Kİmler Kardeşim Bu Melamİler ?

melami

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
238
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İSTANBUL
ÜÇÜNCÜ DEVRE MELAMİLİĞİ, ÖZELLİĞİ

Üçüncü devre melâmiliği 19.asırda Osmanlı İmparatorluğunun Rumeli eyaletlerinde zuhura gelmiş ve Usturumca Üsküp'ten cihana yayılmıştır. Kurucusu Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretleridir.

Beşir ağanın idamı ile tarih sahnesinden çekilen melâmiler uzun süre ortalıkta görünmemişlerdir. Ancak bu melâmiliğin kaybolduğu anlamına gelmez.

İnsan sevgisi ve serazatlığın simgesi olan melâmet her asırda ve her düşüncede vardır. Her tarikin zirvesi yine melâmiliktir. Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz. de tevhidin tarifinde ilme önem veriyor ve tarifinde sık sık tekrarlıyordu. Konuşmalarında, "Bu devir, kerameti kevniye devri değil, kerameti ilmiye devridir" demek ihtiyacını duyuyordu. Çünkü aklın zenginliğine inanıyordu. Aklın en büyük mürşid olduğunu söylerken Muhiddin-i Arabi gibi ancak kâlpten gelen varidatın doğru ve müstakim bulunduğunu haykırmaktan çekinmiyordu.

Bir çok insan için şaşırtıcı ve çelişkili gibi görünen bu tutum onun velâyetinin ve büyüklüğünün simgesidir, çünkü İslam dini nakli hüviyeti yanında gerçekten tek akli dindir. Hz. Muhammed Mustafa (SAV) müminlerin toplumsal yaşamlarında akıl ve ahlâkı en yüksek yerine oturtmuş ve ilk defa akıl ve ilme dini değer vermiştir.

Bu özellik taassup ve cehalet içinde adeta yok edilmişken Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz.'nin bunu yenilemesi ve cesaretle haykırması asrının mücedditi oldduğunu saptar.

İslamda dini nakil ana kaynaktan alınmadıkça değeri yoktur, yani bir şeyki Kur'anı Kerimde vardır o doğrudur. Bir şeyki Hadisi Şerifle tevsiki vardır o mümkündür. Bunun dışında hiçbir şeyi kabul mecburiyeti yoktur. O halde Kur'anı Kerim Fetih suresinde geçen " Bizim sünnetimizde tebettûlet yoktur" mealindeki ayeti kerimede aşığın insan üstü olaylara bağlanmak, olağan üstü heves etmek memnudur. Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz. "Bizim devrimiz kerameti ilmiye devridir" derken Allah'ın sünnetinde değişiklik olmayacağına dair olan ilâhi emri de hatırlatır.

İslam dinine, şartına tam bağlılık dini bir emirdir. Ama asrın şartına intibak etmek de aynı şekilde dinin emri olarak karşımızdadır. Öyle ise bu iki hikmetli emrin gerçek mahiyetini saptamak ve her ikisini de meczzetmek zorunluluğu vardır. Seyyid ahkâm ile koparılıp atılan köprüleri tekrar ihdas ve ihya etmiştir. Seyyid tıpkı Muhiddin Arabi Hz. gibi miraç olayına büyük değer vermiştir.

Ona göre Hazreti Muhammed nasıl miraç etti ise her mümin de miraç etmeğe mecburdur. Seyyide göre miracın vücutla veya manen olması arasında fark yoktur. Önemli olan miracı idraktır. Peygamber AS miraç etmiş ve nübüvvet sırları bu şekilde açığa çıkmıştır. Kul da manen miraç ederek hidayete kavuşur. Seyyid bu miracın namazla ve tevhid meratibini idrakla olacağına açık şekilde işaret buyurur ve ancak muvahhitlerin miraç yapabilecekleri olduğunu haber verir. Bir tarftan akıl ve ilmi değerlendirip, diğer taraftan ilâhi vahye kutsal ve emin bir rahatlıkla bakar. Ona göre: kâlpten bir tûluat ilmi nakilden ve akıl delilden daha kıymetli ve daha doğrudur. Ancak bu kaziye ne ilmi küçültür ne de aklı. Seyyid burada bir ahenk sağlıyarak değerlendirmiştir. Seyyidin özelliği Üçüncü devre melâmiliğini bir sistem içinde saptar. Melâmet üçüncü devrede artık bir tavır bir neşe olmaktan biraz daha fazla bir şeydir. Bir islam felsefesi, bir islam inanç sistemi, yeni bir görüş, yeni bir düşüncedir. Bu özelliği onu birinci ve ikinci devre melâmilerinden ayırır.

Üçüncü Devre Melâmiliğinin Kurucusu Seyyid Muhammed Nurül Arabi'nin Hayatı

Seyyid Muhammed Nurül Arabi hakkında vesaik çok azdır. Öğrencilerin çoğunda Seyyidin el yazması menakibi mevcut ise de bunlardan kitap halinde basılmış olanına rastlanmıyor. Bursa'lı Tahir Efendinin kâleme aldığı Menakibi Şeyh Hace Muhammed Nurül Arabi Melâmet ve Beyanı Ehvali ilâhi Melâmiye isimli eserinde Seyyidin hayatı verilmiştir.

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hicri 1228 milâdi 1810 tarihinde Mısır'da mahalletül kübra kasabasında doğdu. Çok küçük yaşta yetim kalmıştır. Babası Seyyid İbrahim-ül Kutsi 1817 yılında vefat ettiği zaman Muhammed Nurül Arabi Hz. henüz dört yaşlarında idi. Yedi yaşında Cami-ül Ezhere gönderildi, Hicri 1235, milâdi 1817.

Cami-ül Ezher'de hocası Şeyh Hasen-ül Kuveysi'dir. Bu büyük insan öğrencisindeki istidadı keşfetmiş, onun çok önemli varlık olduğunu sezmiş, onun yetişmesinde özel bir gayret ve ilgi göstermiştir.

Hocasının emri ile Yanya'lı Şeyh Ahmet'le birlikte 1244 tarihinde Mısır'dan Yanya'ya gitti. Orada dokuz ay kaldı ve burada Nakşibendi Şeyhi Yusuf Efendi ile halvet oldu. Şeyh Yusuf'un ilim ve irfanı onu etkiledi, Şeyhe mürid oldu. Bu biat ile Seyyid Nakşibendi tarikatına intisap etmiş oluyordu. Dokuz ay içerisinde nakşibendi tarikatını hatmeden ve manevi mertebeleri alarak kemâl bulan Seyyid Muhammed Nurül Arabi Şeyhi Yusuf Efendinin talimatı ile tekrar yollara düştü, Mekke'ye gitti. Mekke'de bir zaman kalarak ayrıldı. Mısır'a hocası Hasan-ül Kuveysi'nin makâmına vasıl oldu.

Bu devre içinde Seyyid manâ âleminde Hazreti Resûlullah ile buluşmuştur. Hz. Resûlullah'ın Cenabı Risaletin kutsal dizlerini öpmüş ve manevi mertebeleri ahz etmiştir.

Bilahere Cami-ül Ezher'e giren Seyyid burada Şeyh Hasan'ın iltifatına nail olmuştur. Seyyid Hz.bu olayı şöyle anlatır; "Baktım ki bir zat Makâm-ı Ali mahallinde fakire ilham oldu ki bu Resûlullah'tır, Habibullah'tır. Korktum ve huzuruna gittim. Dizini öptüm. Bana dua etti ve arkamı mesh eyledi. Badehu (git) dedi. Camii kapıdan cami-a nazar eyledim, makâmı kebir hali asla insan yok. Geri döndüm. Mihrapta Hazreti Risaleti buldum. Yine sokak tarafında olan kapıdan şerian çıktım. Makâma döndüm. Nas dolu kezalik cami nas ile dolu" Seyyid Hazretlerinin anlattığı bu tecelliyatı Şeyhi Hasan Efendi hissetmiştir. Talebesi Muhammed Nurül Arabi Hazretlerine kavuşunca ona; "Sende ilmi vehbi inkişaf etmiştir. Hak sırlarına agah oldun, makâm-ı Mahmud'a vardın, Rumeli'ne azimet eyle irşad ile görevlisin"

Ezelde takdir olunan istidadın iktisabı bu devrede aydın bir şekilde şuurlanmıştır. Nitekim Mısır'a gelen Seyyid aynı yıl irşad görevi ile tekrar seyahata çıkacaktır. Zira Şeyh Hasan'dan yeni bir emir almış bulunmaktadır. 1829-1830 yılı sonlarında Seyyid Şeyhinin emrini yerine getirmek üzere İskenderiye'den bir gemiye bindi ve Mısır'ı terk etti. İlk durak Antalya'dır. Tıpkı onikinci asırda Anadolu'ya gelen ve islam dünyasında Şeyhül Ekber olarak şöhret yapan büyük veli Muhiddin İbnül Arabi gibi Seyyid Muhammed Nurül Arabi de aynı şekilde Anadolu'da ilâhi emre ve tasavvuf akidelerini anlatmak yetişmek ve yetiştirmek üzere seyahat ediyordu ve Rumeli'ne azimet eyleyen Seyyid Hz. Mevlâna, Muhiddin Arabi Hz., Hacı Bektaş Veli Hz, Hacı Bayram Veli Hz gibi imân aydınlığını tazeleyecek, Türklere geçen imân meşalesini bir defa daha tutuşturacak ve ondokuzuncu asırda gittikçe kalıplaşan ve kabuk bağlamaya başlayan islam akidesine yeni bir hareket, yeni bir ruh, yeni bir aydınlık getirecekti.

Seyyid Gelibolu'dan Selanik'e geçti. Bir süre orada tefekkür etti, fakat orada fazla kalamadı, çünkü o şehir onu fazla cezbetmiyordu. Selanik'ten Serez'e geçti. Medresede müderrislik teklif edildi. Bir müddet orada müderrislik (profesörlük) yaptı. Daha sonra Demirhisar, Doyuran, Usturumca ve Koçana taraflarını gezdi ve Seyyid, Koçana'ya yerleşti. Hicri 1249, Miladi 1831'de 21 yaşındaki genç müderris Seyyid Muhammed Nurül Arabi Koçana camiinde insan idrakini aşan yüksek evsaf, ilim irfan ve fazileti Üsküp Valisininde kulağına gitmişti. Vali Hıfzı Paşa 21 yaşındaki bu üstün vasıflı müderrisi merak edip yakınından görmek ve tanımak istemiş, kendisini Üsküp'e davet etmiştir. Seyyid Hazretleri daveti kabul ederek Vali ile görüşmek için Üsküp'e geldi. Hıfzi Paşaya öyle bir his geldi ki Seyyid Muhammed Nurül Arabi ezel ve ebed sırrına sahiptir. Bu inanç ve heyecan içinde inanan Hıfzı Paşa çocuklarının terbiye ve eğitimini de ona tevdi etti. Ancak Seyyid'e paşa tarafından Üsküp'te oturması şartı getirilince Seyyid Hazretleri teklifi kabul etmedi. Üsküp'te oturamayacaklarını, çocukların Koçana'ya gönderilmesini diledi. Paşanın hanımı çocuklarını göndermeyi de kabul etmeyince Paşa başka bir teklifte bulundu. Paşanın müşkül bir durumda kalmaması ve onu kırmamak için bu yeni teklife evet diyen Seyyid Hazretleri böylece senenin altı ayı Koçana'da, altı ayını da Üsküp'te ikamet etti. 1245-1259 tarihleri arasında Üsküp ve Koçana'da, ikamet eden Seyyid Hazretleri kısa zamanda geniş bir muhit edindi. Mürşid ve müderris olacak pek çok talebe yetiştirdi. O devrin bir çok tanınmış bilgin ve hocası ona biat etti. Onun öğrencisi olmayı şeref telakki ettiler. Bu devre içinde hicri 1245-1259 Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretleri Melâmiliğin Fena mertebelerini tedris ediyorlardı.

Bu mertebeler; Tevhidi Efal- Tevhidi Sıfat- Tevhidi Zat mertebeleridir. Bir tarafta melâmet yolunda gençleri yetiştirirken diğer yanda adeta tevhid edici merkez haline geliyordu. Çeşitli tarikatları nefsinde toplayan Seyyid Hazretlerine Kazan'lı Abdülhalik Efendi nakşibendi tarikatına ait sırları tevdi ve emanet ediyordu.

Rumeli'nde şöhreti yayılan ve tarikat pirleri tarafından kendisine şeyhlik ve pirlik tevcih edilen Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz. bunca tesir ve şöhrete rağmen rahatsızlık içinde büyük bir manevi açlık içindeydi. Bu coşkunluğu dindirmek, bu susuzluğu gidermek için daima daha büyük üstad arıyor ve gönlü onu Mekke'ye çekiyordu.

Bir gün müridlerinden Nebi Efendiye içini açan Seyyid Hazretleri şöyle buyurdular; "Bize bu ilmi zahir kifayet etmez. Mekke ve Beyt-i Şerif mürşidi kâmilden hali değildir. Kendimize bir mürşidi kâmil bulmamıza fırsattır."

Seyyid Muhammed Nurül Arbai Hz bu sebeple Hacca niyet ettiler. Müridleri haberdar edildi, 470 kişi Seyyid'le birlikte Hac farizaları için hareket ettiler. Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz ve müridleri 14 Şubat 1259 tarihinde Mekke'ye vardılar. Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz aynı gün Mekke'de Derviş Mehmet'e mülaki oldu. 9 Eylül 1843-14 Şaban 1259 Pazar.

Derviş Mehmet'in zamanın kutuplarından olduğu ve Hazreti Nurül Arabi'nin gayptan aldığı bir emirle Mekke'ye geldiği ve ondan manevi sırları aldığı anlaşılıyor. 9 Eylül 1843. Bu bakımdan Seyyid için çok önemli gündür. Seyyid, Derviş Mehmet'le karşılaştıktan sonra onunla hemen halvet olur. Dervişin emri ile erbain çıkartan Seyyid Hazretlerine bizzat Resûlu Ekrem (SAV) Efendimiz tarafından bekâ mertebeleri tarif edilir.

Bekâ Mertebeleri; Cem, Hazretül Cem ve Cemmül Cem'dir. Bu Hac farizeleri yerine geldiktan sonra Trabzon'lu Şeyh Mustafa Efendi ile görüşüp ondan Nakşibendi icazeti alır ve Trabzonlu Şeyh Mustafa Efendi ile birlikte Medine'yi ziyaret ederler. 1843 yılı Haccından dönüş Medine ve Mısır yolu üzerindendir. Bu dönüş sırasında Yanbo denen muntıkada Seyyid Muhammed Nurül Hazretlerine manen Ahadiyetül Cem makâmı telkin ve tebsir edilir.

Böylece Melâmilikte temel mertebeleri tekamül etmiş ve Seyyid Hazretleri Üçüncü Devre Melâmiliğinin Piri ve kurucusu olmuştur.

Seyyid Hazretleri Hac farizası için Mekke'de iken Üsküp Valisi bulunan Hıfzı Paşa Valilikten alınmış, yerine Servili Selim Paşa diye bilinen Selim Paşa Vali olmuştur. Hacdan dönen Seyyid Hazetleri yeni vali ile tanıştı ve kısa zamanda onu da tesiri altına aldı. Bir süre sonra Selim Paşa Seyyidin müridleri arasına girmiş bulunuyordu. Selim Paşa Üsküp Valiliği devamınca Seyyide hizmet etti. Fakat bir müddet sonra paşa İstanbul'a Hassa Müşaviri olarak tayin edildi. Sevdiği hocasından ayrılmak istemeyen Paşa, Seyyid Hazretlerinin emrine uyarak yeni görev yerine gitmeyi kabul etti. Mürşidi ona İstanbul'a geleceğini vaat etmişti. Paşa göreve başladıktan hemen sonra Şeyhini derhal İstanbul'a davet etti. Seyyid Muhammed Nurül Arabi KS müridinin davetini kabul ederek 1266 Hicri, 1849 Milâdi tarihinde İstanbul'a teşrif ederek altı ay misafir kaldı. İstanbul'a bu ilk seyahatında Seyyid Hazretleri pek çok İstanbul Ûleması ile tanıştı. Konaklarda tertip edilen sohbetlere karıştı, tekkeleri gezdi. Birçok Şeyh ve ûlema ile dostluklar kurdu. Onunla konuşan herkes ilmini teslim ediyor, onunla tanışan her insan şeyh olsun derviş olsun Hazrete biat etmek istiyordu.

Altı ay süre ile İstanbul'da pekçok zevat onun manevi feyzinden faydalanmış, pek çok genç onun ilim ve irfanı ile bezenmiştir. Tesiri ve şöhreti İstanbul'a yayılmıştı. Tevazu içinde yaşamayı seven Seyyid Hazretleri bu alâkadan ve gösterişten rahatsız oldu. Paşanın ısrarına rağmen misafirliğini uzatmak istemedi. Aynı yıl içinde İstanbul'dan Üsküp'e döndü.

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretleri 1850 senesine kadar melâmiliği açıkça ilân etmiyor, tevhid akidesini Nakşi bendi usûlü üzere tedris ediyordu. İstanbul'dan Üsküp'e dönünce bir süre sonra oradan da ayrılmak zorunda kaldı. Zira o sırada vilayet merkezi Üsküp'ten Pizren'e alınmıştı. Seyyid Hazretleri de 1850, Hicri 1267 yılında Üsküp'ten Pizren'e nakli mekân etti.

Muhammed Nurül Arabi Hz. 15 Rebiülahir 1267 Cuma gecesi Tevhid akidesini Melâmet sülûkû üzerinden neşre mezuniyet aldı. Ertesi gün yani 16 Rebiülahir 1267, 18 Şubat 1850 Cumartesi günü alay imamı Hamit, tabur imamı Ali ile tabur kâtibi ve üç yüzbaşıyı teveccühe onlara tevhid akidesini talim etti. Bu biatlardan üç gün sonra da İşkodra ulemasından Şaban efendi de müridleri arasına katılıyordu. 21 Şubat 1850 yılına kadar çeşitli tarikatlar adına ve o tarikat erkanı üzerine ders veren ve şeyhlik yapan Seyyid Hazretleri bu tarihten itibaren artık MELÂMİ'lik adıyla anılan tasavvuf ve tevhid neşesini telkin ve tedris etmeye başlamıştır. Pizren'de iki yıl kalan Seyyid Hazretleri KS 1269 Milâdi 1852'de Üsküp'e döndü. Aynı yıl Müşir Çerkez İsmail Paşa kendisine biat etti ve Paşanın davetiyle Manâstır'a giden Seyyid burada altı ay süre ile subaylara Varidat Şerhi okuttu.

Seyyid artık bir tarikat şeyhi değil insanlığı hedef alan, insan haysiyetini herşeyin üzerine çıkaran ilim, ahlâk ve irfan ile tezyin edilmiş bir inancın temsilcisi Hazreti Muhammed'i terennüm eden ve ona dönüşü savunan bir tevhid sembolüdür. Bu hüviyeti ile o, asrın reformatörüdür. Bu kişiliği ile o manâ ve maddenin ilim ve imânın tek temsilcisidir. Onun içindirki zamanı münevverleri ona , ve o da münevvere dönük bir mürşid olarak insanlığa mutlu bir yarını müjdelemektedir. Seyyid Hazretleri bu sebeple Manâstır'da askeri öğrencilere hitap etmeyi, onlara bir şey öğretmeyi kendine vazife bilmekte ve Varidat Şerhi okutmaktadır. Bize mükemmelin tarifini yapıyordu. Onun insanlığa bir hüviyetidir ki pek çok kişiyi tedirgin etti. Hele onun münevver gençlere dikkat etmesi, kurtuluşu kültür ve irfanda görmesi yobazların infialine, taassubun kendisine karşı teşkilatlanmasına sebep oldu. O kadar ki Seyyidin ilim ve irfan sahibi gençlere, subaylara, münevverlere karşı bu yakın ilgisi yobazlar tarafından hemen istismar edildi. Kalabalık bir mutaassıp ve yobaz gurubu aralarında toplanarak sultan Mecide jurnalde bulunma kararı aldılar.

Yobazların mazbatası 1285, Milâdi 1868 yılında hazırlanıp Padişah Abdülmecit'e gönderildi. Hükümdar şikayetin tetkikini ve karara bağlanmasını Şeyhülislama havale etti. Tahkikat açıldıktan sonra zaptiye müşaviri Hüsnü Paşa müdahale etmek ihtiyacını duymuş, tahkikatı durdurmuş ve tahkikatı durduruken Seyyid Hazertlerine bir mektup yazmış ve kendilerinin İstanbul'a gelmesini rica etmişlerdi. Bu şekilde Seyyidin Şeyhülislam ile görüşmesi sağlanıyor ve yobazların şikayetinin yetersizliği gösterilmek isteniyordu. Hüsnü Paşa müdahalede bulunmakla kalmıyor Seyyidin kudretini de saraya ve diyanete empoze etmek istiyordu. Seyyidi tanıyan İstanbul ûleması mutaassıp yobazların şikayetini haksız ve iftira olarak kabul ettiler. Seyyid bu geniş ilim ve irfan muhitine gereken etkiyi yaptıktan sonra tekrar Üsküp'e döndü. 1868 yılında vukuu bulan bu ikinci İstanbul seyahatı de altı ay sürmüştü. Ne varki her İstanbul seyahatında yeni dostlar ve yeni müridler edinen Seyyid Hazretleri sık sık yeni davet mektupları almağa başladılar. Bilhassa Bosna Valisi Osman Paşa ile Müşir Hüsnü Paşanın ısrarlı davetlerine karşı koyamadı.1869 yılı sonbaharında üçüncü defa İstanul'a seyahat etmeğe mecbur kaldı. Bu üçüncü İstanbul seyahatı beş ay sürdü. Hazreti Nurül Arabi, 1869 yılında geldiği İstanbul'dan 1870 baharında ayrıldı ve Üsküp'deki irşad görevine devam etti. Yirminci asrın başlarında çeşitli imkansızlıklar ve zorluklarla karşılacak olan Türk subay ve münevverleri Manâstır ve çevresinden aldıkları bu yeni ruh ile zorlukları yenmeyi başaracaklar ve Türk İstiklâl mucizesini gerçekleştireceklerdi. Hicri 1287, Milâdi 1870 tarihinde Ruznamçeci Hüsnü beyin sünnet düğününe giderken birkaç gün Tikveş'de misafir kalındı. Tikveş'deki bu misafirlik Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretleri için çok büyük önem taşır. Seyyid Tikveş'de bulunuğu bu günlerde büyük bir manevi mertebeye erişmiş ve yirmidört eylül 1870 Hicri, 27 Cemaziyelahir 1287 de kendisine Kutbiyet makâmı verildi. Ve o gün gavsiyeti tebliğ ve ilân edilmiştir. Manevi âlemin sahipliği ve Kutbiyet tecellisi Seyyidin hayatında büyük değişiklik yaptı. O ana kadar kenarlarda sessiz kalmayı tercih eden Seyyid Hazretleri için artık öne geçmek ve manevi Futuhatı tamamlamak Farz-ı Ayın olmuştur. Hicri 1288, Milâdi 1871 yılında yanına oğlu Şerif Efendi'yi alarak Şeyhülislam Mir Muhtar Ahmet Efendinin misafiri sıfatıyla İstanbul'a dördüncü seyahatını yaptı.

Bu seyahatında İstanbul'da Hariri Zadenin Boyacı köyündeki yalısında misafir kalan Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz burada İstanbul'un bütün velilerinin biatını alıyor, manâ ve ilim sultanları, devrin arifleri onun nurlu varlığı etrafında pervane gibi dönüyor, her uyanık kâlp ondan bir ilgili lemhe almak için çırpınıyordu. 1871 senesinde vuku bulan bu dördüncü İstanbul seyahatı denilebilir ki Üçüncü Devre Melâmiliğin zafer yolculuğu olmuştur.

Seyyid Hazretlerinin bu seyahatlarında şeyh ve bilginlere yaptığı biat ve Melâmi olmaya davet hepsince kabul görmüştür ve hepsinin biatını almıştır.

Mürefteli Hoca Abdullah, Hulusi Efendi, Evkaf müfettişi Hacı Tevfik Efendi, Mısır Mollası Kâmil Efendi, Mevlevihane Tarsus Rıfai Şeyhi, Ahmet Safi Efendi gibi zevat, kabul eden bilginler kafilesi arasında idi. Miladi 1871 yılının birkaç ayını İstanbul'da geçirdi.

1873 yılında İstanbul'a beşinci defa seyahat etme imkânı doğar. Muhammed Nurül Arabi'nin bu seyahatında melâmet neşesinin oldukça yayıldığı görülür. Seyyidin arzuladığı şekilde melâmet çerağları yanmış, irfan ve ilim ahengi kurulmuştur. Seyyid Muhmmed Nurül Arabi KS İstanbul'dan Üsküp'e çok memnun döndü. Dostları onu Usturumca'ya davet ettiler. Seyyid Hazretleri onları kıramadı ihvanınında isteğine tabi olarak Üsküp'ten Usturumca'ya nakli mekân eyledi. Böylece Hicri 1291, Milâdi 1874 tarihinden sonra Usturumca'da oturdu.

Dünyanın dört bir etrafına yayılan Seyyidin halifeleri seneler geçtikçe ihvanı dinde çoğalıyordu. 1879 yılında imparatorluk sınırları içindeki bütün ihvanlara Seyyid Hazretlerinin Hacca karar verdiği bildirildi. Kendileri de 110 seçkin ihvanı ile Usturumca'dan çıktılar. Hac farizasında bütün ihvanı bir araya getirmek mümkün oldu. Ülkenin bütün bölgelerindeki melâmiler tanışmak ve sohbet etmek imkânına da kavuşmuş oluyorlardı. Seyyid bu Haclarıyla sessizce âlem-i bekâya hazırlık yapıyordu. Fakat bunu çok az kimse anlayabildi. Zira bu Hac dönüşlerinde kargaşalık çıkmış ve Arnavutluk'ta patlak vermişti.

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretleri bütün ihvanına verdiği talimatta kesinlikle karışıklıklara karışmamalarını emrederek mesleğin manevi değerini ve ihvanını korumuş oldu. 1879 ihtilalinde gösterdiği basiretli tutum, melâmiliğin ve melâmilerin çevredeki telkini olayların fazla tahribat yapmadan durdurulmasına yardımcı oldu.

Seyyid Hazretleri bu karışıklık günlerinde Rumeli'den ayrılmadılar. Ancak 1302 de, Milâdi 1884 de tekrar Hacca niyet ettiler ve 130 ihvanı ile Mekke'ye hareket ettiler. Bu Hac farizası Seyyid Hazretleri ve damadı Abdürrahim Fedai Hazretleri için bir nevi veda haccı idi. Nitekim bir yıl süren bu hac yolculuğunda, Hazret birkaç ziyaret yapmış, ihvanı ile uzun süre beraber kalmış ve sohbetlerde bulunmuştur. Çeşitli ülkelerden gelen müridlerini uzun süre birlikte dolaştırmış, onlara son emir ve nehiyleri izah ettiği gibi melâmet neşesinin tedris ve temadisi için gerekli derslerini vermiştir.

Bu seyahatlerinden dönüş esnasında damadı Abdürrahim Fedai Hazretleri Süveyş kanalında vapurda vefat etti. Denizde ölenlerin cenazesinin denize atılmasını şeriat emreder. Lâkin Fedai Hz. cenazesinin namazını kılınmasına müteakip ruhu gövdesini alarak berhava olmuştur.

Hicri 1303, Milâdi 1885 de Usturumca'ya dönen Seyyid Hazretleri artık bir daha aynı yerinden ayrılmadı.

Bir gün gözlerinden rahatsız oldu. Doktor getirilip muayene ettirildi. Doktor şu tavsiyelerde bulunmuştur; "İyi olmadıkça sargı çıkarılmayacaktır" doktor gittikten sonra ikindi namazı vakti gelir, Seyyid Hazretleri oğluna ezan okumasını söyler. Biraz sonra da imamet makâmına geçerek farzını kıldırır. Oğlu Şerif Efendi bu hali görünce içinden " Ne oldu, doktor eğilmesini yasak etmişti, böyle hareket doğru mu" gibi bir tuluat olur. Ama bunu edeben açıklayamaz. Fakat müminlerin kalbinden kâlplere yol vardır, manâ sırları sahibi Seyyid bu iç geçirmeyi hisseder ve duyar. Namaz bitince selâmını verir ve başını geriye çevirerek oğlu Şerif Efendiye şöyle buyurur. " Şerif efendi, Şerif efendi, bir rekat namaz için bin göz feda ederiz der, senin sargın ve ilacın doktora kalsın" eliyle gözündeki sargıyı çıkarıp atar. Tabii ki gözde de hiçbir ağrı kalmamıştır. Bu hareketi ile Seyyid Hazretleri hem keramet gösteriyor, hem de namaza önem verilmesini şart koşuyor. Öğrencilerine ilâhi emre tebaiyetin delillerini veriyordu.

11 Mart 1887 de Pazar günü dergâhta fevkalâde bir gün yaşandı. Seyyid bütün ihvanını bir arada görmek istiyordu. Onlarla birlikte Allah'ın adını anmak, tekrarlamak, Resûlü Ekrem SAV Efendimizi saygı ile anmak, onlara bu hayatın geçici olduğunu bir daha hatırlatmak kararındaydı.

Seyyid Mısır'da doğmuş amma hayatı hep Türkler arasında geçmişti. Türkçe konuşmuş Türkçe yazmıştır. Sonra bu ezeli ve ebedi oluşun gerçek aydınlığını seyrederek tatlı tatlı tebessüm etti. Yakınlarına artık veda anının islamda yasak olduğunu, matem tutulmamasını tembihledikten sonra ihvanına gidiş ve gelişin izahatta bulunduğunu tekrar hatırlattı.

Herkes susuyor, kimse bir şey söylemiyordu. Vakit gelmişti, onun Nurüllu yüzü bu suret âleminden çekilecekti. Buna karşı konmazdı ama orada bulunanlar içlerinden "ah o biraz daha kalsa" diye geçiriyorlardı. Seyyid Hazretleri hepsi ile helâllaştı ve Pazartesi günü ebedi yolculuğa hazırlık tamamdı. Nitekim o gece hicri 1305, Milâdi 1887 de saat ikide vefat etti. Peygamberlerin kendi odalarında defnedildikleri gibi Seyyid Muhammed Nurül Arabiyyül Melâmi de Usturumca'da vefat ettiği odasında defnedildi.

HAZA RİSALETİ MÜRŞİDİL USŞAKIK KUBRA

Mevlâna ve mürşidina şeyhil kâmili mükemmel Arifi billâh-es seyyidel Şeyh Muhammed Nurül Arabi,

Bismillâhirrahmanirrahim; "Elhemdüllillâhillezi-tecelli bizatil ahbabil üşşak-fevehdehü evvelen bil efal-alel itlak ve şahidü mefatühül sıfat el kâmileti min eseri ismehül halâk ve aracü biha ileyhi fil ila cemâli muştak ve sallâllahü alâ seyyidina muhammedül mürsel -bil ahdi misak ve alâ alihi vesahbihi ve sellim ehlez zevk vel iştiyak ve bade" malum olaki tariki marifet üç kısımdır...

Evvelkisi ilmel yakindir, yani Allahü Teâla'yı delil ile bilmek, tariki ikidir. Evvelkisi istitlali bil misaldir, yani hazreti maşukun evsaflarının mislini kendinde ispat edersin. (kudreti irade, ilim, hayat, semih, besar, kelâm, tekvin) zatına sabit olduğu gibi dahi asarlarını kendi zatına ispat edersin.

Kudret ile ahir bu sıfatları kendi zatında mülahaza edüp, halika ispat edersin. Zira, Sanii- Teâla sireti üzere senatını icad eder. Bu makâmda varid olan(innAllahe halâka ademe alâ süretihi vereeyte rabbi fi sureti şebi emret) hadisi şerifte suret demek esma ve sıfattır. İkinci tarik-istidlâl bizıddır.

Yani aşık olan kendini aciz ve hadis ve muhtaç mülahaza edip maşuku kadir ve kadim va gani olduğuna imân eder.

Bu makâmda varit olan kelâm Kâlallahü Teâla "leyse kemislihi şeyün" Allahü Teâla'ya gerek zatında gerek sıfatında gerek efalinde hiç kimse benzemez! Sıfatı nefsiye ve selbiye ile muttasıftır. "ve hüvessemiül basır"dır.

Sıfatı zatiye ile muttasıftır, demektir. Velhasıl bu ayetin evveli Hz. Maşuka zıt ile delalet eder. Ve ahiri misli ile delalet eder.

İkinci kısım aynel yakiyndir. Bu makâmda aşık, gerek hissen, gerek mani ve gerek hayalen maşuku ayanen müşahade eder. Bu dahi üç makâmdır. Evvelkisi tevhidi efal ve fenayi efal ve tecelli efal ve cenneti efal derler.

Salik olan veledi kalbi yani zikri kalbi tahsil eyledikte Hazreti maşuku cümle efal ayinesinden müşahede edip Allah diye hal oluncaya kadar.

İkinci makâm- tevhid, sıfatı ve fenai sıfat ve tecelli sıfat ve cennetül sıfat tesmiye olunur. Yani Hazreti Maşuku sıfat ayinesinden müşahede edip Allah diye.

Andan üçüncü makâma naklolunur, bu makâm zattır. Yani Hazreti Maşuku zat ainesinden müşahede edip Allah diye.

Bu üç makâm Aynel yakin makâmdır. Bunlara marifet derler ve mahu ve muhik vesihak ve fenafillâh ve makâm-ı sekir derler. Sûlûku irfan ve aşk budur.

Üçüncü kısım Hakkel yakin makâmıdır. Üç makâmdır.

Evvelkisi, Makâmı-Cem ve dahi Kurbu Feraiz. Fenai nefs, bekâi ruh ve seyri mahbubi ve surei nücumdan mezkür olan Sümme Dena makâmıdır. Ve berzah derler, ol makâmı vahdeti zahiriyedir. Yani cümle eşyanın hakikâtleri aynı Hak asla ağyar ve ikilik ve kesret olmaya. Hatta bu makâm sahibine bu kesret nedir sual olunsa, cevap vermeye vahdet ve kesretten mahcup ola. Bu makâma vuslat oldukta vesvese münkati olur.

İkinci Makâm Hazret-ül Cem ve kurbu nevafil, fenai ruh, bekai sır ve surei necimde mezkür olan Fetedella makâmıdır. Seyri mahbubi derler. Bu makâmda kesret sıfata tedelli ve tenezzül olunur. Yani sıfatları kendine isbat eder. Ve bu makâm sahibine kesret sual olunsa kesret sıfatı ile diye cevap verir.

Üçüncü Makâm Cemmül Cem vücudu kalbi ve surei Necim'de mezkür Kabagavseyn makâmı budur. Bu makâmda efale ve asara tedelli tenezzül olur. Kesret aynı vahdet ve vahdet aynı kesret olur. Bu makâmdan gayrı bir makâm daha vardır. AHADİYETÜL CEM makâmıdır. Ve sahutam ve makâmı temkindir. Ve surei Necim'de Evedna makâmıdır. Resûlullaha mahsustur. Lâkin gerek enbiya ve gerek evliyâ bu makâma hakikâtı Muhammediye ile vasıl olur. Bu makâm hitam makâmıdır. Her bir zerrenin hakikâtı Hak'tır Aynı Hak Kesret yoktur, mesela kırk aynaya baksan görünen birdir.

Lâkin Kâmil bazen İlmel yakin mertebesine nûzûl eder. (Tenezzül eder) Zatını ve cümle âlemi Hazreti Maşuka delil isbat eder. Ve bazen Aynel yakin'e terakki edip hakikâtı ve Cem'i Hakayıkı mazhar mirad edip esmayı maşuka ve sıfatı mahbubu müşahede eder. Ve bazen aynı Hak olup hakikâtı yani Hak ve aynı zati maşuk olur. Ve kâmil olan her makâm ile tekellüm eder. Ve herkese aklı fehmedecek kadar ifade eder.

Resûlullah SAV ilmel yakini avamı sahabeye ifede ederdi, ve havası sahabeye: Künhü Tevhidi Efal- Künhü Tevhidi Sıfat- Künhü Tevhidi Zat- Künhü Makâmül Cem- Künhü Makâmül Hazretül Cem- ve Künhü Makâmül Cemmül Cem'i ifade ve talim ederdi.

Halbuki makâmları bu makâmdan Alî'dir. Bundan ötürü " İnnehül ilgani alâ kalbi festeğfirullah fil yevmi mai merreti" Ve kâmil olan alâ makâmdan aşk için Edna makâma nazil olur. Ve dahi makâmatı Kemâl dört makâmdır. Evvelkisi :Velayet İkincisi :Sıddıkiyet Üçüncüsü :Karabet Dördüncüsü :Nübüvvet'tir.

Velayet; Bir makâmı mertebedir ki Veli Hak'la olduğu zaman keşfi olur. Ve halkla olduğu zaman vakit mahsup olur. Ve Sıddıkiyet; Bir mertebedir ki Sıddık olan daim Hak ile olur, halk ile olmaz. Ve Karabet; Bir makâm ve mertebedir ki mukarrip gerek Hak ile gerek halk ile olduğu halde asla mahane vahi nazil olur. Vahi'den gayri olan Kelâm-ı ilâhi evliyâya ve sıddıka ve mukarribe dahi olur. Ve dahi eshabi meratipten kelâm varit oldu. Mesela mertebei velayetten varid olan; (mareeyte şey'en illâ vereeytAllah) Bade ve bazen mareeyte şey'en illâ vereeytallah ma a ve bazı mareeyte illâllah dedi.

Ve Mertebei Sıddıkiyetten varid olan (enelhak) ve bazı minAllah ve bazı (Sübhani ma azimüşşan ve bazı mafil cûbbi illâllah) dedi. Amma mukarripler ve nebiler ehli temkin olup asla telvinde bulunmazlar ve avama muhalif kelâm demezler. Ve dahi zikrolunan makâmların delilleri vardır. Hak Teâla buyurdu; "Eynema Tûvellu fesemme veçhullah" "Hüvel evvelü vel ahirü vezzahürü vel batın" "Vema remeyte iz remeyte valâkinAllahe katelehüm en büreke men finnar vemen havleha ve sübhanAllah"

Gayri ayetlerde vardır. Hadisi şerifte de varid olduğu gibi "Küntü semahü ve basarahü ve lisanehü ve yedehü ve ricalehü ennellahe yekülü alâ lisani abdihi semiAllahü limen hamidel fekulü rabbena lekel hamd" varid oldu. Ve dahi tariki tahkikde hûlûl ve ittihad yoktur.

Zira hûlûl iki şey mevcut olup birbirine sirayet olur. Sütte yağ olduğu gibi ve ittihat iki şey birbirine sirayet olur. Acı su ve soğuk su birbirine karışıp bir mizacı ahirde bir su olur.

Halk aynı Hak olmak bu kabilden değildir. Belki kar gibi su vücudundan gayri bir şey olmadığı gibi. Belki kar hava soğuk olduğu zaman donar bir suret olur. Kar namı ile müsamma olur, filhakika karın vücudu yoktur. Belki sudur. Kar aynı su oldu velâkin namda ve hükümde birbirine mugayyirdir. Zira su ile taharet olur, kar ile taharet olmaz. Halk aynı Hak olmak, Halk Hak'kın zuhurudur. Müstakil vücutları yoktur. Ancak vücudu Hak'tır. Eğer, müstakil vücutları olaydı ikilik lâzım gelirdi. "Ve sellellahü alâ seyyidina Muhammedin ve alâ alihi ecmain velhamdülillâhi Rabbil âlemin"

SEYYİD MUHAMMED NURÜL ARABİYÜL EL MELÂMİ'NİN ÖZELLİKLERİ

Tevhid ve tasavvuf üzerine yazdığı Hace Muhammed Nurül Arabi eserlerinde tasavvuf ve tevhidin hedefi olan Melâmeti sistem içine sokmuştur. Çağın koşullarına uygun din anlayışını islam inancının koşullarına uyan bir din anlayışını ortaya koymak istemiştir. Asırların hurafe demogojisini kapatıldığı dehlizden çıkarmak gayesini tahakkuk ettiren Seyyid Muhammed Nurül Arabi İslam âleminin yirminci asrı hazırlayan büyük müceddididir. İlmi hurafe ve karanlığın yerine koymakla islama dönüşü gerçekleştirmiş taassup yerine bilgiyi ikâme etmekle İslam âleminin yirminci asırda çağın gerçeklerine uydurma ve çağın içindeki yerini almasını hazırlamıştır.

İslam âleminin aradığı hümanizmin batıdan çok kendi bünyelerinde ve dini inançların da mevcut ve gerçek olduğunu göstermeyi başaran bu mümtaz insan bir bakıma unutulmuş değerleride su yüzüne çıkarmak ve insanları kutsal yerine oturtmakla bütün insanlığa yeni bir ufuk açmıştır.

Hiçbir inanç ve görüş Melâmilik kadar insancıl ve hümanist ve değerkâm olmamıştır. Bu bakımdan melâmiliğin asrımızın yegane inanç ve düşünce sistemi olduğunu velayet erbabı teyit etmişlerdir. Bunu basit bir tarikat gibi düşünenlerin azim bir hata içinde olduklarını kabul etmek zorunludur. Çünkü melâmilik bir tarikat değildir. Bir tevhid neşesidir. Bir birlik inancı ve sevgi düşüncesidir. Esasen bizzat melâmet uluları da melâmetin bir tarikat olduğunu asla kabul etmemişlerdir. Seyyid Muhammed Nurül Arabi'yi Pir kabul eden bütün büyük kişilerin ayrı ayrı tarikatlardan olması bu düşüncemizi simgeleyen inancımızı teyit ve teşvik eden kanıtlar tarihi yerini almıştır.

İstanbul'da örneğin Fatih türbedarı ve zamanın kutbu sayılan Amiş Efendi Hazretleri Halvetidir. İstanbul'un büyük şeyhlerinden Abdülkerim Ruhi Hz. Kadiri Şeyhi Şeyh Safi Efendi Nakşibendi ulularındandır. Bu isimleri namütenahi çoğaltmak mümkündür. Biz bu kadarı ile yetiniyoruz ki Melâmilik bir tarikat değil bir düşünce ve felsefe sistemidir. Onun içindir ki melâmilikte tefekkür, ibadet niteliğindedir. Onun içindir ki melâmilikte şekil değil öz aranır. Herşey insana doğru ve herşey insan içindir. EFAL-SIFAT-ZAT yani fena makâmlarının idrak edilmesi kişiyi ölmeden evvek ölmek sırrına eriştirir. Amma sorumluluğu ortadan kaldırdığı için nakıs bir haldir. Zira kişi kendi varlığından geçince sorumlu olmaz. Aslında kendisinden geçenin nefsi kalmadığından,ondan kötü fiilin sadır olmaması gerekir. Halbuki bu hale bürünmeden kendini o halde sanan veya öyle görmek isteyen nice kişiler çıkmakta ve sorumluluk taşımadığını iddia etmektedir. İbahiliği önlemek için Melâmet levm esasına bağlanmıştır. Yani melâmi kendini levmeder. İyi ve güzel fiillerin Hak'ka ait olduğunu kabul eder. Kötü bir fiil kendinde zuhur ederse onu kendi nefsinden oldu demesi tevhide mani değildir. Kişi kendi benliğini nefsinin belâsından kurtarmak için öğretilen bu derse fena makâmları, ruhsal yükseliş basamakları denmesinin nedeni insanı fani varlığından kurtarıp varlıksızlık haline inkilap ettirmesidir.

Bir kişi Efal, Sıfat ve Zatını Hak'ka verirse kendisi ne olur. O kimse haklı olarak şu suallerin cevabını arar. Benim varlığım Hak'ka ait ise ben neyim, kimim ve ben neden mevcudum. Ben varsam yok farzedilen nedir. Melâmi akıl ve idrak ile yol alır ve idrakın dışına da çıkmaz. Öyle olmasaydı Seyyid; "Bu devir kerameti kevniye devri değil, kerameti ilmiye devridir" demezdi. Yani melâmi, Hak'ka ait varlık ile var olmadıkça melâmetin tahakkuku söz konusu olmaz. İşte ruhsal yükseliş olan fena mertebelerinden sonra gelen bekâ mertebeleri kişiyi kulluk makâmına indirmesi yönünden ruhsal iniş mertebeleri olarak tedris edilir. Böylece dördüncü derse geçilir.

Dördüncü dersin adı Makâm-ı Cem'dir. Bu devrede vücut Hak'kındır, görünen mevcut Hak'tır. Görünen bu varlık Hak'kın varlığıdır. Ondan başka varlık yoktur. Makâm-ı Cemde Halk batın Hak zahirdir. Görülüyor ki fena mertebelerinde varlık yok olurken bekâ mertebelerinde iade edilmektedir. Nitekim Makâm-ı Zatta Hak'ka verilen vücut Makâm-ı Cemde Hak'kın vücudu olarak tekrar kişiye iade edilir.

Beşinci derste tevhid Hak'ka verilen sıfatlar Hak'kın sıfatları olarak kişiye iade edilmekte olup, bu dersin adı Hazretül Cem veya bekâi Sıfattır. Burada Hak batın halk zahirdir. Bu ders ile vücut ve sıfatların mahiyeti anlaşılmış olur.

Cemmül cem veya bekâi efal diye isimlendirilen altıncı ders ruhsal iniş mertebelerinin üçüncü ve tevhid eğitiminin altıncı son dersidir. Halk ve Hak'kın birleştiği zahir ve batının, evvel ve ahirin, iç ve dışın bir'de göründüğü hal olarak tarif edilen bu ders ve makâm insanın kutsallaştığı yerdir. Kişi bu makâmda insan-ı bulur, onu keşfeder. İnsan bir anlamı ile(Tanrı)dır. Tanrısal olur, bu idrake erişen varlık tek kelime ile Hazreti Muhammedin ahlâkı ile ahlâklanması, onun hali ile hallenmiş, onun haline yücelmiş mükemmel insandır. İnsan-ı Kâmil'dir. O kişiye zahir olan, söyleyen, yürüyen, düşünen, hareket eden Hak'dan gayri bir şey değildir. O, tevazu sahibidir, mütevekkildir, mütevazidir. Hoşgörü sahibidir, ve insan idrakının yüceliğine varmıştır. Bu altı dersin anlamı nedir, insana ne vermek istemiştir. Dikkat edilirse fena makâmlarında kişi varlığından soyunurken, bekâ mertebelerinde varlığı giyinmiştir. İlk üç derste verilen sorumluluk bütün haşmeti ile geri gelmişir. Bunun manâsı şudur; kişi egoisttir bencil tabiatı her şeyi kendi nefsine yontar. Oysa ki varlık kendi varlığı değildir idrak ve ihata bakımından Vahdet içinde bulunan kişi bir piyondur. Kaderine hakim olamaz, istidadı ona iktisap ettirir. O halde varlık diye sarıldığı ve kendisine ait olduğunu iddia ettiği nefsaniyet ve mevcudiyeti bir vehimden ibarettir.

Fena mertebelerinde verilen üç derste öğrenci vehmi varlığından soyunur. Fakat iş bununla bitmez. Varlığından soyunan Efal, Sıfat ve Zat'ı alınan kişiye Efal, Sıfat ve varlığın iadesi gerekir.

Bu idrak bekâ derslerine aittir. Ve o kişiye denmek istenir ki; " Ey insan sen bütünden ayrı değilsin. Varlık senden bir parça, sen de onun bir parçasısın."

Her şey Hak'tır, ve Hak'tan başka bir şey yoktur. Herşey O'dur. Sen kime dokunsan kendine dokunmuş, kime kötülük etsen kendine etmiş olursun. Bu vücut senin amma o haktır aslında ve bu nedenle senden sadır olan her iyilik Allah'a aittir. Ve sen artık gayri kalmadığından kimseye kötülük edemez, kimseye kem gözle bakamazsın.

Bu şuur ve idrak ile insan altı dersi tamamlar. Bu altı ders ve altı mertebenin ilk üçü Allah'a seyir halidir. Makâm-ı Ceme bu seyir ile varılır. Makâm-ı Cemde Allah'da seyredilir. Sonra Allah'dan seyre başlar ki Hazret-ül Cem ve Cemmül Cem idrakine varılır.

Cem vahdet tavrı, Hazret-ül Cem kesret tavrıdır. Cem ismi zatın, Hazret-ül Cem ismi Rahmanın mazharıdır. Cem celâl hali, Hazret-ül Cem cemâl tecellisidir. Cem vahdete, Hazret-ül Cem Farka işarettir. Cem batının izharı, Hazret-ül Cem sırrın zuhurudur. Bu bakımdan ikisi birleşmedikçe kemâl olmaz. Kul önce Allah'a seyreder, böylece varlıkdan soyunur. Allah'da seyreder. Bu şekilde Hak'dan başka bir yol, şey olmadığını şuhud eder. Sonra da Allah'dan seyrederek sıfatların, fiillerin tahakkuku gerçekleşir. Yani Tevhidi Efal ile Allah'a seyreder. Cemmül Cem ile Allah'dan seyreder. Ilk başlangıca gelmiş olur ki kişi o halde arif ve kâmildir.

Seyyid Muhammed Nurül Arabi'nin sistemleştirdiği tevhid akidesinin üç ruhsal yükseliş ve üç ruhsal iniş mertebeleri ile birlikte altı makâm ya da altı derstir.

Cemmül Cem'den sonra Ahadiyet denen bir makâm. O yücelerin yücesidir. Ve Hazreti Muhammed'e tahsis edilmiştir. Anlatılmaz söz ve tarife sığmaz. Bu bakımdan Tevhid Cemmül Cem ile tamam olur. Bu yerde Hz. Muhammed Mustafa SAV "Ben de kulum, sizin gibi yerim, içerim" buyurmuşlardır.

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz. Çağın koşullarına uyan bir din anlayışı ve islam inancının gerçek yönünü ortaya koymak ve onu asırlarca uğradığı hurafe demogojilerinden soyutlamak için çabalamış ve muvaffak da olmuştur. Bunun akabinde yirminci asrı hazırlayan bir müceddit olmuştur. Ve ilmi de, hurafe ve karanlığın yerine koyarak gerçek dönüşü gerçekleştirmiştir. Hümanizmin batıdan çok kendi bünyelerinde ve dini inançlarında mevcut ve gerçek olduğunu göstermeyi başaran bu mümtaz insan olmuş, insanlığa yeni bir ufuk açmıştır.

SEYYİD MUHAMMED NURÜL ARABİ HAZRETLERİNDE MEVHUMLAR

Hazreti Pir'de Vahdeti Vücut; Seyyidin vahdeti vücuda kail olduğunu söylemek ne kadar mümkün ise, onun vahdet anlayışına yenilik getirdiği ve vahdeti vücut anlamındaki yanlış anlamlar üzerinde ısrarla durduğu ve Ahkâmı Muhammediyeyi büyük bir sevgi ve saygı ile kurduğu o kadar gerçek ve o derecede yaygındır. Şeyh-ül Ekber'in dediği gibi Tasavvuf ve Tevhid yolunda insanlar üç tavır üzerinedir. Bir öz be öz batını olur. Veya iki öz be öz zahiridir. Ya da üç Şeriata ayak uydurur. Şeyhül Ekber'e göre öz be öz batını olanlar tevhidin tecrit edilmesine, yani mücerret hale getirilmesine neden ve kail olurlar ki sonucu şeriat hükümlerini işlemez hale getirir. Dini akidelerin yıkılmasına yol açar ve kişi Allah'ın irade ettiği şeylerden yüz çevirir. Dini akaidlerin yıkılmasına yol açan ve kötülükleri mübah kılan bu anlayış ve idrake karşı koyan Şeyhül Ekber sırf bu nedenler ile batınılığı reddeder.

Keza Şehyül ekber zahiriliğe de karşıdır. Muhiddini Arabi Hz üçüncü yol veya üçüncü tavır olacak hale gelince bu hal şeriata bağlılık ve hikmet üzere olmaktır. Bu yol saadet yoludur. Seyyid Muhammed Nurül Arabinin Şeyhül Ekber'e bağlılığı o kadar ileridir ki; " Muhiddini Bederettin ettiler ihyayı din" sözünü söylemekten kendini alamamıştır. Onun yolunda giden Seyyid Muhammed Nurül Arabi'de aynı şekilde ilme büyük değer verir ve tasavvufi felsefi bir sistem içinde adeta yeniden kurar. Çünkü akıl ve fikir yalnız insana mahsustur. Insana Allah'ın keremi lutfudur. Onun içindir ki Seyyid tevhidi tarif buyururken daima ilim ve kuvası ile sözünü kullanır. Onun vahdeti vücud inanışı öte yandan kalbi tûluatı büyük bir yakınlık duyar ve kalbden gelen varidatı akılla gerçeklerden daha doğru olduğunu söylemekten çekinmez. Zira bütün islam velilerinde bu yön realite ile verite arasındaki ilişkiler ve gerçeği bilmekteki üstün niteliklerdir. Ve akıldan gönüle geçebilme hüneridir. Insanlık bu gizli sırları anlayamaz. Çünkü anlayan susmakta ve sır daima perdeler gerisinde kalmaktadır. Tasavvufun güzelliği de bu anlatılamayan haldir. Onun için Vahdeti vücut çok veli tarafından yasaklanmış ve halka anlatılamayacağı savunulmuştur.

Seyyid Ahmet El Rufai vahdetden söz etmeyi tamamen yasaklamıştır. Aynı tavır Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretlerinde de vardır. Çok müteessir halde evine dönen Seyyide bir gün eşi bunun nedenini sormuş, Seyyid Hz cevaben; "Ben üzgün olmayayım da kim olsun. Biraz önce ihvanın kahve köşelerinde konuştuklarını duydum. Ben onlara bir sır verdim, onu gizlemeleri gerekirken kahve köşelerinde onu dağıtıp durmaktalar."

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz nin Vahdeti Vücudu üç mezhep üzerinedir.

Birinci mezhep; Mezhebi avamdır ki onlara göre bu vücut Hakkın vücudundan gayrıdır.

Ikincisi; Havas makâmıdır ki onlar da bu vücudu Hakkın vücudunun zıllı (gölgesi) addederler.

Üçüncüsü; Mezhebi Asfiyedir ki bu mezhepte vücut aynı Hak-aynı vücudu Hak'tır. Zıllı değildir. Bu bila Salâ Seyyidül Mürselin'in makâmıdır. O sebepten gölgesi yere arza düşmedi. Ondan başkaları bu makâmda onun kademi üzeredir.

Vahdeti Vücudu anlamak çok zordur. Bunu en güzel ifade eden Hasan Lûtfi Şûşut; "Biz panteist değiliz" Vahdeti Vücud panteizm değildir. Allah birdir. Birden başka yegane olan birdir. Siva parıl elden gelir. Bir bakışta hem var hem yoku görmektir. Vahdet derken bize panteizmin bir düşünce, vahdeti vücudun ise bir anlayış, yaşamla beraber olan bir inanç olduğunu ispatlar. Vahdeti vücudun anlaşılmadığı bu yüksek inanç ve tefekkürü idrakın çok zor olduğu ve sözden öze ait bir keyfiyeti ifade eylediği için vahdeti vücüdu panteizm ile karıştırırlar. Panteizm ise Allah'ı dünya ile özdeşleştiren bir felsefe sistemidir. Panteizmde tanrı kavramı dünya ve madde ile birlikte düşünülür.

Vahdeti vücutçular da Hak'kın vücudundan başka vücut kabul etmediklerinden ikisini de aynı manâya geldiği sanılır. Oysa vahdeti vücut Panteizm değildir. Bir idrak halidir va ahadiyet ihtiva eder. Bir matematik profesörü sohbette tabiatı Allah olarak gördüğünü ve bunun vahdeti vücut olduğunu söylemişlerdi. Ben de kendilerine şunu sordum; "Üstat tüm rakkamlar hangi rakkamdan türer" cevaben " Birden türer" dedi. Bu defa kendilerine " Bir rakkamının nerde olduğunu" sordum. Yani kare kökü üzerinde durmak sureti ile birin kare kökü üzerinde (içinde) bir olmadığını sorunca çok zeki ve kültürlü bir kişi olan hoca bir rakkamının hiçbir rakkamda olmadığını sadece birin kare kökünün bir olduğunu teslim ve ifade ettiler.

O zaman kendilerine Vahdet anlayışımızı şu şekilde ifade ettik. "Bütün rakkamlar birden türer amma hiçbir rakkamda bir yoktur. Bütün varlık da Allah'dandır. Ama Allah hiçbir esmada yoktur. Allah bu görünen değil, bu görüntüyü var eden kayyumiyet halidir." Bu nedenle Peygamber " Mümin gaybe imân edendir" buyurdu. Madde ile Allah'ı birleştirmek iki ayrı varlık kabul etmektir. Kul ile Rabbı ayrı ayrı düşünmek şirk ve bu sebeple İsmail Hakkı Bursevi Hz " Vahdet kesretin zevalidir. Yoksa Rab ile Abd ittihadı değildir" dedi.

Büyük mutasavvuf Gavs-ül Azam Seyyid Abdül Kadir Geylani; "Alimin şeytanı âlemi mülktür. Arifin şeytanı âlemi meleküt, Vakıfın şeytanı âlemi ceberrüttür, bunlardan geçmeyen herkes indimizde metrüttür" diyorlar ki bundan büyük vahdeti vücut tarifi olur mu? Ancak bu sözlerdeki ilâhi hikmeti anlamak için İhlas suresini bilmek, idrak etmek ve onunla hal olmak gerekir, felsefe yapmak değil. Fena ve bekâ, ahadiyet ve vahidiyet hakkında bir hal ve idrakımız olmadıkça velilerin sözlerini maâzallah yanlış anlayıp küfre ve şirke düşüleceğini hatırlatarak Seyyid Muhammed Nurül Arabi'nin halifelerinden Hacı Faik Beyin bazı suallerine vermiş olduğu cevaplar vahdeti vücut ve varlık hakkındaki görüş ve sistemini yansıttığı için bir nebze bu eser üzerinde durarak bazı cevapları naklediyoruz.

Hakikât vücudu vacibin zıddındandır ve misli yoktur. Filhakika cümle mevcudat odur. O kendi zatı ile kaim ve mevcuttur. Bu umum ehlullahın sözü ve makbulüdür. Zira bunu belâda mezkür olan ayeti ilâhiye ile Cenabı Hak beyan eylemiştir. "KulhüvAllahü Ahad Allahüssamed Lem yelid velem yuled Velemyekünlehü Küfüven ahad"

"Leyse kemislihi şey'en ve hûvessemiûl basır. Hüvel evvelü vel ahirü vezzahirü vel batını ve hüve bi küllü şeyün alim küllü şeyun halikûn illâ veçhe" Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz gerçekten samimi bir vahdeti vücutçudur. Ahkâm ve şuhud ile birlikte.

Allah'ın sadıkları; gayrı görmez hep Hak görür. Ancak bu hale ermenin yolları, eğitimi vardır. Seyyid meratibini ikmal etmemiş kişinin vahdeti vücudu anlayamıyacağına kaildir ve onlara vahdetten bahsedilmez zira vahdet bir haldir, duygudur. Bilgi değildir. Vahdeti vücudu felsefe veya bilgi olarak mütalâadan kaçınmak gerekir. Bunu bir din kuralı olarak ortada konuşmak yanlıştır ve insanı şirke düşürür. Onun için irfan tahsil etmeden vahdet anlaşılmaz ve vahdet irfan ehlidir. Onlar ise sadıklarıdandır, ayrı görmezler. Her nereye nazar eyleseler Hak'kı müşahade ederler.

Seyyid diyor ki; "Seyri sûlûk hikmeti ile tevhid zata varınca, vasıl olunca, fenayı tam olur. O halde iradeti kendinde zahir olan cemi sıfat ve müessireyi Hak Teâla Hz'ne nisbet eder. Kendinde bir şey görmediği gibi nisbet dahi etmez. Sadık gayrullah görmediğinden dayanması Hak'dan gayrıya yoktur. Arifin kendiliğinden hevli, kuvvet ve ihtiyar, kudret ve hareketi yoktur. Kâffesi Hak'kındır. Tecelliyatın zuhuru olur, vücudu olmaz" çünkü Hak'kın vücudundan vücudu yoktur.

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz Vahdeti vücudu arifler için düşünür. Tevhid sözlerinin de kahve muhabbeti olmadığına inanır. Seyyidin vahdet-i vücut hakkındaki Hz Ali'nin nutkunu şerh ederken söylediği sözlerle bağlamak herhalde en ilmi tertip olacaktır.

Karın vücudu suyun vücududur. Başka vücudu yoktur. Halk dahi böyledir. Vücutları Hak'kın vücududur. Müstakil vücutları yoktur, zahir olan kar, su gibidir. Yani hakikâtte ve nefsil emirde kar suyun vücududur. Ancak su soğuk hava ile kar suretinde görünür. Su namı gizlenip kar namı zahir olur. Nefsül emirde şeyi vahi vahittir. Halk olan şeylerin cümlesi Hak'kın zuhurudur. Her suretle cilvegar olup ol cilveleri halk namında oldu, nefsül emirde zatı ilâhiyeden gayrı zat yoktur. Cümle halk namıyla olan cilvesi ve zuhurudur. Kar ve su ahkamı zahirde birbirine mugayyirdirler. Su ile taharet olup kar ile olmaz. Hatta kardan başka su bulunmaz ise teyemmüm caizdir. (eritecek bir şey yok ise) Karın vücudu teyemmüme mani olmaz, lâkin suyun vücudu müstakili yoktur ki ona itlak oluna. Kezalik zahirde ve namda Hak'kın cilvesi olan halk zatı Hak'kın gayridir. Zira zattan gayri zat yoktur. Ona Hak itlak oluna. Velhasıl kar suyun mezahiri ve sureti olduğu gibi. Halk dahi Hak'kın mezahiri ve cilvesidir. Lâkin halk Hak olunamaz ve maduma itlak olunmaz. Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat ile zahif ve fani badehu zatı Hak müsahade olunup Hak nazarıyle sûluk ile halk fani ve Hak baki olduğunu müşahade kılınıp cümlesi Hak zahir olur. Velâkin sûluku tevhid olmaksızın halk itlak demek küfürdür.

Seyyid Hz. Şerhi Nutku İmamı Ali'de buyurdu ki; " Halka Hak demek ve nazarında halkın vücudlarını var müşahade ve mülahaza etmek mahaza itlakları mücerret küfürdür." Firavunun "Ene Rabbi kûmûl alâ" demesi gibidir.

Seyyid Efendimiz de sorumlu olduğumuza temas ederek İnsan-ül Rahman şerhinde şöyle der. "Muktezaya rıza göstermek farz değildir." Mesela hakimin oğlu sır get eylediği zaman hakim kazai ilâhiyenin hükmüne razıdır. Amma muktezi olan şerre razı değildir. Seyyid Muhammed Nurül Arabi irade ve ihtiyari meselesinde insanları iki kısma, guruba ayırarak mütâlaa eder ki halk ve ariflerdir. Arifi billâh için iradei cüziye, halk için ise iradei külliye söz konusu değildir. Meratip ve tevhid sisteminde hal ve tavrın önemine inanan Seyyidin bu ayırımı da idrak menzilleri ile ilgilidir. Ona göre halk için iradei cüziye asıldır. Irade benliğin tezahürü olmakla ceza ve mükafata muhataptır.

Daima kötü ve fenaya müteveccih olabilir. Nefsini ortadan kaldıran Efal, Sıfat ve vücudunu Hak'ka vererek Fena fillâh olan için iradei cüziye yoktur. Nefsini aşmış, varlığını Hak'ka vererek Hak'kın varlığı ile var olan yüce Peygamber Nebii Mükerrem'e Cenabı Hak Kur'anı Kerim'de şöyle hitap eder; " Attığında sen atmadın, lâkin Allah attı" Seyyidi çekemeyenler kendisinden şikayetçi olurlar. Istanbul'a çağırılır. Şeyh-ül İslam'ın huzurunda sorguya çekilmek ve din adamları ile konuyu tartışmak üzere gelir. Seyyid, hükümdarın tesbit ettiği şekilde Şeyh-ül İslamın reisliğinde iradei cüziye, iradei külliye üzerine neyi nasıl düşündüğünü cihet ile biz de olayı aynen nakletmekle yetineceğiz. Seyyidin İstanbul'a çağırıldığı vakit başta Sultan Abdülmecit vardır. O Osmanlı Padişahları içinde kültürü, bilgisi ve yenilik taraftarı hüviyeti ile özel bir yer eder.

1848 yılında sarayda tiyatro ve senfoni orkestrası verdiren ileri görüşlü Abdülmecit Şeyh-ül İslamı çağırarak Seyyidin konağında ağırlanmasını, toplantının yapılacağı yerde kendisinin de bulunacağını ancak bundan hiç kimsenin haberinin olmamasını hatırlatır. Irade ve isteğini bildirir. Irade eder ve toplantı yapılır. Devrin bütün bilginleri bu toplantıya çağırılır. Seyyid de toplantıdadır. Olayı anlatan Seyyidin halifesi Hacı Maksut Efendidir. Söz Allahın sıfatlarından başlamış sırası ile Kudret, Hayat ve İlim gibi sıfatlardan sonra sıra İrade faslına gelmiştir. Burada Seyyid; " Allahın bütün sıfatları insanda cüzi de olsa vardır. Böyle olunca cüzi iradeninde de insanda bulunması lâzım gelir. Fakat huzurda bulunanlarda irade olmaz" der. Dinleyenlerin acaba bir misal ile açıklayabilirmisiniz demeleri üzerine Seyyid bu kerre keşfini göstererek; " Bakınız biz şimdi Padişahın huzurunda bulunuyoruz, şahsi irademize malik değiliz, irade onundur, bize gel der kalkıp geliriz, çıkın derler gideriz. Böylece irademize malik değiliz. Ne zaman huzuru şahaneden çıkarız o zaman irademize malik oluruz. Ehlullah ise her an Allahın huzurundadır. Bu sebeple onlar asla iradelerine malik ve sahip değillerdir. Daima Allahın iradesi ile hareket ederler. Huzurdan asla ayrılmazlar ki iradelerine sahip olsunlar" demiştir.

Padişah Abdülmecit Seyyid Hoca Muhammed Nurül Arabi'nin irade hususundaki bu açıklamasına hayran kalmış ve yine davet edildiği gibi incitilmeden memleketine dönmesine Şeyh-ül İslama rade etmiştir. Itikadı sahih budur. Küfür vesaire abdin istidadına tabi olan meşiyetle zahir olur. Seyyid Muhammed Nurül Arabi irade ve ihtiyar meselesinde insanları iki gruba ayırarak mütâlaa eder, bunlar halk ve ariflerdir.

Arifi billâh için iradei cüziye, halk için ise iradei külliye söz konusu değildir. Meratip ve tehvid sisteminde hal ve tavrın önemine inanan Seyyidin bu ayırımı da idrak menzilleri ile ilgilidir ona göre. Mahmut Sadettin Bilginer bu arada iradenin tarifi üzerinde durur ve şöyle der; "İrade birdir bölünmez, cüzi irade külli iradenin aynıdır" sıfatı subutiyeden biri olan irade Allah'ın sıfatlarından biridir. Zira bu sıfatlar insanın kendisine ait olsaydı mesela hayat sıfatına sahip olsaydı ölmesini istemezdi. Yok olmasını hiçbir vakit istemezdi. İlim sıfatı da kendisinin olsaydı herşeyi bilir, hiçbir şeyde cahil olmamayı başarırdı. Irade ve kudret kendisinin olsaydı her ne isterse ol demesi ile oluverirdi. Bu olaylardan anlıyoruz ki veliler her zaman hakla beraberdir. Ve onlar için iradei cüziye olmayıp, iradei külliye vardır. Kendine izafe eden kimseler için ise sadece iradei cüziyeden bahsedilir ki iradei cüziyenin temelinde sorumluluk yatar, kula teklif ve tekellüfet vardır. Yani iradei cüziye ilâhi emir ve yasakları, ilâhi teklifi mahiyetinde saklar.

SEYYİD HACE MUHAMMED NURÜL ARABİ'den TEVHİD VE ŞİRK ANLAYIŞI

Seyyid'de şirk anlayışı bir başka anlam taşır. Vücut varlığında kalmak ona göre en büyük şirktir. Hadisi şerif'de en büyük şirkin ve en büyük günahın vücudumuz olduğu beyan edilir. Seyyid insanın efal, sıfat ve zat yani vücudun kendisine ait olmadığını bilmesi zorunludur diyor.

İnsan- ül Rahman Risalesinin şerhinde; şirkin husule gelmesi Efal, sıfat ve zat ve kaffei tesirat Hak Teâla Hazretlerine mahsus iken Abd kendisine nisbet etmesinden olur. Binaenaleyh Ey mahcub bunları kendine nisbet ettiğin halde bunların cümlesi sana şirki hafidir. Sen bu şirkle müşriksin " vela yibeyneleketevhide kel iz ehreçti en keşirki" havi tevhidi sahibi sana beyan etmez. İllâ kendi nefsinden Huruç ettiğinde beyan eder. Demek ki şirkten kurtulma tevhid ile olur. Seyyid , ibadetin zillet ve mahiyettir ve ibadetimiz mahvi zillettir dediğimiz üç şey ile olur. Birincisi ameli sıhhat, ikincisi yekaza, üçüncüsü tevhiddir.

Bundan Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem üç ilimle bahsoldu. Evvela şeriattır. Onunla sıhati hizmet malum olur. Ikincisi reyi tarikat, zikri daimdir. Anınla yekaza hasıl olur. Üçüncüsü hakikâttır. Anınla hicap zail olur. Bu tarikin mürşidi Kur'andır. Ve dördüncüsü Resûlu Ekrem SAV dir. Bu esas üzere sûlûk eden Hazreti Resûlun davetine icabet etmiş olur. Ve dahi mürşidin telkiniyle cümle azai cevahiri zikreylesin. Kezalik cümle makâmatı kat edinceye dek. Velhasıl makâmat yedidir. Tek ölçüsü şeriattır. Tevhid felsefe ilimlerinden bir ilim değildir, tasavvufa ait bir ilimdir. Onun içindir ki Seyyid Hz zikir şuhut ve keşif olmadan tevhidden söz edilemeyeceğini buyurmaktadır.

1-Keşfi misali-Hadisi Şerif 2-Keşfi Şuhudi, Resûlün Cibrili eminden vahiy ahzetmek üzere âlemi melekütte temsil eylediği ve bazı kere tebliği Hz. Cibril âlemi şahadete reci suretinde kaldığıdır. 3-Keşfi ayan, Hz.Ömer Medine'de minberde iken davet fethin göndermiş olduğu müslüman askerlerin halini, Cebel ardındaki küffarın hücüm edeceğini aynen görüp serasker bulunan Hz. Sariye'ye el cebel diye nida etmesi, Hz. Sariye'nin Hz.Ömer'i görüp sözlerini duyması ve küffarı karşılaması gibidir.

Seyyid vahdeti vücuda kaildir. Abdülbaki Gölpınarlı üstat Melâmilik ve Melâmiler isimli eserinde Seyyidin Vahdeti vücutcu olduğunu 264.sahifede belirterek diyor ki; "Seyyid Muhammed Nurül Arabi vahdet hususunda Muhiddini Arabi, Mevlâna, Bedrettini vs gibi Vahdeti vücudun müfrit bir mümin ve mübelliğidir. Katiyen İmamı Rabbani ve peyrevleri gibi Vahdeti şuhuda tenezzül etmez. Bu onun her eserinin ümde ve esasıdır. Filvaki vahdeti vücudda Muhiddin mezhebinde bulunan diğer sofilerden ayrı bir fikri yoksa da diyebiliriz ki bu meseleyi diğer sofilerden daha açık ve daha itirazsız ilan etmektedir.

Diyor ki Muhammed Nurül Arabi'nin her risalesinde esas fikri vahdettir. Ve bu hususta delil aramağa hacet yoktur. Gerçekte Seyyidin eserlerinde vahdeti vücut açıkça görülmektedir. Seyyid hiçbir zaman materyalistlerin anladığı bir vahdet fikrine iltifat etmez. Islam inancındaki vahdeti vücut fikri materyalistlerin anladığı şekilde değildir. Islami vahdetçiler hiçbir zaman panteist olmamışlardır. Onun içindir ki Seyyidin tevhid anlayışı ikilikten ve şaşılıktan kurtulma anlamındadır. Hak'kın azamet ve saltanatına mutlak tabiiyettir. Ve her zerrede onun saltanat ve kudretinin inkişaf ettiğini bilmektir. Allah'ın emirlerin tutup nehiylerinden kaçınmak için akıl iyidir ve zorunludur. Ancak Allah'ı idrak etmek ve ilâhi marifete nail olmak akılla mümkün değildir. Çünkü akıl bu vücut varlığı ile mukayettir ve mahlûktur. Bir yere kadar rolü vardır. Onun için Seyyid şöyle buyurur; "Hükama akıl ile Hak'kı bilmek dilediklerinden aklın kabul ettiğine tabi oldular."

Mezhebi selasede aklın nihayeti kıyas olduğundan delalatte kalabilirsin. Ahireti dahi akıl ile talep edersen hayi kesret ve gayriyet dal ve mudil olursun. Seyyid Hz.leri eserlerinde aklı cüz ve aklı külden söz eder. Ve aklı kül'ün asıl olduğunu kabul ettiğini söyler. Arifler aklı kül ile beraberdir. Ve anlar cüzi irade ile hareket etmezler. Çünkü kendi vücudu ve varlıkları yoktur. Hak'da fanidir. Ve fenafillâha erişmişlerdir. Seyyidin burada bahsettiği aklı kül Allah'ın irade kudreti ilâhisidir. Aklı cüze gelince o da gaflette bulunan kişi sosyal ünite olan insandır. Aklı maaş, aklı kül diye bir ayırım yapmıştır.

Seyyid Hazretleri de İslam velileri de Adem üzerinde çok durmuşlardır. Muhiddini Arabi Hz. Mekke'de rastladığı bir Kutupla konuşurken ona yaşını sormuş ve aldığı cevapta tarihini bildiği Adem'in çok yeni olduğunu ve ondan evvel 150 Adem zuhura geldiğini anlatmıştır. Bunun gibi pek çok veli ve pir menakibin de Ademin ne ilk Adem ne de Hz Adem sonuçtur. Seyyid buyurur ki; "Her doğan kişi Adem'dir. Ademiyetini anlayan Hak'ka kul olur, kulluk idraki ise yokluktur. Efal, sıfat ve zat yani vücudun kendine ait olmasıdır. Ademiyet sırrı anlaşılırsa ikilik kalmaz ve ikilik sözü gelmez, o zaman da ittihat olmaz."

Risale i Fit Tasavvuf isimli eserinde Seyyid Muhammed Nurül Arabi Bakara suresi üzerinde durur ve adem ile şeytanın meselesi için bize geniş açıklamalar yaparken mevhumların derinliğine, batına bakmamızı da istemektedir.

Risale i Fit adlı eserde Pir Hz. yine bu konuda diyor ki; " Adem tarihin derinliklerinde yatan kutsal adem değildir. O bize bu günü anlatmakta her doğanın bilhassa insanın esfele safiline itilmesi olayı üzerine gelerek işaretini vermektedir. Insanın insanı bulmasıdır. Ve mahlukiyette geçişi sağlayıp adem olduktan sonra da kavuşmasıdır."

Seyyid Hz. göre Adem varılması gereken büyük bir hedeftir. Kişiyi Ademe eriştiren Fena ve Bekâ'dır. Adem toprakla su birleşmesinden ibarettir. Toprak fena, su bekâdır. Fena ve bekâ ehli olmadıkça adem bilinmez. Ve bu idrakta olmayana adem denmez. Adem varlığı giyince Cennet'ten kovulur. Yani vahdetten kesrete itilir. Vahdeti zevk etmek ise yokluktur. Daha geniş bilgi Melâmiliğin Tarihi Gelişimi isimli eserde 241. sahifede bulunabilir.

SEYYİD MUHAMMED NURÜL ARABİ'NİN ESERLERİ ARASINDA GEZİNTİ

Seyyid Hazretleri mevcudatın bir görüntü olduğuna kanidir. Varlığın müstakil vücutlarının olmadığını şöyle beyan etmektedir:

"Onlar Kara müşabihtir. Vücudi müstakilleri yoktur. Zira karın vücudu suyun vücududur. Başka vücut yoktur. Halk dahi böyledirler. Vücutları Hak'tır. ENTE halbuki sen, ya Allah Hak Teâla'ya hitaptır. Halkın vücutları ve zuhurları için (El mâ ellezi hüve tabî-î) yani zahir olan kar su gibidir. (Ma el selcetî fi hakikâte) yani hakikâtte ve nefsül emirde kar suyun vücududur. Ancak su soğuk hava ile kar suretinde görünür. Su namı gizlenip kar namı zahir olur. Nefsül emirde şey'i vahittir. Halk olan şeylerin cümlesi Hak'kın zuhurudur. Her suretle cilvegar olur ol cilveleri halk namında oldu. Nefsül emirde zati ilâhiyeden gayri zat yoktur. Vahdeti vücut inancını ve izahını yapan Seyyid Hazretleri Tevhid tedrisinin gereğini Şerhi Nutku İmamı Ali isimli eserinde açıklarken Ahkâmı ilâhiyeye itaâtkâr ve erkâna saygılıdır."

Kezalik sûlûki tevhid ile Hak Teâla tenbih buyurur. Ey Lîyahîdûn cümle halkı fani etmek gerekir. Tevhidi Efal, Tevhidi Sıfat, Tevhidi Zat ile halk zahip ve fani badehü zati hak müşahade olunup Hak nazarı ile sûlûk ile halk fani ve Hak baki olup müşahade kılup cümlesi Hak zahir olur. Ve lâkin sûlûk tevhid olmaksızın halka Hak demek küfürdür.

Neûzûbillâhi Teâla kale Ali RA "el cemi bila fark zındı katül" Fark bile cem şirk. Taifeyi betasûyûn kendilerini nisbet eden mülahaza ile bila sûlûk tevhidi halka Hak demek ve nazarlarında halkın vücutlarını ve müşahade ve mülahaza etmek mâahaza itlakları mücerret küfürdür. Firavunun "en Rabbikum alâ" iddiası gibidir. Allah'ın ahkâmına "an kotnet lî şeythiilrecim" iddiası gibidir.

Bu makâmı cem ve hazret-ül cem ruh ve kurbu feraiz tesmiye olur. Bu makâmda " enel Hak" caiz olur. Fakat bu sırrı faş caiz değildir. Mansur İbn-ül Hallac bu sırrı ketme sabrı kalmayıp "enel Hak" sırrı zahir faş oldu. Kendi katline dua okudu. "Tecematel ezdadi fi vahit lâfahi selasete enhû saati" yani bu makâm hazreti cemîde efal, sıfat ve zat Hak'la kaim olduğu müşahade olunur. Beyinlerinde zıddıya sabit olur. Mesela evvel, ahir, zahir, batın mutu ve mani olur. Mükani gayrıları esma ve sıfata yani Hüsnü Cemâl ve zatı vahit olan Hak Teâla Hazretlerinin cilveleridir ve sıfatlarıdır. Bu makâmı cemmül cem'de yani efal zahir, zat Hak'la zahir olur. Mahaza zıddıyet vardır. Su ve kar, hacer ve şecer, hayvan ve nebat ve gayrileri gibi, velâkin cümlesi.

Sıfat ve efal ve zat Hak'la zahirdirler. Müstekilleri yoktur ve zuhurları aynı zuhuru Hak olduğunu "fihi seasete ve hüve anhi saatih" davud mısra ile dahi işaret eyledi. Yani cümle sıfat ve efal gerek mani ve gerek süvari Hak'kın mezahiridir. Cümlesini Zat-I Hak'ka nisbet edip fani ve batın olur. "Ve hüve ankû saatî" yani o mezahirden zahir ve batın Zatı Hak'dan gayrı yoktur. Görmezmisin ki aynaya nazar eylediğin halde ayna kaybolup ve suret nazar olur. "Hatta macaalellahe meselen ruhetel mezahir ikel mirat" eseri varit "ve sallallahü alâ seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi"

Demek ki cezbe ve hal içinde bulunan insan "enel Hak" sırrına agâh olursada bu sırrı açıklamak ve faş etmek şeriata aykırıdır ve yasaktır. Eğer arif bu sırrı açıklamışsa suç işler ve kendisine şerî hüküm uygulanır. Nitekim Hallâcı Mansur "enel Hak" dediği için ölüme mahkum edilmiştir. Her hal bir makâmın, bir aşamanın ifadesidir. Esasen Hz Seyyid makâm ve hal konusunda çok dururlar. Mürşid-ül Uşşak isimli eserinde Pir Hz şöyle buyurur:

"Makâmat yedidir, üçü makâmı fenafillâh , dördü bekâbillâhtır. Bu makâmlar ile zevk olunur, bu makâmlar yedidir.

Evvelki Tevhidi Efal, Fenai Efal ve Tecelli Efaldir. O makâmda salik hissen, aklen ve hayalen idrak eylediği efali Hazreti Maşuka raptolup maşukunu zikreder. Istiğrak hasıl olacağı hatta bir kimse onu hızb etse ol hızbi maşuka nisbet edip gayriye nisbeti olmaya. "La faile illâllahü" netice zahir olur. Gafil olmaya.

İkinci Tevhidi Sıfat, Fenai Sıfat ve Tecelli Sıfat'tır. O makâmda salik hissen ve aklen ve hayalen idrak eylediği sıfat i ile Hak'ka nisbet edip ol sıfat ayinesinden Hz Maşuka rapt edip Allah'tan istiğrak hasıl olur. Bu makâmın rabıtası "La mevsufe illâllah" tır.

Üçüncü Tevhidi Zat, Fenai Zat ve Tecelli Zat'tır. O makâmda salik hissen ve aklen gerek efal, gerek sıfat ve gerek zat aynalarından vücudullaha raptolup vücudu Hak olduğunu mülahaza ede. Istiğrak neticesi hasıl olur. La mevcude İllAllahü neticesi zahir olur. Hatta bu kesret nedir sual etsen cevap vermez badehu sahva (açılma) gelip makâmı bekâbillâha vasıl olur. Ol vakit Hazreti hamasei ilâhiye olan Hazretül gayp zati, hazreti lahût sıfatı, hazreti ceberüt esmai, hazreti meleküt erbai, nasût ilmi şahadeti. Dünya bu cümleleri birbirinin mezahiri olmak müşahade eser ve hülül ve ittihat yoktur.

Bu aynel yakin dörttür. Evveli, vahdeti, şuhudu galip olmak. Buna makâmül cemi derler. Bu makâmla hadisi varid oldu " iza takrebû ila abdi bin navafil ehiyet fe iza ahiyet semai ellezi li semih bihi ve basarüllezi yentük biha ve yedelleti bibatşi ve ricale yemşi biha innAllahe yekülü alâ bilisane abdi semiAllah limen hamde" varit oldu. Bu makâmda "mere eyte şeyen illâ vereytAllahe" iknci kesret mezahirdir. Şuhut galip olur. Buna Hazreti makâmı cem ve seyri mahbubi derler. Bu makâmda lisani mereeyte şeyen illâ vere eytallhe bi hamdi üçüncü hem kesreti mezahiri hem vahdeti mezahiri ikisi ile müşahade olunur. Buna makâmül Cemmül cem ve kabagavseyn derler. Bu makâmda innAllahe yekülü alâ lisani (abde) varid oldu. "maareyte şey'en illâ reevtallae maâ" Dördüncü vahdeti kesreti ayni vahdet müşahade eder. Bu makâm Ahadiyet-ül cem ve ev edna makâmıdır. Bu makâmda " maâ rameyte iz rameyte vela kinnAllahe rema" varid oldu. " Maareli ahe illâllahe" badehü imânı tahkiki olup hakkel yakine dahil olur.

Hakkel yakin bir makâmdır ki ona makâmı temkin ve makâmı hitam ve makâmı ahadiyet derler. Ve bu makâmda ne vahdet ve ne de kesret belki fani sabiti hitam olur. Ve makâmda lisani "ma arel lahe illâllahtır velhamdüllillâhi alâ tevfika" makâmlar burada beyan olunur. Makâmı tevhid efale cem mezahirde görünen ve kendi vücudunda cemi azanın efal ve hareketi bil külliye Hak'ka verip Hak hareket ettirir demeyi mülahaza ve müşahade ederek bu makâmda zevk hasıl olur. Makâmı tevhidi sıfatta cemi görünen ve işiten Hak'tır. Böyle mülahaza ederek bu makâmda zevk hasıl olur. Makâmı tevhidi zat efal ve sıfat belâda tasrih olunduğu veçhiyle zattan huruç gerek efali ayni ve gerek esma ve cemi sıfat geldiği zattandır. Böyle mülahaza ederek zevk hasıl olunur.

Makâmı cem bil külli sıfat ve zat bunların küllisini Hak'dan gayri görmemek veya küllisini Hak görüp mülahaza zevk olunur.

Makâmı hazretül cem Hak Teâla'ya nispet olan efal ve asarı ve müessiri Hak Teâla ile yek nazarda müşahede eder. Imdi gerek mezahirden tefekkürü ve gerek mezahirden vahdetinin tefekkürü ve zahir ve batın.

Ikisi mülahaza ve tefekkür ederek zevk olunur. Makâmı Ahadiyetül cem bu zikrolunan bi küllisi zatı Hak'da fani görüp bu makâm tefekkür ve mülahaza ve müşahade ederek zevk olunur. " VAllahû hadî velhamdülilâhi Rabbil âlemin" Makâmlar; hale eriştiren tevhid hakikâtına götüren yollar, ışıklardır. Herbiri bir hakikâte ve bu şehirlerden geçe geçe gerçek hakikâte, gerçek şehre varılır. Bir anlamı ile makâmlar imân duraklarıdır.

Seyyid Muhammed Nurül Arabi insanın kutsi ve nurlu varlığının kabuğunu soyup gönül içini aydınlığa çıkarmak isterken "vücudu, varlık kokusunu almadı" gerçeğini ifade eder. Ve insanın mahiyetini (Ademe) secde öyküsünü tahlil ederek Risalei Fit isimli tasavvufi eserinde şöyle anlatır. "Ne dersek diyelim…"

Seyyid Hazretleri efali ve bize mü'min olmanın şartını çizer. Vahdeti vücudun kolay hazmedilir olmadığını, yiğitlik, hâl ve bilgi işi olduğunu hatırlatır eserlerinde. Nitekim Fatiha suresinin şerhi isimli risalesinde açıkça beyan buyurulur. Makâm görmemiş bir insanın halka Hak demesi küfürdür. Malûm ola ki besmelei şerifde üç isim vardır. Birisi ismi Celâl'dir ki Allah'dır, ismi Zat'tır. Birisi ismi Errahmandır ki ismi sıfattır. Birisi ismi Cemâl'dir ki, errahim ismi efaldir.

Yani bundan malûm oldu ki besmele, ismi Zat, sıfat ve efaldir. Yani tecelli zatı, sıfatı, ve efali ile âlem mevcude olup vücuda geldi. Zat, sıfat ve efal olmayınca bir şey vücuda gelmez. Efal, sıfat mazhari'dir, sıfat, zat mazhari'dir. "errahmannirrahim" yani yirmisekizbin âlemi icad eden rahmet ve imdat eden rahimdir. "malikiyevmmüddin" yevmi kıyamet maliki Allah-ü Teâla'dır. Yevmi kıyamette, yevmi haşir ve neşirdir. Evveli sondur, haberde varid olduğu üzere. "iza matel abde femen kıyamet" yani, kişi öldüğü vakit kıyameti kopar demektir. Ölmek iki kısımdır.

Birisi mevti ihtiyaridir. Mevti izdirari her kişiye olur. "küllü nefsin zaigatülmevt" varid oldu. Yani mevti zevk eder. "mutu kable ente mutu" haberde varid oldu. İhtiyari fenafillâhtır. O taifei aleyelerin haşirleri ve neşirleri dünyada olur. Mevti izdirari darû fenadan darû bekâya irtihalleridir. Bu taife mekân ile mukayyet olmadığı gibi gün ile mukayyet olmaz. Kümmelin olmayanların mevtleri ancak izdirari olup ve onlar iki taifedir. Mümini naki ve kafiri şaki. Mümini taki badel mevt ruhu illiyin ile mukayyet olur. Kafiri şaki ruhu siccin ile mukayyet olur. Lâkin mümini taki tecelli-i cemâlde, kafiri şaki tecelli-i celâlde olur ki mevalide nev feyz ve ahzeylediği sıfata göredir. Ruhları kimi hınzır kimi maymun vech ve kimi akrep kispa yediği sıfatı sencince haps olur ve devri daim ile kaim olanlar tenasüh ve terasuh olur deyu mezhepleri batıldır.

Tenasüh manâsı ruhu insan hal olur(karışır) demektir. Tenasuhiye bedenin hayvana, terasubiye nebata ve madene hal olursa devreder deyu bu kavli taife devriye mezhepleridir ki ona yahudi ve mason derler. Protestan ve gayrılarıdır ve bu mezhebe tebdili meratip ve taayyünat lâzım gelir. Ziyade ömür olmaz diğer beşer olmaz, nebat maden olmaz tavsil lâzım gelir. "iyya kenabüdü ve iyya kenastain" yani Ya Allah senin ile sana ibadet ederiz, ibadetimiz talebi canan ve havfi niran için varlığımızla değildir. "ihdinassıratel müstakim" kâmilin sıratı müstakimi tevhidtir "kulhâzâ siyeri atu illâllahi âlâ basireti inne vemen attebine" Hak'kın fermanı ile sabit olduki mürşid davetiyle olur. Mürşidin şeriat, tarikat, hakikâttan haberdar olması lâzım gelir. "sıratelleziyne enemte aleyhim" ol sıratı müstakim enbiya ve kümmelin (sıratlarıdır) ki tevhidi sıfata Allah'ü vela siva "gayril mağdubi aleyhim" onlar yahudilerdir ki âlem mevcud ve itlak Teâla makul tutanlardır. "veladdalin" onlar nasaradır ki haldir Hazreti İsa ve gayrileri hakkında dedikleri gibi Velahû âlema. Seyyid Muhammed Nurül Tevsiri Fit

SEYYİD HAZRETLERİNİN ETKİSİ VE HALİFELERİ

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz. 19.yüzyılın karanlığını aydınlatan muhteşem bir güneştir. Tarikatların istismar kaynağı şeriat ulemasının korkunç bir gerilik ve taassup bataklığına saplandığı bir devirde Üsküp civarında bir ışık gibi parlamış, tarikat taassubunu yıkmış, islamın sosyal niteliğine dikkat çekmiş bir yüce varlıktır ki izleri asırlara etki yapacak kadar ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş mucizesinde onun izleri açıkça görülmektedir. Örneğin tekkelerin kapatılması ve kılık kıyafet devrimleri tetkik edilirse bu devrim hareketinin liderlerinde Melâmet neşesinin ve Seyyid Hz' izleri açıkça görülür.

Devamlı aydınlarla temas etmiş, Manâstır Askeri Lisesinde altı ay Varidat okutmuştur. Bu ders verişin yanında bu lisenin hocalarını da aynı neşe ile yetiştirmiş ve onlara Melâmeti telkin etmiş, onların arasından mürşitler çıkarmıştır. Bu öğretmenlerin askeri öğrencilere Melâmetin fikir ve ruh yapısını telkin ettikleri ve onlara Seyyid'in anlayış ve fikriyatını intikal ettirdikleri bilinmektedir. Kemalistler de bu neşede yaşamışlardır. Atatürk bu doğrultuda şeyh, köle gibi sözleri yasaklamış ünvanları ve asaletlere ait işaretleri kaldırmış, tekkeleri ilga ederek bu neşeye yani melâmet neşesine sahip olduğunu göstermiştir. Bu fikirler bir imparatorluk üstünde bir Cumhuriyetin kurulmasına vesile olmuştur.

Bu sosyal ve tarihi etki yanında melâmiliğin sistem haline getirilmesi de Seyyid'in bir başka üstün yanı olarak dikkati çeker. O hem büyük bir sosyal varlık hem de kudretli bir mütefekkir ve büyük bir filozoftur. Vahdeti vücut anlayışındaki incelik ve espri büyük bir idrakta olduğuna delildir.

Bu doğrultuda pek çok veli ve mürşit yetiştirmiştir. Bunlar arasında Hasan Fehmi Egede, Hacı Maksut Efendi, Abdükerim Efendi ve Safi Efendi gibi büyük kişiler İstanbul'da Melâmeti yaymışlardır. Ülkenin her şehrine yüzlerce mürşit yerleştirmiştir. Yetiştirmiş ve icazet vermiştir.

Bu büyük insanların sayısı en az 360'dır. Bunların, bu mümtaz kişilerin hayat hikâyeleri koca bir kitap olabileceği hesabı ile kitabımızda ancak pek azının isimleri zikredilebilmiştir. Seyyid Muhammed Nurül Arabi sadece bir Pir değil dini hayata indiren ve dinin vicdan yönünü hayat içinde yaşatan mükemmel bir müceddiddir. Bu iktidardır ki asırlara ve devirlere damgasını vurdurmaktadır.

Niyazi Mısri Hz, İslamda Melâmilik tarihi bel. adlı eserde Muhammed Nurül Arabi Hz lerinin geleceğini (Pir olarak) 116 sene evvel divanında derç etmiştir. Sultan Abdülmecit Han'da Pirimizin talebesidir. (1839 tarihinde) Muhammed Nurül Arabi Hz lerinin Melâmi Piri ve Kutbul Aktabı olduğunu tasdik edenler:

1-Hasan Fehmi Egede 2-Hacı Maksut Efendi 3-Amiş Efendi, Halveti Şeyhi ve zamanın Kutbu sayılırdı 4-Abdulkerim Ruhi Efendi, Rufai Tarikatı Şeyhi idi 5-Seyyid Hakkı Baba 6-Kadir Bey 7-Mustafa Efendi 8-Abdürrahim Fedai, Pirimizin damadı idi 9-Rauf Bey 10-İsmail Efendi 11-Salih Efendi 12-Mahmut Efendi 13-Süleyman Bey 14-Abdülkadir Bey 15-Ali Rıza Basri Bey 16-Hacı Hasan Dede, Mevlevi Şeyhi idi 17-Hayrullah Efendi, Tire Mevlevihanesi Şeyhi idi 18-Ahmet Sâfi Efendi, Rufai tarikatı Şeyhi idi 19-Kemal Efendi, Sümbül Tekkesi Şeyhi idi 20-Vehbi Efendi 21-Elmas Efendi 22-Sıtkı Efendi 23-Topal Recep Efendi 24-Kaymakâm Ahmet Bey, Bektaşi tarikatından gelme 25-Osman Sadi Bey 26-Hariri Zade Mehmet Kemalettin Efendi, Kadiri ve Halveti Şeyhi 27-Bursa'lı Mehmet 28-Ali Rıza Vasfi Efendi, Bektaşi tarikatından gelme 29-Hacı Cemâl Bey 30-İbrahim Efendi 31-Aşık Vasfi 32-Ahmet Efendi 33-Gabi Efendi 34-Yasin Efendi 35-Ali Urfi Efendi 36-Hacı Faik Efendi 37-Kerim Efendi Ve daha pek çok halifesi Melâmiliği neşr ve izhar etmişlerdir. Ve dahi Pir'in en az 360 halifesi vardır. Bir halifesi de İstanbul valiliğinde bulunan Muhiddin Üstündağ'dır.

HACI MAKSUT EFENDİ

Mısırdan gelip Rumeliye yerleşen Arap Hoca namı ile anılan veya Noktacı Hoca namı ile meşhur 3. devre Melâmiliğini yayan Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretlerine kendisinin halifesi Şeyh Ahmet Safi Efendi vasıtası ile tanışmış, az zamanda mürşidinin yüksek teveccühlerine mazhar olmuştur. Pirimizin oğlu Şerif Efendi, damadı Abdürrahim Fedai Hz den tevhid mertebelerini tamamlıyarak bizzat Seyyid Hz'den hilâfet almışlardır. Bir süre pirimizin yanında kalan Maksut Efendi manevi mertebelerin en sonuna kadar yükselmiştir. İşte bu devirde Hulûsi Lehçesi içinde bir çok tasavvufi şiirler bulunan divanlarını yazmışlardır. 1229 yılında (1929) 6 Mayıs günü 78 yaşlarında İstanbul'da Hakimoğlu Ali'yada irtihali dari bekâ eylemiştir. Kabirleri Topkapı Maltepesi yolundaki birinci dünya savaşı sırasında İstanbul'da fransız müstemlekesi müslüman askerlerine ait mezarın az ilerisinde solda set üzerindeki sat üzerinde yatan üç Abdullah Efendilerden biri Mevlevi Şeyhi, ikincisi Melâmilerden Sarı Abdullah şimdiki tabirle vekili reisül küttab Molla Cami hattat Mürefteli Hoca Abdullah Maksut Efendi gibi 3. devre Melâmilerindendir.

Hacı Maksut Efendi iki zata gıyabi hilâfet vermişlerdir. Bunlardan Zonguldak İş Bankası veznedarı iken 1930 yılında vefat eden Hacı Cemâl Bey ile 1938 yılında vefat etmiş olan Ankara'lı Arabacı İsmail Ağa Gül adıyla tanınan zatlardır.

HASAN LÛTFU ŞUŞUT

Hulusi Maksut Efendinin halifesidir. 3. Devre Melâmilerinden Hulûsi Maksut Efendi daima oruç tutarmış. Bu hale çok dikkat eden halifesi ve aziz büyüğümüz Hasan Lütfi Şuşut kendilerine oruç tuttuğunu hatırlatınca " Oğlum halk için tutuyorum" demesi çok manidardır. Ve tüm asırlar boyu riyazatın değerini koruduğuna işarettir.

MAHMUT SADETTİN BİLGİNER

Hacı Bayram Veli Hz'den sonra son devre Melâmi piri Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hz'nin halifesi İmam ve Fatih müderrislerinden Priştinalı Hacı Hulûsi Maksut Efendinin dört evladından en küçüğü olan oğludur. 1909 da İstanbul'da doğmuştur. Babası onu devam etmekte olduğu Davud Paşa sultanisinden alarak Fatih Medresesine kaydettirmek istemiş fakat o yıl çıkan bir kanunla medreselerde öğrenim kaldırıldığından Tophane'deki Askeri sanayi mektebine tesviyeci olarak yazılmıştır. Okulu 1928 yılında iyi derece ile tamamlayarak Ankara'da çalışmağa başlamıştır. 6 Mayıs 1929 yılında (Hicri 1347) zahiri ve batini ilim ve feyizlerini aldığı babasını kaybetmiştir. Sonra Mürşidi olan Hüseyin Şemsi Efendiden tevhidin fena makâmlarını, vefatı üzerine de değerli mutasavvuf Hasan Lûtfu Şuşut Bey'den tekmili makâmat eylemiştir.

1932 yılında devlet imtihanını kazanarak Almanya'ya gönderilmiştir. 1938 yılında ihtisasını tamamlıyarak yurda Kimya mühendisi olarak dönmüştür ve 1946 yılında emekli olduğu Azot sanayiinde ve Sümerbankta çalışmıştır. Bu güne kadar, 10 kadar tasavvufi eser hazırlayıp sunmuştur. 75 yaşını idrak eden M. Sadettin Bilginer Efendi kardeşimizin elindeki Tevhid Risalesi ile Fütuhat-ı Mekkiye'den seçtiği çok önemli bölümler gibi bizlere tasavvuf sahasında yeni eserler sunmasını bekler, kendisine Yüce Allah'dan nice sağlık dolu yıllar geçirmesini dileriz.

Behiç Necati Evliyâzade-Hidayet Risalesi-Fütuhat-ı Mekkiye'den seçmeler adlı eserlerini hazırlayan " Mahmut Sadettin Bilginer" 79 ve 80.sayfadan alınmıştır.

M. SADETTİN BİLGİNER HALİFESİ BOZKURT YILMAZ DALAY HZ.

Doğum yeri: İstanbul Baba adı :Yüzbaşı Ahmet Saib Efendi Meşrebi : Kadiri Askeriye barut depolarında memurluktan emekli, meşrebi Kadiri mürşidi Melâmi mürşidine mûlaki olup melâmi neşesini ahseden Bozkurt Bey, Mahmut Sadettin Bilginer Hz'nin de teveccühünü kazanarak, Velâyeti Kübraya nail olduğunu işaret buyurmuşlardır. Ve dahi, üçüncü devre Melâmi Piri ve Gavsûl azamı Muhammed Nurül Arabi Hz'nin esas tuttuğu zahiren de ispatı olan HÜCCET ini yazdım, buyur al " Allah muinin olsun" Bozkurt Yılmaz Dalay'da hüccetini alarak "Sultanım, ben İzmir iline gitmek istiyorum" der "amma ayda bir olsa dahi Melâmi sohbetlerini ihmal etmeyin" der, ve yine "Allah muinin olsun" diye ekler. Ve Bozkurt Efendi İzmir'e gelir.

Kerim Ağa hanın ikinci katında 22 no'lu odayı kirâlar ve lastik mühür yapma sanatını devam ettirir. İzmir'de 4,5 sene kalır.1985 yılında İstanbul'a gider ve İstanbul'da sanatına devam eder. Adresi: Bozkurt Yılmaz Dalay, Osmangazi Ağaçbekçi Sokak No8/105 Erk pasajı(Türkmen Mağazası karşısındaki Sokak) Kadiköy İstanbul

DAVUD YILMAZ EFENDİ

Doğum yeri : Bayburt,1933 Davud Yılmaz Efendi ilk olarak Altındağ Göçmen durağı mahallesinde ikâmet eden göçmen Hasan Güler Efendi'ye mûlaki olduğunu beyanla şöyle buyurmaktadır. "Tekmil meratib ettikten sonra Hasan Güler Efendiden teberrüken hilafet sunuluş tarihi 28.08.1983 Pazar saat 23.30'da" bilahare, mürşidim Hasan Güler Efendinin hilâfet verme yetkisi olmadığının anlaşılması üzerine " Kalbime bir ukde zuhur etti ve bu ukdeyi izale için birçok melâmi mürşitleri ile görüşüp anlaştım" "evet müşkülün doğrudur" kararını verdiler. Ve Hücceti olan bir Mürşidin benim müşküllerimi halledebileceği kanaatına vardım. Ve durumu Bozkurt Yılmaz Dalay Efendiye arzettim, o da "Hücceti olmayan mürşit çıkartamaz" ifadesini buyurdu. Bu meyanda ben Bozkurt Dalay'a evet dedim, "mülâki oldum" Bozkurt Bey de bilahare "Oğlum Davud sana Hak'dan hilâfet var, buyur al hüccetini ve Allah'ın kullarını irşad et, tecelliyatı Hak'dır" Amin, amin, amin dendi. "Muinin Allah'dır evlâdım, mesleğimiz mesleki Resûl, yolumuz, enbiya, evliyâ yoludur. Tecelli Hak tecellisidir."

SEYYİD HACE MUHAMMED NURÜL ARABİ'NİN SECERESİ

Seyyid Muhammed Nurül Arabi Hazretleri soy itibari ile Seyyidlerdendir. Ve onyedinci batında Peygamber Aleyeyhisselâm Hazreti Muhammed Mustafa'nın torunu olmaktadır. Babası yönünden Hz. Ali KV'nin oğlu Kerbelâ şehidi kutsal Hüseyin'e dayanır. Babası Kudüs civarında bir zaviyesi bulunan Kudüs'lü Şeyh Seyyid İbrahim'dir. Seyyid İbrahim devrinin pek meşhur olan velilerindendir. Ve Şeyhi Bedir Veli'nin oğludur.

Aile seceresi şöyledir: 1-Hazreti Muhammed Mustafa SAV 2-Hz. Ali Bin Ebu Talip KA 3-İmam-ı Hüseyin Bin Ali KA 1-İmam-ı Zeynel Abidin KS 2-Hasan-ül Arûzûl Ekber KS 3-Seyyid Ali KS 4-Seyyid Salim KS 5-Seyyid Mutahak'kar KS 6-Seyyid Yakup KS 7-Seyyid Bedir KS 8-Seyyid Yusuf KS 9-Seyyid Muhammed KS 10-Seyyid Bedir-ül Veli KS 11-Seyyid İbrahim-ül Kudsi KS 12-Seyyid Muhammed Nurül- Mısri-yül KS 13-Seyyid Mahalle-vi yül Bediri-yül Hüseyni KS

SEYYİDİN MANEVİ SECERESİ

Seyyid Hazretleri Nakşibendi tarikatından hilâfet aldığı gibi Halveti tarikatından da hilâfeti vardır. Ayrıca Ekberiye tarikatı, Üveysiye tarikatlarından da hilâfet almıştır. Seyyidin tarikat silsilerinin Melâmi ve Melâmiler isimli eserin 241-42 sayfalarına bakmak gerekir.

1-Nakşiyeden gelen silsilesi (25) 2-Tarikat-ı Aliye-i Şabaniye silsilesi (28) 3-Üveysiye silsilesi (25) 4-Ekberiye Tarikatı silsilesi (14) Seyyidin hilâfet aldığı tarikatlar Hazreti Muhammed Mustafa'ya ve de hepside ona dayanır.

SEYYİDİN MUHAMMED NURÜL ARABİYYÜL MELÂMİNİN ESERLERİ

Seyyidin eserlerini tesbit eden Bursa'lı Mehmet Tahir 46 Risale ve Kitap ismi vermiştir, bunlar;

1-Medis Zehra Ales Selati Kübra 2-El Yakut-ül Hamra Alesselat'is Sugra 3 Mer Cûn Hûsûs Li Şehri Nakşi Fûsus 4 El Letaîfut Tahkikat Fi Şehril Varidat 5-El Envarül Muahmediye Fi Şehri Risalet El Vücud 6-Kenzül Mahfi An Ehli Hicap 7-Müşahedetül Tevhid 8-Risalei Fi Beyanı Hakikât ve Mûcûzat ve Kinaye 9-Kitabül İrşad Fi Mebdai Miad 10-Sırrı Tevhid 11-Etem Şiş alâ Salâtı İbni Meşiş 12-Bûrhan El Sakin 13-Risaletül Mukaddemet Lime Füsûs-ül Hikam 14-Mürşidül Uşşak 15-Şerhül Hakaiki Eşya 16-Eddürrün Nefis Şerhi Selavat İbni İdris 17-Tevsiri Fatiha 18-Kitabid Devair Vel Eflak Fi Beyan Tasarrufat 19-Şerhi Evradı Usbiyye 20-Delili Uşşak 21-Menbain Nurül Fi Rûyetül Resül 22-Şerhi Gazel Hacı Bayram-ı Veli 23-Eddürretül Seniyye Fi Şerhi Risaleti Gavsiye 24-Risaleti Fi Beyan Sıfatı Subutiye 25-Risaleti Tevhid ilâhi 26-Risalei Sulûkû Hakikât 27-Dairetül Vücud Fi Makâmül Mahmud 28-Risalei fi Beyanı Sulûkû Şeriat, Tarikat ve Hakikât 29-Risalei fi Beyanı Kerameti Evliyâ 30-Şerhi Nutku Cenabı ali Vema Helavafittim Sal 31-Risalei İsmailiye fi Beyaı Sulûkû Nakşibendiye 32-Şerhi Ezan-ı Muhammediye 33-Şerhi Risalei Şeyhi Risalâni Dımışki 34-Ecvibetüllazi Meti Fi Meselei 35-Eşşeytaniye Mezur Fil Muhammediye 36-Risaleti Niye Mezür Fil Muhammediye 37-Risaleti Fi Keyfiyete İmani Firavn 38-Hadi-ül Uşşak 39-Tuhvetül Muhammediye 40-Sûre-i Yusuf Tefsiri 41-Şerhi Ayanı Mümkünat 42-Fezaili İmam 43-Tefsiri Sûrei Fatiha 44-Beyan-ı Tecellii El Hak Alel Meratip 45-Sırrı Beyan Elhak'tır.

Bursa'lı Mehmet Tahir Efendinin listesini vediği bu eserler 46 dır. Bununla beraber konuşmaları da olduğu ayrıca işaret edilmektedir. Mehmet Tahir Bey Seyyidin 46 eserini söylerken Abdülbaki Gölpınarlı kitabında Seyyide ait 57 eserin ismini zikretmektedir. Seyyidin eserleri 46 veya 57 değil Melâmiliğin Tarihi Gelişimi isimli eserde 68 dir. Ve dahi daha risaleleri de olduğu beyan buyrulmaktadır.

DÜNYA İÇİN İBADET RİYADIR

Ukba için ibadet eder isen nefsini cehennemden kurtarmak için ve cenette makâm bulmak içindir. Bu da demek ki nefsi içindir. Bunun her ikiside sakat ibadettir, böyle tabir olunur.

İbadette halayık üç mezhep üzeredir. Biri avam, biri ebrar, biri mukarrebin. İbadetin ednası "velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azim" yani; Yarabbi bende kuvvet, kudret yoktur. Senin kuvvet ve kudretinle namazı kıldım. İşte bu ibadetin ednasıdır, ibadetin alâsı abid, mabut ve ibadet sensin demektir. Hatta; "Delilik davasında bulunan çoktur, lâkin yolu bilir delil yoktur" buyuran Seyyid "gerçi her köşede mürşidim diyen çok durur, binde birinin feyzi yok durur"

Âlemi ervahdan "lakad halâknel insane fi ahseni takvim sümme redetnahü esfele safilin" olan alemi şahadete gönderildi. Bu âlemde gurbettedir. Eğer ki seyri ruhani ile aslına uruç etmez ise yani; fena-i efal, fena-i sıfat ve fena-i zat edüp uruç eylemez ise hayvan ve madenden bile aşağı kalır.

Uyan uykudan ey laim Seni aldatmasın dünya Yakanı elinden al kim Seni sonra kılar rusva

"Velekad zeranali cehenneme kesiren minel cinni vel insilehüm kulübün la yefkahvne biha velaküm aynun la yübsirune biha ûlaikel en amu belhûm edellü ûlaike hümül gafilün" yani; biz cehennem için insan ile cinden çok çok halk ettik. Onların gözleri vardır görürler velâkin taş ve ağaç görürler. Hakikât üzre görmezler. Onların kulakları vardır işitirler insan ve bu hayvan sesidir diyerek. Velâkin ses kimindir, çağıran kimdir bilmezler. Ve onların akılları vardır. Velâkin Hak'kı idrak edemezler. Bunlar hayvan gibidir. Belki hayvandan daha delalettedirler. (36) Ulum ilmel yakin, suret aynel yakin, manâyi hakikât Hak'kel yakine işarettir. İlmel yakin, tevhidi efal; Aynel yakin, tevhidi sıfat; Hakkel yakin, tevhidi Zat'tır. Salik bu her üç makâmda birer şarap içer. "ve segâhüm rabbühüm şaraben tahura" mamur ve mütelezziz olur.

Vechin üzre yazılan manâyı Kur'anı gören, eylemez evrak içinde lâfzı Kur'an ile bahs. "Lev enzelne hazel Kur'ane alâ cebelin" İşte bu süverde herneki var ise Kur'anda dahi mevcut, bu süvarde Kur'an okuyan Kur'anın lâfzı ile bahsetmez.

Hayrı ve şerri Allah'tan bilen nefsi şeytandan bahsetmez. "kul kûllû min indillâh" (88) Vechinde yedi Fatiha ayeti yazılmış. Adem'deki ayet-i Hûda'dan haberin var mı?

Fatihayı şerif yedi ayettir. Fatihayı şerifin nısfi Hak lisanından, nısfi halk (abd)lisanındandır. "sıratellezine en'amte aleyhim ğayri'l mağdubi aleyhim velâ'ddalin" yani; "Yarabbi sana ibadet ederiz ve senden yardım talep ederiz bize tevhid yolunda hidayet veresin. Biz yahudiler gibi değiliz. Delalette olan nasara gibi de değiliz" bu kelâm Hak'tır.

"Elham dü lillâhi rabbi'l âlemin"uluhiyeti ile rububiyetini beyan etti. "maliki yevmi'ddin" ile malikiyetini beyan etti olur ki fatihayı şerif Hak ile abd arasında müşterektir. Yani nısfi cemiyeti ilâhiye ile nısfi cemiyeti Muhammmediye ile söylenmiştir.

Sırf içirdi bize vahdet camını cananımız Anın için bir nefes ayrılmadı mestanımız

İşte burada Mısrî Hz. diyor ki; " Biz vahdet camını içtik, bundan murad ahadiyettir. Sair makâmat sırf vahdet değildir.

Cem; Hak zahir, halk batın, hem Hak hem halk var.

Hazret-ül cem; Hak batın, halk zahir, Hak ve halk var.

Cemmül cem: Vahdet taksim iki kısma, zahir batın yani hüvel evvelü, vel ahiri, vez zahiri, vel batın. Yani evvel O'dur, ahir O'dur, zahir O'dur, batın O'dur. Burada zahir ve batın lâfzı var. Ahadiyet oraya gelince ikilikten eser yok, yalnız Hak var.

Hep kitab-ı Hak'tır eşya sandığın Ol okur kim seyri eftan eylemiş

Bu eşya sandığın hep kitabı Hak'tır. Bak Kur'anı Azimüşşandan Cenabı Hak buyurmuştur.. " vetturi ve kitabi mestur, firakin menşur" Tur yüce dağların yücesidir. Kitab-ı mestur'dan murad bu suver bu malûmat firakkin menşur demek. Bu kâinat bütün bir kitaptır. O kitabı tevhid makâmatını seyir eden okur, başkası okuyamaz.

Kenzi mahfi aşikar hep sendedir, Yaz ve kış leyli nehar hep sendedir İki cihanda ne var hep sendedir, Gayre bakma sende iste sende bul

Zat-ı Hak'kı anla zatındır senin, Hem sıfatı hep sıfatındır senin Sen seni bilmek necatındır senin, Gayre bakma sende iste sende bul

Sureti terk eyle manâ bula gör Ko sıfatı bahri zata dalâ gör Ey Niyazi şarka garba dolâ gör Gayre bakma sende iste sende bul Merhaba ya Mustafa en Nurüli ayni asfiya Merhaba ey sahibül miraç fid dacil zülem

Asfiya ehli hakikâtın büyüklerine derler. Sahibül miraç yani miraç sahibi demektir. Hz. Resûl'un otuzbeş miracı vardır. Otuzdördü ruhani bir tanesi cismanidir. Ruhani olması şudur; uykuda iken ruhu teyyibası uruç ederek arş ve kürsiyi seyreder idi. Cismani miraç da; yani recep ayının yirmiyedinci gecesi bir kış günü amca kızı Ümmühan'ın hanesinde misafir iken Cebrail gelip davet etti ve Burağı getirdi.

Oradan bununla Beyt-ül Mukaddese geldi. Enbiyaya istikbal etti. İmam olup iki rekat namaz kıldırdı. Ervahı enbiyaya istikbal etti denildiği sahi değildir. Enbiya cesedi ile idi zira enbiyanın cesedi çürümez. Oradan Sidret-ül Münteha'ya Melaikeye binerek geldi. Orada Cebrail kaldı. Dürrü Ahdar'a bindi, sonra Arşa Refref ile gitti. Önce Hz Resûlullah'ın süver olduğu şeyler bunlardır.

Kaba Gavseyn ev ednasına kurban olayım Ben anın ilmile irfanına kurban olayım

Sümmedena -Seyri İllâllah Fetedella -Seyri Anillâh Fekane kaba gavseyn -Cemmül Cem Evedna -Ahadiyet

Hazreti İsa'nın bil issila makâmı Cem idi ki makâmı hakikâttir. Hazreti Musa'nın bil issila makâmı Hazret-ül Cem'dir. Hazreti Davud'un makâmı Cemmül Cem idi. Vel hasıl Enbiyanın bil issila herbirinin makâmı mahsusaları vardır. Ancak bittabi Makâmı Muhammediye yani Ahadiyete vasıl olurlar. Ve Resûl değil verese dahi vasıl olur.

Hz. Muhammed (SAV) arşı alâya vardığı zaman "Ettehiyyatü lillâhi vesselevatü vettayyibat" dua Allah içindir. Salavat Allah içindir. Teyyibat, güzel olan nesneler Allah içindir. Cenab-ı Hak mukabilinde buyurdu. Tehiyata karşı " Esselâmı Aleyke Eyyühennebiyyü" selavata karşı, Verahmetullah, teyyibata karşı, " Veberaketühü Esselâmü Aleyna ve alâ İbadillâhis Salihin"

Sonra cem-i melaikeler birden; " Eşehdü enlâ ilahe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve habibihu ve Resûluhu" dediler. Anın içün iptida öğle namazı kılındığı vakit her namazın kaidei ve saniyesinde Ettahiyat okumağa emir olundu. An daimdir-Hakikât güneşi Anlam ben gitmezem-ben gelmezem An şudur ki anın gayri münkasım.

Çünkü sene aylara, aylar haftalara, haftalar günlere, günler 24 saate, saatler dakikalara, dakikalar saniyelere münkasımdır. Saniyeden başka varmıdır, yoktur. İşte hakikât güneşi de (An daimdir) Mısrî Efendinin ben anım demiş, ben gitmezem, ben gelmezem. Cenab-ı Hak Teâla Sure-i Kaf'da buyurmuş; "Belhum filepsin min halkın cedid" yani halk her anda münadim olur, mevcut olur. Çünkü Hak'kın her anda bir tecellisi olur. Bir anda iki veyahut iki anda bir tecelli olmaz. Olsa hasılı tahsil olunur. Yok eğer iki anda bir tecelli olursa abes olur. Halbuki Cenab-ı Hak hasıl tahsilden ve abesten münezzehtir. Her anda bir tecelli eder, mevcudat da her anda münadim (yok), olur. Yine vücuda gelir.

Velâkin ehlullahdan gayrisi göremez. Bu ne gibidir, mesela bir çeşme hızla akar, görülür ki kurnada su durur gibidir. Güya hiç akmaz, halbuki gelen su bir dahi avdet eder mi, etmez. Başkası gelir gider. İşte bu onun gibidir.

Usam Akaid şerhinde (haşiyesinde) bu bahsi söylemiştir. Sonra kendisine bir sual varid oldu ki; halk anbe an bahsi cedidde değişmektedir. O halde azap nedir, teklif nedir. Buna hiç cevap vermedi. Cevap bulamadı, velhasıl cevap şudur ki; Anbe an teceddüt eden ahval ve şuunatıdır. İnsanın mertebesi ise sabittir. Çünkü bu mevcudatın suveri Hakkın ehvali ve şuunatıdır. Mesela kâlp her anda bir halde değilmidir. O bir anda iki halde, yahut iki anda bir halde bulunamaz. Teceddüt eden ehvaldir. Kendi tecdit eder mi, kezalik insandaki mertebesi teceddüt etmez. Ancak sureti anbe an teceddüt eder, yani yenilenir.

Anın için Mısrî Efendi buyurmuştur; " Ben ol anım, işte ben ol an gayri münkesim gitmezem" yani münadim, yok olmazam demektir.

Yere göğe sığmayan bir müminin kalbindedir Katremin içinde ummanımdır Allah hu diyen

Cenab-ı Hak hadisi kutside buyurmuştur; " ma vesaani ardi vela semai velâkin veseaini kalbi abdil mümin" çünkü arzda, semada cemiyet yoktur. Her biri birer ismin mazharıdır. İnsan yani halife ise her ismi camidir. Abûl Fetih-il Mûsili Hz. bir anda bin yerde olurdu(zahir olurdu). Bir kerre bir mezbehelede çırılçıplak oturur göründü. Bunu gören kadı gönlünden dedi ki: "Böyle zındığa bir de sıddık derler" Hz. Abûl Fetih dedi ki; " Ey kadı biz her yüzden görünürüz. Sen bana zındık deme, çünkü bu hal benim sıddıkiyetime mani değildir."

Hz. Resûlullah'ın "Utlûbûl ilme velev bissin" yani ilmi tevhidi talep et. İsterse İnsan-ı Kâmil Çinde olsun. Zira tevhidi talep etmek farz ve vaciptir. Enbiya ve dahi evliyâ Hak mazharlarıdır. Efal, sıfat ve zat mazharlarıdır. Cenab-ı Hak her an bir şendedir. Her şen ise Nur-u Muhammedi'dir. Çünkü Nur-u Muhammed her şeyle camidir. Bu âlem onun şerhi ve tavsilidir. Her şen ve her tecelli Nur-u Muhammedi'dir.

EHLİ ZAHİR

Tevhidi "La ilahe illâllah Muhammedûr Resûlullah" dır sanırlar. Halbuki bu tevhid değildir. Bu kelime-i tevhiddir. Bununla hiçbir şey hasıl olmaz. Tevhidin üç mertebesi vardır. Efal, Sıfat, Tevhidi Zat. İşte asıl tevhid budur. Kim ki candan geçmez ise değin bize yar olmasın Namusu ırzı var ile aşıklara bar olmasın

İşte can yine candır. Fakat bir insan canının variyetinden geçmez ise bize yar olmasın. Zira canın variyeti Hak'ın variyetidir. Variyet kimindir, Cenab-ı Hak'kındır. (219) Benim ilmim katında müçtehitler aciz kaldılar. Veli ilmi ilâhinin deli divanesiyim ben Ehli tevhidin ilminde müçtehitler acizdir. " El müçteidü yehdive yusibû" denilmiştir. Çünkü ehli tevhidin ilmi, ilmi ilâhidir. Ve ilmi zevkidir. Müçtehitlerin ilmi ise ilmi aklı ve ilmi naklidir. Ve hatta kendileri de demiştir ki; "Mezhebene sevab yühtemilel hatae, ve mezhebel ahir, hataen yühtemilel sevabe" Yani İmam-ı Azam der; Bizim mezhebimiz sevaptır, hatay ihtimali vardır. Sair mezhepler derler, mezhebimiz hatalıdır. Sevaba ihtimali vardır. İşte İmam-ı Şafii ve İmam-ı Malik ve İmam-ı Ahmedi her birisi de böyle söyler. Yek diğerini tahata ederler. Yani hiçbir mezhep hakkında nefi yoktur. Onun için herkes muhayyerdir. Dilediği mezhebe tâbi olur.

Haşri inkâr eyleyen mülhitler ilzammi olur. Salbesal evrakı eşcâr inkilâbı olmasa

Haşır hakkında üç mezhep vardır. Biri etiba, mühendis ve felsefenin mezhebi ki bir kişi vefat etti mi cesedi dağılır, toprak olur. Ruhu haşrolur. İşte bu mezhep bütünü bütününe batıl bir mezheptir. Ağacın yaprakları gibi kış "oldu mu" yaprakları dökülür. Yaz oldu mu yine biter. Bu da iki mezheptir. Bir aynı iade oluNurül der, diğeri misli iade olunur der. Yani iade olunan ne gibidir? İşte biri vefat eder cesedi dağılır, hatta madeniyette kaybolur. Demir dahi olsa Cenab-ı Hak onu kudreti ile demirden iade ederek cem edüp cesedi evvelinin aynı iade edüp haşreder. Bunu müebbet olmak üzere Sure-i Esra'da buyurmuştur. Ve biri misli iade diyen mezhep işte evrak, eşcâr gibi kış olduğu vakit yaprak dökülür, yaz oldumu yine yaprak iade olunur. Velakin o kışın dökülen yaprak mı iade olundu? Hayır, onun misli iade olundu. Kezalik insan vefat eder, cesedi yok olup çürür. Sonra misli iade ve haşır olur. Velâkin bu babda daha sahih olan mezhep(aynı iade olunur)demektir. Niyazi Şerhi Sh. 241

Kabrü vahdet köşesi haşrû temaşagâh idi Ey Niyazi kimde kim cehlin azabı olmasa

Marifetullaha vasıl olan kişinin haşri, yani ehli tevhid tamaşagâh gibidir. Makâmatladır, cem, hazret-ül cem, cemmül cem, Ahadiyet makâmat temaşa ile haşrolur. Eğer ki cehaletle azabı olmasa yani arifi billâh olursa. Çünkü bütün azap cehaletten kopar. Yani azap Cenab-ı Hak'kın Arifi olmamaktan ötürüdür.

Mescide varmak ile zevke varaydı zahit Kılmazdı davayı ol bu kıl ü kaal içinde

Mescide varmak ile zevke varaydı zahit bu meyhanede bir kadeh nuş etmeyi vermezem beyitlerinin anlaşılması için bir hikâye tahrir edelim. Hz. Resûlullah SAV Efendimiz bir gün Hz. Ömer RA nın hanesine misafir olarak gitti ve onu Tevrat okurken gördü. Okuduğunun ne olduğunu sordu. Tevrattır cevabını alınca Resûlullah buyurdular; "Lev kâne musa hayyen tebaani ila ahire yanin" Hz. Musa olsa şimdi benim yanımda olur, bana tabi olurdu yani bana ümmet olurdu. Bundan anlaşıldı ki gerek Tevrat, gerek İncil, gerek Zebur ahkamı nes olundu. Onlar ile amel etmek küfürdür. Ancak onlar da kitabullah olduğundan onlara da Kur'an gibi hürmet etmek vaciptir. İsevilerin kiliselerine, Musevilerin havralarına İslamın mescit ve camileri gibi riayet ve hürmet etmek gerekir. Çünkü eski mabettirler.

Mescidi meyhaneyi fark eylemem zahida Göründüm ise ne var hal ile dal içinde

Fena fillâhda efal, sıfat yok olur. Bekâbillâh makâmatı ise cem'de Hak'kın vücudunu giyer. Hazret-ül cem'de sıfatını giyer. Cemmül cem'de Hak'kın efalini giyer. Halkı irşad eder. Zat makâmı meratibi kemâldir. Fakat kendisi için sairlerine mürşitlik edemez.

İMAN ÜÇ KISIMDIR

İmanı taklidi kalellahü Teâla "kulu amenna billâhi vema ûnzile ileyna vema ünzile ila İbrahime ve İsmaile ve İshaka ve Yakuba vel esbat vema utiye Musa ve İsa ve mutiyen nebiyyune min rabbihim la nufreruku beyna ahadin minhüm ve nehnü lehu müslimun." İmanı taklidi budur ve imânı mukallidin sahih olup olmadığından çok itilâf vardır. Çünkü imânı taklidi dil ila ikrardan ibarettir. Taklid arzu ile bozulur.

İşte esas olan, eğer ki başını kesseler imânından dönmezse ol vakit imânı taklidi sahih olur ve fayda verir. Ve illâ hiçbir faydası yoktur.

İstitlali imân ikincisidir. Kaalâllahü Teâla " fa lem ennehu la ilahe illâllahü vestağfir lizenbike ve lil müminine vel müminat vAllahü mute kalli bukum ve misvakum"

Üçüncüsü, imânı tahkiki, kaalâllahü Teâla " Şehidallahü ennehüvel melaiketü ve ulûl ilmi kaimen bilkıst. La ilahe illâ huvel azizül hakim"

Yani Hak kendi kendine şahadet eder. İşte imânı tahkiki ve imânı şuhudi olan nebi ve resûl ve evliyâ bunları kaffesi taifei Melâmiyedir. Çünkü melâminin imânı, imânı şuhudidir. Anın için onlara melâmet olunur. Zira imânı taklidi ve istitlali olanların imânı taklidi ve istitlali onların imânı , imânı şuhudu ile olduğuna vakıf olmaz. Dehli ve taarruz ederler. Çünkü onlar daha noksandırlar. Yani imânları noksandır.

Zatı Hak'ka mahrem olan anlar bizi İlmi sırda bahrı bi payan olan anlar bizi Bu fena gülzarına bülbül olanlar anlamaz Veçhi baki hüsnüne hayran olan anlar bizi

Dünya ve ukbayı tamir eylemekten geçmişiz Her taraftan yıkılıp viran olan anlar bizi Biz şol abdalız bıraktık eynimizden şalımız Varlığından soyunup uryan olan anlar bizi

Kahrû lûtfu şey'i vahit bilmeyen çekti azap Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi Zahida ayık dururken anlamazsın sen bizi Cûrayi safi içip mestan olan anlar bizi

Arifin her bir sözünü duymağa insan gerek Bu cihanda sanma ki hayvan olan anlar bizi Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bu gün Katre nice anlasın umman olan anlar bizi

Halkı koyup la mekân ilinde menzil tutalı Mısrî'ye şol canlara canan olan anlar bizi Dinü diyanet adetü şöhret kamu vardı yele Ey Niyazi noldu sende kaydi dindar kalmadı

Yani mabudu tevhid ettikten sonra din ve diyanetin ne faidesi vardır. İşte Mısrî Efendinin kaydü dindar kalmadı demesi mabuda vasıl oldu demektir. Niyazi Şerhi Sh. 262 "Düşen bu darı gurbette dünü gün eyler efgânı" Biz âlemi ervahdan bu âleme gurbete çıktık. Burada vatanımız için efkân ederiz. Anın içün Hazreti Resûlullah hadisi şerifinde; "Hübbül vatan minel imân" yani kişinin vatanı asliyesi olan âlemi ervaha muhabbet etmesi imânına delalet eder.

Hadisi kutside; "Ma vesaani ardi vela semai velâkin yeseani kalbi abdil müminin" yani, " yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım" çünk kâlp vahdet ile kesreti camidir. Sırf ahadiyete nazır yani sırrın işi ahadiyete nazardır. Cenab-ı Hak Ademi yarattı. Zürriyeti arkasından çıkarıldı, bu lâtif suretle velâkin (dört saf oldu). Birinci saf Enbiya, ikinci saf Evliyâ, üçüncü saf Mümin, dördüncü saf eşkiya. Enbiyadan ruhu azam tarafından "Elestü birabbiküm" nidası geldi. Bu nidayı safı evliyâdan gayri işitmedi. Sonra safi evliyâdan Gavsül Azam tarafından "Elestü birabbiküm" nidası tecelli etti. Bu nidayı safi mümin işitti. Safi eşkiya işitmedi, cümlesi birden belâ dedi. Anın içün bezmi elest sakisi mürşitlerdir. İşte elestü bezminin şerbetini nûş edenler yüzlerinden perdeleri keşfederler. Niyazi Şerhi Sh.266

Velhasılı kelâm ibadet ilim amel ile olmaz belki tevhid ile olur. Niyazi Şerhi Sh.230

İNSAN ÜÇ TÜRLÜDÜR; A-İnsan-ı hayvan: Yani tevhide kadem basmayan cahil insan. B-İnsan-ı nakıs:Tevhid-i efal ve sıfat görüp zata vasıl olmayan insan. C-İnsan-ı kâmil:Tevhid-i zata vasıl olanlardır.

Aşka Uşşakın davet etmişsin Can kulağına ol seda düştü Aşka aşıkları Cenab-ı Allah şu ayeti kerime ile davet etti; " vema halektül cinni vel insi illâ li yabüdün" ayeti kerimede, İbni Abbas tefsirinde diyor ki, " İbadet nedir ya Resûlullah" diye sual ettiler. Hazreti Resûlullah dahi tefsir buyurdu; "ey ili vahidune eyli yarifûn" yani ben ins ve cinni halk etmedim, ancak halk ettim tevhid etmek ve arif olmak için.

Hazreti Resûl Aleyhisselâmdan sual eylediler ki; "Adem Nebi'den Fahri Âleme gelinceye kadar nice enbiya kaç neferdir, gelmiştir" Buyurdular ki; "Allah-ü Âlem (124.000) yüzyirmidört bin kimselerdir. Ve dahi 313 mürseldir. Bakisi Nebidir. Bazısı dahi Ulûl Azimdir. Zikrolunan Enbiya Azam Aleyhüsselatü Vesselâm Hazretlerinin dört neferi Süryani idi. Hz. Adem safi, İdris nebi, Nuh nebi aleyhisselavatürrahman. Ve dört neferi arabidendir. Hud nebi, Salih nebi, Şuayb nebi, Muhammed Mustafa SAV Hazretleri."

Adem safiye Aleyhisselâma yüzdört kitap nazil oldu. Hz. Adem Nebi'ye 10 sûhuf Hz. Şit Nebi'ye 50 " Hz. İdris Nebi'ye 30 " Hz. İbrahim AS 10 " Hz. Musa AS Tevrat Hz. Davud AS Zebur Hz. İsa AS İncil Hz. Muhammed Mustafa SAV Efendimize Kur'anı Azim ve Fûrkanı Kerim nazil oldu. Şehri Ramazanın 24. gecesi. Resûlullah milâdi 571 yılının Nisan ayının 20.gecesi yani Rebiülevvel ayının onikinci gecesine rastlayan Perşembe günü dünyamıza şeref verdiler. Müddeti ömrü 63 yıl oldu. 40 yaşında Nübüvvet verildi. 23 yıl Peygamber oldu. Mekke-i Mükerreme'den Medinei Münevvere'ye hicret ettiler. 10 yıl Medine şehrinde oturdular. Miraç Mekke-i Şerif'te vaki oldu. 51 yaşında idi ve 9 aylık idi.(Yani 51 yaş 9 aylık iken)

Tehvil kıble kadimden Kudüsü Şerif iken Hicetin ikinci yılında emri Hak ile Kâbe-i Muazzama oldu. Ve nübüvvetlerinde otuzbin mucizet vaki oldu. Resûlullah Efendimiz 28 gaza etmiş, Kazada küffarla dokuz kez kıtal emiştir.

Resûlullah Efendimizin erkek evlâtlarının adları şöyledir; 1-Kasım 2-Tayyip 3-Tahir 4-İbrahim Kız evlâtları da şunlardır; 1-Zeynep 2-Rukiye 3-Gülsüm 4-Fatımatüz Zehra

YUNUS EMRE HAZRETLERİ

Severim ben seni candan içerû Yolum vardır bu erkândan içerû Şeriat tarikat yoldur varana Hakikât meyvesi ondan içerû

Kesildi takâtım bende derman yok Bu ne mezhep imiş dinden içerû Dinin terk edenin küfürdür işi Ol ne küfürdür imândan içerû

Beni bende demen ben bende değilem Bir başka ben vardır tenden içerû Tecelliden nasip erdi kimine Kiminin maksudu bedenden içerû

Senin aşkın beni benden aluptur Ne şirin dert bu dermandan içerû Yunus'un sözleri düş olsun sana Kapında bir kul var sultandan içerû

***********

İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin o nice okumaktır İlim okumaktan maksat kişi kendin bilmektir Çün okuyup bilmezsin habir kuru emektir

Okudum bildim deme çok taat kıldım deme Eğer Hakkı bilmezsen bu kuru lâf demektir Dört kitabın manâsı bellidir bir Elif'de Sen Elif'i bilmezsin o nice okumaktır.

Yunus Emre der hoca gerekse var yüz hacca Cümlesinden iyice bir gönüle girmektir Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil

Bir gönül yaptın ise, Pir eteğin tuttun ise Bir kez hayır ettin ise birine bin az değil Yunus Emre'm sözün satar, söze bal-ü yağ katar Altmışbin sarrafa satar, yükü cevherdir köz değil.

Eniyet : hüvviyet, Hüvviyet: Kâmilin batın yüzüdür. Eniyet zahiren hazır oldu.

O kim mürşidi Hak bilmez, dahi Allah demek bilmez Yalan söyler özün bilmez, Hulûsi'ye desin düşman

Lûtfet bize müstean, hayrette kaldı aşikan İlmi ledünden dem uran, çoktur bugün ehli lisan

Surette kalmış nicesi, davayı hak eğlencesi, Dünyayı tutmuş pençesi, kalbinde yok aşktan nişan

Ahir zaman dervişleri, nefsi heva cümbüşleri Derler yapan Hak işleri, daim ararlar nevcivan

Gaflet içinde özleri, dünyayı gözler gözleri Uşşaka taklit sözleri, sankim onlardır arifan

Aşkı hemen lâf sezdiler, adabı pirden bezdiler Türlü hilâfet yazdılar, ta celp ola sade dilân

Giydikleri derviş sıfat, ezberlemiş üç beş lûgat Zahirleri pür marifet, batınları akrep yılan

Ey aşıkı Hak gelberü aşk yoluna kıl seri firû Ver canı pes gir içerû ta görüne maşuk iyan

Hacı Maksut Efendi

Halkı bunca enbiya kim davet eyledi Vahdetin sırrını bildirmektir o davetten garaz Bu kadar Resûl ve bu kadar kitap, bu kadar verese hep anın içûndûr. Vahdetin sırrını fehmetmek içindir. "Saniyi gör günde yüzbin türlü San'at gösterir Kendini göstermek içindûr O sanattan garaz

XXVII. FASS

MUHAMMED KELİMESİNDEKİ FERDİ HİKMETİN ASLI

Füsûs-ül Hikem isimli eserin başlıklı sahifesinde Resûlullah SAV Efendimiz buyurmuştur ki "Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Önce kadını ve güzel kokuyu andı, sonra da namaz yani beş vakit namaz onun gözünün ışığı kılındı. Hazreti Peygambere sevdirilen şeyin üçüncüsü şu ferdiyet hikmeti onunla tamam olmaktadır. Bu da namazdır. Nasıl ki sahih bir hadiste; "Ben namazı benim ile kulum arasında ikiye böldüm, onun yarısı bana, yarısı kula aittir. Namaz ibadetleri içinde toplayan bir ibadettir. Hareket ise üç türlüdür, biri müstakim düz harekettir ki namaz kılan kimsenin kıyam, ayaktaki kimsenin halidir. İkincisi ufki harekettir. Bu da namaz kılanın rüku, eğilme halidir. Üçüncüsü menküş, tersine harekettir. Bu da secdedeki halidir. Allah kulunun lisanı ile "Semi Allahü limen hamide" buyurdu. Şu halde namazın mertebesinin sahibini nereye götürdüğüne nazar et. Şu halde müşahade derecesini elde etmeyen kimse onun gayesine eremez. Bu sebeple de onda göz aydınlığı hasıl olmaz. Namazda Rabbi ile olmayan kimse asla namaz kılmış olmaz. Devamı müddetince insanı başka şeylerde tasarruftan men eden namazdan başka bir ibadet yoktur. Biz kâmil insanın namazdaki sıfatının nasıl olacağını Fütuhat-ı Mekkiye isimli eserimizde anlattık buyurmuştur. Namaz hakkında daha geniş bilgi isteyen Muhiddin-i Arabi Hazretlerinin Füsûs-ül Hikem isimli eserine müracaat edebilir. Bu Füsûs-ül Hikem isimli eser ise elli iki büyük veliyullahın kaleminden yaşadığı tarihlerde geçmiştir. Bu pirler namazın beş vaktini inkar edip de benim hakikâtim vardır diyenlerin halini açıklamışlardır.

Elhamdülillâhi Rabbil Âlemin. Salât ve Selâm âlemlere rahmet olan Server-i Âlem, iki cihan nuru Habibullah Hazreti Muhammed Mustafa SAV Efendimize olsun. Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyül azim.

Dâvud YILMAZ İnsan-ı Kâmil isimli eserin bittiği tarih Hicri 8 Rebiülevvel 1423 28 Mayıs 2002 İZMİR' DEN ALINTIDIR.
 

noktacı

Üye
Katılım
15 Kas 2006
Mesajlar
54
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bir hadiste " Namaz müminin miracıdır" buyrulmuştur. Bütün herkes günde 5 vakit namaz kıldığına göre herkes günde 5 kere miraç mı ediyor? Namaz müslümanın miracı da denmemiştir , mümin denmiştir. Bir ayet-i kerimede " Siz müslüman olduk deyin , mümin olduk demeyin" buyrulmuştur. Namaz mümin olduktan sonra miraç oluyor , demekki namazla mümin olunmuyor.Demekki Müslümanlıktan müminliğe giden yol namazdan değil , başka birşeyden mi geçiyor?
 

melami

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
238
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İSTANBUL
Bir hadiste " Namaz müminin miracıdır" buyrulmuştur. Bütün herkes günde 5 vakit namaz kıldığına göre herkes günde 5 kere miraç mı ediyor? Namaz müslümanın miracı da denmemiştir , mümin denmiştir. Bir ayet-i kerimede " Siz müslüman olduk deyin , mümin olduk demeyin" buyrulmuştur. Namaz mümin olduktan sonra miraç oluyor , demekki namazla mümin olunmuyor.Demekki Müslümanlıktan müminliğe giden yol namazdan değil , başka birşeyden mi geçiyor?

noktacı kardeşim teşekkür ederim.
Haklısın namaz müminin miracı çoğumuz müsüman anne babadan doğduğumuz için müslümanız elhamdüllilah diyoruz . herşey yüce allahın hikmeti ile oluyor. müslümanız müslimanızda mümin nasıl olacağız. mümin olmak adem olmaktır. İnsanın adem olması kendini bilmesidir. kendindekini bilmesidir.

Yunus bakın ne diyor.
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendin bilmezsin.
Bu nice okumaktır.

Yani insanın ilk önce kendini bilmesi okuması tanıması lazımmış.
İnsan kalp gözü 'nü kör eden şeyler, hayvani nefsin barındırdığı kötü düşünceler ve maddi aleme ait olan her şeyden Bu perdelerden bir kez kurtulunca, insanın kalbi Hakkı kavramaya başlar ve alemin akli ilkesi ile doğrudan doğruya ilişkiye geçer. Bu çabalarının son hedefi, Allah''la bir olmak değil (çünkü o zaten Allah''la birdir) fakat bu birliğin anlamını kavramaktır.
 

AşK_€r

arabeskçi
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
3,711
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Yaş
44
Konum
yersiz-yurtsuz
müslüman olmak öyle kolay değil

dilimizle söylüyoruz kelime-i tevhidi
kelime-i şahadeti

ya gönlümüz ne kadar müslüman

haaa birde mümin meselesi var
tam hatırlamıyorum ayetmidir hadismidir bilmiyorum ama şöyle deniyor

EY İMAN EDENLER İMAN EDİNİZ


aman yarabbim ey insanlar ey müslümanlar demiyorki
ey iman edenler diyor ve akabinde iman edenlerden iman etmeleri isteniyor.nedir bu?
 

gonenli

Üye
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
77
Konum
istanbul
teşekkür

merhaba,yazmış olduğunuz hazreti pir,üçüncü devre melamiliği, ve tevhit hakkındaki yazılar için, size çok teşekkür ederim.Allah sizden razı olsun,
sizler gibi vefakar insanları ve hak dostlarını, Allah bu alemden eksik etmesin.
selam eder sağlık ve esenlikler dilerim.
 

izmirli35

Üye
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
56
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Soru Soruyonuz Ama Cevabini Bİlİyonuz O Zaman Zevk Etmek Varken İnsanlarin Kafasi Neden KariŞsin Kİmİ Alt Etmeye ÇaliŞioz?
Bende Sorayim Barİ
Toplum Sana Uymuyosa Sen Topluma Uy

Yazi İÇİn TeŞekkÜrler
 

fani

Üye
Katılım
4 Ara 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
MELAMİ ABİ SONSUZ TEŞEKKÜRLER SANA :shake2[1]: PİRİMİZ EFENDİMİZ'E LAYIK OLMAYI ALLAH HEPİMİZE GÖSTERSİN.HU
 

melami

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
238
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İSTANBUL
MELAMİ ABİ SONSUZ TEŞEKKÜRLER SANA :shake2[1]: PİRİMİZ EFENDİMİZ'E LAYIK OLMAYI ALLAH HEPİMİZE GÖSTERSİN.HU

FANİ abi biz ne kadar teşekkür etsek azdır. Buldurdu kendini bize , bu gözlerden göreni bildirdi ... daldırdı bizi bahri amika...:friends:
 

yokluk

Üye
Katılım
29 Ara 2006
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
s.a
melami kardeşim verdiğin bilgiler için saol çok geniş açıklamışsın benim bildiğim melamet hırkasını giymişlere melami denir
 

yokluk

Üye
Katılım
29 Ara 2006
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
s.a melami kadeş verdiğin bilgiler için teşşeküler çok geniş açıklamışsın

Benim bildiğimde melamet hırkasını giymiş olanlara melami denir
Umarım yanlış bilmiyorum
 

melami

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
238
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İSTANBUL
Melamiyim işit benden kelamı
Sana tarif edem darüsselamı
Kime evvel tecelli eyledi hak
Zuhur-u Hak bilir ef'ali mutlak

Eğer insaf edersen bil muhakkak
Nedir bildin mi tevhid-i sıfat
Kamu eşyada saridir hayatı
Bu yüzden zahir oldu Nur-u zatı

Bu kes ef-ali, sıfatı koyup gel
Hüviyet sırrını candan duyup gel
Eğer Aşık isen aşka uyup gel
Bu bahrın Kesret-i evcamıdır bil

Sülük erbabının Mir'acıdır bil
Melamiler anın hüccacıdır bil
Gören Hak, Görünen Hak, kıl kıl temaşa
Vücudunda şeriki varmı aşa

Zuhuru kamu ala ve Edna
Eğer meczub-i Hak oldunsa cana
Makamın Ka'be Kavseyn oldu
Nedir bildinmi saray-ı ev Edna

Şuunat-ı Hüda Hak oldu zuhurat
Anın çün kalmadı RUHİ kedurat
Bu dem ayn-i Hak oldu zerrat
"Zatının ilmidir hep tecelliyat"

HÜSEYİN RUHİ BABA

.
 

fani

Üye
Katılım
4 Ara 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Melamiyiz melamiyiz melami
Nerde görsen ver onlara selamı
Onlar söyler her an Allah kelamı
Melamiyiz melamiyiz melami

Yer yüzüne ilk gelendir melami
Sandılar ki suç işledi Adem'i
Oldu melamet Adem'in cenneti
Melamiyiz melamiyiz melami
Nerde görsen ver onlara selamı
Melamiyiz melamiyiz melami

İster isen sen melamet cenneti
adem olup et Adem'e hizmeti
Erişecek pir Muhammed himmeti
Melamiyiz melamiyiz melami
Nerde görsen ver onlara selami
Melamiyiz melamiyiz melami

OL HIRKAKİ YÜNDEN DEĞİL GİYENİ VUSLATI YARLA HALVET ETTİRİRDE HALK GÖRMEZ HALKIN YÜZÜNDE HAKKI SEYRETTİRİRDE KİMSE BİLMEZ.HIRKA DEYİP GEÇME BİRKEZ GİYİLİRDE HERKESE NASİP ETMEZ.HU
 

melami

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
238
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İSTANBUL
Abit kisvesinde görünen Hak’tır
Sen anı gayride arama ey can
Batıni Hak olmuş zahiri Hak’tır
Gizli sırlarını edeyim ayan

Esama sıfat zattan vücut istedi
Kendi vücudiyle mevut eyledi
Allemelesma’yi talim eyledi
Oldu adem ol dem natık-ı Kur’an

Evvel ahir zahir batın ademdir
Her bir sırrı anın için mahremdir
Mazi müstakbelde dem hep bu demdir
Külli şey’in Halik el’an kema kan”

melamet rahının olan talibi
Enfüsü afakta görür mahbubu
Her tarikin bunlar oldu mergübü
Hakka vuslat etti bu yolda pir'an

İfna et sıfatın Fenafilah ta
Yok eyle Zat'ını Bekabillah'ta
Zahir Batın sensin kulsun Allah'ta
BASRİ nihayette olmuştur hayran...

HUU....
 

izmirli35

Üye
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
56
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Bir hadiste " Namaz müminin miracıdır" buyrulmuştur. Bütün herkes günde 5 vakit namaz kıldığına göre herkes günde 5 kere miraç mı ediyor? Namaz müslümanın miracı da denmemiştir , mümin denmiştir. Bir ayet-i kerimede " Siz müslüman olduk deyin , mümin olduk demeyin" buyrulmuştur. Namaz mümin olduktan sonra miraç oluyor , demekki namazla mümin olunmuyor.Demekki Müslümanlıktan müminliğe giden yol namazdan değil , başka birşeyden mi geçiyor?

sayın melami il önce saNA teşekkürler namazı elbetteki namaz yapan miraçtır miracıda ancak müminler yapar mümin şu kimselerdir ki:farkı var cemi yok müşriketün,cemi var farkı yok zındıketün,cemi var farkı var müminetün dür işte hazreti ali(k.v) mümini böle açıklıyor
hu..
 

Arifane

Profesör
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
843
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Bursa
dostlar !..melaminin en büyük sermayesi ilahiler,dir çünkü beyitin bir tanesi bile saatlerce sohpet açar.size bir melami ilahisi yazayım bayram tebriği olsun......


Hamdulillah rabbimize
Gösterdi kendini bize
Görünmez şek gözümüze
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize


Aşkınladır pervazımız
İşidilmez avazımız
Abdurrahimdir şahımız
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

Ölmezden evvel ölürüz
Hak ile Hakkı buluruz
Ne hoş yaman hoş görürüz
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

Pirimizdir Muhammed Nûr
Sayesinde bulduk huzur
Kalmadı kayıtla fotur
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize


Etham melami ed nasi
Vardır alâsı dânası
Yok şüphemiz bu sevdadan
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

 

Arifane

Profesör
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
843
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Bursa
dostlar !..melaminin en büyük sermayesi ilahiler,dir çünkü beyitin bir tanesi bile saatlerce sohpet açar.size bir melami ilahisi yazayım bayram tebriği olsun......


Hamdulillah rabbimize
Gösterdi kendini bize
Görünmez şek gözümüze
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize


Aşkınladır pervazımız
İşidilmez avazımız
Abdurrahimdir şahımız
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

Ölmezden evvel ölürüz
Hak ile Hakkı buluruz
Ne hoş yaman hoş görürüz
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

Pirimizdir Muhammed Nûr
Sayesinde bulduk huzur
Kalmadı kayıtla fotur
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

(Ethem) melami ed nasi
Vardır alâsı dânası
Yok şüphemiz bu sevdadan
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

 

melami

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
238
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İSTANBUL

Ölmezden evvel ölürüz
Hak ile Hakkı buluruz
Yahşi yaman hoş görürüz
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

Pirimizdir Muhammed Nûr
Sayesinde bulduk huzur
Kalmadı kad ile fütur
Melamiler derler bize
Fedailer derler bize

.
HU HU HU ARİF KARDEŞ :friends:
 
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Buradan tüm melami kardeşlerime sevgilerimi yolluyorum.. Aşkınız muhabbetiniz bol olsun.Gönlünüz HAKKIN muhabbeti ile dolsun. HU...:shake2[1]:
 
Üst