KOMÜNİZM Mİ, KAPİTALİZM Mİ? İnsanlığa en çok hangisinin zararı dokunmuştur?

KOMÜNİZM Mİ, KAPİTALİZM Mİ?.İnsanlığa en çok hangisinin zararı dokunmuştur.

  • KOMÜNİZM

    Oy: 1 14.3%
  • KAPİTALİZM

    Oy: 1 14.3%
  • Her ikisininde zararı dokunmuştur.

    Oy: 5 71.4%

  • Kullanılan toplam oy
    7

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
KOMÜNİZM Mİ, KAPİTALİZM Mİ? İnsanlığa en çok hangisinin zararı dokunmuştur?

Komünizm, dünya üzerinde en fazla olarak 70 sene dayanabilmiştir.Eğer o iyi bir sistem olsaydı dünya milletleri onu desteklerlerdi.Demek ki iyi bir sistem olmadığı için yok olup gitti.Sovyetler Birliği bunun için dağılmıştır.

Kapitalizme gelince...


İşte dünyayı faizle sömüren, toplumu her türlü melanete götüren, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bir tağuti sistemdir.Komünizm ve kapitalizm yine siyonizmin birer evlatlarıdır.Bunların hepsi tağuti sistemlerden olup İslam düzenine ters düşen sistemlerdir.Bunlarla müslümanların işi olmaz.Müslümanlar, ancak İslam nizamı yani şeriatla yönetilmelidir.Şeriat her türlü dertlere devadır.

Kapitalizm, insanlık tarihinin en vahşi ve en acımasız sistemlerindendir. Her ne kadar görünen yüzü yumuşak olsa da altında katı bir yozlaştırma, sömürme ,ekonomik zulüm yatar.



Kapitalist ruh, insan değerlerini güve gibi içten içe kemirir ve boş topluluklar oluşturur, sonra bu toplumları kendi istediği şekilde yeniden yapılandırıp olması gerekenin bu olduğunu söyler. Sanki doğalmış gibi böyle işlemiştir ancak ruhunu kapitalist zevklerden koparabilen üstün insan kavramına ulaşan bireyler bunu farketmektedirler.


Sözde, kapitalizm insanlığa komünizmden daha çok özgürlük tanıyormuş gibi hava estirirler. Özgürlük denen şeyin tercihle ne kadar alakası vardır ki?. O, bize özgürlük alanı değil ancak tercihler sunmaktadır. Bununda adını özgürlük demektedirler.


Cahiliye devrinde tağutlar vardı. Arap toplumu bunlara tapıyor olmaktan kıvanç duyardı. Aynen şimdi de insanlarımız paraya, güce ve mevkilere tapmakta, kendilerine yeni tağutlar edinmektedirler. sevdiğim birininde söylediği gibi: bunlar zamanında taşlara tapmış sonrada onu kağıt yapmışlardır. İşte kapitalizm insan hayatını ve insani değerleri bu kadar aşağı çekmiştir .Oysa komünizm her ne kadar kapitalizme karşı olsa da yeryüzünde onu önleyememiştir.


İnsanlık onuru kapitalizmle geriye gideceği gibi belkide komünizmle çok da ileriye gidemeyecektir Ancak insanoğlu bunları red ettiğinde insanlığın değerlerinin ve insan kudsiyetinin farkında olacaktır.


Komünizm sisteminde; zengin bir devlet ,devlet tarafından sömürülen fakir bir millet olmaktadır.Komünizm, halkın sırtından geçinen ve kendisini geliştirmeye çalışan bir sistem olup ayrıca İslam'da zekat farizatını tamamen yok etmeye çalışan tağuti sistemlerdendir.

Sonuç olarak ne kapitalizm ne de komünizm bu insanlığa huzur,refah bereket getirmemiştir.
 

KARAMURAT-3

Kıdemli Üye
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
4,706
Tepkime puanı
54
Puanları
0
Konum
Ankara
Web sitesi
mazlumlarvezalimler.blogcu.com
39263.jpg




KOMÜNİZM'İN 20. YÜZYIL BİLANÇOSU!




SSCB: 20 milyon ölü

ÇİN: 65 milyon ölü

VİETNAM: 1 milyon ölü

KUZEY KORE: 2 milyon ölü

KAMBOÇYA: 2 milyon ölü

DOĞU AVRUPA: 1 milyon ölü

LATİN AMERİKA: 150 bin ölü

AFRİKA: 1.7 milyon ölü

AFGANİSTAN: 1.5 milyon ölü




TOPLAM: YAKLAŞIK 100 MİLYON ÖLÜ


http://gercektarihky.blogspot.com/2012/02/komunizmin-20-yuzyil-bilancosu.html

 

KARAMURAT-3

Kıdemli Üye
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
4,706
Tepkime puanı
54
Puanları
0
Konum
Ankara
Web sitesi
mazlumlarvezalimler.blogcu.com
mao39262.bmp


MAO'NUN DARWINİST ZULMÜ



Evrim teorisi, Mao'nun Çin'in başına getirdiği felaketlerin tümüyle yakından ilgilidir. Bunlardan en önemlisi 1958-61 yıllarında yaşanan ve 40 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan büyük kıtlık olmuştur. Sözkonusu kıtlık, Lysenko modeli "evrimci bilim"in uygulanması sonucunda olmuştur. Bunun yanında, bir de Mao'nun ve Çin'e hakim olan komünist kadronun şaşırtıcı zalimliği ve acımasızlığı vardır. İnsanları kasten aç bırakma, yamyamlık gibi akıl almaz bir vahşete zorlama gibi politikalar, nasıl bir kafa yapısına dayanmaktadır?




Bu, kuşkusuz Mao'nun ve onunla birlikte hareket eden tüm komünist kadroların insana bakış açısıyla yakından ilgilidir. Çin'deki komünist terörünün ardında, aynı Sovyetlerde olduğu gibi, insanların hayvan olarak görülmesi yatmaktadır. Mao ve Maocu komünistler, bir hayvan sürüsü olarak gördükleri halkın çektiği acılardan hiçbir şekilde etkilenmemiş, bunu doğanın makul ve normal bir işleyişi olarak görmüşlerdir. Komünizmin Kara Kitabı'nda Mao'nun bu bakış açısı şöyle ifade edilir:


Mao, Çin'deki hükümranların geleneğine uygun olarak, ama kendi çevresinde özenle dokunan efsanenin aksine, köylü denen bu kaba ve ilkel yaratıkların basit hayatta kalma uğraşları konusunda pek az endişe gösteriyordu.


Mao'nun, komünizme muhalif olarak gördüğü kimseleri Darwinist önyargıyla "hayvan" olarak kabul edişi, Harvard Üniversitesi'nden tarihçi James Reeve Pusey'in China and Charles Darwin (Çin ve Charles Darwin) adlı kitabında da vurgulanır. Pusey "Mao'nun fikirlerinin, Darwinist ironi ve çelişkilerin güçlü bir karması olduğunu" belirtmekte ve şöyle yazmaktadır:


Mao Tse-tung, 1964 yılında "bütün aşağılık hayvanlar yok edilecektir" diye tehdit savurmuştu. Bununla, düşmanlarını insanlıktan çıkarıyordu, bu kısmen Çin geleneğindeki abartıya, kısmen de sosyal Darwinist "realizm"e dayanıyordu. Aynen anarşistler gibi, devrime tepki duyanları evrimsel başarısızlıklar olarak görüyor ve soylarının tükenmesini hak ettiklerini düşünüyordu. Halkın düşmanları insan değildi ve insan olarak muamele görmeyi hak etmiyorlardı.


İnsanı bir hayvan türü olarak gören anlayış, insanlar üzerinde "deney" yapmayı da son derece makul karşılıyordu. Büyük Atılım sırasında, yeni "beslenme" yöntemleri düşünülmüş ve bunlar açlıktan kıvranan insanlar üzerinde acımasızca denenmişti:


Hayatta kalanlar ise atların dışkılarında sindirilmeden kalan mısır tanelerini ve inek tezeklerinden kurt topluyordu. Bu kişiler aynı zamanda, ekmek yapımında una yüzde 30 kağıt hamuru ya da haşlanmış pirince bataklık planktonu karıştırılması gibi açlık giderici denemelerde kobay olarak kullanılıyordu. Birinci karışım, tüm kampı sonu ölümle biten dayanılmaz sancılı kabızlıklara sürüklüyordu; ikincisi de aynı biçimde hastalığa sebep oluyor, en zayıf olanlar ölüyordu. Sonunda tüm ülkeye yayılacak olan öğütülmüş mısır saplarında karar kılındı.


Mao'nun Büyük Atılım projesi, aslında bir tür doğal seleksiyon denemesiydi. Mao, Çin toplumunu olabilecek en ağır şartlara zorluyor, bu yolla zayıfları ve komünizme karşı olanları eliyordu. Bir yandan da açlık yoluyla köylülerin beyinlerini yıkamaya, onları kendisine ve komünist düzene bağımlı hale getirmeye çalışıyordu. Bu hareketin fikri temeli ise Darwinizm'di. Nitekim Mao, "Büyük Atılım" sırasında aynı zamanda bir "eğitim atılımı" başlatmıştı ve bu eğitim kampanyasında başrolü diyalektik materyalizmle birlikte Darwinizm oynuyordu. Mao, o dönemdeki bir söylevinde, "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve evrim teorisine dayanmaktadır" diyerek, uyguladığı vahşetin dayanağını açıkça ifade ediyordu.


Mao, Büyük Atılım'ın hemen ardından, 30 Ocak 1962'de Komünist Parti üyelerine yaptığı bir konuşmada ise, Çin Komünist Partisi ile Darwin arasında şöyle paralellik kuruyordu:


... Darwin gibi doğa bilimcilerinin doktrinleri uzun süre insanların çoğunluğu tarafından kabul edilmemişti, yanlış olarak değerlendirilmişti. Onlar dönemlerinde azınlıktılar. Bizim Partimiz de 1921'de kurulduğu zaman yalnızca birkaç düzine üyeye sahipti; biz de azınlıktık. Fakat bu kadar az insan gerçekliği ve Çin'in kaderini temsil etmekteydi.


Kısacası Mao, kendi partisinin çabalarını Darwin'in çabaları ile eş tutuyor, ona verdiği değeri ve duyduğu hayranlığı bu sözlerle ifade ediyordu. Kendi komünist partisinin fikirleri gibi Darwin'in fikirlerinin de ilk başta çok az insan tarafından kabul gördüğünü, ama bu durumun fikirlerinin doğruluğunu değiştirmediğini iddia ediyordu.


Ama tıpkı Darwin'in fikirleri gibi, Mao'nun fikirleri de birer hurafeydi.


Nitekim Büyük Atılım sonucunda 30 ila 45 milyon Çinli kıtlık nedeniyle yaşamını yitirdi. Pek çok köylü kollektivizasyona direndiği için işkence gördü ve öldürüldü. Komünizm hakkında en ufak bir olumsuz tavrı görülen on binlerce insan "sınıf düşmanı" ilan edilip tutuklandı, işkenceye uğradı, Çin'in korkunç cezaevlerinde hayvan muamelesi gördü ve sonunda idam edildi.


Söz konusu cezaevleri, Çin komünizminin vahşetinin sergilendiği özel mekanlardı.


Çin Komünizminin Vahşetinin Sergilendiği Cezaevleri


Mao döneminde Çin tam anlamıyla bir korku toplumu haline gelmiştir. Bunun nedenlerinden biri, sayıları milyonlarla ifade edilen insanın çoğunun herhangi bir somut suçu olmadığı halde, komünizme muhalif sayılarak tutuklanması, hapsedilmesi ve bir süre sonra büyük kentlerin meydanlarında düzenlenen idam törenleri ile öldürülmesidir. Mao'nun direktifleriyle 6 ila 10 milyon arasında kişinin doğrudan öldürüldüğü hesaplanmaktadır. Yaklaşık 20 milyon "karşı devrimci" de, ömürlerinin önemli bir bölümünü cezaevlerinde geçirdi. Ama bu cezaevlerinde yaşamak, ölmekten beterdi. Komünizmin Kara Kitabı'nda bu cezaevlerinden şöyle söz ediliyor:


100 metrekarelik bir hücre 300 tutuklu ve Şanghay'daki Merkez Tutukevi'nde 18 bin kişi; açlık tayınları, iflah kesen işler; sürekli fiziksel şiddetle beraber (örneğin, tüm yürüyüşlerde başın eğik durması zorunlu olduğundan, başını kaldırana dipçik darbesi) insanlık dışı bir disiplin. Ölüm oranı, 1952'ye kadar kuşkusuz yüzde 5'in çok üzerindeydi, altı ay içinde Guangxi'deki bir kampta yüzde 50'lerin üzerinde ya da Shanxi'deki bazı maden ocaklarında günde 300 ölüye kadar çıkıyordu. En değişik ve en sadist işkenceler sıradan uygulamalardı; bunların arasında en yaygın olanı bileklerden ya da işaret parmaklarından askıya alınmaktır; bir Çinli rahip 102 saat sürekli sorgulamadan sonra ölmüştü. En kötü gaddarlıklar denetimsiz bir biçimde ortalığı kasıp kavurabiliyordu: bir kamp komutanı, birçok tecavüz olayının yanı sıra, bir yıl içinde 1320 tutukluyu ya katlettirmiş ya da canlı canlı toprağa gömdürmüştü. O sıralarda oldukça sık görülen başkaldıranlar da (birçoğu eski asker olan mahkumların moralman çökmesi için yeterli zaman geçmemiştir henüz) gerçek katliamlara yol açar: Yanchang petrol bölgesinde 20 000 mahkumdan birkaç bini idam edilir; 1949'da bir orman işletmesindeki 5 000 asinin 1000 kadarı canlı canlı toprağa gömülür...
Özel kelepçeler takmak ve bunları mahkumların bileklerinde iyice sıkmak, Mao'nun cezaevlerinde yaygınlıkla uygulanan bir işkence biçimiydi. Mahkumların ayak bileklerine aynı zamanda zincirler de geçiriliyordu. Hatta bazen kelepçeler, mahkumun ne yemesine ne içmesine ne de tuvalete gitmesine imkan verecek şekilde, penceredeki parmaklıklardan birine tutturuluyordu. Amaç, bireyi küçük düşürerek maneviyatını kemirmekti. Halk hükümeti, her türlü işkenceyi yasakladığını iddia ettiğinden, buna resmen 'cezalandırma', ya da 'ikna' adı veriliyordu.
Tüm bu vahşetin öncelikli amacı, rejim muhalifleri başta olmak üzere tüm topluma korku salmaktı. Bir diğer hedef, işkence ve korku yoluyla insanların kişiliğini çökertmek, onları insanlıktan çıkarmak ve "hayvanlaştırmak"tı. Mao, bu şekilde bütün Çin nüfusunu bir hayvan sürüsü haline getirmek ve bu yolla yönetmek amacındaydı. Mao'nun Çin üzerindeki bu totaliter ve zalim projesinin hayata geçirildiği önemli bir dönüm noktası, "Kültür Devrimi" oldu.


Kültür Devrimi: Çin'in Toplu Cinneti


Mao, Büyük Atılım fiyaskosundan sonra kendisinin "günlük siyasetin üstünde" olduğunu belirterek elini devlet işlerinden çekmiş, sözde "daha büyük ve önemli sorunlar" üzerine düşünmeye başlamıştı. Mao'nun bu sessiz dönemi, 1966 yılında sona erdi. Kendisine "Büyük Serdümen" lakabı takılmış olan Mao, Çin devriminin henüz başarıya ulaşamadığını, çünkü komünizmin insanların zihnine tam olarak yerleşemediğini, devletin en üst kademelerinde bile komünizmi anlamamış kadrolar bulunduğunu ve tüm bunları söküp atacak bir "kültür devrimi" gerektiğini ilan etti.
Kültür Devrimi, bütün Çin devletini ve toplumunu yerle bir edecek bir sarsıntıydı. Mao'nun telkinleri, komünist parti saflarındaki cahil gençler üzerinde büyük etki oluşturdu ve "Kızıl Muhafızlar" adı verilen bu gençler, ülkenin dört bir yanında terör estirmeye başladılar. "Doğu Kızıldır" marşını söyleyerek topluca sokaklarda geziyor, "komünizme aykırı" buldukları herkesi tutuklayabiliyor veya herşeye saldırabiliyorlardı. Bu şekilde binlerce üst düzey bürokrat, üniversite hocası, bilim adamı ve aydın tutuklandı, korkunç işkencelerden geçirildikten sonra aşağılanarak idam edildi.


Mao'nun en yakın dostlarından biri ve eski devlet başkanı olan Liu Shaoqi bile -Mao'nun emriyle- tutuklandı, halka açık bir meydanda dövüldü, uzun süre işkence gördükten sonra hiçbir tıbbi yardım yapılmadan bir hücreye atıldı ve burada kıvranarak öldü. Mao, sonrasında Çin'in yönetimini ele alacak olan, Mao'nun en eski "yoldaş"larından Deng Xiaoping'in oğlu ve Pekin Üniversitesi fizik öğretmeni Pufong, Kızıl Muhafızlar tarafından sorgulandı, sorgu sırasında sapıkça tecavüze uğradı, kalın tahta sopalarla dövüldü ve sonra da sorgu odasının penceresinden aşağı atıldı. Hayatının geri kalan kısmını, kırılmış parmaklar ve kaybolmuş duyma yeteneği ile bir tekerlekli sandalyede geçirecekti.


Komünizmin Kara Kitabı'nda, Kültür Devrimi sırasında tutuklanan üniversite profesörlerine yapılan insanlık dışı işkenceler bir gözlemcinin sözleriyle şöyle anlatılıyor:
İçeriye daldım. Spor alanında ve daha uzakta üç katlı yepyeni okul binasının önünde, gerçekten bir 'kara haydut çetesi' oluşturacak biçimde başları ve yüzleri siyah mürekkebe bulanmış, tamamı 40 ile 50 kadar, sıra halinde duran profesörleri gördüm. Bunlar, boyunlarına asılı, 'gerici akademik otorite bilmem kim', 'sınıf düşmanı bilmem kim', 'kapitalist yolu tutan bilmem kim', 'çürümüş çetenin başı bilmem kim' gibi -tümü gazetelerden alınmış niteliklerde- yazılı levhalar taşıyordu. Her levha, profesörlere infazı bekleyen idam mahkumlarının görüntüsünü veren birer kırmızı haçla işaretlenmişti. Tümüne, üzerinde benzer niteleme sıfatları yazılı eşek takkeleri giydirilmişti; sırtlarında da pis süpürgeler, toz bezleri ve ayakkabılar taşıyorlardı.
Profesörlerin boyunlarına da içi taşla dolu kovalar asılmıştı. Müdürü fark ettim: kova o kadar ağırdı ki, madeni tel deriye iyice gömülmüştü; adam sallanıyordu. Hepsi yalınayak, gonglara ya da tencerelere vurarak alanı dolaşırken bağırıyordu: 'Ben haydut bilmem kimim'.


En sonunda tümü dizlerinin üzerine çöktü; tütsüler yaktı ve Mao Tse-Tung'a 'suçlarını affettirmek' için yalvardı. Bu sahne karşısında aptallaştım, benzimin solduğunu hissettim. Birkaç kız bayılacak gibi oldu. Dayak ve işkenceler bunu izledi. Daha önce hiç böyle işkence görmemiştim: onlara artık su maddeleri ve böcekleri yediriliyor ve elektrik akımı veriliyordu. Cam kırıkları üzerine diz çökmeleri için zorlanıyorlar, kollarından bacaklarından askıya alınarak 'uçak' durumuna sokuluyorlardı.
Kültür Devrimi sırasında, daha önce Lenin ve Stalin rejimleri tarafından uygulanmış olan "insanları hayvanlaştırma" politikası da uygulamaya kondu. "Halk düşmanı" olarak tespit edilen muhalifler, halk önünde hayvan taklidi yapmaya zorlanıyordu. Tutuklanan bazı profesörler, elleri arkadan bağlı olarak çimlere atılıyor ve "otlanmaları", yani ağızlarıyla yerdeki çimi yolmaları için zorlanıyordu. Pekin basını şöyle yazıyordu: "Mao karşıtları, sokakları koşan farelerdir, öldürün onları, öldürün".


Kültür Devrimi, dünya tarihinde eşi benzeri görülmedik bir toplu delilik kampanyasıydı. Kızıl Muhafızlar tarafından sadece müzik dinlediği, evcil hayvan beslediği veya ibadet yaptığı için tutuklanan on binlerce insan işkence gördü ve idam edildi. Adeta toplu bir hipnozun etkisi altına giren halk ise, her türlü vahşeti destekliyor, katliamları seyrederken destek verdiklerini gösteren naralar atıyorlardı. Komünizmin Kara Kitabı'nda bu vahşi uygulamalar şu şekilde tarif ediliyor:


Hepsi ölüme mahkum edilen devrim karşıtları, bütün halkın davet edildiği açık duruşmalarda, Kızıl muhafızlar tarafından parçalanıyorlardı. Halk ise bu esnada "öldür öldür!" diye bağırıyordu. Kızıl Muhafızlar bazen parçaları kızartıp yiyor ya da hala canlı olan mahkumun gözleri önünde ailesine yediriyordu; herkes "eski mülk sahibi"nin karaciğerinin ve kalbinin yendiği ziyafetlere ve konuşmacının yeni kesilmiş kafalardan yapılmış bir kazık dizisi önünde konuştuğu toplantılara davetliydi. Çin'de yamyamlığa varacak kadar şiddetlenen nefret ve vahşet hakimdi.
Kızıl Muhafızların tek kaynağı, Mao'nun sözlerini içeren "Kızıl Kitap"tı. Hepsi Kızıl Kitabı ezbere biliyor, dahası bilmeyenleri de "sınıf düşmanı" ilan edip oracıkta dövebiliyor, hatta idam bile edebiliyorlardı. En normal ve meşru davranışlar bile "komünizme aykırı" bulunup cezalandırılabiliyordu:

Kızıl Muhafızlar, bu acınacak derecede ciddi çocuklar, "devrimci enerjiyi azaltma" diye adlandırılan kedi, kuş beslemeyi ve çiçek yetiştirmeyi (bahçeye çiçek ekmek, böylece karşı-devrimcilik oluyordu) yasaklamayı uygun gördüler... Büyük kentlerde özellikle Şanghay'da devriyeler uzun ya da briyantinli saçları sorgusuz sualsiz kırpıyor, dar pantolonları parçalıyor, yüksek ökçeleri söküyor, sivri uçlu ayakkabıları deliyor ve dükkanları uygun adlar almaya zorluyordu. Kızıl Muhafızlar, yoldan geçenleri, kendi seçtikleri Mao'nun deyişlerinden birini ezbere okutturmak için durduruyordu. İnsanların çoğu evlerinden dışarı çıkmayı göze alamıyordu.
Kültür Devrimi o kadar büyük bir cinnet haline gelmişti ki, en sonunda ordu müdahale etmek ve ülkeyi yeniden düzene oturtmak durumunda kaldı. 1970'li yıllar boyunca Çin, Kültür Devrimi'nin yaralarını sarmaya, tahribatını tamir etmeye uğraştı. Mao, 1976'da öldü. Ardında 50 milyonu aşkın ölü, on milyonlarca işkence görmüş insan ve karanlık bir ideoloji bıraktı. Gelecek haftaki yazımızda Çin'in işgal altında tuttuğu ülkelerdeki vahşetini, özellikle de Uygur Türklerine yönelik büyük soykırım hareketini inceleyeceğiz.




DİPNOTLAR


1 Komünizmin Kara Kitabı, s.644

2 James Reeve Pusey, China and Charles Darwin, s. 456

3 James Reeve Pusey, China and Charles Darwin, s. 455

4 Komünizmin Kara Kitabı, s.647

5 K. Mehnert, Kampf um Mao's Erbe, Deutsche Verlags-Anstalt, 1977

6 Talk At An Enlarged Central Work Conference, 30 January 1962,

7 Komünizmin Kara Kitabı, s.621

8 Komünizmin Kara Kitabı, s.668

9 Malachi Martin, The Keys of This Blood, s. 406

10 Ken Ling, Miriam London ve Ta-ling Lee, La vengeance du ciel: un jeune Chinois dans la Revolution culturelle, Paris, Laffont, 1981 (İngilizce orijinal basım 1972), s. 20-23. (Bu sahne Xiamen'de seçkin bir lisede cereyan etmişti.); Komünizmin Kara Kitabı, s.690-692

11 Komünizmin Kara Kitabı, s. 684

12 Komünizmin Kara Kitabı, s.617

13 Nien Cheng, Vie et mort a Shangai, Paris, Albin Michel, 1987 (İngilizce orijinal baskı 19867, s.86; Komünizmin Kara Kitabı, s.688


http://gercektarihky.blogspot.com/2012/02/maonun-darwinist-zulmu.html
 

KARAMURAT-3

Kıdemli Üye
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
4,706
Tepkime puanı
54
Puanları
0
Konum
Ankara
Web sitesi
mazlumlarvezalimler.blogcu.com
39261.jpg


Komünizm, din ahlakını yok etmek için hangi yöntemlere başvurur?


Komünizmin din ahlakına düşman olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Marx, Engels, Lenin, Stalin, Trotsky, Mao veya bir başka komünistin yazılarına bakıldığında, bunun açıkça ifade edildiği görülebilir. Marx, din ahlakını kendince "halkın afyonu" olarak tanımlamış ve sözde "fakir halk kesimlerini uyutmak için yönetici sınıf tarafından oluşturulan bir kültür" diye tarif etmiştir. Dahası, komünizme ulaşmak için de dini inançların yok edilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Engels, kitaplarında "insanın maymundan geldiğini" ileri sürerken, din ahlakının da sözde bu evrim sürecinin bir aşamasında ortaya çıktığını iddia etmiştir.
Peki komünistler din ahlakını yok etmek amacıyla nasıl bir politika izlerler?
Bu soruya ilk kapsamlı cevabı Lenin vermiştir. Lenin'in 1909 yılında Rus Sosyal Demokrat Partisi'nin (sonraki Komünist Parti) lideri olarak yazdığı ve Proleterya dergisinde yayınlanan "Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu" başlıklı makalede şunlar yazılıdır:

"Sosyal Demokrasi, dünya görüşünü bilimsel sosyalizm, yani Marksizm temeline dayar. Marx ve Engels'in çeşitli kereler tekrarladıkları gibi Marksizm'in felsefi temeli, Fransa'daki 18. yüzyıl maddeciliğinin ve Almanya'daki Feuerbach (19. yüzyılın ilk yarısı) maddeciliğinin tarihsel geleneklerini benimsemiş olan, tamamen ateist ve din ahlakına karşı tavırdaki diyalektik maddeciliktir. Unutmayalım ki, Marx'ın taslak halindeyken okuduğu Engels'in Anti-Dühring'inin tamamı, maddeci ve ateist olan Dühring'i tutarlı bir maddeci olmamak ve din ile din felsefesine açık kapı bırakmakla suçlar. Yine unutmayalım ki, Engels, Ludwig Feuerbach ile ilgili yapıtında, din ahlakını ortadan kaldırmak için değil de, yeniden canlandırmak, yeni, "yüceltilmiş" bir din kurmak için savaş açtı diye Feuerbach'a çatar. "Din ahlakı halkı uyutmak için kullanılan afyondur." Marx'ın bu sözü din ahlakı konusundaki Marksist görüşün temel taşıdır." (Viladimir Iliç Lenin, Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu, Proleterya, Sayı: 45, 13 (28) Mayıs 1909)

Dikkat edilirse, Lenin, Marksistlerin din ahlakına karşı vermeleri gereken savaşın, "bilimsel yayınlar" ve "Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları" gibi kaynaklarla yürütülmesi gerektiğini söylemektedir. Bura daki "bilimsel yayın"dan kasıt, materyalizmi bilim kisvesi altında toplumlara empoze eden teorilerdir. Bunların başında da kuşkusuz Darwinizm gelir. Bahsettiği Aydınlanma düşünürleri ise Diderot, D'Holbach gibi Marx öncesi materyalistlerin din aleyhindeki propaganda yazılarıdır.
Lenin'in gösterdiği bu yöntem, komünistler tarafından halen kullanılmaktadır. Dünyadaki bazı yayınevleri, bazı sözde bilimsel dergiler veya medya kuruluşları incelendiğinde de, Darwinist ve Aydınlanma felsefesine bağlı yayınların kaynağının Marksistler olduğu açıkça görülecektir.


http://gercektarihky.blogspot.com/2012/02/komunizm-din-ahlakn-yok-etmek-icin.html

 

KARAMURAT-3

Kıdemli Üye
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
4,706
Tepkime puanı
54
Puanları
0
Konum
Ankara
Web sitesi
mazlumlarvezalimler.blogcu.com
4175602.jpg


Komünizm ülkelere sefalet, açlık ve kargaşa getirdi




Rusya ve Çin gibi ülkelerde geçtiğimiz yüzyıl içinde yaşananlar Darwinizm'in bir topluma getireceği belaların ve acıların görülebilmesi açısından son derece önemli örneklerdir. Özellikle de Rusya'da 1917 yılında meydana gelen ihtilalden günümüze kadar yaşananlar komünist yapının bir ülkeyi nasıl yıkıma götürdüğünü açıkça gözler önüne sermektedir.



Bolşevik ihtilali ile Rusya'da Darwinist-materyalist zihniyet iktidar oldu. Bu zihniyet Rus halkını çok büyük sefaletlere, acılara, sıkıntılara götüren yolun başlangıcıydı. Rusya'da dünya tarihinin en acımasız katliamları, soykırımları ve sürgünleri yaşandı. Komünizmin kurucuları Karl Marx ve Friedrich Engels gibi, komünizmin uygulayıcıları Lenin, Stalin ve diğer bolşevikler de koyu birer Darwinistlerdi ve uyguladıkları baskı politikalarını ve zulümlerini Darwinizm'in sahte bilimselliği ile meşrulaştırmaya çalıştılar.



Koyu birer Darwinist oldukları için Lenin ve Stalin, insanları hayvan sürüsü gibi görüyor ve hayatlarına hiç bir değer vermiyorlardı. Komünist militanlarıyla birlikte gerçekleştirdiği kanlı bir iç savaştan sonra iktidarı ele geçiren Lenin, kurduğu sisteme karşı gelen herkesi kurşuna dizdirmiş, ülke içinde yaşanan iç savaşlar tam üç yıl sürmüş, Rusya tam bir harabeye dönüşmüştü. Lenin bir toplantıda söz aldığında şu dehşet verici ifadeleri kullanmış ve insan hayatına ne kadar az önem verdiğini dile getirmişti:



"Eğer kitleler kendiliğinden ayağa kalkmazsa, hiçbir şey başaramayız. Spekülatörlere karşı terör uygulamadığımız, yani hemen oracıkta kafalarına bir kurşun sıkmadığımız sürece hiçbir yere varamayız." (V.İ. Lenin, Polnoye Sobraniye Soçineniy, Moskova, 1958-1966, cilt XXXV,s.311)



Lenin ile aynı fikirleri paylaşan Stalin döneminde, masum insanlar hiçbir suçları olmadığı halde evlerinden toplanarak, ölüm kamplarına gönderildiler. Burada ağır işkence altında ve açlık içinde ölesiye çalıştırılan bu insanlar bir süre sonra ise keyfi olarak öldürüldüler. Stalin'in Darwinist-materyalist devleti, insanların hayatlarını ve insani değerleri kesinlikle hiçe sayıyordu. Ukrayna kamplarından birinin şefi Martin Latsis, raporlarından birinde bunların gerçek birer "ölüm kampı" olduğunu şöyle itiraf ediyordu:



"Maykop yakınlarındaki bir kampta toplanan rehineler -kadınlar, çocuklar ve yaşlılar - çamur içinde ve ekim soğuğunda korkunç şartlarda yaşıyor… Sinekler gibi ölüyorlar… Kadınlar ölmemek için herşeyi yapmaya hazır. Kampı korumakla görevli askerler bu kadınların ticaretini yapmak için bu durumdan yararlanıyorlar." (Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Yayınları, İstanbul, s. 134-135)



Stalin, "komünizm projesini" gerçekleştirme adı altında ülkeyi açlık ve sefalete sürüklemiş, baskıcı bir yönetim kurmuş, köylü halkı zorla çalıştırmış, dini yaşama haklarını tamamen ellerinden almıştı. Stalin'in en büyük icraatlarından biri ise Rusya nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan köylülerin tarlalarına devlet adına el koymak oldu. Özel mülkiyeti yok etmeye yönelik bu politika gereği, Rus köylülerin bütün mahsulü silahlı görevlilerce toplandı. Bunun sonucunda çok şiddetli bir açlık baş gösterdi. Yiyecek hiçbir şey bulamayan milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı açlıktan yaşamını yitirdi. Kafkasya'da ölü sayısı bir milyonu aştı. Devletin eliyle köylülerin ürünlerine zorla el koyan "zoralım birlikleri" kuruldu. Bu birlikler de türlü zulümde bulunuyordu. 14 Şubat 1922'de bir müfettiş şunları yazıyordu:



"Zoralım birliklerinin haksız uygulamaları akıl almaz boyutlara ulaştı. Tutuklanan köylüler sistematik biçimde soğuk hangarlara kapatılıyor, kırbaçla dövülüyor ve ölümle tehdit ediliyor. Teslim etmeleri gereken kotanın tamamını dolduramayanlar, elleri kolları bağlanıp, çıplak bir şekilde köyün ana caddesi boyunca koşmaya zorlanıyor ve sonra da soğuk bir hangara tıkılıyor. Çok sayıda kadın bayılana kadar dövüldükten sonra çıplak olarak karda açılan çukurlara konuluyor…" (Komünizmin Kara Kitabı, s. 159-160)



Bu politikaya direnen yüzbinlerce insan ise Sibirya'daki çalışma kamplarına yollandı. Tutsakların çok ağır şartlarda çalıştırıldığı bu kamplar, sürgüne gönderilen insanların büyük çoğunluğuna mezar oldu. Stalin'in bu kanlı politikaları sonucunda yaklaşık 20 milyon insan katledildi.



Öldürmek, yaşam mücadelesinin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edildiği için, Darwinist-komünistler, milyonlarca masum insanı çeşitli yöntemlerle öldürdüler. Bu kısa dönemde sadece Rusya'da öldürülen insan sayısı 60 milyonu geçiyordu.



Darwinist zihniyetin bir diğer özelliği de halkına güvenmemesiydi. Elinde verecek ürünü kalmadığını söyleyen köylülere dehşet uyandıran işkencelerin uygulanmasının ardında yatan nedenlerden biri de buydu. Halklarını, kendilerinden sadece menfaat elde edecekleri, bir hayvan gibi çalıştırıp işlerine gelmediğinde veya biraz bile şüphelendiklerinde hiç düşünmeden öldürebilecekleri yaratıklar gibi gören bu Darwinist yöneticiler, neredeyse bir yüzyılın tamamını kana buladılar.



Darwinist-komünist devletin, özel teşebbüse imkan tanımaması, üreticinin elinden tüm ürününü ve kazancını alması da, şüpheci yaklaşımının bir diğer göstergesidir. Böyle bir zihniyet, kendisi dışında hiçbir insana, hiçbir düşünceye veya inanca değer vermediği için, onların gelişmesine veya varlık göstermesine de izin vermez. İnsanlar Darwinist devletin ürettiği kıyafeti giymek, bu devletin gösterdiği sanatı yapmak, sadece belirli ürünleri belirli şekillerde üretmek zorundadırlar. Hiçkimse fikir üretemez, geniş düşünemez, yenilik getiremez. Sadece devletin verdiği kadarıyla hayatını idame ettirebilir. İşte bu, Darwinist-materyalist bir devletin istediği bir toplum şeklidir.



Yazının başında da belirttiğimiz gibi, Sovyetler Birliği'nin çökmesi bu zihniyetin çökmesi için yeterli olmamıştır. Nitekim bugün Rusya hala aynı acımasız, ruhsuz ve her türlü insani değerden uzak Darwinist zihniyetin pençesindedir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra iktidara gelen tüm yöneticilerin gerek kendi halklarına gerekse Kafkasya halklarına karşı tutumları bunun çok önemli bir göstergesidir. SSCB'nin dağılması tüm dünyanın umut ettiği gibi Rus halkı için iyiye gidiş olmamıştır. Çünkü aynı komünist anlayış hala iktidardadır ve tüm icraatleriyle değişime karşı direneceğini göstermektedir. Yönetimde olanlar ya eski komünist yöneticiler ya da Putin gibi eski KGB ajanlarıdır.



Nitekim göstermelik değişmeyi son on yıldır yaşananlar da yalanlamaktadır. Rusya'nın Çeçen halkına karşı giriştiği vahşi soykırım bu komünist zihniyetin bir başka büyük icraatıdır. Stalin döneminde de aynı zulümlerle karşı karşıya kalan Çeçen halkının yaşadıkları, soğuk savaş sonrası da hiçbir şeyin değişmediğini tüm dünyaya ispatlamaktadır. Savunmasız ve masum Çeçen halkı 10 yıla yakın bir süredir bombaların gölgesinde yaşamını devam ettirmeye çalışıyor. İnsan hayatına değer vermeyen Rus yönetimi son derece çirkin bir savaş yöntemi izliyor, sivil halkın bulunduğu hastaneleri, doğumevlerini, pazar yerlerini, göçmen konvoylarını bombalıyor. Sivil Çeçenlere dahi yaşam hakkı tanımıyor ve tek bir Çeçen kalmayıncaya kadar bu savaşı devam ettireceğini söylüyor.


http://gercektarihky.blogspot.com/2012/02/komunizm-ulkelere-sefalet-aclk-ve.html
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
bu gün dünyada iki ekonomik yapılanma var..biri kominizm ..çöktü..teoride herşey kulağa hoş gelsede uygulması çok zor olmuştur..

diğeri ise kapitlizm!..kapitalizmde dünyada çöktü aslında..Amma devletler desdek vererek ayakta tutuyorlar..


islamda sistem ..faizsiz para döngüsü ,zekat üzerine kurulu..uygulayanı pek yok....


tüm sistemlerde temel amaç eşitlik ilkesine dayanır....sınıf farklararını ortadan kaldırmaktır....kolay bir şey değil.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Kapitalizim: Güçlü güçsüzü yener..
Komünizim: Çare yok ezileceksin..

İslam, Kapitaliste, Allah düsturunu kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın, der..

İslam, Emekçiye, benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz ve koruyamazsın. Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın, der..


İslami bir düzende rekabet ortamı olduğu gibi zenginden alıp fakire veren mekanizmalar da vardır. Zekat mekanizması bu görevi görmekle birlikte sadaka ve infak mekanizmasını işletecek takva mekanizması da vardır. Zekat zorla alınır, sadaka ve infak ise o kişinin takva parametresi ile alakalı bir durumdur. Hocaların görevlerinden birisi de kürsülerde bu takva parametresini en yüksek düzeyde tutacak vaazlar yapmaktır. Şimdi ki olduğu gibi siyaset yapmak değil..

Avrupa iki dünya savaşından sonra, yani sınama-yanılma metoduyla bu düzene en yakın düzeni bulmuş durumdadır. İnfak mekanizmasını ülke içinde kiliseler ve yardım kuruluşları üzerinden yürütmekle birlikte zekat mekanizması ile işsizlik maaşı vermektedir. Yoksulluğun önünü almış bir düzen kurabilmişlerdir. Bu düzen sosyalizim-kapitalizim karışımı bir düzendir.

Avrupa da bu durum İslamda olduğu için değil, islamdan alma da değildir bu. Aklın yolu bir olduğu içindir. Fıtrata uygun düştüğü içindir. Biz ise elimizin altında olanı anlamaktan aciziz..
 

KARAMURAT-3

Kıdemli Üye
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
4,706
Tepkime puanı
54
Puanları
0
Konum
Ankara
Web sitesi
mazlumlarvezalimler.blogcu.com
:İSLAM ŞERİATINA GÖRE EKONOMİK DÜZEN:



Kur'an a dayalı İslam ekonomisi henüz bütün boyutlarıyla ortaya konmuş değildir.Çünkü,Batı'da ekonominin enine boyuna tartışılıp bir bilim olarak şekillendiği sırada İslam ülkeleri emperyalizm,sömürgecilik ve kendi içlerindeki despotizmin kahrı altında ölüm-kalım savaşı vermektedirler.



Çağımızda İslam ekonomisini,bazı kesimlerce sosyalist sistemlerle bir yakınlık arz ediyor gibi görünüyor.Bunun Kur'an kaynaklı yapısal sebeblerin yanında İslam dünyasının Kapitalist Batı'dan çektiği zulümlerden kaynaklanan sebepleri vardır.



Çağın büyük İslam düşünürlerinden Muhammed İkbal'in,Marx'ın"Das Kapital"ini övmesi,İslam Peygamberinin en yakın dostlarından biri olan Ebu Zer el-Gıffari'nin günümüz sola yakın düşünürleri tarafından "sosyalist zahid"diye adlandırılması ilginç ve yersizdir.

İslam'ın ekonomi anlayışı kendine özgü bir anlayıştır.Benzerlikleri,paralellikleri büyüterek İslam ekonomisini şu veya bu izmin (ideolojinin,sistemin)altına sokmak büyük bir hatadır.


Kur'an'ın ekonomi anlayışı ile Batı'nın ekonomi anlayışlarının temel farklarından biri,birincide insanın teo-teolojik(ilahi bilimi-gaye bilimi)bir varlık olarak ele almasına karşın,ikincide biyo-ekonomik veya homo-ekonomik bir varlık olarak değerlendirilmesidir.

Bunun zorunlu sonuçlarından biri de şudur:


Kur'an ekonomiyi değil,insanı gaye edinmektedir. Ekonomik değer,hayatın ve insanın yönünü belirleyen tek unsur değildir,olmamalıdır.Bu da bizi,bir başka sonuca götürür.İnsana verilen değer,sadece ekonomik aktiviteyle ölçülmemelidir.


Bunu böyle anlamadığı içindir ki,Batı'daki refah, insana saygının bir ürünü değil,kavga ve hesapların bir sonucu oldu.

Dahası var:Batı'daki refah kendi
dışındaki dünyanın sefaleti,ezilmesi,zulme uğratılması pahasına elde edilmiş bir refahtır.Tarihsel temelleri,emperyalizm ve sömürgeciliğe dayanmaktadır.


Batı için,refah ve gelişmişlikte ölçü,kendi dünyası ve kendi insanıdır.Kur’an ekonomisi bir denge ekonomisidir.
Ferdin topluma,toplumun da ferde
ezdirilmemesi esastır. Kur’an,nimetlerin adaletsiz dağıtımı olan Kapitalizmle,sefaletlerin eşit dağıtımı olan Kominizme,işte bu yüzden aynı anda karşıdır.

Dengenin esası, “servetin(malın,paranın),içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın”
(HAŞR S. 7.AYET)

Kur’an,bunu sağlamak için çift kutuplu tedbir getirmektedir.Biri emir,biri yasak sergileyen bu kutupların emir yanında zekat,yasak yanında riba(faiz) ve israf yasağı yer alır.Bu emir-yasak tedbiri,Kur’an’ın teref veya itraf dediği ve toplumların çöküşlerine sebep olarak gördüğü “Biz bir kenti helak etmek istediğimiz zaman onun varlıklılarına(zenginlerine) emrederiz.Orada fısk yaparlar(kötü arzularının peşinde koşarlar)böylece o ülkeye (azab edeceğimiz
hakkındaki)sözümüz hak olur.Biz de orayı darmadağın ederiz
(İSRA S. 16.AYET)tahribi önler.


Servet ve refahla şımarmak,kodamanlaşmak diye çevirebileceğiniz teref ve itraf ,servet sahibinin malındaki yoksul hakkının,yani artık değeri sahibine ulaştırılmamasından kaynaklanmaktadır.Gerçekten de,Kur’an, mal ve servette yoksulun hakkı olduğunu açıkça ifade etmekte ve
bu hakkın yoksula ulaştırılmamasını,toplumu çöküşe götüren bir musibet olarak görmektedir.



Taşkın bir servet,vücuttaki fazla enerji gibidir.Onu bir yere kanalize etmek kaçınılmazdır.
Kötü yerlere(içki,kumar,uyuşturucu ve kadın ticareti vs.)kanalize edilen servetin,toplumun dengesini bozacağını,ahlaksızlığa yol açacağı bir gerçektir.


Kur’an ekonomisinin temel prensiplerinden biride emeğin imtiyazı prensibidir.Kur’an;ekonominin miğferi,omurgası olarak sermayeyi değil emeği görmektedir.


Nitekim bir hadis-i şerifte peygamberimiz(s.a.v) “İşçinin hakkını alnının teri kurumadan(emeğinin karşılığını)veriniz”buyurmuştur.

Emeğin horlanması ve ihanete uğratılması,sürekli bir savaş doğurur.Kur’an bu savaşta,Yaratıcı Kudret’in yani Allah’ın,ezilen tarafta yer aldığını açıkça söylemektedir.(Bkz.KASAS S.1-5.AYETLER)


http://coksorulansorular.blogspot.com/2013/11/islama-gore-ekonomik-duzen-nasil-olmali.html


 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Ne Kapitalizm,ne sosyalizm ne de komünizm; biz bu ülkede sosyal adalet istiyoruz.

Sosyal adalet; asırlardan beri bütün rejimler ve bütün sosyal doktrinler tarafından düşünülen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir husustur. Bir topluluğun düzenli, ahenkli olması ve fertler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması için sosyal adaletin bulunması gerekir.

Sosyal adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır.

Sosyal adalet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi de böyledir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya gibi, bütün vasıfları aynı olan robot gibi insan olmaz. Herkes farklı yaratılışta olduğu için işleri de farklı olur.

Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması demektir. Sosyal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz. Mesele, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir.

Sosyal adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar; istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler. Sosyal adaleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, elbette İslam ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş gibi birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar.

İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit bölücülüğü önler. Çalışmayı, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Sosyal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu ölçüde temiz ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının esaslarındandır. Dinsiz bir toplum bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat eder.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Sosyal adalet, sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir.Sınıfsız, zümresiz toplum olmaz. Her toplumda fakirler ve zenginler, işçiler ve patronlar, memurlar ve âmirler olur. İslamiyet’e uyulunca, bunlar arasında düşmanlık olmaz.

İslam dini, ticaret ahlakını getirerek, sınıf mücadelesini ortadan kaldırmıştır. Adalet karşısında, devlet başkanı da, çoban da, eşit haklara sahiptir ve eşit mesuliyetleri taşır. Haksızlık yok, kardeşlik vardır.
 

Kaçak

Yeni
Katılım
21 Ara 2012
Mesajlar
8,416
Tepkime puanı
896
Puanları
0
Komünizme düşmanlığımız kapitalist olmamızdan kaynaklanıyor ...
Kapitalizme düşmanlığımız ise sadece sözde ...
Zerrelerimize kadar kapitalizmin yerleştiği hatta ciddi bir direnç bile gösteremediğimiz Kapitalizm hakkında en tukaka söylemleri geliştirme yeteneğine sahibiz ...
Komünizmi ise hiç tanımadık bile ...
İşin kötüsü , Avrupanın göbeğinde yeşeren ve uygulamaya konan sosyal devlet söylemlerini bile avrupa sus payı olarak Komünizmden aşırmıştır ...
Misal Türkiyede Seyid Kutubun Ekonomik Eşitlik olan eseri " İslamda sosyal Adalet " diye çevrilmiştir ...
Zamanın gereği , komünizme alternatif bir din algısı için ...

Hasılı her ikisinede olan düşmanlığımız kanımca yapmacık , düşündürülen , sevdirilen bir düşmanlık ...
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
komunizm aslında güzel bir sistemde ,teoride kalan pratikliği olmayan bir sistem.uygulama sorunları yaşamış,ister istemez baskıyı doğurmuş.Asla jakoben bir kesimin oluşmasını engelleyememiş..
kapitalizm insan psikolojisine daha uygun enaniyete, açık sömürmeden yanadır,fakat çaktırmaz.sömürülen memnundur..Aralarında çok fark yok gibi..kapitalizmi tek engel faizsiz sistem ve zekat muessesi..tabi sermaye sahibleri bu iki sistemi çoktaan satın almış oluyor.çatlak sesler susturuluyor,çıkara uygun seslerden uygun fetvalar alınmış oluyor.
 
Üst