Kisrâ Sarayında Şanlı Bir Elçi, ABDULLAH İBN-İ HUZÂFE ES-SEHMÎ

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Hicretin yedinci yılı, Muharrem ayı...

Hudeybiye Antlaşması’nın hemen sonrası...

Rahmân’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği ümmî elçisi Efendimiz -aleyhissalâtu ve’s-selâm-, vahiy kâtiplerini çağırarak hikmetli ve müsamahakâr ifadelerle altı adet mektup yazdırdı. Mektuplarının altına, gümüşten yüzüğünün «Muhammed Rasûlullah» nakışlı kaşıyla mührünü vurdurup* altı sahâbîsini; yürekli, yiğit ashâbı arasından elçi olarak seçti.

İslâm’ın ilk diplomatları olan bu elçiler; Allah Rasûlü’nün risâlet tebliğini, hükümdarlara ulaştıracaklardı. Kur’ân mesajının bütün dünyaya neşri için seçilmişlerdi. Hitâbetleri mükemmel, fetânetleri keskin, özgüvenleri tam ve temsil keyfiyetleri yüksekti.


“İtâat Allâh’a ve O’nun Rasûlü’nedir. Ey Allâh’ın Rasûlü! Bize istediğinizi emrediniz! Bizleri istediğiniz yerlere sevk ediniz! Vallâhi, hiçbir şeyde Size muhalefet etmeyiz.” dediler.

Tehlikeli bir seferdi bu. Daha önce bilmedikleri uzak memleketlere gideceklerdi. Gittikleri insanların dillerini, huy ve karakterlerini bilmiyorlardı. Onları, kısmen tebaaları olan bir milletin dînine girmeye ve bâtıl dinlerini bırakmaya davet edeceklerdi. Bu sefere çıkan, kelleyi koltuğuna almış; bu seferden dönen, yeniden doğmuş demekti.

Bu bahtiyar altı yolcudan birisi de, Abdullah İbn-i Huzâfe es-Sehmî -radıyallâhu anh- idi.

Îmânıyla ilklerden, sabrı ve sebatıyla fedâkâr çilekeşlerdendi. Hasebi itibarıyla Kureyş’in Benî Sehm kabîlesinden; nesebi, Nebîler Sultanı’nın pâk nesebiyle birleşenlerdendi. Bütün hicretlere katılmış muhâcirlerden, bütün harplere iştirak etmiş mücâhidlerdendi.

Aynı zamanda latîfeli sözleri ve hoş şakalarıyla etrafına hep neşe veren bir kişiydi.

Hattâ bir gün Allah Rasûlü’ne şikâyet sadedinde; «Kardeşimiz Abdullah bizleri sık sık güldürüyor!» dediklerinde; Efendiler Efendisi onu tezkiye ederek;

“Onun bilmediğiniz kendine mahsus hâlleri var! Zira Abdullah, Allah ve Rasûlü’nü çok sever. Sevenle sevilenin arasına girmeyin!” buyurmuştu. (İbn-i Asâkir, Târîh u Medinet-i Dımaşk, 37/360)

Yine bir başka gün, sefer esnasında, hissettirmeden Hazret-i Peygamber’in bindiği devenin yularını çözmüştü. Neredeyse Allah Rasûlü devesinden düşecekti. Fıtratları çok iyi tesbit eden Efendimiz; edebe mugâyir görünse de iyi niyetle yapılan bu şakayı hoş karşılamış, incilerden daha güzel mübarek dişleri görünecek şekilde gülmüştü. (el-İstiâb, 3, 890)

Şimdi ise onu çok ciddî bir vazifeyle, «İran Kisrâ»sı Perviz’e gönderecekti. Habîb-i Kibriyâ Efendimiz, nurlu hidâyet mektubunda, kisrâya şöyle sesleniyordu:

“Bismillâhirrahmânirrahîm!

Allâh’ın Rasûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü kisrâya!

Hidâyete uyup doğru yolu tutanlara, menendi olmayan Allâh’ın yegâne mâbûd olduğuna, Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahâdet getirenlere selâm olsun!

Seni, Allâh’a îmâna davet ediyorum! Çünkü Ben; Allah Azîmuşşân’ın, kalbi diri ve aklı başında olanları uyarmak; kâfirler hakkında ise azap sözünü gerçekleştirmek için, bütün insanlara göndermiş olduğu Peygamberiyim! Müslüman ol, selâmet bul! Davetimden yüz çevirir ve ikrardan kaçınırsan, bil ki; bütün mecûsîlerin günahı senin boynunda kalır!”
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
o_okudan.jpg


Mektubu Allah Rasûlü’nün nurlu ellerinden teslim alan Abdullah İbn-i Huzâfe Hazretleri, helâlleşip yola çıktı. Tek başına; çölleri, vadileri aşarak hedefine doğru yürüdü. Sâsânîlerin himayesindeki Bahreyn’e vardığında oranın emîri Münzir’e, kisrâya gönderildiğini ve vazifesini bildirdi. Muhafız ve kılavuz olarak Münzir’in verdiği altı askerin refâkatinde Sâsânî başkenti Medâin’e ulaştı. Kisrânın kapısında, bindiği küheylânı şâha kaldırıp görüşmek için izin istedi.

Acemlerin, posta güvercinleri sayesinde elçiden haberleri olmuştu. Kabul salonunu mutantan bir şekilde süsleyip hazırladılar. Evvelâ ipekten, kadifeden elbiseler içinde Fars devlet adamları ve halkın ekâbiri gelip salona girdi. Nihayet, Rasûlullâh’ın elçisini çağırdılar.



Hazret-i Abdullah; basit, kaba bir kumaştan dikilmiş olan sade elbiseler içinde, fakat heybet ve vakarla içeri girdi. Yüzünde İslâm’ın şerefi, göğsünde îmânın yüceliği vardı.

Kisrâ, onun bu heybetli gelişi karşısında ürperdi. Hemen mektubu elinden almaları için adamlarına işaret etti. Lâkin Abdullah İbn-i Huzâfe -radıyallâhu anh- daha da yakınlaştı:

“Rasûlullah Efendimiz, kendi elimle teslim etmemi emretti. Ben Allah Rasûlü’nün emrine karşı gelemem!” diyerek mektubu Kisrâ Perviz’in eline verdi.

Gözünü bir an bile bu cesur elçiden alamayan şaşkın kisrâ, elindeki mektubu okutmak için Hîreli tercümanına verdi. Tercüman mektubu tane tane okumaya başladı.

Kisrâ;

«Allâh’ın Rasûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü kisrâya!» hitabını duyar duymaz, bir işaretle tercümanını durdurdu. Kendi isminden evvel Allah Rasûlü’nün isminin zikredilmiş olması, imparatorluk gururuna dokunmuştu. Yüzü kıpkırmızı kesilip boynundaki damarları patlayacakmış gibi şişiverdi. Öfkeyle Hazret-i Abdullâh’a bağırmaya başladı. O mübârek nâmeyi, mülevves elleriyle tercümandan alıp parçaladı. İşte o anda Allah Rasûlü’nün gözü pek elçisi, yapılan bu edepsiz hareket ve hakāret karşısında gereken müdahalede bulundu. Kisrâya ve Acemlere tarihî bir ders vererek pervasızca hakikati haykırdı:

“Ey Fars cemaati! Sizler, Allâh’ın mülkü olan bu dünyanın, ancak elinizde bulunan küçük bir kısmında; peygambersiz, kitapsız olarak sayılı günlerinizi geçiriyor ve âdeta uykuda yaşıyorsunuz! Hâlbuki yeryüzünün hâkim olamadığınız kısmı daha çoktur ve gerçek hâkimiyet ancak Allâh’ındır.

Ey Kisrâ! Senden önce, nice hükümdarlar geldi geçti. Onlardan, âhireti düşünenler; dünyadan da nasiplerini aldılar. Dünyalık talep edenler ise, âhiret nasiplerini yitirdiler! Sana getirip sunduğumuz hakikati, sen küçümsüyorsun! Vallâhi, nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince; ondan korkacak, lâkin kurtulamayacaksın!”

Saltanatıyla mağrur kisrâ, mukabelede bulundu:

“Şuna bakın! Benim kulum, kölem olan kişi, kalkıyor da, bana mektup yazıyor ha! Mülk ve saltanat, bana mahsustur! Firavun, İsrâiloğullarına hâkim olmuştu. Ben, firavundan daha iyi ve güçlüyüm! Ne mülküme ortağım, ne de saltanatıma rakibim var!”

Bu küstah ve talihsiz hezeyanlarından sonra Perviz, elçinin dışarı çıkarılmasını emretti. İbn-i Huzâfe Hazretleri, kisrânın yanından çıkar çıkmaz hiç beklemedi. Süratle atının üzerine atlayıp derhâl yola koyuldu.

«Vallâhi, bundan sonra başıma ne gelirse gelsin artık gam yemem!» diyen gönlü inşirah içindeydi. Allah Rasûlü’nün İslâm’a davet mektubunu götürme şerefine nâil olmuş, işaret bekleyen cellâtların önünde büyük bir îman celâdeti sergileyerek kisrâ ve adamlarına İslâm’ı teblîğ etmişti.

Az sonra, elçinin tekrar içeri alınmasını emretti kisrâ. Hîre’ye kadar Cezîretü’l-Arab’a giden bütün yolları kontrol etmelerine rağmen onu bulamadılar. Hazret-i Abdullah âdeta kanatlanıp uçmuş, Medine’ye vâsıl olmuştu. Kisrânın yaptığı edepsizliği Allâh Rasûlü’ne haber verince Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Allâh’ım! Mektubumu nasıl parçaladı ise, Sen de kisrânın mülkünü öylece parça parça et!” buyurdu. (Buhârî, İlim, 7)
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
o_okudan_2.jpg

Hazret-i Abdullâh’ın ok gibi hedefini bulan tesirli sözleri, hidâyetten nasibi olmayan kisrânın sadece tekebbürünü arttırmıştı. Öyle ki; «Hicaz’da zuhur eden peygamberi derdest edip getirmeleri için» Yemen’deki valisine haber gönderdi.

Emri alan vali Bâzân, Peygamber Efendimiz’e hitâben bir mektup yazıp iki gözde adamını Medine’ye gönderdi. Mektubunda Allah Rasûlü’ne derhâl kisrâya gitmesini emrediyordu. Bâzân’ın adamları gelerek mektubu Efendimiz’e verdiler.

“–Seni hükümdarlar hükümdarı kisrâya götürmek için gönderildik. Şayet bizimle gelirsen kisrâ, Sen’in hakkında hayırlı olanı söyler. Eğer kabul etmeyip gelmezsen, onun Sana ve halkına neler yapabileceğini biliyorsun!” dediler.

Habîb-i Kibriyâ Efendimiz mütebessim şu mukabelede bulundu:



“–Bu gece, Medine’de kalarak istirahat edin ve sabah yanıma tekrar gelin!”

Ertesi gün erkenden Habîb-i Hudâ Efendimiz’in huzuruna gelerek;

“–Gitmek için hazır mısın?” dediler. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Artık bugünden itibaren, kisrâ ile hiç kimse görüşemeyecek! Allah Teâlâ bu gece oğlu Şîreveyh’i musallat ederek, onu helâk eyledi.” buyurdu.

Duyduklarına inanamayıp hayretle Rasûlullâh’ın yüzüne bakakaldılar:

“–Sen ne söylediğini biliyor musun? Bunu Bâzân’a yazalım mı?”

“–Evet, ona deyin ki;

«Benim dînim, çok yakında kisrânın devletinin eriştiği yerlere erişecektir. Eğer müslüman olursan, Yemen’de hükümdarlığın devam eder.»”

Adamları Yemen’e dönüp, durumu haber verince Bâzân;

“Söylediği doğruysa O, el-hak peygamberdir. Eğer değilse, O’nun için bir şey düşüneceğiz.” dedi.

Az sonra, yeni kisrâ Şîreveyh’in mektubu çıkageldi. Mektupta şöyle yazıyordu:

«Kisrâyı öldürdüm. Çünkü o; halkını öldürüyor, mallarını yağma ediyordu. Mektubumu alır almaz tebaanı bana itâat ettir!»

Allah Rasûlü’nün yaptığı duâ ve bildirdiği haber aynen tahakkuk etmiş, Kisrâ Perviz, oğlu Şîreveyh tarafından o gece hançerlenerek parça parça edilmişti. Bâzân, derhâl îmân ederek mektubu yere fırlattı. Hidâyet kervanına dâhil oldu.

Efendimiz -aleyhissalâtu ve’s-selâm- tarafından Hendek gününde (627) verilen müjdenin üzerinden on yıl geçtikten sonra (636) kisrânın mülkü İran, İslâm’ın yed-i beyzâsına teslim oldu.




* Mektupların altısının da orijinali mevcuttur. Allah Rasûlü, bu yüzüğü daima parmağında taşırdı. Bir mektubu mühürlemek istediğinde vahiy kâtiplerinden birine verir, sonra tekrar parmağına takardı. (Buhârî 7, 54; Müslim, Libâs, 57-58)

Ömer OKUDAN​
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Abdullah İbn-i Huzâfe es-Sehmî radıyallâhu anh'ın bu üstün vazifesi müslümanlara güç ve kuvvet ilhamı olmuştur.
Ne mutlu zalim hükümdar karşsında hakkı haykıran İslam yiğitlerine.
Allah Resulü s.a.v Efendimizin Kisra'ya olan bedduasınında nasıl tuttuğunu ibretle gördük.
Demek büyüklenenlerin sonu helak imiş.
Allah c.c. muhafaza eylesin.amin
Paylaşım için Allah razı olsun devamını bekleriz.
fi emanillah
 
Üst