Kısa kısa röportajlar

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Ümit Meriç ile Kısa Kısa

sanatalemi.net_zpdrppilif00paf5ysbyxz4517%c3%bcmit%20meric-foto2.jpg


1) En çok sevdiğiniz ve etkilendiğiniz roman ve yazarı?

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanı.

2) Unutamadığınız bir şiir ve şairi?

Celal Sılay’ın “Ben Kenar Mahalle Çocuğu” şiiri.

3) Severek seyrettiğiniz en iyi film?

Hint yönetmen Raj Kapoor’un “Avare” filmi.

4) Dinlemekten asla vazgeçemeyeceğiniz bir şarkı veya türkü?

“Ey Allah’ım seni sevmek” ilahisi.

5) Bugünlerde okuduğunuz kitap?

Kur’an-ı Kerim ve Prof. Dr. Ahmet Bedir’in “Kur’an-ı Kerim Atlası”

6) Tanışamadığınıza üzüldüğünüz bir şahsiyet?

Hazret-i Muhammed. Onunla tanışıyoruz inşallah.

7) Basında her zaman takip ettiğiniz bir köşe yazarı?

Yeni Şafak’ta Dücane Cündioğlu.

8) Kaçırmamaya çalıştığınız televizyon veya radyo programı?

Hiçbirini dinlemem, seyretmem.

9) Son bir yılda sizi etkileyen haber?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İspanya Başbakanı Zapatero ile birlikte Medeniyetler İttifakı eş başkanı seçilmesi.

10) En çok ne için dua ediyorsunuz.

Müslümanların (ben dahil) İslâm’a lâyık olması ve bütün beşeriyetin İslâmiyet ile şereflenmesi.

11) Sizi en çok ne korkutur?

Allah’tan korkmamak.

12) Kendinize ve herkese yapacağınız ilk tavsiye?

Kendimizi tanımak ve sevmek, sonra da kendisini tanıyıp seven başka insanlarla tanışmak.

Kaynak
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0


Sefine-i Nuh’a binenlerden oluruz inşallah
20 Ekim 2010 - 09:14:21

Ümit Meriç Hocamıza son zamanlarda gördüğü en etkileyici rüyayı sorduk…

Hocam, son zamanlarda gördüğünüz ve sizi çok etkileyen bir rüyanızı bizimle paylaşır mısınız?…

Ben rüyalarımı ciddiye alırım. Eğer bir rüya hak ise, uyandığınız zaman da rüyanın içinde gezinmeye devaedersiniz. Rüyamda Bill Clinton ve Hillary Clinton’ı görüyorum. Bayan Clinton, Bill Clinton’un Müslüman olduğunu söylüyor. Bill Clinton’un, İslamiyet için bütün servetini harcadığını ve eşinin başında benim hediye ettiğim bir eşarbın takılı olduğunu görüyorum.

İslam’ın alternatifi yok. Sefine-i Nuh’a binenlerden oluruz. Sefine-i Muhammed’de bulunanlardan oluruz inşallah.

Amin hocam. Rüyanıza sağlık.


Sinay Avşar
HaberKültür.Net



 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Hac, içimdeki cehennemden içimdeki cennete yolculuk
İki duam var: İlki, “Müslüman doğdum, beni İslam’a layık eyle yâ Rabbi.” Bir de, kendi hayatımda secde öncesi ve secde sonrası tecrübesi yaşadığım için, beşeriyetin de secde sonrası tecrübesini yaşamasını çok istiyorum. 6,5 milyar dünyalının da hac ve umre tecrübesini yaşamasının, onların hem kendi hayatlarına hem de beşeriyet tarihine ve yaşamakta olduğumuz bu güzel mavi baloncuk dünyamızla ilgili fikirlerine çok beklenmedik açılımlar getireceği kanaatindeyim. Yaşadıklarını idrak edecekler. İnsan yaşadığını gerçekten idrak ederse ölümü de aşıyor. Ölümü ve ölümsüz taraflarının ayrımını yapıyor. Bu manada haccı bir yolculuk olarak tanımlıyorum. Coğrafyadaki yolculuk içimizdeki yolculuk ile beraberlik arz etmezse çok da anlamlı olamıyor. Bu bakımdan ben, hac; içimdeki cehennemden içimdeki cennete yolculuk diyorum...
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Cihan Aktaş ile Kısa Kısa

sanatalemi.net_dt4h3qmginnyv1q2yirh5vvt39cihan%20akta%c5%9f-foto1.jpg


1)En çok sevdiğiniz ve etkilendiğiniz roman ve yazarı.

Dr. Jivago Boris Pasternak

2) Unutamadığınız bir şiir ve şairi.

İsmet Özel’in şiiri “Mataramda tuzlu su”.


3) Severek seyrettiğiniz en iyi film.

- Muhsin Mahmelbaf, Zayenderut Geceleri.


4) Dinlemekten asla vazgeçemeyeceğiniz bir şarkı veya türkü.

Bir Kerkük türküsü: Kâr etmez ahım sen gülizâre.

5) Bugünlerde okuduğunuz kitap.

Her zaman birkaç kitap bir arada okurum.

İkisini yazayım:

Maurice Merleau-Ponty, Algılanan Dünya, Metis.

İsmail Ankaravi, Minhac’ül-Fukara, İnsan Yayınları.

6) Tanışamadığınıza üzüldüğünüz bir şahsiyet.

Aliya İzzetbegoviç.


7) Basında her zaman takip ettiğiniz bir köşe yazarı.

Ahmet Altan.

8) Kaçırmamaya çalıştığınız televizyon veya radyo programı.

Yok.


9) Son bir yılda sizi etkileyen haber.

Öyle çok ki… Belki öne çıkan, Güneydoğu’da bir mezradaki o sahne; Ceylan’ın parçaları annesinin eteklerine toplanan bedeni.


10) En çok ne için dua ediyorsunuz.

Annem ve babam için. İkisi de çok hasta ve yaşlı.

Kendim için ise başlıca duam, Allah’ın rızasına uygun, hayırlara vesile olan bir hayat sürdürüyor, o istikamette yol alıyor olmaktır.

11) Sizi en çok ne korkutur.

İnsan kalbi kırmak, bilmeyerek de olsa.

12) Kendinize ve herkese yapacağınız ilk tavsiye.

Özeleştiriden hiç vazgeçmemeli, bununla birlikte katı yargılardan da etkilenmeden inandığın yolda yürümeyi sürdürmelisin.

Kaynak
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Müslümanın kimlik problemi var 31 Ekim 2010 - 13:21:43
Ebubekir Sifil Hoca’ya 'müslümanlık'tan sorduk…
Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak nasıl mümkün olur?

"Kur'an ahlakı" dediğimiz yüksek seciye, ancak Efendimiz (s.a.v)'in rehberliği ile mümkün olabilir. O'nu yok sayarak, O'nun sünnetini ve siretini yok sayarak, O'nun sünnet ve siretiyle hemhal olmuş –başta Sahabe olmak üzere– selefi görmezden gelerek Kur'an'ı anlamaya ve yaşamaya çalışmak hem mümkün değildir, hem de müslümanca değildir!

Bu Din, Efendiimiz (s.a.v)'den sonra Sahabe-i Kiram tarafından (Allah hepsinden razı olsun) yaşandı, öğretildi ve yayıldı. İslam'ın tarih içinde özne olarak varoluşu da bu düzlemde olmuştur. Bugün de yarın da bizi ihya ve ta'ziz edecek olan bu çizgidir. Allah rızası ve Peygamber hoşnutluğu buradadır. İslam bireyin ve toplumun hayatını tamamen kuşatan bir dindir. O ne sadece bireysel hayatla sınırlıdır, ne de bireyi görmeyen bir ideolojidir. Bir diğer deyişle İslam'ı ne vicdanlara hapsetmek mümkündür, ne de antiemperyalizme. Bu yaklaşımların ikisi de indirgemecidir, eksiktir, arızalıdır.

İslam ümmetinin günümüzde yaşadığı durum bir "kimlik krizi"dir ve ideolojik Kur'an okumalarıyla aşılması mümkün değildir. Bizi iki cihanda ihya edecek olan Din telakkisi Sahabe ve Selef'ten tevarüs edilendir. Onlar Kur'an'ı anlamak için ne yaptıysa ve nasıl anladıysa biz de öyle yapmak durumundayız. Vesselâmu alâ menittebe'a'l-hüdâ...
Haber kültür
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Sormadan edemedik

MEHTAP KAYAOĞLU İLE
Şeriati ve Cevdet Said etkiledi
TÜYAP kitap fuarındayken Psikoterapist Mehtap Kayaoğlu’nu gördük, sormadan edemedik..
02 Kasım 2010 Salı 08:06

Yazmaya ne zaman başladınız?Dünyanın Sonu Değil, Mehtağ Kayaoğlu

Yazmaya ortaokul yıllarımda başladım. Çeşitli kompozisyon, şiir vs yarışmalarına katılırdım ve birinciliklerim olurdu. Yazmaya böyle başladım. Asıl alanım yazı olmamasına rağmen kalemimin güçlü olduğunu söylerler.

İlk kitabınız ne zaman yayımlandı?

İlk kitabım 2003’de yayımlandı.

En son okuduğunuz kitap?

Kahraman Temel’in “Bir Osmanlı Askerinin Hatıraları” kitabını okudum.

Öpücük Kutusu, Mehtap KayaoğluSizi en etkileyen kitap nedir?

Ali Şeriati - Dine Karşı Din

Cevdet Said- Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları

Takip ettiğiniz internet siteleri var mı?

Haber7.com, İktibas haber, İslam ve Hayat. Bunlar mutlaka takip ettiklerim. Ancak bunların dışında da birçok siteye göz gezdirmeye çalışırım.

Gençlere tavsiyeleriniz neler?

Gençlere her şeyden önce; kelime bilgisini en iyi şekilde kazanmaları açısından sözlük okumalarını tavsiye ediyorum.

Mehtap Kayaoğlu

Bu zihinsel olarak da çok önemli. Çantalarında bir tane sözlük taşısınlar. Bu şekilde kavram kargaşasından kurtulacaklarını düşünüyorum. Çünkü zaman öyle çabuk ilerliyor ve kelimelerin içi öyle çabuk boşaltılıyor ki, bir yerden sonra kavram kargaşasına düşüyoruz. Bu anlamda gençlere, yeni nesillerin aynı sıkıntıları yaşamamaları için öncelikle sözlük okumaya başlamalarını tavsiye ederim.
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Okumak, yazmak kadar fiyakalı görünmüyor!

OKUMAK, YAZMAK KADAR FİYAKALI GÖRÜNMÜYOR!
( MUSA GÜNER ZAMAN GAZETESİ GENÇLİK EKİ )

A. Ali Ural çeşitli yerlerde açılan yazarlık atölyelerinde ve Burç FM'deki programında meraklılarına yazarlığın sırlarını anlatıyor. Anlattıklarını da yazdığı kitaplarla, çıkarttığı dergilerle, Türkiye Yazarlar Birliği çatısı altında gösterdiği faaliyetlerle örnekliyor. Ural, yazar olmak için önce iyi bir okur olmak gerektiğinin de altını çiziyor.

Şairsiniz; öyküler, düzyazılar, denemeler kaleme alıyor, gazetede köşe yazıları yazıyorsunuz. Bir yandan da edebiyatın yürüyebileceği mecralar açmak için dergiler çıkarıyorsunuz. Üç dönemdir TYB İstanbul şube başkanlığı yapıyorsunuz. Çevrenizde kümelenmiş gençler var, onlara yazı yazmanın inceliklerini anlatıyorsunuz. Bunca çaba ne için?

Yaz güneşi altında �Sermayesi eriyen adama yardım edin!�diye bağırarak buz satan adamın hikâyesini bilir misiniz? Bu sözü duyan bir bilge, tükenen ömrünü düşünüp yığılmış yere. Kelimeler yerini bulunca insan da yerini buluyor. Ona düşen ayağa kalkmak, yürümek ve koşmak. Yığıldığı yerde kalmak değil. Bir gölgelenmeden ibaretse de dünya hayatı, bu süreyi gölgede şekerleme yaparak geçiremeyiz. Kıyamet koparken elimizdeki fidanı dikmek, yani donanımlarımız ölçüsünde sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız. Ben edebiyatı bir fantezi olarak görmüyorum. Yazar olsun ya da olmasın herkesin edebiyata ihtiyacı var. Çünkü hem anlamaya, hem anlatmaya ihtiyacı var. Yüce Allah Hz. Âdem'e isimleri öğreteli kim bilir kaç bin yıl geçti. Bu kadar zamandan sonra işaretlerle mi anlaşacağız! Hem dil yalnız anlaşmaya yaramıyor ki. Düşüncenin elleri o. Medeniyetin temeli. Bilginin penceresi. � Öyle şiirler vardır ki hikmettir. Öyle sözler vardır ki büyüler,� diyen bir Peygamber neye dikkat çekmek istiyor acaba? Her devinimin arkasındaki sözün gücüne mi? Bu yüzden mi � Bir âyet bile olsa benden bir şeyler ulaştırın!� diyor?

Bunca etkinliğin bileşke noktasında bulunuyor olmak sanatta / şiirde derinleşmeyi olumsuz etkiliyor mu?

Şiir ya da genel bir ifadeyle sanat, hayattan kopuk bir eylem değildir. Derinlik tam da bileşke noktalarındadır hayatın. Şiir manzara seyredilerek yazılmaz. Şiir yazayım diye masaya oturulup yazılmaz şiir. O bir süreç içinde oluşur, kömür ve petrol yatakları gibi. Vakti geldiğinde yalnızlıkların, kırgınlıkların, kızgınlıkların, özlemlerin ve aşkların oluşturduğu bir iç basınçla gün yüzüne çıkar ve şairin maharetine göre damıtılıp işlenir. Bütün sanatların bir öz olarak hayatın katmanları arasında çıkarılmayı beklediğini söyleyebiliriz. Bütün mesele resimde görünmeyeni fark etmeye çalışmak. Bu da tefekkürle, görme temrinleriyle ve her şeyden önce sezgiyle elde edilebilecek bir şey. Batı'dan gelen bir şair hastalığı bohem hayat. Bakın Peygamber'in şairlerine. Köşelerine çekilip şiir mi yazıyorlar yalnız? Abdullah bin Revâha, Hassan bin Sâbit, Ka'b bin Mâlik�

Günümüz edebiyatının gerçek edebiyat mecraına girmesi için çaba gösteren biri olarak amaçladığınız şey ne kadar gerçekleşiyor?

Hacca giden karıncayla iyi anlaşıyoruz. Sonuçları düşünerek hareket etmiyoruz çünkü. Gücümüz aczimizi bilmemizden kaynaklanıyor. Merkez Efendi gibi her şeyin merkezinde olduğunu bilmek güzel. Mecrasından çıkmış gibi görünen bir şeyin daha geniş bir açıyla baktığımızda tam da mecrasında olduğunu görebiliriz belki. Bazen en dipten yükselir insan su yüzüne bir topuk darbesiyle.

Edebiyatımızın gidişatı nasıl sizce?

İktidar kavgaları ve kamplaşmalar yalnız siyasi hayatını değil, edebî hayatını da tehdit ediyor bu ülkenin. Dünyanın neresine giderseniz gidin, farklı düşüncelere sahip olsalar da o ülkenin edebiyatçıları ortak bir değeri temsil ederler ki o değer ulusal edebiyattır. Zira edebiyatın evrenselliği milli oluşundan geçer. Arjantinli ünlü hikâyeci Borges, �Ben ayda yaşayan bir adamın hikâyesini yazacak olsam, bu bir Arjantin hikâyesi olur.� demiş. Bizim pek çok yazarımız İstanbul'da geçen hikâyelerini bile bir Türk hikâyesi yapmayı başaramıyorlar. Fakat yine de tebessüm etmeliyiz. Çünkü derinden derine, ülkesine âşık, güçlü bir edebiyat kuşağı geliyor.

Çevremizde �ünlü bir yazar' olmak isteyen arkadaşlarımız var. Tanınmış bir yazar olarak size soralım, nasıl �ünlü bir yazar' olunur?

Ün beğeninin peşinden de gelebilir, aykırılığın peşinden de. Araplar �Muhalefet et ki tanınasın!� derler. Bizim büyüklerimiz de �Şöhret âfettir.� demişler. Şiirimizin sultanlarından Şeyh Gâlib'in şu ifadesine bayılırım ben, �Elimdeki kalem her zaman şöyle der: Halkın beğenisi benim için felakettir.� Ben ünlü bir yazar olmak isteyen genç kardeşlerimize �ün�ü değil �yazmayı� hedeflemelerini salık veririm. Yoksa cin olmadan adam çarpmaya, Dostoyevski olmadan �Ecinniler�i yazmaya kalkarlar. Aynaya bakmaktan masaya oturacak vakti bulamazlar. Derin bir okuma sürecini yaşamadan, yazmanın büyülü sularına atarlar kendilerini ve boğulurlar. Edebiyat dünyası geniş bir edebiyat mezarlığını da kapsar. Genç ölüler yatar bu mezarlarda.

�Ünlü bir okur' olmak isteyen pek çıkmıyor, neden böyle bu?

Çünkü okumak yazmak kadar fiyakalı görünmüyor. Okurların elleri çenesine dayalı fotoğrafları olmuyor çünkü. Aslında esas olan yazmak değil okumaktır. Yazmak esas olsaydı Kur'an'ın ilk emri �Oku!� değil �Yaz!� olurdu. Okumak esas, yazmak tâlidir. Zira yazmak okuma temelinde yükselebilecek bir binadır. Hem biliyor musunuz her kitap iki kişi tarafından yazılır: Yazar ve okur. Çünkü okur kitaba kendi imgelem dünyasını ve birikimlerini katarak kitabı bir anlamda yeniden yazmış olur. Emerson'un �Kitabı iyi yapan okuyucudur.� sözünü bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Kendinde yazar olma potansiyeli olmayanlar bir meslek olarak okur'luğu seçebilir mi?

�Meslek� kelimesine �tutulan yol� anlamı verirsek neden olmasın! Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Okumak ve okur gibi yapmak aynı şeyler değildir. Yalnız yazmak değil, okumak da bir çalışmayı gerektirir.

Okurlukla yazarlık arasında nasıl bir ilgi var?

İlgi kelimesi zayıf kalıyor. Bunlar aynı bütünün parçaları.

Yazarlık nereden başlıyor?

Okumaktan başlıyor.

İnsan doğuştan yetenekleriyle mi yazar / şair oluyor yoksa çalışarak bu melekeler elde edilebilir mi?

İnsan doğar doğmaz ayağa kalkıp koşan bir tay değildir. Bedensel melekeleri de ruhsal melekeleri de zaman içerisinde olgunlaşır. Genetik faktörleri tamamen dışlamak mümkün olmasa da var olanın hayatiyet kazanması ya da körelmesi, biraz da hayat koşulları, çevre, eğitim ve çalışmaya bağlıdır.

Yazar kimdir sorusunun cevabı ne sizde?

Gerçek bir yazar, gerçek bir büyücüdür, illüzyonist değil.

Siz hem şiirlerinizle hem de yazılarınızla tanınıyorsunuz? Günlük gazete yazıları öyküler� Bu ikisini aynı anda yapmak yani eşit kıratlarda şair / yazar olmak mümkün müdür? Yoksa biri diğerinin yedeği midir?

Eşit kıratlarda ya da birbirine çok yakın kıratlarda şair/yazar olmak mümkündür elbette. Edgar Allan Poe, hem çok iyi bir şair hem de çok iyi bir hikâyecidir mesela. Ahmet Haşim hem Türk şiirinin hem de Türk nesrinin zirvesindedir. Doğrusunu isterseniz, şiirimle nesrimin at başı koştuğunu düşünürüm ben. Şiirin burun farkıyla biraz önde olduğunu bilir, Baudelaire'in, �Şair ol, nesirde bile!� sözüne hak veririm. Valiz şiirimin son mısrasının �En üste koy şiirlerimi� olduğunu da hatırlatayım burada.

Radyo programı var bir de. Burç FM'de yazarlığın sırları'nı anlatıyorsunuz. Nasıl gidiyor?

İstanbul'daki yazı ve şiir atölyelerimize katılma imkânı bulamayanlar için bir imkân olduğunu düşünüyorum Burç FM'deki programın. Her hafta bir yazardan söz ettiğimiz bu program, yazılarının ve şiirlerinin eleştirilmesine tahammül edebilen genç yazarların çalışmalarıyla zenginleşiyor. Her cumartesi gecesi iki saat boyunca canlı yayına telefonla ya da msn aracılığıyla bağlanıp yazma ve okumayla ilgili sorularını ve sorunlarını dile getirme imkânı buluyorlar. Biz de elimizden geldiğince birikimlerimizi paylaşarak bereketlendirmeye çalışıyoruz edebiyat soframızı.

Son kitabınızda �Güneşimin önünden çekil' diyorsunuz. Hikâyeyi biliyoruz, ama siz o hikâye aracılığıyla bir mesaj vermek istiyorsunuz sanırım. Bu hitapta güneş kim/ne, önünden çekilmesi gereken kim?

Kitaba ismini veren �Güneşimin önünden çekil!� cümlesi Diyojen'in Büyük İskender'e söylediği bir söz olsa da, hemen hemen kitaptaki bütün karakterler tavırlarıyla bu sözü söylüyorlar. �Güneşimin önünden çekil!� demek hakikati perdeleyenlere �Penceremizi kapamayın!� demektir. Bunu demek yürek ister, bedel ister çünkü. Nitekim yalnız Diyojen değil, Arşimet ve Attar da farklı cümlelerle �Güneşimin önünden çekil!� diyebildikleri için öldürülmüşlerdir. Bu kitapta Doğu'dan ve Batı'dan onlarca portre var; hakikati arayan onurlu adamların sıra dışı bir üslupla kaleme alınmış öyküleri bunlar. Yaşadığımız sığ hayata gönderilen derinlik davetiyeleri�

Şiir ve nesir alanlarında Ali Ural okurlarına hangi kitapların müjdesini vereceksiniz?

�Mutfakta ne var?� diyorsunuz. Mevlâna'nın romanını yazacağımı vaat etmiştim biliyorsunuz. İki senesi var. Şiir alanında ise poetika eksenli bir kitap çıkacak inşallah 2008'in sonlarına doğru: �Bengal Kaplanları ve Çeçe Sinekleri�. [email protected]

Önemli olan neyi yazmayacağını bilmektir

Yazmakla ilgili bizlere önerileriniz var mı?

Olmaz mı! Hemen yazmayı bıraksınlar ve okumaya başlasınlar. Okuyacakları kitapları en az yiyecekleri yemeğe gösterdikleri özenle seçsinler. Dahası her kitabı en az iki kere okusunlar. İlkinde haz alarak okumalarında bir mahzur yok, ikincisinde satır satır, paragraf paragraf masaya yatırsınlar eseri, dili, kurguyu, üslubu ve karakterleri incelesinler. İşkenceye dönse de bu okuma, sabretsinler. Notlar alarak içselleştirsinler okuduklarını.

Yazar ne yazar, ne yazmalıdır?

Bir yazarın bilmesi gereken ne yazacağı değil, ne yazmayacağıdır, ne yazmayacağını bildiğinde belirir ne yazacağı. �Ne�likten kastım konu değil. At sahibine göre kişner de konu yazarına göre muhteva kazanıp şekillenmez mi? Robert Frost, �Ormanda yürürken karşıma iki yol çıktı, ben az yürünmüş olanını seçtim,� diyor bir şiirinde. Yani bir yol yürünecek ama o yolun nerelerden geçeceği götüreceği yer kadar önemli. Sunum şekli özü kaybetmemek kaydıyla sunulanı gerçek değerine ulaştırıyor çünkü.

ZAMAN GAZETESİ
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Sadece Maraş değil, bu coğrafya bir yangından geçti

Maraş’ta gerçekleştirilen “Düşünen Kalem Nuri Pakdil” sempozyumunda katılımcı olan Akif Emre’ye kısa kısa sorduk..

Maraş kültürel etkinlikleriyle dikkat çekiyor. Neden bu tür etkinlikler orada daha çok gerçekleştiriliyor?

Maraş geçmişine sadakat gösteriyor. Fikri ve entelektüel geleneğine sahip çıkıyor. Yenileri üret(e)mese de hafızasını yaşatmaya çalışıyor.

Çok geriden olacak ama; mesela 14. Yüzyıl Divan Edebiyat’ını incelediğimde Anadolu’nun bir çok şehrinde çok güçlü şairlerle karşılaştım. Bugün kültürel açıdan aynı yoğunluğu göremiyor insan?

Bayağı geriden oldu bu.. Medeniyet Anadolu’nun mayasında var. Anadolu’da her yerde potansiyel var. Bu topraklar Cumhuriyet’le medeniyet görmüş topraklar değil. Bu topraklar biricik İslam Medeniyeti’nin yoğrulduğu topraklar. Bugün o medeniyetin sermayesini harcıyoruz.

Yani sadece Maraş değil diğer şehirlerimiz de yoğun kültürel faaliyetler yapabilirler?

İslam Medeniyeti ile sağlıklı ilişkiye geçen her yerde; her köyde her kasabada bu yeşerebilir.

Bu coğrafya bir yangından, kültürel sömürgecilikten geçti. Böylesi bir diriliş için örnek sadece Anadolu’yla sınırlandırılamaz. Bu Balkanlarda da böyle Ortadoğu’da da. Kısaca İslam Medeniyeti’nin var olduğu her yerde geçerli.


İnternette Nuri Pakdil sempozyumunu resmi ricalin gölgelediği hakkında çokça haber ve yorum gördüm. Sizce olayın resmileşmesi rahatsız edici mi?

Keşke daha sivil bir ortamda olsaydı. Nuri Pakdil gibi bağımsız bir aydını daha bağımsız daha özgür bir ortamda görmeyi gönül isterdi tabiî ki.

21270.jpg


http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=4885
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Nureddin Durman

Kurban müjdedir

Kurban müjdedir 16 Kasım 2010 - 22:21:18
Yazar, şair, psikolog, sanatçı gibi birçok önemli dalda önemli işlere imza atan isimlere kurbanla ilgili düşüncelerini sorduk… İşte ilk konuğumuz şair Nureddin Durman.
Kurban size neyi çağrıştır, kurbanın sizdeki yeri nedir?
Kurban, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i, gördüğü bir rüya neticesinde Rabbine verdiği bir hadise. Kurbanı Allah’a bir hediye olarak görüyorum. Allah, İbrahim’e sözünü tuttuğu için kurbanı hediye etti. İnsanlığın imtihanı için bir müjdedir kurban. Çünkü Allah, insanların kurban edilmesini değil de, hayvanların kurban edilmesini emrediyor. Bir de kurban kesen insanlarda kötülük yapma eğilimi azalıyor. Yani kan akıtma, başkasını öldürme gibi eğilimler azalıyor. Efendimiz diyor ya, düşmanınıza eziyet etmeyin diye. Emrullah Hatipoğlu da “kurban kesen insanlarda, gaddarlık hissi azalıyor.” diyor. Kurban, biz Müslümanlara bir arınma, bir temizlenme. Merhamet sahibi, vicdanlı olma…
Bayram nasıl yaşamalı? Siz bayramı nasıl bayram edersiniz?
Öyle lüks bir bayramımız yoktur bizim. Çocukluktan beri böyle bir lüks bayramımız olmadı. İmkânımız olursa kurban keseriz. Dostlarımızla, akrabalarımızla muhabbet dolu misafirlikler yaşamayı arzu ederiz.
Kurban bayramıyla ilgili bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?
Çok sevdiğimiz bir komşumuz bir gün bana ortak olup kurban kesebileceğimizi söyledi. Hoş bir adamdı kendisi. Ben de sevindim tabi. Kurban alındı, kesildi. Parçaları bölüyor. Bir parça vardı, duruyor öyle. Benim içimden ‘şu önümdeki parçayı bana verse keşke’ diye bir şey geçti :) Mehmet Amca, o an, ‘şu senin olsun Nureddin’ dedi. İçimden geçeni bilmişti. Sevindik tabii :)

Yavuz Selim Güneş
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Cemil Tokpınar ile Kurban Bayramı üzerine konuştuk…

Kurban boynumuzun borcunu ödemektir

Kurban boynumuzun borcunu ödemektir 16 Kasım 2010 - 22:32:34
Cemil Tokpınar ile Kurban Bayramı üzerine konuştuk…

Kurban size neyi çağrıştırır, kurbanın sizdeki anlamı nedir?

Kurban, Rabbimizin celâl tecellisine mazhardır. Öyle bir Zat-ı Zülcelâl ki, canlar Ona fedadır, öyle bir Hayy-ı Kayyum ki, nice hayatlar Onun emriyle kurban edilir. Hayvanlar boğazlanırken celâl tecelli eder, ama bunlar muhtaçlara dağıtılırken cemal tezahür eder. Bu bakımdan kurban, infaktır, paylaşmaktır. Kurban aynı zamanda İbrahim (as) yönüyle emre inkıyat, feragat ve itaat; İsmail (as) cihetiyle de tevekkül, teslimiyet ve sabır dersi verir.

Bayram nasıl yaşanmalı, siz bayramı nasıl bayram edersiniz?

Bayram kelime anlamıyla huzur, zevk ve neşenin zirveleştiğini anlatır. Ancak gerçek bayram, kardeşlerimizin dertleriyle dertlenir, sıkıntılarına çözüm ararsak yaşanır. Bu bakımdan bayramlar, gücümüzün yettiğince ümmetin dertlerine derman olma gayretiyle geçirilmelidir. Bilhassa yurt içi ve yurt dışındaki kurban kesim ve dağıtım faaliyetlerine katılmak, bayramı değerlendirmek için güzel bir fırsattır. Bayramda tatile çıkanların tavrını ise ben anlamakta zorlanıyorum.

Kurban bayramıyla ilgili bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?

Evliliğimin ilk yıllarıydı. Maddî sıkıntılarımın fazla olduğu zamanlarda bile kurban kesmeyi ihmal etmiyordum. Bir keresinde çok sıkıntım olduğu için, “Nasıl olsa farz değil, bu sene kurban kesmeyeyim” dedim. Her yıl olduğu gibi kurban bayramında yine ailece memleketimize gittik. Kurban kesen akrabalarım biz kesemediğimiz için bize de et verdiler. Yardım olarak verilen etler o kadar çoktu ki, “Kurban kestiğimiz zaman da ancak bu kadar etimiz oluyordu” deme gafletinde bulundum. Tabiî ki tokadını yemekte gecikmedim. İstanbul’a dönüşte etlerimizi paket yapıp naylon bir torbayla otobüsün bagajına koymuştuk. Evimize geldiğimizde torbayı açtık. Aman Allah’ım, bir de ne görelim… Salça, çocuk ayakkabısı gibi basit eşyalar. Meğer aynı tipte çok torba olduğundan başka birisi kendisinin sanarak bizim et torbasını almış. Biz de Rabbimizin bize verdiği mesajı öğrenmiş olduk. Demek ki mümkün oldukça kurban kesmek ve paylaşmak, boynumuzun borcu olmalı.



Mehmet Beydemir
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Yazıyı şiire çeviren büyüyü yakalamak lazım

Yazıyı şiire çeviren büyüyü yakalamak lazım

Yazıyı şiire çeviren büyüyü yakalamak lazım 23 Kasım 2010 - 06:31:25
İnsanı insana anlatan öykülerin yazarı Cemal Şakar ile sözün gücünü konuştuk…

Öyküye nasıl başladınız? Öykü türüne olan özel sevginizin arka planında neler var?

Büyüyünce öykücü olacağım diye bir seçimim olmadı. Ortaokuldan itibaren düzenli kitap okuyan biriydim. Liseli yıllarımda kendimi öykü yazarken buldum. Bu anlamda roman, şiir ve öykü arasında bir seçim de yapmış değilim. Dolayısıyla türler arasında herhangi birini diğerine daha üstün görmüyorum; öyküyü sevdiğim kadar şiir ve romanı da seviyorum. Hepsinin diğerine göre farklı meziyetleri var, önemli olan bu araçları iyi kullanmaktır diye düşünüyorum.

Öykü yazmak sizin için ne ifade ediyor?

Edebiyatın insana, insanı anlatma sanatı olduğunu düşünüyorum. Benim için öykü yazmak, dünya telaşı içinde insanın unuttuğu, gaflete düştüğü ya da önemsemediği bazı olayları ve halleri öykü aracılığıyla yeniden onun gündemine taşımak. Tabii bunu yaparken öykünün bir sanat olduğunu ve her sanat türü gibi onun da imkan ve sınırları olduğunu unutmayarak, ihmal etmeyerek yazmak. Çünkü herhangi bir metni romana, öyküye ve şiire çeviren bir büyü var, önemli olan onu yakalamaktır.

Öykü anlayışınızın öncülleri nelerdir?

Doğrusunu isterseniz bu konuda çok konuştuğumu düşünüyorum, tekrar etmek bana anlamlı görünmüyor. İmanın insana bir çerçeve sunduğuna inanırım, yani insanın yapacaklarını ve yapamayacaklarını belirleyen bir misaktır, iman. Hayatımızın vazgeçilmez ilkelerinin öykümü de bağladığını düşünüyorum.

Konu seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Sizce her konu bir öykü olabilir mi?

Ben, genel durumun aksine her konunun öyküde anlatılmayacağını; daha doğrusu anlatılmaması gerektiğine inanırım. Buradaki ilkem de güzelin, iyinin anılması ve yaygınlaştırılması; kötünün, çirkininse üzerinin örtülmesi gerektiğidir. Çünkü edebiyat aynı zamanda ele aldığı konuyu meşrulaştırıcı bir işleve sahip; bu noktada yazarların sorumlu olduğunu düşünüyorum; kimsenin başka birinin kulağına kar suyu kaçırmaya hakkı yok gibi geliyor bana.

Sizce öyküyü, roman ve öteki yazın türlerinden ayıran en belirgin özellik nedir? Ya da ne olabilir?

Her edebi türün kendi ‘yapım ilkeleri’ var; birçok bileşeni içeriyor, bileşenler de kıvamında bileşince ortaya o türe uygun bir eser çıkmış oluyor. Öyküyle roman arasındaki farka gelince; Poe’nun bir sözü olmalı; roman sayıyla öykü nakavtla maçı kazanır diye, bence güzel bir tanım. Ya da öykünün tek etki yaratması da unutulmamalı.

En beğendiniz öykücüler kimler?

Bu tür sorular karşısında genellikle üzerinde nerdeyse ittifak edilmiş garantili isimler sayılır. Bunları tekrarlamak bana anlamsız geliyor; ama öyküye 90’lardan sonra başlamış ve artık öyküleri tek tek kitaplaşmaya başlamış yazarlara dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum. Mesela yenilerde kitapları çıkan Nermin Tenekeci, Ömer Faruk Dönmez, Kamil Yıldız, Yılmaz Yılmaz, Güray Süngü’yü önemsiyorum.



Betül Kaymaz
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Şükür virdimiz olsun

Şükür virdimiz olsun 24 Kasım 2010 - 18:14:09
Araştırmacı-Yazar Mustafa Özçelik’e sorduk…
Kurban size neyi çağrıştır, kurbanın sizdeki yeri nedir?
Kurban, “Allah’a manen yaklaşmak, yakın olmak” anlamına gelen bir kelime. Bu yüzden kurban, öncelikle bu yakınlığı çağrıştırır. Öte yandan peygamberî bir gelenektir kurban. Hz. İbrahim’in “itaat”i, Hz. İsmail’in “teslimiyet”i olarak müminlere ebedi bir derstir. Kurban kesme emrinin Kevser suresinde “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” şeklinde geçmesi yani namazla birlikte anılması da son derece önemlidir.
Bayram nasıl yaşamalı? Siz bayramı nasıl bayram edersiniz?
Bayramlar, “sevinç” ve “şükran” günleridir. Bayramların öncelikle bu iki kavram çerçevesinde algılanması gerekir. Tabi, bu algının bir “paylaşma” duygusu ile gerçekleşmesi son derece önemlidir. Cemaat bilinci, bir başkasından –hele bu başkası ihtiyaç sahibi ise-haberdar olma ve bu durumda gerekeni yapma anlayışı bayramlarda bütün boyutlarıyla yaşanabilmelidir.
Bayramı ben de manasına uygun şekilde idrak ve ihya etmeye gayret ediyorum. Bayram ziyaretleri, kurban etini dostlarla ve yoksul kardeşlerimle paylaşma olması gereken bir bayram davranışı. Fakat kent yaşamında ne yazık ki; bu ziyaret ve paylaşım arzu ettiğimiz biçimde olamıyor. Giderek herkes, kendi ıssız adasında yaşar hale geldi çünkü. Bu durum karşısında müdahil olmak gerektiğini düşünüyorum.
Kurban bayramıyla ilgili bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?
Ben de çoğu insan gibi sanırım çocukluğumun bayramları demek durumundayım. Şükür ki, Kurban bayramının pek çok güzel hatırasını yaşayabilen bir nesildenim. Kurban bayramının her anı çok güzel birer hatıra… Bu yüzden belli bir olaydan söz etmek yerine bir iki detayı paylaşmak istiyorum. Kurbanlıkların o anki teslimiyet hali, etinden pay götürdüğümüz yoksulların gözlerindeki sevinç ve kurban etinin tadı unutulur gibi değil. Son söz olarak şunu söylemek isterim. Bilhassa kent yaşamı tekil Müslümanlık şeklinde bir anlayışı ortaya çıkardı. Bu tavra karşı durmak, bayramı bütün ritüelleri ile yaşamak hususunda duyarlı davranmak son derece önemlidir. Bayramların bayram gibi yaşanması, kurbanın bize öğrettiği itaat, teslimiyet, şükür derslerinin virdimiz olmasını niyaz ediyorum.

Yavuz Selim Güneş
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Kendimi çok talihli hissediyorum

Kendimi çok talihli hissediyorum 28 Kasım 2010 - 00:58:25
Acar Polis Star Ajanda’ya konuşmuş…
Serdar Akbıyık

Mahsun Kırmızıgül sinemamız için anlaşılması zor bir hikayenin başrol oyuncusu. Müzisyen olarak kendini kanıtlayan Kırmızıgül birbiri ardına çektiği üç filmle hem izleyicileri hem de sinemanın duayenlerini şaşkınlığa uğrattı. Bu hafta onun son filmi olan New York’ta Beş Minare vizyona giriyor. Filmde kimler yok ki? Dany Glover ve Gina Gershon gibi yabancı yıldızlar dışında Haluk Bilginer, Engin Altan Düzyatan ve Mustafa Sandal rol alıyor. Buradaki isimlerden bizim en çok ilgimizi tabii ki Mustafa Sandal çekti. Acaba Mahsun Kırmızıgül gibi yeni bir hikayenin başında mı Sandal diye düşündük. Hem New York’ta Beş Minare’yi hem de bundan sonra onu nerede daha fazla göreceğiz, kariyeri müzik ve sinema arasında nasıl paylaşılıcak kendisine sorduk. İşte Mustafa Sandal’ın Star Ajanda’ya özel olarak verdiği röportaj.

Rolünüzden bahsedebilir misiniz?

Mahsun (Fırat) ile birlikte New York'taki bir suçluyu teslim almaya giden iki polisi canlandırıyoruz. Filmdeki ismim Acar. Daha fazla bilgi vermeyeyim ki, izleyenlere sürpriz olsun. Sinemaseverlerin, filmde çok farklı bir Mustafa Sandal göreceklerini söyleyebilirim.

Filmde polis olmak nasıl bir şey. Role hazırlanırken gözlem yaptınız mı ve ne tür hazırlıklar yaptınız?

Bir kere film çekmenin çok farklı bir havası ve ambiyansı var. Polislerin neler yaşadığını, nelerle karşılaşabildiğini bu ülkede defalarca gördük ve şahit olduk. Film öncesi uzun bir hazırlık dönemi geçirdim. Oynayacağım karaktere bürünmek için uzun gözlemler de yaptım. Bazı sahneler içinde özel dersler aldım.

Mahsun Kırmızıgül çok önemli ve ayrıcalıklı bir isim. Müzisyenken birden onu sinemada gördük. Böyle geçişler hep olur ama üretimler iyi değildir. Ve bir deneme olarak kalır. İnsanlar daha sonra asıl mesleklerinde devam ederler. Halbuki Mahsun bey daha ilk filminde büyük bir başarı yakaladı. İşin garibi ikinci filminde bunu tekrarladı. Şimdide sizin filminiz geliyor. Filmi seyretmedik ama sadece hacmiyle bile önemli bir film olacağı belli. Bunu nasıl yorumlarsınız? Bu çizgi dışı başarı sizce nerden kaynaklanıyor? Sizin de müzisyen olmanız, Mahsun beyin arkadaşı olmanız sebebiyle bu soruyu birçok insandan daha tatmin edici bir şekilde cevaplayacağınızı düşünüyorum.

Söylediklerinize sonuna kadar katılıyorum. Mahsun Kırmızıgül ben dahil birçok insanı şaşırttı. İki filmiyle de kendini fazlasıyla ispatladı. Türkiye’de önemli bir müzisyen olarak anılırken, çok iyi bir yönetmen olarak anılması da bu başarısının en büyük kanıtıdır. İşinde son derece disiplinli ve çalışkan olduğunu söyleyebilirim. Müzisyen kimliği ona duygu ve yetenek anlamında pozitif değerler katmış. New York'ta Beş Minare'yi izlediğinde herkesin bu güzel ekibi ve yetenekli yönetmenini tıpkı diğer filmlerinde olduğu gibi ayakta alkışlayacağından eminim...

Yurt dışında çekimler yaptınız, Dany Glover ve Gina Gershon gibi Hollywood yıldızlarıyla beraber rol aldınız. Gözünüze çarpan en büyük farklılık neydi bizim sinema endüstrimizi düşünürseniz?

Hollywood'da büyük bir disiplinle çalışıldığını söyleyebilirim. En dikkat çeken ayrıntı ise, oyuncuların ve set ekibinin sosyal hakları ve çalışma şartları oldu. Orada bir oyuncuyu 8 saatten fazla çalıştıramazsınız. Sendika görevlileri anında sizi uyarıp oyuncusuna bu konuda destek oluyor. Bu anlamda bir farklılık sözkonusu... Ayrıca, iş disiplini, yetenek ve yer aldıkları projeleri sahiplenme duyguları beni çok etkiledi. Bu denli önemli oyuncularla birlikte rol aldığım için çok mutluyum.

Sizin daha önce de yurtdışında bir süre yaşadığınızı biliyoruz. Sanıyorum eğitiminizin bir kısmını orada almıştınız. Bugünden baktığınızda bir değişim gördünüz mü oradaki insanların ilişkilerinde size karşı tavırlarında?

Orada belli bir düzen var ve insanlar ona göre yaşıyorlar. Bizim ülkemizin güzelliklerini hiçbir şeye değişemem ama onlardan yaşam tarzı olarak bazı şeyleri örnek almamız gerektiği de bir gerçek.

Filminiz 380 kopya ile 820 salonda vizyona girecek. İlk ciddi denemenizde bu kadar büyük bir yapımda yer almak nasıl birşey yorumlar mısınız?

"New York'ta Beş Minare" senaryosuyla, ekibiyle ve anlattıklarıyla bu güne kadar yapılan işlere göre çok farklı bir yerde duracak. Fragmanı bile insanları heyecanlandırdıysa bu durum amacına ulaşacağı anlamına gelir. Ben böyle büyük bir projenin başrollerinden biri olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Umarım, izleyen herkes bizim kadar keyif alır. Çok güzel ve farklı bir heyecan yaşıyorum.

Daha önce Bay E filminde küçük bir rolünüz vardı. New York’ta 5 Minare filminde başrollerden birinde oynuyorsunuz. Bu film sinemayla ilgili farklı planlar yapmanıza sebep oldu mu?

Sevenlerim bana "Acaba müziği bırakacak mısınız" diye soruyor. Öncelikle buna cevap vereyim; böyle bir şey asla olmaz. Ben özünde müzisyenim. Ama oyunculuğu da çok sevdiğimi ve bu denli büyük işlerde yer almayı her zaman düşünebileceğimi söyleyebilirim. Tabi, insanların filmi izledikten sonra yapacağı yorumlar da çok önemli.

Müzik ve sinema benzer yönleri olmasına rağmen birbirinden çok farklı iki sanat dalı üstelik ikisi de insanın bütün hayatını kapsıyor. Özel hayat bırakmıyor müzisyene veya oyuncuya. İkisini beraber götürmek mümkün mü?

Evet söylediğiniz gibi ikisi de büyük emek gerektiren iki farklı alan. Ben zor olanı severim. Yeter ki, o işe inanayım. Yani, zor olanı yapıp ikisini de birlikte götürebilirim diye düşünüyorum.

Bir müzisyen olarak kendini kanıtlamış bir isimsiniz. Sinemada üretim vermeye niçin ve nasıl karar verdiniz?

Öncelikle nazik yorumunuz için teşekkür ederim. Sinema da sanatın bir dalı. Sanatçı ruhumu yansıtabileceğim çok farklı ama müzikle de ortak yanları olan bir kulvar. Dolayısıyla, hayatımda böyle bir heyecanın olması büyük bir keyif. Ve ben bu keyfi yaşamaktan zevk alıyorum.

Türk sinemasında toplumumuzun yakın tarihindeki veya şu anki sosyal çatışmaları işleyen filmlerin üretilmesine çok alışık değiliz. Mahsun beyin yaptığı filmler ve birkaç tane örnek dışında daha çok komedi ve melodram türünde filmler üretiliyor. Bunun sebebi sizce nedir? Üreticilerin cesaretsizliğimi söz konusu yoksa sistemde mi bir hata var?

Arz - talep meselesi de olabilir. Ağlamak ya da düşünmek kadar gülmek de insancıl bir duygu... Ama Mahsun gibi cesur yönetmen ve senaristlerin Türk sinemasını pozitif anlamda çok farklı bir yöne ulaştıracağını düşünüyorum. Çünkü Mahsun popüler filmler yapmıyor. Sosyal sorunlara cesurca yaklaşmasıyla diğer yönetmenlerden çok farklı bir yerde duruyor. Kimse kusura bakmasın ama Bu ülkede Mahsun Kırmızıgül’ün sahne, dizi ve reklamdan kazanacağı maddi anlamdaki inanılmaz paraları hiç bir insan red edemez. Bu deli adamın sinema yolculuğundaki tutkusunu arkadaşı olarak alkışlıyorum. Bazı gerçekleri insanların görmesi gerekir. New York’ta Beş Minare filmi popüler filmler veya basit komedi filmleri ile kıyaslanamayacak kadar cesur bir film.

Magazin basının Türk sinemasına bazı sebeplerden dolayı zarar verdiğini düşünüyor musunuz? Üretilen filmlerin içerik ve sanatsal düzeyinden daha çok isimlerin özel hayatından yola çıkılarak haber yapılmasını kast ediyorum.

Ben kariyerim boyunca magazin basınıyla sürekli sıcak temas içinde oldum. İnsanlara ulaşmamız konusunda anlamlı katkılarının olduğunu düşünüyorum. İnsanların senden ne beklediği ve senin ne verdiğin çok önemli. Ben bu dengeyi yıllardır koruduğuma inanıyorum. Özel hayatım bana özeldir ve öyle yaşıyorum. Paylaşmak istediklerimi de paylaşıyorum. Karşılıklı saygıyı sağladığımıza inanıyorum. Kısacası, bu soruyu rahatsız olanlara da bir sormak lazım. İki tarafı da mutlu edebilecek bir orta yol bulunabileceğinden eminim. Ayrıca, bizim filmimizin gerektiği ölçüde magazin sayfalarında gördüğümü de söyleyebilirim.

Bundan sonra sinemayla ilgili yeni projelere devam etmek istiyor musunuz?

İnşallah, bunu zaman gösterecek. Ama az önce de söylediğim gibi böyle bir heyecanı yaşamak istiyorum. Şayet, insanlar beni sinema filmlerinde görmek isterse ben seve seve beyaz perdeden de onlara ulaşmaktan keyif duyarım.

Kamera önünde yer almak nasıl bir şey artık biliyorsunuz. Kamera arkası hakkında ne düşünüyorsunuz? Yani senaryo yazmak veya yönetmenlik yapmayı düşünürmüsünüz?

Kamera önünde rol kesmek göründüğü kadar kolay değil. Yeteneğin yanında, çok farklı bir disiplin. New York'ta Beş Minare'nin setinde kendimi çok şanslı hissettim. En zor anlarımda yanımda Haluk Bilginer gibi bir hocanın varolması bana bu anlamda büyük destek sağladı. Çok iyi bir yönetmen ve dünya çapında oyuncuların olması da beni çok rahatlattı. Senaryo yazmak veya yönetmenlik yapmak ise, çok farklı bir durum. Şu an için buna bir şey diyemem.

New York’ta 5 Minare’nin müziklerinde sizin katkınız yok sanıyorum. Film müziği yapmaya nasıl bakarsınız. Bir gözleminiz oldu mu?

New York'ta Beş Minare'nin müziklerinde Yıldıray Gürgen ve Mahsun Kırmızıgül gibi çok önemli isimlerin imzası var. Bence müthiş oldu. Zaten bu ülkede sinema alanında senfoni ile müzik yapılmasıda Mahsun Kırmızıgül’ün Beyaz Melek filmi ile başlamadı mı? Film kadar, müziklerinin de çok konuşulacağını düşünüyorum. Filmin müzikleri albüm olarak çıktı. Müzik marketlede ve sinama salonlarında çıkan albümünde bir şarkıyı Ben, Haluk abi ve Mahsun birlikte seslendirdik. Bu da güzel bir çalışma oldu.

Bizim sinemamızda bazı türler yapılmaz. Bilimkurgu ve müzikal bunlara bir örnek. Sinemamızda müzikal olmamısının sebebi sizce nedir?

Olmamasının sebebini bilemem ama bence olmalı. Her zevke hitap eden filmlerin varolmasının Türk sinemasına olumlu katkılar sağlayacağı düşüncesindeyim. Yapılırsa zevkle izlerim.
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Bağırsakları ben toplardım

Bağırsakları ben toplardım 24 Kasım 2010 - 18:41:56
Tiyatro Sanatçısı Hüseyin Goncagül’e sorduk…

Kurban size neyi çağrıştır, kurbanın sizdeki yeri nedir?
Kurban tam da kelime karşılığı olan “yaklaşmak” anlamındadır. Nasıl ki bir hediye verme karşındaki kişiye gönül yaklaşımını sağlıyorsa, kurban da kulların Allah için kesilen hayvanın etini derisini ya da tümünü vererek Allah yaklaşma vesiledir.
Bende kurban ise 2 şeyi çağrıştırıyor. Birincisi, çocukluğumda yaşadığım bahçeli evimizde her kurban ailecek bir araya gelip, bir kaç gün önceden aldığımız kurbanlığı kesim töreninde yaşadığımız manevi muhabbet atmosferini. İkinci çağrışım ise, son 4 yıldır çalıştığım İHH koordinasyonundaki Lalegül Fm vesilesiyle yeryüzünde 125 ülkeye kurban (yaklaşmak) ile ilgili çalışmaları.
Bayram nasıl yaşamalı? Siz bayramı nasıl bayram edersiniz?
Bayram, teknoloji çağının insanlarını kendi başlarına kaldıkları ortamdan kurtarıp yakın çevresiyle tam buluşturma sezonu olmalı. Gözlerinin içine bakarak hâl hatır sorduğu bir kaç saati yaşatmalı. Ben fiziki yakınlıkla manevi yakınlığın birbirini tamamladığına inanıyroum. Uzaklaşanlar kurbanda “yaklaş”malılar.
Bayram nasıl yaşamalı? Siz bayramı nasıl bayram edersiniz?
İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde yatılı okuduğum 7 sene boyunca her kurban bayramında bizim kaldığımız yurdun derneği adına kurban, deri ve bağırsaklarını toplamak üzere kamyonetler üzerinde anons aracıyla hayır sahiplerini dolaşırdık. Bu sırada benim komiğime giden şu anons olurdu: "Muhterem Müslümanlar deri ve bağırsaklarınızı derneğimize bağışlayınız." Kısa cümle olan bu anonslarda adamların bağırsaklarına talip olurduk. Kurban bağırsakları kastımız böyle bir manaya da gelebilirdi. Buna hep içten gülerdim ben.


Yavuz Selim Güneş
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Tarık Tufan

röportaj: tarık tufan

Kasım 3, 2007
18.jpg


Söyleşi: Selman Maltaş / Yunus Emre Tozal


Tarık Tufan: 1973 yılında İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı.
Halen Haber 7 Tv ve Marmara Fm’de programlar hazırlayan Tarık Tufan’ın yayımlanmış eserleri: "Kekeme Çocuklar Korosu", Kraliçenin Pireleri", "Ve Sen Kuş Olur Gidersin" ve ikibin yedi eylül ayında çıkan "Hayal Meyal".


Öncelikle yeni kitabınızın hayırlı olmasını diliyoruz. Neden "Hayal Meyal" desek, ne dersiniz?

Hatırlaması güç şeyler…Ben var mıydım orada, sahiden benim başımdan geçti mi tüm bunlar? Hatırlaması güç…Hayal meyal her şey. İstanbul vardı. Bir de sohbahar. Gerisi hayal meyal. İlknur, Nefes Saatçisi, Nurettin Efendi, elleriüşüyenkadın çiçeği…


Bir yazar olarak yazdığınız kitaplar ile muhakkak ulaşmak istediğiniz hedefleriniz var. Bu bağlamda "Hayal Meyal" nerede duruyor, hangi gerçeklerin peşinde?

Aslında yazdığım her şey öncelikle kendime ve sonrasında okuyucuya dönük bir “farkındalık” haline katkı sağlamak amacını taşıyor. Ancak bu farkındalık kocaman cümlelerle söylenen şeyler değil. Bilakis kocaman cümlelerle konuşmaya alışkın insanların dünyasında daha küçük yaşam alanlarına işaret eden cümleler benimkisi. Bu tarafıyla bakılınca çok şey söylemek gibi bir derdim de yok. Hayal Meyal de bunun son halkası. Aslında kafam da dönüp duran şeyler var ve söylemezsem beynimi yiyecekler gibi geliyor. Ben de kalemi beynime sokup, ne varsa dışarıya çıkarıyorum.

Düşünce dünyanızın oluşmasında hangi kaynaklardan beslendiniz ve geriye dönüp baktığınızda "keşke şunlara daha çok ilgi gösterseydim, ihmal etmeseydim" dediğiniz zamanlar oldu mu, bir sakıncası yoksa paylaşabilir misiniz?

Dönemsel olarak değişen kaynaklar oldu elbette. İlk gençlik döneminde Ali Şeriati oldukça ilgimi çekmiştir. Sonraları Sezai Karakoç, Nuri Pakdil dünyama girdi. Bunlarla birlikte Rus romancıları ve 20. yüzyıl düşünürleri de felsefi söylemleriyle zihnimi, kalbimi besleyen adamlar arasında yer alıyor. Doğrusu burada uzun bir liste gerekiyor. Doğu klasikleriyle geç tanıştığımı, ihmal ettiğimi söyleyebilirim.

Bugün hangi şairleri önemsiyorsunuz?

Bu da bir çırpıda cevaplanması kolay olmayan sorulardan bir tanesi. İkinci Yeni’yi bir kenara koyuyorum. Bununla birlikte Hüseyin Atlansoy, İsmail Kılıçarslan, İbrahim Tenekeci önemsediğim şairler arasında yer alıyor. Bir de Hayriye Ünal’ı eklemeliyim.

Günümüzde toplumsal bir dönüşüm olduğu dile getiriliyor. Bir felsefe öğretmeni olarak çağımıza baktığınızda böyle bir şey var mı sizce, varsa hangi kaynakları etken olarak görüyorsunuz?

Dönüşümün olmadığı çağ yoktur. Her çağ bir halden başka bir hale doğru akışın izlerini taşıyor. Yaşadığımız yüzyıl da birçok etkenle başka bir seyrin izlerini taşıyor. Özellikle kapitalizm satabildiği her şeyin piyasasını oluşturabilmek gibi bir güce erişti. İşgal kültürü de aynı zihnin başka bir yansıması olarak farklı coğrafyalarda dişlerini, tırnaklarını gösteriyor. Güçlü iletişim kaynakları da insan etkileşiminin düzlemini farklı açılara taşıdı diyebiliriz. Yahu bu sorulara böyle birkaç cümlede cevap vermek zor. Bunu da böylece geçmek istiyorum!

Gerek radyo, gerek televizyon, gerek yazılı medya, gerekse de edebi anlamda yaptığınız çalışmaları takip eden ve size sıkı sıkıya bağlı bir kitle var. Sevenlerinizle aranızdaki bu bağlılığın sürekli ve canlı olmasını neye bağlıyorsunuz?

Kekeme Çocuklar Korosu’nu teşkil eden mahallenin çocuklarıyla böyle bir yakınlıktan söz edebiliriz. Bu arkadaşlar benim önemsediğim ve her söylediklerine dikkat kesildiğim çocuklar. Kırık dökük bir kuşağı temsil ediyoruz. Bu kırıklığımız, utançlarımız, heveslerimiz, ne bileyim küfretme ve ilan-ı aşk etme biçimlerimiz birbirine benziyor. Annelerimiz filan da birbirine benziyor ve bütün bunlar da bizi yakınlaştırıyor.

Birçok alanda faal olarak çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Deneme-Öykü yazarı Tarık Tufan, Radyo-Televizyon programcısı Tarık Tufan, Köşe yazarı Tarık Tufan. Bu kimliklerle toplumun karşısına çıkıyorsunuz. Bu çok yönlülüğün sizin üzerinizde oluşturduğu etkilerden bahseder misiniz?

Bütün bu yapıp ettiklerim aslında aynı derdin tasanın bir vechesini oluşturuyor. Farklı araçlarla aynı işi yapıyorum diyelim. Üzerimde oluşturduğu etkiyi söylemek istemem burada. Ama beni feci halde sarsan tarafları var. Tanrı bütün iddialarımdan sual ediyor beni.

Müslüman kimliğe sahip kişilerin popüler kültür içerisinde eriyeceğine dair bazı kanaatler dile getiriliyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz, popüler kültüre karşı duruşunuz nasıldır?

Popüler kültürü o kadar çok konuşuyorum ki sanıyorum bu soruyu da ondan soruyorsun. Açıkçası söylemek gerekirse boğazıma kadar popüler kültüre saplandığım halde kafa tutmaya çalışıyorum. İçinde bulunduğum hazin çaresizliğin farkındayım. Bütün söylemleri kendi potasında eritebilecek kadar çizgileri net belli olmayan düşmandan söz ediyoruz. Bir tarafıyla hala kafa tutmak gibi, çocukca da olsa tesellilerim var.

Ramazan boyunca iftar programları yaptınız. Sizin açınızdan nasıl bir deneyim oldu, ne gibi tepkiler aldınız?

Benim açımdan bir deneyimi, meneyimi filan yok. Yapıyorum ve evime dönüyorum. Tepkiler filan da almıyorum. Ya da haberim yok diyelim.

Hiç pişman oldunuz mu?

Evet çok kereler. Bazı şeyleri yazarken, açık ettiğim, ele verdiğim şeylerin fark edilmeyeceğini yada birilerinin bilmesinden rahatsızlık duymayacağımı düşünüp de, sonradan bunun aksini görmek pişmanlığımı büyütüyor. Pişmanlık hayatıma yapışık duruyor çok zaman. Yazarken de tabii!

İnternet üzerinde yapılan edebiyatı nasıl görüyorsunuz, bu yönde çalışmalar yapan arkadaşlara tavsiyeleriniz neler olur?

“İnternet üzerinden yapılan edebiyat” diye bir şey söylendiğinde bana ciddi bir şeyden söz etmiyoruz gibi geliyor. Bilmiyorum, sıcak değil işte. Edebiyat gibi değil. Fakat öte yandan acaip bir imkanı da içinde barındırıyor. Dediğim gibi bilmiyorum. Bu düzlemde ne yapılması gerektiğini kestiremiyorum. Bir yanım boşver diyor. Diğer yanım bir sürü genç adamın kalemi buralarda açılacak diyorum. Kafanıza göre takılın işte.

Endülüs düşünce dünyanızda ne gibi çağrışımlar yapıyor?

Koruyamadık! Bu kadar acımasız olabilecekleri aklımıza gelmedi. Bir gün bakarsınız yeniden…Öyle şeyler…

Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Pakdil söylenmesi gereken sözü açıkça söylemiş; “birbirimize tutundukça bıçakların ucu kapanacak!”

Bize bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ederiz.

Kurtuba dergisi
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Sanat ciddi bir iştir!


Sanat ciddi bir iştir! 02 Aralık 2010 - 08:56:45
Fuat Başar’la sanatın evrensel tabiatı üzerine konuştuk…
“Manevi âlemle ilgisi olmayan hiçbir sanat yoktur.”

Fuat Başar Kimdir?
Sanatçı 1953 yılında Erzurum’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini aynı şehirde tamamladı. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yüksek öğrenimini sürdürürken 1976 yılında hat sanatıyla tanıştı. Sanatçı bir yıl sonra ebru çalışmaya da başladı. Yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul’a gelen sanatçı, 1980 yılında Hattat Hamit Aytaç’tan hüsn-i hat icazeti, 1989 yılında Mustafa Düzgünman’dan ebru icazeti aldı. Fuat Başar; yayınlanmış kitapları, çok sayıda makalesi, tv radyo programları ve belgeselleriyle de hat ve ebru sanatı kültürü üzerine çalışmalar yaptı. Sanatçı yurtta ve yurt dışında yüzlerce sergi açtı ve yerli – yabancı birçok koleksiyona eser verdi. Yüzlerce öğrenci yetiştiren Başar halen çalışmalarını İstanbul’da kendi atölyesinde sürdürüyor.
İslam geleneği açısından sanatın tarifi?
İslam geleneği açısından sanat; Cenab-ı Hakkın her şeyi şaşmaz bir düzen, armoni, bitmez bir güzellik dahilinde yaratmış olmasıdır. Kulların sanat faaliyeti de bu ince noktaları fark edip, güzel oluşumları ortaya koyma çabalarıdır.
Genç İslam sanatı açısından sanatların alanları?
Sanatların alanları çok çeşitli olmasına rağmen en fazla ağırlık verilenleri: Hüsn-i hat, mimari, tezhib, musiki, ebru, cildcilik,
02_Aralik_2010_08_55_50_811426044.jpg
tasavvuf şiiri vb. gibi alanlardır.

Sanat ve İslam sanatları günümüzde nasıl algılanmaktadır?
Genel anlamda sanat ve özel anlamda İslam sanatları, maalesef günümüzde hobi (zevkli meşgale) ile çoğu kere karıştırılmakta, kolay zannedilmekte ve hatta hafife alınmaktadır. Sanatın tahribi ve felsefesi göz ardı edilmektedir. Hâlbuki sanat çok ciddi bir iştir. Hayatın ta kendisidir. Günümüz teknolojisinin zihinlere yerleştirdiği hazırcılık, hızlılık ve acelecilik felaketlerinden dolayı sabır, sebat, sevgi, faydaya yönelik mantıklılık kavramları savsaklanmaktadır.
Sanatın hayatımıza katacağı boyutlar?
Sanatın hayatımıza katacağı en bariz boyut, sevgi dolu bir ruh boyutudur. Sanat sayesinde işlerimizde önce programlama, sonra sabır ve dikkatle usanmadan bir uygulama, estetik bir ürün, akabinde de üretileni insanlarla paylaşma olgusu ortaya çıkar. Toplumumuzun en ihtiyaç duyduğu dinamikler bunlardır.
Sanatın manevi âlemle olan ilişkileri nelerdir?
Sanatın uygulama safhası hariç, geri kalan kısımlarının tamamı manevi âlemle ilgilidir. Manevi âlemle ilgisi olmayan hiçbir sanat yoktur. İslam sanatçısı ürettiği her ürünü de, kendisini de yaratanın, Yüce Yaratıcı olduğunu bilir. “Ben sanat eseri yarattım” ahmaklığına kapılmaz. Benliğini aradan kaldırır. Bazen bu yüzden eserine imza koymadığı bile olur. Sanatla uğraşırken eli işte, gönlü Mevla’sındadır.
İslam sanatçısı ürettiği her ürünü de, kendisini de yaratanın, Yüce Yaratıcı olduğunu bilir. “Ben sanat eseri yarattım” ahmaklığına kapılmaz. Benliğini aradan kaldırır. Bazen bu yüzden eserine imza koymadığı bile olur. Sanatla uğraşırken eli işte, gönlü Mevla’sındadır.
Talha Yıldırım

 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Hocam Mustafa Kutlu Bey

Sibel Eraslan’a sorduk…

Hayatınızda örnek aldığınız şahsiyetler kimler?
Öğretmenler ve seyyahlar…

Hangi kitap sizi hep heyecanlandırır?
Kuranı Kerim

Unutamadığınız bir film?
Bab’aziz

Hangi müzikleri dinlemekten hoşlanırsınız?
Yurttan Sesler Korosu başta olmak üzere ülke müzikleri

Tanışmaktan mutluluk duyduğunuz bir yazar?
Hocam Mustafa Kutlu Bey, Sezai Karakoç Bey, rahmetli necip Fazıl Kısakürek ve cemil Meriç bey’ler.

Batıdan en çok sevdiğiniz yazar?
Shakespeare, Hölderlin, Charles Dickens, okyanus ötesinden Ursula Leguin ve Tolkien

Doğudan en çok sevdiğiniz yazar?
Arabi, Fuzuli, Şeyh Galip, Muhammed İkbal, Cengiz Aytmatov

Şu an neler okuyorsunuz?
Ahmed-i Hani Mem u Zin, Fuzuli Şifa Risalesi, Heinrich Wölfflin Sanat Tarihi, Kerbela Maktelleri ve Kandinsky makaleler

Defalarca okuduğunuz bir kitap var mı?
Kuranı Kerim, Tevrat ve İncillerin yanı sıra, Şemail-i Şerifler, Kaside-i Bürde, Cevşen zikrleri, Dede Korkut hikayeleri, İbni battuta seyahatnamesi, Jules Verne tüm eserleri

Beğendiğiniz şairler kimler?
Mevlana Rumi, Muhammed İkbal, Sezai Karakoç, İsmet Özel

Hayatta en çok önem verdiğiniz bir husus?
Sahicilik, samimiyet, cesaret ve sabır

Hangi dergileri heyecanla beklersiniz?
Gerçek hayat, dergâh ve itibar

Gezdiğiniz şehirlerarasında hangi şehir sizi çok etkiledi?
Mekke, Kurtuba, Mostar, Halep, Urfa, Çanakkale

Hangi yazarı okudukça bitimsiz keyif alırsınız?
Okumak, keyif verici değil tam aksine keyif kaçırıcı bir iştir, ruha çomak sokar, huzur kaçırır, sorguları fişekler, geç kalmışlık hissi verir, reklam ya da slogan okurken keyif alırım, iş ilanları, sarı sayfalar, gösterilerde dağıtılan bildiriler coşku verir.

Her gün mutlaka okuduğunuz bir köşe yazarı?
Ali Bulaç, Mustafa karaalioğlu, Ali İhsan Karahasanoğlu, Ahmet Taşgetiren, Ömer Lekesiz, Akif Emre, Beril Dedeoğlu

Hasan Hafif
HaberKültür.Net
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
DOÇ. DR. SÜLEYMAN DERİN İLE SÖYLEŞİ

Günümüz Amerika'sında İncil'den sonra en çok satan dinî eserin Mesnevî olduğu belirtilmektedir. Sizce bunun nedenleri nelerdir?
Hz. Mevlânâ diğer pek çok arif sufi gibi zaman üstü bir Allah dostudur. Bütün eserleri tam bir tecrübe ve mistik zevk ürünüdür. Bu sebeple hem mesnevisi hem de divanı çağlar aşarak her coğrafyadaki insana hitap etme gücüne sahiptir. Mademki insanların tümü âdem a.s.ın evlatlarıdır, demek ki hepsi peygamber evladı olarak içlerinde manevi bir nüve taşımaktadır. Hz. Mevlânâ insanlar içinde zaten var olan bu nüveyi harekete geçmektedir. İnsanın imtihan için geldiği dünyadan asli vatanı olan gerçek vatanına dönmesini sağlamaya çalışmaktadır. O insanları dışarıdan bilgi veya bir inanç empoze etmemekte, bundan çok onların içindeki ilahi nüveyi ortaya çıkarmaktadır. Bu sebeple Hz. Mevlânâ son derece başarılı olmuş, onun mesnevisi her yerde büyük kabul görmüştür.

Müslüman bir sûfî olan Mevlâna'nın yetiştiği ortam sizce onun fikrî teşekkülüne nasıl katkıda bulunmuştur?
Hz. Mevlânâ'nın yaşadığı 13. yüzyıl doğudan ve kuzeyden Moğolların, batıdan da haçlıların İslam âlemini darmadağın ettiği bir dönemdir. Her iki grup müstevli Müslüman kanlarını ırmak gibi akıtmış, Müslüman kellerinden tepeler ortaya çıkmıştır. Hz. Mevlânâ siyasi olarak böyle kötü bir ortamda insanlara ümit ve heyecan aşılamış, karşılıklı sevgi ve saygı temelinde farklı milletlerle iç içe yaşamayı teşvik etmiştir. Savaş ve katliamların çare olmadığını yakinen gördüğü için insanların sevgi ile bir arada yaşamasını savunmuştur. Onu çağrısına uyarak bugün on binlerce insan dünyanın dört bir köşesinden hala onun mübarek kabrini ziyarete gelmektedir.

Mevlâna'yı diğer Müslüman âlimlerden ayıran ve mesajının bu kadar geniş kitlelere ulaşmasında etkili olan faktörler hakkındaki değerlendirmeniz nedir?
Hz. Mevlânâ mesnevinin birinci cildinde giriş bölümünde eserini tanıtırken şöyle der:
“Bu kitap, Mesnevî kitabıdır. Mesnevî, hakikate ulaşmak ve Allah'ın sırlarına agâh olmak, akıl erdirmek isteyenler için bir yoldur. Mesnevî, din asıllarının asıllarının asıllarıdır. AIlah'ın en büyük şaşmaz şerîati, hakîkate giden nûrlu yoludur.”
Burada belirtildiği üzere Hz. Mevlânâ dinin aslı ve özü ile uğraşmaktadır. Dinin özü aşk ve sevgi ile Allah'ı arayıp bulmaktır. Öze ve asıl her zaman insanları birleştirir. Özden hiçbir insanın feragat etmesi düşünülemez. Hâlbuki fer'in değişmesi mümkündür. Hz. Mevlânâ'nın mesajları Allah sevgisi, ihlâs ile kulluk, kendimizdeki ilahi cevheri ortaya koyma gibi asli konularla ilgilidir. Hz. Mevlânâ bu asli ve nispeten zor konuları hikâye ve temsillerle çok mükemmel bir şekilde anlatmıştır. Fena fillah, beka billâh, tevbe-i Nasuh gibi en zor konulara çok basit hikâyelerler hiç unutulmayacak şekilde anlatmaktadır.

Mevlâna'nın İslâmî kimliğinin kimi çevrelerde belirginliğini kaybetmesi sizce neden kaynaklanmaktadır?
Bunda iki neden vardır. Birincisi Hz. Mevlânâ'nın daha mesnevi'nin girişinde (ilk 18 beyiti içinde) bildirdiği gibi farklı kesimler onu kendi heva ve heveslerine göre anlamaya ve yorumlamaya çalışmaktadırlar. Hz Mevlânâ bu tür insanlardan şöyle şikayet eder:
Ben her mecliste, her toplulukta, inledim, ağladım, durdum. Ben, huysuz insanlarla da, iyi insanlarla da düşüp kalktım.
Herkes, kendi anlayışına, zannına göre, benim dostum oldu. Ama, kimse benim gönlümdeki sırları araştırmadı, öğrenemedi (M. I, 5-6)
Onun haklı şöhretini istismar etmek ve onu kendi çıkarları için kullanmak isteyen pek çok grup “Mevlânâ” markasının arkasına sığınarak faaliyet göstermektedirler. Bazı sahte peygamber bozuntuları bile Mevlânâ derneği arkasına sığınarak faaliyet göstermektedirler. Her zaman kaliteli markalar taklit edilmeye çalışılır. Bugün dünyanın önde gelen giyim ve ayakkabı markalarının taklitlerini dünyanın en ücra köşelerinde bile bulmak mümkündür. Bu sebeple Hz. Mevlânâ'nın İslam dışını çıkarılma gayretleri normaldir. Önemli olan ciddi ilim adamlarının ve halkımızın Mevlânâ'yı gerçek yapısı ile sahiplenmesidir. Bugün Yunanlılar bile “Rumi” nisbesini kullanarak Hz. Mevlânâ'nın Rum olduğunu iddia etmekte ve böylece onu sahiplenmektedirler. Belki bunda bile bir hayır vardır. Zira onlar sahiplenmese biz kendi değerlerimizin kıymetini bilmemekte ve onları ihmal etmekteyiz. Sırf onların aleyhteki faaliyetleri yüzünden pek çok İslam değeri koruma altına alınmıştır. Bu da Allah Teala'nın celal üzere cemal tecellisidir.

Özellikle Batı dünyasında ve ülkemizdeki bazı çalışmalarda İslamî kimliğinden soyutlanan Mevlânâ imgeleri hakkında yorumunuz nedir?
Özellikle batı dünyası açısından meseleyi ele alırsak batılılar new age grupları ile dünyanın manevi akımlarını da sömürmeye başlamışlardır. Bütün dünyanın yeraltı kaynaklarını sömürdükleri yetmiyormuş gibi içine düştükleri manevi boşluğu da doğunun gök üstü kaynaklarından sağlamaya çalışmakta, onları olduğu gibi kabul etmek yerine ise onları istismar etmekte ve kendine uydurmaktadır. Uzak doğu mistisizmi, tasavvufi bazı ayin ve semalar onların elinde maalesef para ile satılan bir hale de gelmiştir. Böylece mistik hareketler onların sayesinde kapitalizme angaje edilmiştir. Bu gün batı ülkelerinde dağ başlarında halvet ve meditasyon yapabilmek için büyük meblağlarda para ödemeniz gerekmektedir. Aynı batı Hz. Mevlânâ'yı da bu manada kullanabilir zira bu tür maddeci tutum batının genlerinde var. Bu hususta dikkatli olmak lazım.

Mevlânâ ve düşüncesinin günümüz insanına yeterince aktarılabildiği kanaatinde misiniz? Bunun yapılabilirliği konusundaki önerileriniz nelerdir?
Bu konuda bazı gayretler olmakla birlikte bence bunlar yeterli değil. Akademik çalışmalar bir yana Hz. Mevlânâ'nın halkımıza iyi anlatılması lazım. Bunun içinde işin uzmanı akademisyenler Mesnevi dersleri verebilir değişik ortamlarda. Bazı hocalarımızın cami veya konferans salonlarında haftalık mesnevi dersleri olduğunu zaten biliyoruz ama bunlar yeterli değil. Mümkün ise her şehirde bu tür faaliyetler artırılmalıdır. Yabancı kültürleri tanıtmak için harcanılan bütçeler maalesef kendi kültür büyüklerimizi tanıtmada harcanmamaktadır. Eğer bu tür imkanlar verilirse Mevlânâ'nın kültürünü aktarmak çok zor olmasa gerektir, çünkü ilahiyat fakültelerimiz de ve diğer fakültelerimizde bu konuda yardımcı olabilecek pek çok yetişkin insanımız vardır.

Mevlânâ'nın ve temsil ettiği sûfî geleneğin Anadolu coğrafyasındaki dinî anlayışa etkileri var mıdır? Varsa bu etki hangi yönde olmuştur?
Hz. Mevlânâ bugün Anadolu'da en çok sevilen ve okunan sufilerin başında gelir. Anadolu hem dün hem de bugün pek çok farklı kültürün beraberce barış içinde yaşadığı bir bölge ise bunun başlıca sebebi Mevlânâ gibi hak dostlarının varlığıdır. O her zaman insanların gönül dünyalarını ihya etmiş ve insanları tefrikadan çok birliğe çağırmıştır. Bu sebepledir ki onun cenazesinde Hıristiyan ve Yahudiler de yer almıştır.

Günümüzde tartışılan “ılımlı İslâm” yorumu size göre pratik gerçekliği olan bir değerlendirme midir? Bu yorumun temellendirilmesinde ismi geçen Mevlânâ ve sûfî gelenek size göre ne kadar bu yoruma izin vermektedir?
Tasavvufun ılımlı İslam olarak gösterilmesi bir açıdan güzel başka bir açıdan ise yanlıştır. İşin hakikati sufiler tarih boyunca insanlara Allah'ın bir ilahi nefhası olarak bakmışlar ve insanda değil de onun hatalarına kızmışlardır. Onu her zaman Allah'a geri döner diye biraz daha affedici bir gözle görmüşlerdir. Halbuki bugün bırakın gayri Müslimleri Müslümanlara bile kin ve nefret gözüyle bakan bazı sözüm ona İslami hareketler vardır. Bu bakımdan tasavvuf ılımlı islam'dır. Fakat ılımlı kelimesi islam'dan taviz vermek veya İslam'ın kurallarını kabul etmemek olarak kabul edilirse bu ılımlılık değildir. Ve bu manası ile bugün tasavvufa yakıştırılmak istenen ılımlı İslam anlayışı kabul edilemez. Bizim ılımlıdan anladığımız mana, İslam'ın izin verdiği ölçüde gösterilen ılımlılıktır. Bunun fazlası ise ılımlılık değil, hâşâ Allah Teala'dan daha merhametli olmaya çalışmak gibi abes bir iştir.

Mevlânâ'nın düşünceleri size göre Mevlevî gelenekte yeterince aktarılabilmiş midir?
Şüphesiz Mevlânâ hazretleri bir tek tarikata hasredilemez. Mevleviler onun fikirlerini en iyi şekilde yaşatmaya çalışmışlardır. Ne var ki hemen her tarikat erbabı Mevlânâ'nın eserlerinden istifade etmekte ve onun fikirlerini daha da ötelere taşımaktadır. Burada Mevlevilik uzmanı olmadığım için bu konuda fazlaca bir fikir beyan edemeyeceğim.

Mevlevîliğin ve Mevlevî sanatkarların Türk-İslâm sanatına etkileri hakkında neler söylersiniz?
Mevlevilik tarih boyunca kalem erbabının ve sanatkar ruhlu insanların tarikatı olarak bilinmiştir. Türk musikisinin önde gelen bestekarlarının çoğunun Mevlevi olması herhalde bir tesadüf değildir. Aynı şekilde tekkeler hattan tezhibe pek çok sanatın yayılmasına öncülük etmişlerdir.

İslam Dünyasında Mevlânâ ve sûfî geleneğin sevgi ve hoşgörüye dayalı İslâm anlayışı yerine “el-kaide İslâm'ının” geniş yankı bulmasının nedenleri nelerdir?
İlk olarak İslam âlemi içinde bulunduğu şartlar itibarı ile barış ve dengeli düşünce ortamını kaybetmiştir. İnsanlar savaş ve işgal ortamında mantıklı düşünememektedirler. Pek çok sevdiğini kaybeden insan sadece intikam duygusu ile hareket edebilmektedir. Buradan ülkelerini savunan insanlara bir eleştiri yapıldığı izlenimi oluşmamalıdır. Her insanın vatanını savunması en tabi hakkı ve vazifesidir. Burada ki sorun bunun yapılış yöntemleri ve dünya halklarına verilen mesajlardır. Müslüman ülkeler ilk defa bugünlerde işgal edilmiş değildir. Tarihin önceki devirlerinde de İslam ülkeleri pek çok kere işgale uğramıştır. Bu sebeple önceki dönem milli savunma hareketleri ve özellikle de sufi cihat hareketleri tekrar gözden geçirilmelidir. Böylece Müslümanlar haklı oldukları bir ortamda haksız duruma düşmeyeceklerdir.

2007 yılının Unesco tarafından bir kez daha Dünya Mevlânâ yılı ilan edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu bağlamda bu yılki Mevlânâ etkinliklerini yeterli buluyor musunuz?
Bu öncelikle Hz. Mevlânâ'nın bir kerametidir. Onun asırlarca sonra hala insanlığa verebilecek bir mesajı olduğunu göstermesi açından da çok önemlidir. Demek ki kalplerden çıkan sözlerin zaman aşımına uğraması söz konusu değildir. Bu sebeple 2007nin Mevlânâ yılı olması son derece yerinde bir karardır. Ülkemizin bu yıl pek çok etkinliğe ev sahibi olması ve hükümetin bu konuda verdiği destek sevindiricidir. Bu destek devam etmeli ve Mevlânâ sadece bir yıla sığdırılmalıdır. Çağları aşarak gelen bir sufiyi bir sene hatırlayıp ta sonra unutmak ona değil aslında kendimize bir haksızlıktır.

Dünya Mevlânâ yılında ülkemizde ve Dünya'nın çeşitli merkezlerinde gerçekleştirilen çeşitli etkinliklere rağmen Diyanet İşleri Başkanlığının bu konudaki çekimserliğini neye bağlıyorsunuz?
Diyanet işleri başkanlığı Mevlânâ'yı kutladığı zaman diğer tarikat büyüklerini de kutlamak zorunda kalırım gibi bir düşünce ile bu tür etkinliklerden kaçınıyor olabilir. Ne var ki şöhreti bütün dünyaya yayılmış bir Hakk dostu olara Mevlânâ'yı yok saymak bence büyük bir eksikliktir. Tarihimize ve kültürümüze ancak başkaları sahip çıkınca hatırlamak bizim gibi zengin bir kültürden gelen milletimiz yakışmamaktadır.

İhtida olaylarında daha etkin olması gereken Kelam geleneği yerine Mevlânâ ve İbnü'l-Arabî gibi sûfîlerin daha etkili olmasını nasıl değerlendirirsiniz?
İnsanlar şekilden çok manaya ve öze ram olurlar. İslam'ın şeraiti ve kuralları şüphesiz bütün insanlık için ilaç ve su gibi gereklidir. Ama bunların gerçek manası anlatılmaz ise zahiren bu kurallar sert ve acımasız görünmektedir. İşte tasavvuf kelam ve fıkıh geleneğinin aksine yapısı itibari ile ibadetlerin ve kuralların özüne inmeye ve insanları bu öze yaklaştırmaya çalışmaktadır ki aslında bu da İslam'dan ayrı bir şey değildir. Kaldı ki bütün İslami ilimler birbirini tamamlamaktadır. Eğer tasavvufun İslam'a getirdiği insanlar daha sonra kelam ve fıkhı öğrenmez ve yaşamazlar ise pek de fazla yol alamazlar hatta İslamlıklarını kısa sürede kaybedebilirler.

* Doç. Dr. Süleyman Derin, Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı

Kaynak: http://akademik.semazen.net/news_detail.php?id=6252
 
Üst