Kiyamet Alametlerİ

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
BEŞİNCİ ŞUÂ



( Otuzbirinci Mektuptan Otuzbirinci Lem'aın Beşinci Şuâ'ıdır)

( Otuz sene evvel yazılan matbu "Muhâkemat-ı Bedi'iye"de bahsedilen "Sedd-i Zülkarneyn" ve "Ye'cüc-Me'cüc" ve sair " Eşrat-ı Kıyamet"ten yirmi mes'ele o Muhâkemat'a bir tetimme olarak onüç sene (Haşiye) evvel- bir kısım müsveddesi- yazılmış idi. Aziz bir dostumun hatırı için tebyiz edildi. " Beşinci Şua" oldu.)

İHTAR: Evvelce mukaddimeden sonra gelen mes'eleler okunsun, tâ mukaddimedeki maksat anlaşılsın.

بِسْمِ الَّلهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَقَدْ جَآءَ اَشَرَ اطُهَا âyetinin bir nüktesi, bu zamanda akide-i avâm-ı mü'minini vikaye ve şübehattan muhafaza için yazılmış. Âhir zamanda vukua gelecek hâdisata dâir hadîslerin bir kısmı, müteşâbihat-ı Kur'âniye gibi derin mânaları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde te'vil ederler.

وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ اِلاَّ اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ

sırriyle, vukuundan sonra te'villeri anlaşılır ve murad ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar اَمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا deyip o gizli hakikatları izhar ederler.

Bu Beşinci Şua'ın bir Mukaddimesi ve yirmiüç Mes'elesi vardır. Mukaddime beş noktadır.

Birinci Nokta: Îman ve teklif, ihtiyar dâiresinde bir imtihan, bir tecrü

Sh:»(S.N: 212)

be, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tedkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes iser istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler âlâ-yı illiyyine çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safîline düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir.

Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyâmet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşâbihat-ı Kur'aniye gibi kapalı ve te'villi oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedâhet derecesinde herkesi tasdika mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve îman makbul olmaz. Çünkü Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikde beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nüzûlü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hatta " Deccal" ve " Süfyan" gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.

______________

Hâşiye:Şimdi kırk seneden geçmiş.

İkinci Nokta: Peygambere bildirilen umûr-u gaybiye: Bir kısmı tafsil ile bildirilir. Bu kısımda hiç tasarruf edilmez ve karışamaz. Kur'an'ın ve hadîsi kudsînin muhkemâtı gibi.

Ve diğer bir kısmı icmal ile bildirilir, tafsilat ve tasviratı onun içhadına havâle edilir. İmana girmiyen hâdisat-ı kevniyeye ve vukuat-ı istikbaliyeye dâir hadisler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz ( Aleyhisselâtü Vesselâm) belâğatiyle-- temsiller suretinde-- sırr-ı teklif hikmetine muvâfık tafsil ve tasvir eder. Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: " Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürülsütüdür. Bu garip haberden beş-altı dakika sonra birisi geldi, dedi " Yâ Resûlallah ! Yetmiş yaşında bulunan filân münâfık vefat etti. Cehenneme gitti. " Peygamberin yüksek beliğane kelâmının te'vilini gösterdi.

İHTAR: Hakaik-ı imâniyeye girmiyen cüz'i hâdisat-ı istikbaliye nazar-ı nübüvetde ehemmiyetsizdir.

Üçüncü Nokta: İki Nükte'dir.

Birincisi: Teşbihler ve temsiller suretinde rivâyet edilen bir kısım hadisler, mürûr-u zamanla avamın nazarında hakikat telâkki edildiğinden vâkıa mutabık çıkmıyor. Ayn-ı hakikat olduğu halde vâkıa mutabakatı görünmüyor. Meselâ: Hamele-i Arş gibi arzın hamelesinden olan " Sevr" ve " Hût" namında ve misâlinde iki melaike koca bir öküz ve pek büyük bir balık tasavvur edilmiş.

İkincisi: Bir kısım hadisler İslâmların ekseriyeti noktasında veya hükûmet-i İslamiyenin veya merkez-i hilâfetin nokta-i nazarında vürud ettiği halde, umum ehl-i dünyaya şâmil zannedilmiş ve bir cihette hususi bulunduğu halde küllî ve âmm telakki edilmiş. Meselâ, rivayette vardır ki: " Bir zaman gelecek, Allah Allah diyen kalmayacak. " Yâni, " Zikirhâneler kapanacak ve Türkçe ezan ve kamet okunacak ." demektir.

Sh:»(S.N: 213)

Döndüncü Nokta: Ecel ve mevt gibi umûr-u gaybiye çok hikmet ve mashalat cihetiyle gizli kaldığı misillû, dünyanın sekerâtı ve mevti ve nev'i beşerin ve cins-i hayvanın eceli ve vefatı olan Kıyâmet dahi çok maslahatlar için gizlenilmiş.

Evet, eğer ecel vakti muayyen olsaydı,-- yarı ömür gaflet-i mutlaka içinde ve yarıdan sonra, daracağına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla dehşet-i mutlaka içinde-- havf ve recanın muvâzene-i maslahatkârane ve hakimânesi bozulduğu gibi, aynen öyle de: Dünyanın eceli ve sekeratı olan Kıyâmet vakti muayyen olsaydı, kurûn-u ûlâ ve vusta fikr-i âhiretten pek az müteessir olacaktı. Ve kurûn-u uhrâ, dehşet-i mutlaka içinde bulunup ne hayat-ı dünyeviyenin lezzeti ve kıymeti kalır ve ne de havf ve reca içinde ihtiyâr ile itaatkârane olan ubûdiyetin ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu.

Hem eğer muayyen olsa, bir kısım hakaik-ı îmaniye bedâhet derecesine girer, herkes ister istemez tasdik eder. İhtiyar ve irâde ile bağlı olan sırr-ı teklif ve hikmet-i îman bozulur. İşte bunun gibi çok maslahatlar için umur-u gaybiye gizli kaldığından, herkes her dakikada hem ecelini, hem bekasını düşündüğü için; hem dünyaya, hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyâmet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkıyeye, hem hiç ölmiyecek gibi imâret-i dünyaya çalışabilir.

Hem de musibetlerin vakti muayyen olsaydı, musibet başına gelen adam, musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade mânevi bir musibet-- o intizardan-- çekmemesi için, hikmet ve rahmet-i İlâhiyye tarafından gizli, perdeli bırakılmış. Ve ekser hâdisat-ı kevniye-i gaybiye böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaipten haber vermek yasak edilmiş.

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif ve hakaik-i imaniyeden başka olan umûr-u gaybiyeden izn-i Rabbanî ile haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbar etmişler. Hattâ " Tevrat" ve " İncil" ve " Zebur"da peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi, bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitapların bir kısım tâbileri te'vil edip îman etmediler. Fakat itikadât-ı îmaniyyeye giren mes'eleleri tasrih ile ve tekrar ile ihbar etmek ve açık bir sûrette tebliğ etmek hikmet-i teklifin muktezası olduğundan, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyân ve türcüman-ı zîşânı (A.S.M.) umûr-u uhreviyeden tafsilen ve hâdisat-ı istikbaliye-i dünyeviyeden icmâlen haber vermişler.

Beşinci Nokta. Hem her iki " Deccal" ın asırlarına âit olan hârikaları, onların bahsiyle ve münasebetiyle rivâyet edildiğinden onların şahıslarından südûr edeceği telâkki ve tevehhüm edilmesinden, o rivâyet müteşâbih olmuş,

Sh:»(S.N: 214)

manası gizlenmiş. Meselâ, tayyare ve şimendiferle gezmesi...

Hem meselâ, meşhur olmuş ki; islâm Deccalı öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbul'da Dikili taş'ta bütün dünyaya bağıracak ve herkes o sesi işitecek ki: " O öldü" yâni pek acib ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.

Hem Deccal'ın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükümetine ait garip hâlleri ve dehşetli icraatı, onun şahsiyle münâsebetdâr rivâyet edilmesi cihetiyle manası gizlenmiş. Meselâ, " O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (A.S) onu öldürebilir, başka çare olamaz. " rivayet edilmiş. Yâni , onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek; ancak semâvî ve ulvî hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-ı Kur'aniye'ye iktida ve ittihad eden bu İsevi dinidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nuzûlü ile o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

Hem bir kısım râvilerin kabil-i hatâ içtihatlariyle olan tefsirleri ve hükümleri, hadîs kelimelerine karışıp hadis zannedilir, mana gizlenir. Vakıa mutabakatı görünmez, müteşâbih hükmüne geçer.

Hem eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cemiyetin şahs-ı mânevisi inkişaf etmediğinden ve fikr-i infirâdî galip olduğundan, cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyük harekatı o cemaatin başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle; o şahıslar, hârika ve külli sıfatlara lâyık ve muvafık olmak için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe cisim ve müdhiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş. Vâkıa mutâbakatı görünmüyor ve o rivâyet müteşâbih olur.

Hem iki " Deccal" ın sıfatları ve hâlleri ayrı ayrı olduğu hâlde, mutlak gelen rivâyetlerde iltibas oluyor, biri, öteki zannedilir. Hem " Büyük Mehdî" nin halleri sâbık Mehdî'lere işâret eden rivâyetlere mutâbık çıkmıyor, hadis-i müteşabih hükmüne geçer. İmam-ı Ali (R.A.) yalnız " İslâm Deccalı'ndan bahseder.

Mukaddime bitti, mes'elelere başlıyoruz.

* * *

(Şimdilik o hâdisat-ı gaybiyenin yüzer misâllerinden--mülhidler tarafından avâmın akidelerini bozmak fikriyle işâa edilen-- yirmiüç mes'eleleri, tevfik-ı Rabbâni ile gayet muhtasar bir surette beyan edilecek. Ve o mes'eleler mülhidlerin tahmini gibi zarar vermemekle beraber, her biri bir lem'a-i i'caz-ı Nebevi olduğu görünmekle ve hakiki te'villeri isbat ve izhar edilmekle akide-i avâmı kuvvetlendirmeğe mühim bir sebep olmasını rahmet-i Rabbani'den rica edip hatiatımı ve galatatımı afv u mağrifet altına almasını Rabb-ı Rahimim'den niyaz ederim.)

Sh:»(S.N: 215)

$

BEŞİNÇİ ŞUÂ'IN

İKİNCİ MAKAMI VE MES'ELELERİ

Haşiye: Aşağıda gelecek olan Birinci Mes'ele yazıldıktan hayli zaman sonra zuhur eden bir hâdise tam te'vilini göstermiştir. Şöyle ki: Hadiste " O süfyan bir su içecek, eli delinecek " denilmiş. Yani bir çeşit su olan rakıyı su gibi çok içecek ve o sebepten batnı su tulumbası gibi olacak ve o su hastalığı yüzünden zulüm ve hile ile topladığı milyonlar mal su gibi elinden akacak, ecnebi doktorların boğazına girecek. Mesmuatıma nazaran; üç senede üç milyona yakın liraları tedavisine gayet israf ile sarfeden " bir insan " asrımızda göründü, " bu hadîsin te'vilini bende görünüz" hayatının lisan-ı haliyle dedi. Hem, bir su içecek eli delinecek olan kudsi söz ne kadar manidar ve mu'cizekâr ve yüksek ve cem'iyetli olduğunu vefatiyle bildirdi, gitti.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

BİRİNCİ MES'ELE: Rivayette varki: " Âhirzamanın eşhâs-ı mühimmesinden olan Süfyân'ın eli delinecek".

Allahu âlem, bunun bir te'vili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. darb-ı meselde deniliyor ki: " Filân adamın eli deliktir." Yani çok müsriftir.

İşte, " Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamâı uyandırarak insanların o zaif damarlarını tutup kendine musahhar eder. " diye bu hadîs ihtar ediyor. " İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer." diye haber verir.

İKİNCİ MES'ELE: Rivâyette var ki: "Âhirzamanın dehşetli bir şahsı, sabah kalkar; alnında " Hâzâ kâfir" yazılmış bulunur."

Allahu a'lem bissavvab..bunun te'vili şudur ki: O Süfyân, kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanun ile tâmim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için inşâallah ihtida eder, daha herkes--yalnız istemeyerek--onu giymekle kâfir olmaz.

ÜÇÜNCÜ MES'ELE: Rivâyette var ki: " Âhirzamanın müstebid hâkimleri, hususan Deccal'ın yalancı cennet ve cehennemleri bulunur.

الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّه bunun bir te'vili şudur ki: Hükûmet dâiresin

Sh:»(S.N: 216)

de karşı karşıya kurulan ve birbirine bakan vaziyette bulunan hapishâne ile lise mektebi, " Biri hûri ve gılmanın çirkin bir taklidi, diğeri azab ve zindan sûretine girecek." diye bir işarettir.

DÖRDÜNCÜ MES'ELE: Rivayette var ki: " Âhirzamanda, Allah Allah diyecek kalmaz."

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه bunun bir te'vili şu olmak gerektir ki: " Allah!. Allah!. Allah!.. deyip zikreden tekyeler, zikirhâneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeâirde İsmullah yerine başka isim konulacak." demektir. Yoksa, umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir.

Çünkü: Allah'ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah'ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.

Diğer bir te'vili şudur ki: Kıyâmet kopmasının dehşetini görmemek için mü'minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyâmet kâfirlerin başlarında patlar.

BEŞİNCİ MES'ELE: Rivâyette vardır ki: " Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar, uluhiyyet dava edecekler ve kendilerine secde ettirecekler."

Allahû â'lem bunun bir te'vili şudur ki: Nasılki padişahı inkâr eden bir bedevi kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de; tabiiyyûn ve madiyyun mezhebinin başına geçen o eşhâs, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rubûbiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubûdiyetkârâne serfürü ettirirler, başlarını rukûa getirirler demektir.

ALTINCI MES'ELE: Rivayette var ki: " Fitne-i Ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz. " Bunun için binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberiyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَمِنْ فِتْنَةِ اَخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.

Allahu a'lem bissavab, bunun bir te'vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Mesela; Rusya'da hamamlarda, kadın erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemâl-perest erkekler dahi, nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürûr ile düşer, yanar.

İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebâirleri ve bid'aları, birer cazibedarlık ile pervane gibi nefis-perestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.

YEDİNCİ MES'ELE:Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir âlim ola

Sh:»(S.N: 217)

cak, ilim ile dalâlete düşer. Ve çok alimler ona tabi olacaklar."

Vel'ilmu indallah, bunun bir te'villi şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesâret ve servet gibi vâsıta-i saltanat olmadığı halde zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasi ilmiyle o mevkii kazanır ve akliyle çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tâmimine şiddetle çalışır demektir.

SEKİZİNCİ MES'ELE : Rivayetler, Deccal'ın dehşetli fitnesi İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiaze etmiş.

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه Bunun bir te'vili şudur ki: İslâmların Deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik İmam-ı Ali'nin (R.A.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccalı Süfyan'dır. İslamlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccal'ı ayrıdır. Yoksa büyük Deccal'ın cebr ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmiyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkar da olmaz.

DOKUZUNCU MES'ELE: Rivayetlerde, vuku'at Süfyaniye ve hâdisat-ı istikbaliye Şam'ın etrafında ve Arabistan'da tasvir edilmiş.

Allahu a'lem , bunun bir te'vili şudur ki: Merkez-i hilâfet eski zamanda Irak'da ve Şam'da ve Medine'de bulunduğundan, râviler kendi içtihatlariyle --daimi öyle kalacak gibi-- mana verip " Merkezi Hükumet-i İslâmiye" yakınlarında tasvir etmişler, Haleb ve Şam demişler. Hadisin mücmel haberlerini, kendi içtihatlariyle tafsil etmişler.

ONUNCU MES'ELE: Rivayetlerde, eşhâs-ı âhirzamanın fevkalede iktidarlarından bahsedilmiş.

Vel'ilmü indallah, bunun te'vili şudur ki: o şahısların temsil ettikleri mânevi şahsiyetin azametinden kinâyedir. Bir vakit Rusya'yı mağlub eden Japon başkumandanının sûreti; bir ayağı bahr-i muhitte, diğer ayağı Port-Artür kal'ası'nda olarak gösterildiği gibi, şahs-ı mânevinin dehşetli azameti, o şahsiyetin mümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor. Amma fevkalâde ve hârika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyyat olduğundan fevkalade bir iktidar görünür, çünkü tahrib kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyat ise, nefisler tarafdar olduğundan çabuk sirâyet eder.

ONBİRİNCİ MES'ELE: Rivayette var ki: " Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder."

Allahu a'lem bissavab, bunun iki te'vili var:

Birisi : O zamanda meşrû nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.

İkinci te'vili: O fitne zamanında, harblerde erkeklerin çoğu telef olma

Sh:»(S.N: 218)

sından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinâyedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeğe sebebiyet verdiğinden, emr-i İlâhiyle kızlar pek çok olur.

ONİKİNCİ MES'ELE: Rivâyetlerde var ki: " Deccal'ın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه Bunun iki te'vili vardır.

Birisi: Büyük Deccal'ın kutb-u şimâli dairesinde ve şimal tarafında zuhur edeceğine kinâye ve işârettir. Çünki Kutb-u şimâlinin mevkiinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Bir gün şimendifer ile bu tarafa gelse, yaz mevsiminde bir ay mütemadiyen güneş gurub etmez. Daha bir gün otomobil ile gelse, bir haftada daima güneş görünür. Ben Rusya'daki esaretimde bu mevkiye yakın bulunuyordum. Demek büyük Deccal, şimalden bu tarafa tecâvüz edeceğini mu'cizane bir ihbardır.

İkinci te'vili ise: Hem büyük Deccal'ın hem islâm Deccalı'nın üç devre-i istibdatları mânasında üç eyyam var. " Bir günü; bir devre-i hükümetinde öyle büyük icraat yapar ki, üçyüz sene yapılmaz. İkinci günü, yâni ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, birşey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır." diye, gayet yüksek bir belâgatla ümmetine haber vermiş.

ONÜÇÜNCÜ MES'ELE: Kat'i ve sahih rivâyette var ki: " İsa Aleyhisselâm büyük Deccal'ı öldürür."

Vel'ilmü indallah, bunun da iki vechi var:

Bir vechi şudur ki. Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidrâci hârikalariyle kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccal'ı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak hârika ve mu'cizatlı ve umumun makbûlu bir zât olabilir ki: O zât, en ziyâde alakadar ve ekser insanların Peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dır.

İkinci vecih şudur ki: Şahs-ı İsâ Aleyhisselâm'ın kılıncı ile maktül olan şahs-ı Deccal'ın teşkil ettiği dehşetli maddiyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevisini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhânilerdir ki: O ruhâniler, din-i Îsevi'nin hakikatını hakikat-ı islâmiye ile mezcederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hatta, "Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder, tâbi olur. " diye rivâyeti bu ittifaka ve hakikat-ı Kur'aniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.

ONDÖRDÜNCÜ MES'ELE: Rivayette var ki: " Deccal'ın mühim kuvveti yahudidir. Yâhudiler severek tâbi olurlar."

Allahu a'lem diyebiliriz ki, bu rivâyetin bir parça te'vili Rusya'da çık

Sh:»(S.N: 219)

mış. Çünkü, her hükümetin zulmünü gören yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için Komünist Komitesi'nin te'sisinde mühim bir rol ile yahudi milletinden olan " Troçki" nâmında dehşetli bir adamı, Rusya'nın başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin'den sonra Rus hükümetinin başına geçirerek Rusya'nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccel'ın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükümetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.

ONBEŞİNCİ MES'ELE: Ye'cüc ve me'cüc hâdisatının icmâli Kur'an'da olduğu gibi, rivâyette bir kısım tafsilât var. Ve o tafsilât ise, Kur'an'ın muhkemâtından olan icmâli gibi muhkem değil, belki bir derece müteşâbih sayılır. Onlar te'vil isterler Belki ravilerin içtihatları karışmasıyla tâbir isterler . Evet

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه Bunun bir te'vili şudur ki: Kur'an'ın lisan-ı semâvisinde " Ye'cüc" ve "Me'cüc" namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin'den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç def'a Asya ve Avrupa'yı herc ü merc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zir ü zeber edeceklerine işâret ve kinâyedir. Hattâ şimdi de koministlik içindeki anarşistin ehemmiyetli efrâdı onlardandır.

Evet, ihtilâl-i Fransevîde hürriyet perverlik tohumiyle ve aşılamasiyle sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesâtı tahrip ettiğinden aşıladığı fikir, bilâhare bolşevikliğe inkılâp etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlakıye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan; elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıd ve hürmet tanımayan anarşıstlik mahsulunü verecek.

Çünki, kalb-i insâniden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise; hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak. Ve o şerâite muvafık insanlar ise: Çin-i Maçin'de kırk günlük bir mesafede yapılan ve acaib-i seb'a-i âlemden birisi bulunan sedd-i Çin'in binasına sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir ki, Kur'an'ın mücmel haberini tefsir eden Zât-ı Ahmediye ( Aleyhissalâtü Vesselâm) mu'cizâne ve muhakkikane haber vermiş.

ONALTINCI MES'ELE: Rivayette var ki: İsa Aleyhisselâm Deccal'ı öldürdüğü münâsebetiyle-- " Deccal'ın fevkalâde büyük ve minâreden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsâ Aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu..." gösterir.

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه Bunun bir te'vili şu olmak ge

Sh:»(S.N: 220)

rektir ki: İsâ aleyhisselâm'ı nur-u îman ile tanıyan ve tâbi olan cemaat-i rûhâniye-i mücâhidinin kemiyeti, Deccal'ın mektepçe ve askerce ilmi ve maddi ordularına nisleten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.

ONYEDİNCİ MES'ELE: Rivâyette var ki: " Deccal çıktığı gün bütün dünya işitir ve kırk günde dünyayı gezer ve hârikulade bir eşeği vardır."

Allahu a'lem, bu rivâyetler tamamen sahih olmak şartiyle te'villeri şudur: Bu rivâyetler mu'cizane haber verir ki, " Deccal zamanında vâsıta-i muhabere ve seyahat o derece tarakki edecek ki, bir hâdise bir günde umum dünyada işitilecek. Radyo ile bağırır, şark-garp işitir ve umum ceridelerinde okunacak. Ve bir adam kırk günde dünyayı devredecek ve yedi kıt'asını ve yetmiş hükümetini görecek ve gezecek." diye, zuhurundan on asır evvel telgraf, telefon, radyo, şimendifer, tayyareden mu'cizane haber verir. Hem Deccal, deccallık haysiyetiyle değil, belki gayet müstebid bir kral sıfatiyle işitilir. Ve gezmesi de her yeri istila etmek için değil, belki fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir. Ve bindiği merkebi ve hımarı ise; ya şimendiferdir ki bir kulağı ve bir başı cehennem gibi ateş ocağı, diğer kulağı yalancı cennet gibi güzelce tezyin ve tefriş edilmiş. Düşmanlarını ateşli başına, dostlarını ziyafetli başına gönderir. Veyâhut onun eşeği, merkebi; dehşetli bir otomobildir veya tayyeredir veyâhut...(Sükût lazım!)

ONSEKİZİNCİ MES'ELE: Rivayette var ki: " Ümmetim istikametle gitse, ona bir gün var." Yâni

فِى يَوْمِ كَانَ مِقْدَارُهُ اَلْفَ سَنَةٍ âyetinin sırrıyle bin sene hâkimâne ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var. Yani ancak büşyüz sene kadar hâkimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder.

Allah'u a'lem, bu rivâyet kıyâmetten haber vermek değil, belki İslâmiyetin galibane hâkimiyetinden ve hilâfetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakikat ve bir mu'cize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış. Çünkü Hilafet-i Abbasiye'nin âhirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beşyüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetin hey'eti mecmuası ise, istikameti kaybetmediğinden, hilafet-i Osmaniye imdada gelip binüçyüz sene kadar hâkimiyeti devam ettirmiş. Sonra Osmanlı siyâsiyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak ( hilâfetle) beşyüz sene yaşayabilmiş. Bu hadisin mu'cizane ihbarını, Hilâfet-i Osmaniye kendi vefâtiyle tasdik etmiş. Bu hadisi başka risâlelerde dahi bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz.

ONDOKUZUNCU MES'ELE: Rivâyetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve âl-i beyt-i nebeviden Hazret-i Mehdi'nin ( Radiyallahü Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hatta bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velâyet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.

Allahu a'lem bissavab, bu ayrı ayrı rivâyetlerin bir te'vili şudur ki: Büyük Mehdî'nin çok vazifeleri var. Ve siyâset âleminde, diyânet aleminde, saltanat âleminde, cihad alemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi, her

Sh:»(S.N: 221)

bir asır me'yusiyet vaktinde, kuvve-i mâneviyesini te'yid edecek bir nevi Mehdi'ye veyahud Mehdî'nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimâline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlâhiyye ile her devirde belki her asırda bir nevi ' Mehdî âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihyâ etmiş. Mesela: Siyaset âleminde Mehdî-i Abbasi ve diyânet âleminde Gavs-ı Azam ve Şâh-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve oniki imam gibi büyük Mehdî'nin bir kısım vazifelerini icra eden zâtlar dahi, Mehdi hakkında gelen rivayetlerde Medar-ı nazar-ı Muhammed Aleyhissalâtu Vesselâm olduğundan rivayetler ihtilâf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: " Eskide çıkmış. " Her ne ise... Bu mes'ele Risale-i Nur'da beyan edildiğinden, Onu ona havâle ile burada bu kadar deriz ki:

Dünyada mütesânid hiçbir hânedan ve mütevâfık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, âl-i beytin hânedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.

Evet yüzer kudsi kahramanları yetiştiren ve binler mânevi kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-ı Kur'aniye'nin mayası ile ve îmanın nuriyle İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i beyt, elbette âhir zamanda şeriat-ı Muhammediye'yi ve hakikat-ı Furkaniye'yi ve sünnet-i Ahmediye'yi (A.S.M.) ihyâ ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan " Büyük Mehdî'nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lâzım ve zaruri ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezâsıdır.

YİRMİNCİ MES'ELE; Güneşin, mağripten çıkması ve zeminden dabbet-ül-arzın zuhudur.

Amma güneşin mağripten tulûu ise, bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyâmettir. Ve bedâheti için aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hâdise-i semâviye olduğundan tefsiri ve mânası zahirdir, te'vile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki:

Allahu a'lem o tulûun sebeb-i zâhirisi: Küre-i arz kafasının aklı hükmünde olan Kur'an onun başından çıkmasıyla zemin divâne olup,-- izn-i İlâhi ile başını başka seyyareye çarpmasıyle hareketinden, geri dönüp-- garptan şarka olan seyahatını irâde-i Râbbâni ile şarkdan garba tebdil etmekle güneş garptan tulûa başlar.

Evet, arzı şems ile, ferşi arş ile kuvvetli bağlayan Hablullah-il-metin olan Kur'an'ın kuvve-i câzibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, başıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden güneş garptan çıkar. Hem müsâdeme neticesinde emr-i ilâhi ile kıyâmet kopar diye bir te'vili vardır.

Amma " Dâbbet-ül-Arz":

Kur'an'da, gayet mücmel bir işâret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes'eleler gibi kat'i bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:

Sh:»(S.N: 222)

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه Nasıl ki kavm-i Fir'avn'e " Çekirge afatı ve bit belâsı" ve Kâbe tahribine çalışan kavm-ı Ebrehe'ye " Ebabil Kuşları" musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan'ın ve deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve " Ye'cüc ve Me'cüc"ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrâna düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek. Allahu a'lem, o dâbbe bir nevidir. Çünki, gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez.

Demek, dehşetli bir tâife-i hayvâniye olacak. Belki,

رَبَّنَا لاَتُؤاَخِذْنَآ اِنْ نَسِينَآ اَوْ اَخْطَأْنَا



سُبْحَانَكَ لاّعِلْمَ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ âyetinin işâretiyle, o hayvan, dâbbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü'minler îman bereketiyle ve sefahet ve su'-i istimalattan tecennübleriyle kurtulmasına işâreten, âyet, îman hususunda o hayvanı konuşturmuş.

#

%

Sh:»(S.N: 223)

Sâbık yirmi adet mes'elelere bir tetimme olarak üç küçük mes'eledir.

BİRİNCİ MES'ELE : Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselam'a " Mesih" namı verildiği gibi her iki deccala dahi " Mesih" namı verilmiş ve bütün rivâyetlerde

مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ

denilmiş. Bunun hikmeti ve te'vili nedir ?

Elcevap: Allahu a'lem bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i ilâhi ile İsâ Aleyhisselâm, Şeriat-ı Mûseviye'de bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş; aynen öyle de: Büyük Deccal, şeytanın iğvâsı ve hükmüyle şeriat-ı İseviye'nin ahkâmını kaldırıp hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idâre eden râbıtaları bozarak anarşistliğe ve " Ye'cüc ve Me'cüc"e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccal'ı olan " Süfyan" dahi; şeriat-ı Muhammediye'nin (A.S.M) ebedi bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddi ve mânevi rabıtalarını bozarak serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nurâni zincirleri çözer, hevesât-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve aynı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zabt altına alınamaz.

İKİNCİ MES'ELE Rivayetlerde, her iki Deccal'ın hârikulâde icraatlarından ve pek fevkalâde iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş. Hattâ bedbaht bir kısım insanlar, onlara bir nevi Ulûhiyet isnad eder diye haber verilmiş. Bunun sebebi nedir ?

Elcevap: الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّه icraatları büyük ve hârikulâde olması ise: Ekser tahribat ve hevesata sevkiyat olduğundan, kolayca hârikulâde öyle işler yaparlar ki, bir rivayette, " Bir günleri bir senedir. " Yani; bir senede yaptıkları işleri üçyüz senede yapılmaz denilmiş. Ve iktidarları pek fevkalade görülmesi ise, dört cihet ve sebebi var.

Birincisi: İstidrac eseri olarak, müstebidâne olan koca hükümetlerinde cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle binler adam kadar bir iktidar onların

Sh:»(S.N: 224)

şahıslarında tevehhüm edilmeğe sebep olur. Halbuki, hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehâsin ve şeref ve ganimet o cemaate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zâyiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ: Bir tabur bir kal'ayı fethetse, ganimet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfî tedbirler ile zâyiatlar olsa, kumandanlarına aittir.

İşte hak ve hakikatın bu düstur-u esâsiyesine bütün bütün muhalif olarak müsbet terakkiyat ve hasenat o müdhiş başlara ve menfî icraat ve seyyiat bîçare milletlerine verilmesiyle; nefret-i âmmeye layık olan o şahıslar,--istidrac cihetiyle-- ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umûmiyeye mazhar olurlar.

İkinci cihet ve sebep: Her iki Deccal, âzami bir istibdat ve azâmi bir zulüm ve âzami bir şiddet ve dehşet ile hareket ettiklerinden, âzami bir iktidar görünür.

Evet, öyle acib bir istibdat ki:-- kanunlar perdesinde-- herkesin vicdanına ve mukaddesâtına, hattâ elbisesine müdâhale ederler. Zannederim asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyet-perverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hatâ bir cephede hücum göstermişler. Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harab ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder.

Üçüncü cihet ve sebep: Her iki Deccal Yahudinin İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besliyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hüriyetinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hatta İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzâheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir.

Hem bazı ehl-i velayetin istihracâtiyle anlaşılıyor ki, İslâm devletinin başına gececek olan Süfyâni Deccal ise; gayet muktedir ve dâhi ve faal ve gösterişi istemiyen ve şahsi olan şan ve şerefe ehemmiyet vermiyen bir sadrâzam ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöhret-perestliğe tenezzül etmiyen bir serasker bulur, onları teshir eder. Onların fevkalâde ve dâhiyâne icraatlarını, riyâsızlıklarından istifade ile kendi şahsına isnad ve o vasıta ile koca ordunun ve hükumetin teceddüd ve inkılab ve harb-i umûmi inkılabından gelen şiddet-i ihtiyacın sevkiyle işledikleri terakkiyatı şahsına isnad ettirerek şahsında pek acib ve hârika bir iktidar bulunduğunu meddahlar tarafından işaa ettrir.

Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccal'ın ispirtizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Deccalı'nın dahi, bir gözünde teshir edici manyatizma bulunur. Hattâ rivâyetlerde, " Deccalın bir gözü kördür. " diye nazarı dikkati gözüne çevirerek büyük Deccal'ın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadîste kaydetmekle , onlar kâfir-

Sh:»(S.N: 225)

i mutlak bulunduğundan yalnız münhasıran bu dünyayı görecek birtek gözü var ve âkıbeti ve ahireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder.

Ben bir mânevi âlemde İslam Deccalını gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cür'et ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avâm-ı nâs hakikat-ı hâli bilmediklerinden hârikulâde iktidar ve cesaret zannederler.

Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâmında, böyle istidraclı ve şanlı ve tâli'li ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan gizli ve dehşetli olan mâhiyetine bakmayarak kahramanlık damariyle onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücâhid ordunun ve dindar milletin, ruhundaki nur-u îman ve Kur'an ışığıyle hakikat-ı hâli göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribâtını tâmire çalışacağı, rivâyetlerden anlaşılır.

ÜÇÜNCÜ KÜÇÜK MESE'LE : Medarı ibret üç hâdisedir.

Birinci Hadise: Bir zaman, Resül'i Ekrem ( Aleyhissalatü Vesselam) Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh'a yahudi çocukları içinde birisini gösterdi. " İşte sureti!" dedi. Hazret-i Ömer ( Radıyallahu Anh), " Öyle ise ben bunu öldüreceğim." dedi. Ferman etti: " Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez."

Bu rivâyet işâret eder ki; onun sureti, hâkimiyeti zamanında çok şeylerde görüneceği gibi, kendisi yahudiler içinde tevellüd edecek. Garibdir ki, onun suretindeki bir çocuğu katledecek derecede ona hiddet ve adâvet eden Hazret-i Ömer ( Radıyallahü Anh), o Süfyan'ın en çok beğendiği ve takdir ettiği ve çok def'a ondan senâkârâne bahsedeceği bir memduhu-- Hazret-i Ömer'le çıkmış.

İkinci Hâdise: O İslam Deccalı, " Sure-iوَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ mânasını merak edip soruyor. " diye çoklar nakletmişler. Gariptir ki, bu sûrenin akibinde olan اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكِ sûresinde اِنَّ الاِنْسَانَ لَيَطْغَى cümlesi, onun aynı zamanına ve şahsına--cifir ile ve mânasıyla--işaret ettiği gibi, ehl-i salâte ve câmilere tâğiyane tecâvüz edeceğini gösteriyor.

Demek o istidraclı adam, küçük bir sûreyi kendiyle alâkadar hisseder. Fakat yanlış eder, komşusunun kapısını çalar.

Üçüncü Hâdise : Bir rivâyette, " İslâm deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek. " denilmiştir. لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه bunun bir te'

Sh:»(S.N: 226)

vili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivâyet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle süfyâni Deccal onların içinde zuhur edeceğine işâret eder.

Garibdir, hem çok garibdir. Yediyüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur'an'ın elinde şeref-şiâr, bârika-asâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü; muvakkaten İslamiyetin bir kısım şeârine karşı istimâl etmeğe çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. " Kahraman ordu, dizgini onun elinden kurtarıyor. "diye rivayetleden anlaşılıyor.

وَاللَّه اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ * لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه
 
Üst