerlendiriyorsanız; öylece "ben bu dini kendi fikrimle temelinden bi daha kendi üslubunca kuracağım" diyenin fikrini de öyle değerlendiriniz...
Asansör varken 99 katlı binaya "hayır ben yürüyerek çıkacağım; asansöre inanmıyorum" diyenin mantığına güleriz; O halde dininizin asansörü mesabesindeki çalışmalarıyla bize ışık ve kolaylık olan ulamanın inkarı cihetine girene ne demeli? Unutulmaya ki yüzünü gökyüzüne doğru çevirip tükürenin tükürüğü fizik kaidesi olarak yine kendi suratına gelecektir!...
Elektrik varken mum yakmayalım...
Otobüs, uçak gibi ulaşım araçları varken yayan 1430 millik mesafeyi yürümeyi tercih etmeyelim... Bu dinin otobüs ve uçağı mesabesindeki ulemanın nakil ve gayretlerini terk etmenin hangi mantık muvazenesi ile değerlendirilmesi gerektiğini her insan yine kendi öz aklına sorsa cevabı rahatlıkla verecektir.
İlme talib olalım; ama Hocasız ilim sevdalısı değil.. Ene'mizi kendimize rehber seçersek farkında olmadan şeytanı hayat arkadaşımız tayin etmiş oluruz.
Muhyiddîn Arabî diyor ki:
"Erbaatün muhliketun lil abdi. Ene Nahnü lî ve indî.."
Mefhumlar çöplüğü felsefeden önce, dinimizi milyon milyon alimin engin ve basiretli ferasetinin aydınlığında net bir görüşle görmeye çalışalım. Bunun yolu ilme talib olmaktır, ilme ve alime olan sevgi ve hürmettir.
Hasılı kelam; öz varken sözü bi kenara bırakalım; dinimizi ehadisle öğrenmeye çalışalım, havadisle değil...
İtikadımızı bir Hızır Bey'den , İbrahim Hakkı Erzûrumî'den , Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî, Bediuzzaman'dan ve iktibaslarını kullandığımız bu yazıyı şereflendiren zevattan; ilmihal bilgilerimizi bir İbni Abidin'den Mehmet Zihnî Efendi'den, Ömer Nasûhi Bilmen'den tashih etmedikçe kurulan tuzakları anlamak ve bu tuzaklara düşmemek elde değildir....
Kur'an-ı hakim'i tefsir babında yazılan aşağıdaki şunca eseri bertaraf edip kafasındaki oluşumu din diye sunmaya çalışan ve bana sadece kupkuru meal yeter diyebilen bu boş heveslilerin tuzaklarına düşmeyiniz:
1- H.310'da vefat eden fakih, muhaddis ve müfessir İmam Muhammed bin Cerîr bin Yezîd bin Kesîr Ebû Câfer et-Taberî'nin Câmiu-l-Beyan fî Tefsîr-il-Kur'an = Tefsîr-i Taberî
2- H.583'te vefat eden müfessir Cârullah = Zemahşerî'nin el-Keşşâfu an Hakâik-i Ğavâmid-it-Tenzîli ve Uyun-il-Ekâvîli fî Vucûh-it-Te'vîl
3- H.606'da vefat eden imam, müfessir Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer bin Hasen bin Hüseyn et-Teyimî el-Bekrî = Fahreddîn-ur-Râzî eş-Şâfî'nin Mefâtîh-ul-Gayb = Tefsîr-i Kebîr
4- H.616'da vefat eden, nahuv, fıkıh, hendese, ferâiz ve tefsir ilimlerinde büyük payeye ulaşan, muhaddis Abdullah bin Hüseyn bin Abdullah bin Hüseyn = el-Ukberî el-Bağdadî el-Hanbelî = Muhibbuddîn Ebu-l-Bekâ'nın İmlâu mâ Menne Bih-ir-Rahmânu min Vucûh-il-İ'râbi vel'Kirââti fî Cemîl-i-Kur'ân.
5- H.682'de veyahud 685'de vefat eden müfessir, imam Nasîruddîn Ebû Saîd Abdullah bin Ömer el-Beydâvî eş-Şâfiî'nin Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-ut-Te'vîl
6- H.725'te vefat eden tefsir, fıkıh, tasavvuf ve daha birçok ilimlerde büyük payeye ulaşan imam Muhyissünne Şeyh Alâuddîn Ali bin Muhammed bin İbrâhim el-Bağdâdî eş-Şâfiî'nin Lubâb-ut-Te'vîl fî Meâni-t-Tenzîl = Tefsîr-i Hâzın
7- H.710'da vefat eden, kelam ilmi= Ehli Sünnet velCemaat’in akaidinde, tefsir, fıkıh ve daha birçok ilimlerde büyük payeye ulaşan Ebû-l-Berakat Hafizuddîn Abdullah bin Ahmed bin Mahmûd en-Nesefî el-Hanbelî = İmam Nesefî'nin Medârik-ut-Tenzîl ve Hakâik-ut-Te'vîli fit'Tefsîr
8- H.817'de vefat eden Ebû Tâhir Muhammed bin Ya'kûb bin Muhammed bin İbrahim el-Feyruzeâbâdî = Feyruzâbâd = Mecduddîn-i Şirâzî'nin Tevîr-ul-Mikyâs fî Tefsîr-ibni Abbâs
9- H.510'da vefat eden, tefsir, hadis, fıkıh ve daha birçok ilimlerde büyük payeye ulaşan Ebû Muhammed el-Hüseyn bin Mes'ûd bin muhammed el-Ferrâ el-Beğavî = Muhyissünne'nin Meâlîm-ut-Tenzîl fit'Tefsîri vet'Te'vîl
10- H.542'de vefat eden müfessir, fakih, kâdî Ebû muhammed Abdulhakk bin Ğâlib bin Abdurrahmân bin Atiyye el-Muhârîbî'nin el-Muharrar-ul-Vecîz fî Tefsîr-il-Kitâb-il-Azîz
11- H.5877de vefat eden allâme, müfessir ve muhaddis Ebu-l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân bin Muhammed el-Cevzî el-Kureşî el-Bağdâdî = İbnu Cevzî'nin Zâd-ul-Mesîr fî İlm-it-Tefsîr
12- H.774'te vefat eden Ebu-l Fedâ İsmail İmâduddîn bin Ömer = Hafız İbnu Kesîr'in Tefsîr-ul-Kur'ân-il-Azîm= Tefsîr-i İbni Kesîr
13- H.465'te vefat eden, fıkıh, hikmet ve tasavvuf ilimlerinde büyük payeye ulaşan İmam Ebu-l-Kâsım Zeyneddîn Abdulkerîm bin Hevâzın bin Abdulmelik İbnu Talhâ en-Nisâbûrî el-Kuşeyrî'nin Latâif-ul-İşârât
14- H.683'te vefat eden imam, kâdı Ebu-l-Abbas Nâsiruddîn Ahmed bin Muhammed bin Mansûr bin Ebi-l-Kâsım el-Mâliki = İbn-ul-Münîr'in el-İntisâfu min Sâhib-il-Keşşâf
15- H.745'te vefat eden müfessir, fakih ve şair, terâcum, tefsir ve nahuv ilimlerinde büyük payeye ulaşan allâme Muhammed bin Yûsuf bin Ali bin Yûsuf bin Hayyan = Esîruddîn Ebû Hayyan el-Endülüsî'nin Tefsîr-u Bahr-il-Muhît
16- Yine Ebû Hayyan'ın Tefsîr-u Nehr-il-Mâddi min-el-Bahr-il-Muhît
17- H.749'da vefat eden, terâcum, nahuv, lügat, tefsir ve fıkıh ilimlerinde büyük payeye ulaşan Ahmed bin Abdulkâdir bin Ahmed bin Mektûm el-Kaysî el-Hanefî = Tâcuddîn İbnu Mektûm'un ed-Durr-ul-Lakît min-el-Bahr-il-Muhît
18- H.850'de vefat eden müfessir, hakîm el-Hasen bin Muhammed bin Hüseyn el-Kummî en-Nîsâbûrî = en-Nizâm-un-Nisâbûrî'nin Ğarâib-ul-Kur'ân ve Reğâib-ul-Furkân = Tefsîr-i Nîsâbûrî
19- İmam Suyûtî'nin ed-Durr-ul-Mensûr fit'Tefsîr-il-Me'sûr
20- Yine İmam Suyûtî'nin el-İtkân fî Ulûm-il-Kur'ân
21- Yine İmam Suyûtî'nin et-Tahbîr fî Ulûm-it-Tefsîr
22- H.920'de Akşehir'de vefat eden allâme, büyük mutasavvıf, Şeyh Bâbâ Ni'metullah bin Mahmud en-Nahcuvânî'nin el-Fevâtih-ul-İlâhiyyetu vel'Mefâtîh-ul-Ğaybiyyet-ul-Muvaddihatu lil'Kelim-il-Kur'âniyyeti vel'Hikem-il-Furkâniyye = Nahcuvânî
23- H.951'de vefat eden allâme, müfessir Muhyeddîn Muhammed bin Şeyh Muslihuddîn Mustafa el-Kocevî'nin el-Havâşî-i-Muteallikatu bi Halli Muğlakâti Envâr-it-Tenzîli ve Esrâr-it-Te'vîl = Şeyhzâde
24- H.977'de vefat eden, fıkıh, tefsir, kelam, sarf ve nahuv ilimlerinde büyük payeye ulaşan, allâme şeyh Şemseddîn Muhammed bin Muhammed el-Hatîb eş-Şirbinî eş-Şafiî'nin es-Sirâc-ul-Münîr fil'İâneti alâ Ma'rifet-i Ba'dı Meânî Kelâm-i Rabbinâ-i-Hakîm-il-Habîri fit'Tefsîr =Sirâc-ul-Münir
25- H.982'de vefat eden imam, müfessir ve şair Muhammed bin Muhammed bin Mustafa el-İmâdî el-Hanefî'nin İrşâd-ul-Akl-is-Selîm ilâ Mezâye-i-Kitâb-il-Kerîm = Tefsîr-i Ebû Suûd
26- H.1067'de vefat eden allâme Abdulhakîm bin Şemseddîn el-Hindî es-Seyâlikûtî = el-Bençâbî'nin Hâşiyet-us-Seyâlikûtî ale-l-Kâdî
27- H. 1069'da vefat eden allâme, edib ve muhaddis Ahmed bin Muhammed bin Ömer el-Hafâcî = Şihâb Ebu-l-Abbas'ın İnâyet-ul-Kâdî ve Kifâyet-ur-Râdî alâ Tefsîr-il-Kâdî = Tefsîr-i Şihâb
28- H.1127'de vefat eden mutasavvıf, allâme Şeyh İsmail Hakkı bin Mustafa İslambolî = Bursevî el-Hanefî = el-Halvetî'nin Ruh-ul-Beyân fî Tefsîr-il-Kur'ân
29- H.1195'te vefat eden Müfessir Usâmeddîn Ebu-l-Fedâ Hâfız İsmail bin Muhammed bin Mustafa el-Konevî'nin Hâşiyetun alâ Envâr-it-Tenzîl = Tefsîr-i Konevî
30- H.880 civarında vefat eden allâme ve müfessir, Sultan Muhammed Fatih'in Hocası Muslihuddîn Mustafa bin İbrahim= İbnu Temcîd'in Hâşiyet-ubn-it-Temcîd ale-l-Kâdî
31- H.1204'te vefat eden allâme, müfessir Süleyman bin Ömer el-Uceylî eş-Şafiî'nin el-Futûhât-ul-İlâhiyye bi Tavdîh-i Tefsîr-il-Celâleyni lid'Dakâik-il-Hafiyye = Tefsîr-i Cemel
32- H.1241'de vefat eden allâme, mutasavvıf Ahmed bin Muhammed es-Sâvî el-Halvetî el-Mâlikî'nin Hâşiyet-us-Sâvî alâ Tefsîr-il-Celâleyn
33- H.1270'de vefat eden hâtimet-ul-muhakkikîn Ebu-l-Fedâ, müfessir, muhaddis Şihâbuddîn Mahmud bin Abdullah el-Hüseynî el-Alûsî'nin Rûh-ul-Meânî fî Tefsîr-il-Kur'ân-il-Azîmi ves'Seb'i-l-Mesânî = Tefsîr-i Alûsî
34- H.1230'da vefat eden el-Müftî Halil bin Ahmed el-Hanefî'nin Hâşiyet-ul-Konevî
Sadece birkaçını yazabildiğimiz bunca tefsir çalışması varken ve bunca alim Kur'an-ı Kerim'in muhteşem yüceliğine ifadeye kelimeler yetiremeyip ciltlerce eserde tefsir çalışması yapıp, hala "biz Kur'an'ın muhteşem ifadelerini aktarmada yetersiz kaldık" derken, herhalde artık bir iki kelime ile koskoca dini beyninde kurup, aslında kısır zekasıyla oluşturduğu fikrini dinmişçesine insanlara pazarlamaya çalışan ve bunu yaparken de "Ulu Yüce Kur'an buyurdu ki" diyenin sözüne teslim olmamızı beklemeyeceklerdir.
Her şey dine feda, eğer zekada birini Pir tutmamız icab etseydi haliyle zekasına bütün insanlığın hayran kaldığı bir İmam A'zam rahimehullahı kendimize pir tayin etmemiz icab ederdi; ama bakınız o ne yapmıştır:
İbnu Mubârek anlatıyor:
Ebû Hanîfe ile hacca gitmek üzere Medîne'ye vardık. İmam Muhammed bin Ali bin Hüseyn bin Ali radıyallahu anhum, Ebû Hanîfe'ye rastladı. Ve:
- " Ebû Hânîfe sen misin? Dedem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözlerini bir kenara bırakıp görüş ve kıyasla hükmediyorsun öyle mi?"
- "Maâzallah, bunu yapmaktan Allah'a sığınırım."
- " Bilakis yapıyorsun. "
- " Zât-ı âlinizin lâyık olduğu bir mekanda oturmaya buyurun, tâ ki ben de huzurunuzda oturayım. Zira Allah'a andederim, Ceddin'in hayatında ashabın kendisine gösterdikleri hürmetin aynısını sana gösteririm. Zira gözümde sen çok muhteremsin."
Bunun üzerine İmam Bâkır oturmuş; Ebû Hanîfe huzurunda diz çökerek şöyle demiştir:
- " Bakınız efendim. Ben size üç soru sorayım, bana cevap veriniz.
- "Evet."
- (1) "Erkek kardeş mi, kız kardeş mi zaiftir?"
- "Evet, kadın zaiftir."
- "Erkeğin payı ne kadar, kadının payı ne kadar?"
- Erkeğe iki pay, kadına bir pay vardır.
- "İşte bu senin Ceddin'in sözüdür. Eğer kıyasla dinini değiştirseydim; kadın zaif olduğu için kadına iki pay, erkeğe bir pay verilir, diyecektim... (2) Namaz mı efdal, oruç mu? "
- "Namaz efdaldir."
- "Bu Ceddin'in sözüdür. Eğer kıyasla Ceddin'in dinini değiştirmiş olsaydım, diyecektim ki, kadın hayzdan temizlendiği zaman namazını kaza etsin, orucu kaza etmesin.. (3) Bevl mi , meni mi daha necistir?
- "Bevl daha necistir "
- "Eğer ben ceddin'in dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım, bevl daha necis olduğu için bevlde gusül etmek, menide abdest almakla hükmederdim. Amma tekrarlayayım ki, Ceddin'in dinini değiştirmekten Allah'a sığınırım.
Bunun üzerine İmam Bâkır onu kucaklayarak alnını öpmüş ve kendisine lütufta bulunmuştur.
İmam A'zam Bahsi için kaynak: Menâkıb-u Ebî Hanîfe s.143
(alıntıdır)