Kızıl Elmaya Karşı Kızıl Soğan...

merdo

Paylaşımcı
Katılım
21 Ocak 2007
Mesajlar
110
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ortadoğu bölgesinde politik akıntının doğudan batıya doğru olduğunu varsayan Başbakan Erdoğan’ın, buna dayanarak `Kürt sorunu’ siyasetini açıklamasıyla, gerçekte, yüzeydekinin politik, diptekinin ise sosyolojik olduğu iki akıntıdan sözedebileceğimizi görme fırsatı bulduk. Etnik Kürt siyaseti çevrelerinin, yüzey akıntının görsel coşkusuna aldanarak bilinçaltlarındaki proje ve projeksiyonların tüm versiyonlarını tek kalemde ülkenin üstüne boca etmesine Başbakan’ın `demokratik cumhuriyet’ önerisi cesaret vermiş olabilir. Bu, işin az önemli tarafıdır. Asıl önemli olan, etnik Kürt siyasetinin, derin temsil krizini aşmak için bunca imkansızı böylesine cüretle göze alabilmesine gerçekte etnik Türk siyasetinin temsil çekişmesinden yükselen kontrolsüz milliyetçiliğin yolaçmış bulunmasıdır. Aslında belki de, `Kürt sorunu’ tanımını başlattığında önünde sıralanıveren en hafifinden en vahimine onlarca parçacığın ortaya çıkardığı resimdeki caydırıcı tonlara rağmen Başbakan Erdoğan’ın tutumunda ısrarlı davranması, bu milliyetçiliklerin üstünde kuşatıcı ve kapsayıcı bir temsil gücüne sahip olduğu inancından besleniyordur. Herhalde Başbakan, böylesine güçlendirilmiş temsil yeteneğiyle `Kürt sorunu’ açılımına dair söylenebilecek en zorlu sözleri dile getirme yetki ve ayrıcalığına haiz olduğunu düşünüyordu. Bunun geçerliliği, aydınlar ziyaretinde ortaya attığı `Kürt sorunu’ ve `demokratik cumhuriyet’ kavramlarının, etnik Türk siyasetini temsil çekişmesinin tüm tarafları ve bu kargaşada kendine yer seçmeyen bağımsız zihinlerin itirazları ile test edilmiş oldu.Yola çıkış amaçları, `Kürt sorunu’nda öneriler paketi ile Başbakan’a gitmemek ve 80 yıllık çok boyutlu bir sorunun çözümü gibi iddialı bir hedefi kamuoyunun önüne koymamak olan aydınlar, görüşmede Başbakan’ın beklenmedik çabuklukta pekçok başlığı siyasetin çözüm iradesine emanet etmesi karşısında, öngörülmeyen bu ödevi zımnen kabullenmekle Başbakan’ın sözünü ettiğimiz yetki ve ayrıcalığına onay vermiş görülebilirler. Başbakan’ın da aydınlardan aldığı zımni onayı devletin kurumları arasındaki ve toplumsal mutabatakın üzerine çıkararak AB üyelik sürecinin gerekleri listesine kaydettiğine tanık olduk.Sorun şu haliyle bütünüyle karmaşıklaşmış haldedir. Kürt etnik siyasetinin silahlı silahsız tüm taraflarınca meseleyi konuşabilmenin platosu olarak sunulan `Kürt sorunu’ ve `demokratik cumhuriyet’in derme çatma da olsa açtığı kavramsal koridor, MGK bildirisindeki `anayasal görev’ hatırlatmasına varan siyaset içi ve dışı tüm kaçakların gayri safi maliyet kalemi olarak meşruiyet apoletleriyle göğsünü kabartmasına çoktan yolaçmış görünüyor.Türkiye’de etnisiteler ve inançların birarada ve barış içinde yaşamasına çözüm aramamızı gerektirecek bir çelişki ve çatışma vasatından değil, etnisite ve inançların siyasal temsiline imkan aralamaya çalışan kollektif çıkarın sendikasyonu girişimlerinden sözetmemiz gerekir. Bu girişimin sonuç alması için meseleyi ülkenin sınırları dışından içeriye taşan postülanın sırtına yükleyip dağdan kente indirmeye çalışan Kürt etnik siyasetçileri, bekledikleri yankıyı alamazlarsa sorunun milli mesele olmaktan çıkabileceği korkutmasıyla (Orhan Miroğlu, Radikal 2, 14 Ağustos 2005) yol almaya gayret ediyorlar. Yabancılaştırılmış ve Ortadoğu ile aidiyet hissi köreltilmiş yeni `Kürt sorunu’nun bu biçimiyle zaten milli olmadığı ve korkulacak bir tarafı da kalmadığını kentlerde yükselen linç trendi yeterince kanıtlıyor olmalıdır. Her iki siyasetin meseleyi ele alışındaki bu benzeşme, haylidir işleri gereğinden fazla zıvanadan çıkarmayı başarmış durumdadır ve Başbakan’ın/siyasetin konuya hakimiyetini tescil etme şevkiyle davranan aydın girişimindeki sınır aşan zaaf, şiddeti durdurmayı, muvazenesi kaymış çözüm siyasetinden zaten malul hale gelmiştir.‘Türkiye’deki etnik farklılıkları `Türk’ üst kimliğinsıyıracağını sandığı andan itibaren de buluşturma yöntemi, `Müslümanlık’ üst kimliğinde buluşturmayı öneren yöntemin kapsayıcılığından kuşku duyuyor. Kendini İslam ya da herhangi bir dinin/inancın ne itikad ne de sosyolojisiyle açıklayamayan farklı etnik kökenden bireyler de dahil herkes için aidiyet hissi sağlayabileceği varsayılan `Türk’ üst kimliği, vatandaşlık bağı ve sadakatine yeterli meşruiyeti verebilecek midir? I. Dünya Savaşı’ndan bakiye yarım kalmış hesabın kesin bilançosu için ayağa kalkan dünya devlerini karşısında bulacak mevcut `üst kimlik’ diretmesinden makul bir netice alınamayacağı anlaşılmış olmalıdır. Meselenin uluslararası siyaseti yöneten komplo patikasında durmasına yolaçanın aslında emperyal iştihadan ziyade, o iştihayı obeziteye kışkırtan şu sınırlı ve kısıtlı `üst kimlik’ ideolojisi olduğu ne zaman anlaşılacaktır?Sorunu doğuran nedenlerin başında resmi üsluba sinmiş olan `evsahibi-kiracı’ yaklaşımını görmeyip Kürtleri bu ülkenin eşit vatandaşları yerine `millet-ı sadıka’ zımmiliğine reva görenler, sadakatin sorgulanmasından başka hiçbir tezahüre kıvılcım olmayacak yıkıcı güven bunalımını da peşinen kabul etmişler demektir.
 
H

hiç

Guest
kardeşlik satır atlat,
paragraf düzenle,
gözyoruyor kafa(!)dan önce..
şaşı olur okuyan yada cümle aralarında kaybolur degil mi..?
 

merdo

Paylaşımcı
Katılım
21 Ocak 2007
Mesajlar
110
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ya ben düzenleyemedim bi türlü düzenleme tuşları donuk basamıyorum bi sorun var galiba...
 
H

hiç

Guest
Ortadoğu bölgesinde politik akıntının doğudan batıya doğru olduğunu varsayan Başbakan Erdoğan’ın, buna dayanarak `Kürt sorunu’ siyasetini açıklamasıyla, gerçekte, yüzeydekinin politik, diptekinin ise sosyolojik olduğu iki akıntıdan sözedebileceğimizi görme fırsatı bulduk.

Etnik Kürt siyaseti çevrelerinin, yüzey akıntının görsel coşkusuna aldanarak bilinçaltlarındaki proje ve projeksiyonların tüm versiyonlarını tek kalemde ülkenin üstüne boca etmesine Başbakan’ın `demokratik cumhuriyet’ önerisi cesaret vermiş olabilir. Bu, işin az önemli tarafıdır. Asıl önemli olan, etnik Kürt siyasetinin, derin temsil krizini aşmak için bunca imkansızı böylesine cüretle göze alabilmesine gerçekte etnik Türk siyasetinin temsil çekişmesinden yükselen kontrolsüz milliyetçiliğin yolaçmış bulunmasıdır.

Aslında belki de, `Kürt sorunu’ tanımını başlattığında önünde sıralanıveren en hafifinden en vahimine onlarca parçacığın ortaya çıkardığı resimdeki caydırıcı tonlara rağmen Başbakan Erdoğan’ın tutumunda ısrarlı davranması, bu milliyetçiliklerin üstünde kuşatıcı ve kapsayıcı bir temsil gücüne sahip olduğu inancından besleniyordur. Herhalde Başbakan, böylesine güçlendirilmiş temsil yeteneğiyle `Kürt sorunu’ açılımına dair söylenebilecek en zorlu sözleri dile getirme yetki ve ayrıcalığına haiz olduğunu düşünüyordu. Bunun geçerliliği, aydınlar ziyaretinde ortaya attığı `Kürt sorunu’ ve `demokratik cumhuriyet’ kavramlarının, etnik Türk siyasetini temsil çekişmesinin tüm tarafları ve bu kargaşada kendine yer seçmeyen bağımsız zihinlerin itirazları ile test edilmiş oldu.

Yola çıkış amaçları, `Kürt sorunu’nda öneriler paketi ile Başbakan’a gitmemek ve 80 yıllık çok boyutlu bir sorunun çözümü gibi iddialı bir hedefi kamuoyunun önüne koymamak olan aydınlar, görüşmede Başbakan’ın beklenmedik çabuklukta pekçok başlığı siyasetin çözüm iradesine emanet etmesi karşısında, öngörülmeyen bu ödevi zımnen kabullenmekle Başbakan’ın sözünü ettiğimiz yetki ve ayrıcalığına onay vermiş görülebilirler. Başbakan’ın da aydınlardan aldığı zımni onayı devletin kurumları arasındaki ve toplumsal mutabatakın üzerine çıkararak AB üyelik sürecinin gerekleri listesine kaydettiğine tanık olduk.Sorun şu haliyle bütünüyle karmaşıklaşmış haldedir.

Kürt etnik siyasetinin silahlı silahsız tüm taraflarınca meseleyi konuşabilmenin platosu olarak sunulan `Kürt sorunu’ ve `demokratik cumhuriyet’in derme çatma da olsa açtığı kavramsal koridor, MGK bildirisindeki `anayasal görev’ hatırlatmasına varan siyaset içi ve dışı tüm kaçakların gayri safi maliyet kalemi olarak meşruiyet apoletleriyle göğsünü kabartmasına çoktan yolaçmış görünüyor.

Türkiye’de etnisiteler ve inançların birarada ve barış içinde yaşamasına çözüm aramamızı gerektirecek bir çelişki ve çatışma vasatından değil, etnisite ve inançların siyasal temsiline imkan aralamaya çalışan kollektif çıkarın sendikasyonu girişimlerinden sözetmemiz gerekir. Bu girişimin sonuç alması için meseleyi ülkenin sınırları dışından içeriye taşan postülanın sırtına yükleyip dağdan kente indirmeye çalışan Kürt etnik siyasetçileri, bekledikleri yankıyı alamazlarsa sorunun milli mesele olmaktan çıkabileceği korkutmasıyla (Orhan Miroğlu, Radikal 2, 14 Ağustos 2005) yol almaya gayret ediyorlar.

Yabancılaştırılmış ve Ortadoğu ile aidiyet hissi köreltilmiş yeni `Kürt sorunu’nun bu biçimiyle zaten milli olmadığı ve korkulacak bir tarafı da kalmadığını kentlerde yükselen linç trendi yeterince kanıtlıyor olmalıdır. Her iki siyasetin meseleyi ele alışındaki bu benzeşme, haylidir işleri gereğinden fazla zıvanadan çıkarmayı başarmış durumdadır ve Başbakan’ın/siyasetin konuya hakimiyetini tescil etme şevkiyle davranan aydın girişimindeki sınır aşan zaaf, şiddeti durdurmayı, muvazenesi kaymış çözüm siyasetinden zaten malul hale gelmiştir.‘

Türkiye’deki etnik farklılıkları `Türk’ üst kimliğin sıyıracağını sandığı andan itibaren de buluşturma yöntemi, `Müslümanlık’ üst kimliğinde buluşturmayı öneren yöntemin kapsayıcılığından kuşku duyuyor. Kendini İslam ya da herhangi bir dinin/inancın ne itikad ne de sosyolojisiyle açıklayamayan farklı etnik kökenden bireyler de dahil herkes için aidiyet hissi sağlayabileceği varsayılan `Türk’ üst kimliği, vatandaşlık bağı ve sadakatine yeterli meşruiyeti verebilecek midir?
I. Dünya Savaşı’ndan bakiye yarım kalmış hesabın kesin bilançosu için ayağa kalkan dünya devlerini karşısında bulacak mevcut `üst kimlik’ diretmesinden makul bir netice alınamayacağı anlaşılmış olmalıdır. Meselenin uluslararası siyaseti yöneten komplo patikasında durmasına yolaçanın aslında emperyal iştihadan ziyade, o iştihayı obeziteye kışkırtan şu sınırlı ve kısıtlı `üst kimlik’ ideolojisi olduğu ne zaman anlaşılacaktır?

Sorunu doğuran nedenlerin başında resmi üsluba sinmiş olan `evsahibi-kiracı’ yaklaşımını görmeyip Kürtleri bu ülkenin eşit vatandaşları yerine `millet-ı sadıka’ zımmiliğine reva görenler, sadakatin sorgulanmasından başka hiçbir tezahüre kıvılcım olmayacak yıkıcı güven bunalımını da peşinen kabul etmişler demektir.

bakalım becerebildim mi..?:)
 

aalperr38

Üye
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
TÛRAN YOLU
Banlanmasını istiyorum ben bu Merdo nun adam resmen karışıklık çıkarıyor maşa bı resmen süreklide vatanını seven ben TÜRKÜm diyenleri hedef alıyor Banlayın gitsin bu...
Merdo sernide Hak yola cağırıyorum cehalet insanı bitirir...
sen aslında 1 numaralı faşistsin Türk ve Türkçü düşmanısın ben seni armızda görmekten gerçekten rahatsız oluyorum ya ken dine çeki düzen ver yada defol pılını pırtını topla defol git.....
Ortadoğu bölgesinde politik akıntının doğudan batıya doğru olduğunu varsayan Başbakan Erdoğan’ın, buna dayanarak `Kürt sorunu’ siyasetini açıklamasıyla, gerçekte, yüzeydekinin politik, diptekinin ise sosyolojik olduğu iki akıntıdan sözedebileceğimizi görme fırsatı bulduk. Etnik Kürt siyaseti çevrelerinin, yüzey akıntının görsel coşkusuna aldanarak bilinçaltlarındaki proje ve projeksiyonların tüm versiyonlarını tek kalemde ülkenin üstüne boca etmesine Başbakan’ın `demokratik cumhuriyet’ önerisi cesaret vermiş olabilir. Bu, işin az önemli tarafıdır. Asıl önemli olan, etnik Kürt siyasetinin, derin temsil krizini aşmak için bunca imkansızı böylesine cüretle göze alabilmesine gerçekte etnik Türk siyasetinin temsil çekişmesinden yükselen kontrolsüz milliyetçiliğin yolaçmış bulunmasıdır. Aslında belki de, `Kürt sorunu’ tanımını başlattığında önünde sıralanıveren en hafifinden en vahimine onlarca parçacığın ortaya çıkardığı resimdeki caydırıcı tonlara rağmen Başbakan Erdoğan’ın tutumunda ısrarlı davranması, bu milliyetçiliklerin üstünde kuşatıcı ve kapsayıcı bir temsil gücüne sahip olduğu inancından besleniyordur. Herhalde Başbakan, böylesine güçlendirilmiş temsil yeteneğiyle `Kürt sorunu’ açılımına dair söylenebilecek en zorlu sözleri dile getirme yetki ve ayrıcalığına haiz olduğunu düşünüyordu. Bunun geçerliliği, aydınlar ziyaretinde ortaya attığı `Kürt sorunu’ ve `demokratik cumhuriyet’ kavramlarının, etnik Türk siyasetini temsil çekişmesinin tüm tarafları ve bu kargaşada kendine yer seçmeyen bağımsız zihinlerin itirazları ile test edilmiş oldu.Yola çıkış amaçları, `Kürt sorunu’nda öneriler paketi ile Başbakan’a gitmemek ve 80 yıllık çok boyutlu bir sorunun çözümü gibi iddialı bir hedefi kamuoyunun önüne koymamak olan aydınlar, görüşmede Başbakan’ın beklenmedik çabuklukta pekçok başlığı siyasetin çözüm iradesine emanet etmesi karşısında, öngörülmeyen bu ödevi zımnen kabullenmekle Başbakan’ın sözünü ettiğimiz yetki ve ayrıcalığına onay vermiş görülebilirler. Başbakan’ın da aydınlardan aldığı zımni onayı devletin kurumları arasındaki ve toplumsal mutabatakın üzerine çıkararak AB üyelik sürecinin gerekleri listesine kaydettiğine tanık olduk.Sorun şu haliyle bütünüyle karmaşıklaşmış haldedir. Kürt etnik siyasetinin silahlı silahsız tüm taraflarınca meseleyi konuşabilmenin platosu olarak sunulan `Kürt sorunu’ ve `demokratik cumhuriyet’in derme çatma da olsa açtığı kavramsal koridor, MGK bildirisindeki `anayasal görev’ hatırlatmasına varan siyaset içi ve dışı tüm kaçakların gayri safi maliyet kalemi olarak meşruiyet apoletleriyle göğsünü kabartmasına çoktan yolaçmış görünüyor.Türkiye’de etnisiteler ve inançların birarada ve barış içinde yaşamasına çözüm aramamızı gerektirecek bir çelişki ve çatışma vasatından değil, etnisite ve inançların siyasal temsiline imkan aralamaya çalışan kollektif çıkarın sendikasyonu girişimlerinden sözetmemiz gerekir. Bu girişimin sonuç alması için meseleyi ülkenin sınırları dışından içeriye taşan postülanın sırtına yükleyip dağdan kente indirmeye çalışan Kürt etnik siyasetçileri, bekledikleri yankıyı alamazlarsa sorunun milli mesele olmaktan çıkabileceği korkutmasıyla (Orhan Miroğlu, Radikal 2, 14 Ağustos 2005) yol almaya gayret ediyorlar. Yabancılaştırılmış ve Ortadoğu ile aidiyet hissi köreltilmiş yeni `Kürt sorunu’nun bu biçimiyle zaten milli olmadığı ve korkulacak bir tarafı da kalmadığını kentlerde yükselen linç trendi yeterince kanıtlıyor olmalıdır. Her iki siyasetin meseleyi ele alışındaki bu benzeşme, haylidir işleri gereğinden fazla zıvanadan çıkarmayı başarmış durumdadır ve Başbakan’ın/siyasetin konuya hakimiyetini tescil etme şevkiyle davranan aydın girişimindeki sınır aşan zaaf, şiddeti durdurmayı, muvazenesi kaymış çözüm siyasetinden zaten malul hale gelmiştir.‘Türkiye’deki etnik farklılıkları `Türk’ üst kimliğinsıyıracağını sandığı andan itibaren de buluşturma yöntemi, `Müslümanlık’ üst kimliğinde buluşturmayı öneren yöntemin kapsayıcılığından kuşku duyuyor. Kendini İslam ya da herhangi bir dinin/inancın ne itikad ne de sosyolojisiyle açıklayamayan farklı etnik kökenden bireyler de dahil herkes için aidiyet hissi sağlayabileceği varsayılan `Türk’ üst kimliği, vatandaşlık bağı ve sadakatine yeterli meşruiyeti verebilecek midir? I. Dünya Savaşı’ndan bakiye yarım kalmış hesabın kesin bilançosu için ayağa kalkan dünya devlerini karşısında bulacak mevcut `üst kimlik’ diretmesinden makul bir netice alınamayacağı anlaşılmış olmalıdır. Meselenin uluslararası siyaseti yöneten komplo patikasında durmasına yolaçanın aslında emperyal iştihadan ziyade, o iştihayı obeziteye kışkırtan şu sınırlı ve kısıtlı `üst kimlik’ ideolojisi olduğu ne zaman anlaşılacaktır?Sorunu doğuran nedenlerin başında resmi üsluba sinmiş olan `evsahibi-kiracı’ yaklaşımını görmeyip Kürtleri bu ülkenin eşit vatandaşları yerine `millet-ı sadıka’ zımmiliğine reva görenler, sadakatin sorgulanmasından başka hiçbir tezahüre kıvılcım olmayacak yıkıcı güven bunalımını da peşinen kabul etmişler demektir.
 
Üst