Kimin çocuğunu kimden alıyorsun? Olmadı Bay Üskül!

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Ahmet Taşgetiren'in yazısı

Olmadı Bay Üskül!


-Bu iş AK Parti'nin başına iş açıyor, onun için AK Parti, üniversite dışındaki başörtüsü sorunlarını şimdi gündeme getirmemeli gibi bir yaklaşımı -kabul etmesem de- anlarım.
-Hele şu üniversite önündeki yasak kalksın, ondan sonrası için Allah kerim gibi bir yaklaşımı anlarım.

-Böyle zamanlarda provokasyon olur, elde edilebilecekler de edilemez hale gelir aman dikkat hassasiyetini de anlarım.

Ama;

-Üniversitede okuyan genç kızların dışındakiler için başörtüsü sorunu yok yaklaşımını kabul etmem.

-AK Parti'nin politikaları ile uyuşmayan ya da CHP'nin kabul etmeyeceği hiçbir hak talebinde bulunulmamalı yaklaşımını kabul etmem.

-Hakim azınlığın standartlarının zorlandığı her defasında "provokasyon" kaygısına düşülmesini kabul etmem.

-Şu tarz ve şu kişilerin taktığı başörtüsü, bu konuda direnç gösterenlere daha sevimli gelir, sevimli görünmeyenlerden kaçınmamız lazım gibi "aşağılık duygusu" içeren yaklaşımları kabul etmem.

-Birtakım temel insan haklarının, birilerinin izni ve ianesiyle gerçekleştiği inancını pekiştiren yaklaşımları sağlıklı bulmam.

Çünkü bu tarz bir yaklaşım, öncelikle üniversite öğrencileri dışındaki tüm kadınların bir daha özgürlük talebinde bulunmaması istikametinde bir kamuoyu baskısı oluşturulmasına yol açıyor.

Aynı şekilde, bu tarz bir yaklaşım, şu an bir şekilde kamuda çalışan kadınları suçlu duruma düşürüyor.

Aynı şekilde, bu tarz bir yaklaşım yasağın üniversite dışında yazılı hale gelmesine yol açabilme riski taşıyor.

Ve bu yaklaşım, İslam'ın bu alandaki ölçüsünün sınırlanmasını kabul niteliğine dönüşüyor.

Ben, "provokasyon" söylemine sıkı sıkı sarılanlara sormak isterim:

-Şayet başörtüsü İslam'ın öngördüğü bir vecibe ise bunun üniversite çağı ile sınırlı olmasını öngören bir İslami ölçü de var mı?

-Evet, yasak var, ona karşı mücadele de var, peki bu özgürlük mücadelesini, bu hakkı kullanması gereken tüm kadınlar için sürdürmek mi sağlıklıdır yoksa birilerine kabul ettirmek imkansız gerekçesiyle, sınırlı bir özgürlüğe razı olmak mı?

Şu sorular üzerinde de düşünülmesini isterim:

-Eşi başörtülü birisini cumhurbaşkanı adayı olarak göstermek provokasyon muydu değil miydi?

-Ve eşi başörtülü birisini başbakan yapmak?

-Geçmişte, başörtülü birisini milletvekili seçtirmek provokasyon muydu?

-Cumhurbaşkanının, "tam da bu zamanda" tek resepsiyon düzenlemesi ya da devlet başkanlarını karşılama protokolüne başörtülü eşini alması provokasyon muydu değil miydi?

CHP, tek resepsiyona niye katılmıyor?

"Bu davranış, kamuda başörtüsünün yolunu açar" diye değil mi?

Yani ortada "başörtülü ilköğretim öğrencisi" olmayınca, gerilim önlenmiş olmuyor.

-Türkiye, Başbakan'a "Eşinin başını aç, başörtüsü sorunu çözülsün" çağrılarının yapıldığı bir ülke. Böyle bir ülkede, kimi hangi "provokasyon" iddiası ile doyurabilirsiniz ki?

......

-AK Partililer'in sıra sıra dizilip, "Tam da bu zamanda-manidar" söylemiyle provokasyon iddialarına soyunmalarını çok yanlış buluyorum.

-Hele Zafer Üskül'ün hem de TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı sıfatıyla, ilköğretime başörtülü giden çocuklarla ilgili olarak, "O çocukları devlet alır" efelenmesini skandal olarak niteliyorum. Ayıptır bu. Kim kimin çocuğunu alıyor? Siz devlet misiniz Bay Üskül? Yoksa milletin meclisinde, devlet adına yapılacak insan hakları ihlallerini önlemeye yönelik kurumun başkanı mısınız?

Ne diyor Bay Üskül?

"-Aileler mevzuata karşı koymakta direnirse suç işliyorlar demektir. Valilerin görevlerini yapmaları gerekir. Bu iş daha ileriye giderse, aile çocuğu baskı altına alırsa o zaman çocuk aileden alınır. Tüm bu yetkiler devletin elindedir.

Sonra ilave ediyor:

"-İdare önce veliyi ikna etmeye çalışır. İkna olmazlarsa cevaz var. Öğrenim özgürlüğü engelleniyorsa çocuk alınarak öğrenim görmesi sağlanır."

Üskül'e göre, ortada öğrenimin engellenmesi var ve bunu baskı ile ebeveyn yapıyor.

Oysa durum bu değil ki. Ebeveyn, çocuğunu okutmak istiyor ama başörtülü olarak okutmak istiyor. Siz, insan hakları kurumu olarak hem çocuğun okuyabilmesini hem de inanç değerlerine saygı göstererek okuyabilmesini temin etmek zorundasınız.

Ama siz tam da burada jakoben devlet ağzıyla (CHP ağzıyla mı demeliydim) konuşmaya başlıyorsunuz. "Okuyacaksan başını aç" mantığıdır asıl, öğrenim özgürlüğü önündeki barikat. Ve siz orada, özgürlükleri engelleyen devlet yaklaşımına el koymalısınız.

"Mevzuata karşı koymak..." Ya mevzuat insan haklarına aykırı ise... "Ailenin çocuğu baskı altına alması" teması hoyratça kullanılıyor. Ya çocuk, "Bu benim talebim, devlet bana baskı yapmasın" diyorsa...

Ama bizde, "Çocuk önce devletin, sonra ana-babasınındır" diye devletçi eğitim felsefesinin iliklerine işlemiş bir anlayış var. Ve şimdi Türkiye, o devletçi anlayışı sorguladığı için sorun çıkıyor. Bay Üskül, Hürriyet'e çok yanlış manşet oldu, çoook!

Bugün gazetesi
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Devletin çocuklarına anne babaları ne karışır?

Kılık-kıyafet sözkonusu olduğunda üniversite yaşına gelmiş insanların bile tercihlerini yok sayan bir otoriter-ataerkil iktidarı ne kadar özümsemişiz ki, konu çocuklara gelince yıllardır özgürlüğün türküsünü çığıranların sesi soluğu kesiliverdi. Kesilmek ne kelime, otoriter devletin çağırdığı marşa eşlik etmeye bile başladı.

Hep beraber yakından takip ediyoruz. CHP başörtüsü yasağının üniversitelerde kaldırılmasına ancak arkasından ortaöğretimde de böyle bir talep gelmeyeceği şartına bağladı. Böyle bir şarta nasıl bağlayabiliyorsa, bu taahhüdü kimden talep ediyorsa ve bu taahhüdü kim verebiliyorsa... Sanki uzayda siyaset yapılıyor. AK Parti'nin parti olarak bu tür talepleri şu anda temsil etme niyeti ve iddiası yok ama böyle bir talebin gelmeyeceğini taahhüt etmeye de ne hakkı ne de imkânı var. Nitekim bu talebin temsilciliğinden uzaklaştıkça bu taleplerin başka zeminlerde kendilerine temsil imkânı arayacağı anlaşılıyor.

Bu temsil taleplerinin çözümün ve tartışmanın bu aşamasında hemen provokasyon olarak algılanması demokrasimizin ne kadar ağır yükler altında ve hastalıklar içinde olduğunun semptomu. Yapanların amacı gerçekten de provokasyon olabilir, bilemiyoruz. Provokasyon olduğuna dair en güçlü delilimiz talebin zamanlaması. Doğrusu bu talepte bulunanların Mustazaf-Der üyesi olmaları bir anlam taşıyor, ama başkası olsaydı da bu zamanlama işin provokasyon algısını yaratmaya yetiyordu.

İyi de, bu alanın provokasyona bu kadar açık olması büyük ölçüde bizim demokratik seviyemizin ne kadar alçaklarda seyrediyor olduğunu göstermiyor mu? O kadar alçak seviyelerde seyrediyor ki, çocuğumuza hangi din ve örfü kazandıracağımıza dair en temel insan hakkımızdan bir anda vazgeçebiliyoruz. Bu hak temel bir insani haktır, BM kabul etmiş olsa da olmasa da, ama şükür ki Türkiye'nin de taraf olduğu ve 1990 yılında yürürlüğe girmiş olan Çocuk Hakları Sözleşmesi de çocukların hangi dini ve etik değerlere bağlı ve hangi kültürle yetiştirileceklerine karar verme konusunda ebeveyni tek hak sahibi kılıyor.

Çocuğun belli bir yaştan sonra belli bir dini veya kültürel kalıp içinde yetişmesi, başını örterek veya açarak hayatını sürdürmek üzere eğitilmesi tercihi laik açıdan bakıldığında eşit mesafede karşılanması gereken tercihlerdir. İslam'ın bir şiarı olan başörtüsünün de zaten bir tür eğitim ve sosyalizasyon süreci içinde benimsendiği bellidir, bütün diğer kültürel veya dini kalıplar gibi...

Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Prof. Zafer Üskül, çocuklarını başörtüsüyle okula göndermekte ısrar eden ebeveynin elinden çocukların devlet tarafından alınabileceğini söylüyor. Demek ki, çocuğa başörtüsü giydirilmesini bir çocuk istismarı ile eşdeğerde görmüş oluyor. Açıkçası bunu anlamak veya kabul etmek mümkün değildir. Çocuğun belli bir yaştan itibaren başını kapatması ile açması arasındaki tercihlerin kategorik olarak laik devletin takınması gereken tutum açısından birbirinden hiçbir farkı yoktur. Buna rağmen birincisini çocuk istismarı veya çocuğa karşı suç kapsamında değerlendirmek oryantalist bir bakış açısının (hadi burada Islamophobia demeyelim) bilincimizin altına veya üstüne ne kadar derinlemesine işlemiş olduğunu gösteriyor.

Zihnimizin derinlerine işlemiş olan oryantalist önyargı, batılı kılık-kıyafeti normal diğerlerini anormal ve hatta sapkınlık ifadesi olarak karşılamamızı sağlıyor.

Diğer bir önyargı, daha ziyade devletçi otoritercilikle ilgili. Aslında Türk Milli Eğitim sisteminin tamamına hakim olan bir iddia özelikle 28 Şubat'ta sekiz yıllık eğitim düzenlemesiyle birlikte gözümüzün içine sokularak hissettirildi. Ebeveyn çocuklarını istediği şekilde eğitemezdi, çünkü zaten ebeveyn çocukları devlet adına, devlet için yapar, yetiştirir ve devlet istediği zaman ona teslim ederdi. 15 yaşına kadar Kuran kursu veremez, devletin istediği eğitimden geçirir, 20 yaşına geldiğinde de şehit kınasını yakıp askere de yollardı. Ebeveyn devlete vekâleten, devlet adına ve devlet için çocuğa sadece bakıcılık yapmakla yükümlüdür.

İsmet Berkan'ın dünkü Hürriyet Gazetesi'ndeki Çocuğunuz sizin mi Devletin mi? başlıklı yazısını çok yerinde ve anlamlı buldum. 28 Şubat yıllarında bu düşünceye kapıldığını söyleyen Berkan gibi ben de o yıllarda aslında bu düzenlemelerle devletin bize sürekli bu mesajı vermeye çalıştığını yazmıştım. Oysa artık BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin de baskısıyla devlet bu anlayışı terk etmek zorundadır.

Aslında devlet terk etmesine terk ediyor da, bizim de bu anlayışa kendimizi alıştırmamız da gerekiyor.

Baksanıza, anadilde eğitimi boykot etmek üzere çocuklarını okula göndermeyen Kürt babaların veya din dersini boykot ettiren Alevi ana-babaların tutumu "sivil itaatsizlik" olarak, taş atan çocukların tutumu bir empati konusu olarak karşılanabiliyor ama başını örten çocuk konusunu bir "çocuk istismarı" konusu olarak karşılamamız isteniyor.

Bu işte bir gariplik yok mu sizce de.

Yasin Aktay, Yenişafak
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Konjoktüre teslim olmayın başkan

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı geçen hafta öyle bir söz etti ki kulaklarıma inanamadım.


Bırakın insan haklarıyla ilgili komisyonu akl-ı selim sahibi sıradan bir insanın bile ağzına almayacağı bir ifade idi.


İlköğretim çağındaki çocukların okula başörtüsü ile gönderilmesi halinde ailelerinden alınabileceğini söylüyordu sayın başkan.


Sıradan bürokratlar ya da kimi kaygıları taşıyan siyasetçiler söylese endişelerini anlardık. Çünkü kanunlar ve uygulama onlar için fevkalade önemlidir.
Ama insan hakları komisyonunun başkanı üstelik meclise gitmeden önce de bir insan hakları derneğinin aktif üyesi olan başkandan böylesine bir söz işitmek gerçekten beni hayrete düşürdü.


Çünkü başkanın işgal ettiği makam tam da söylediği sözlere karşı çıkmayı gerektiren bir makamdır.



8 Aralık 1990 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 3686 numaralı İnsan Hakları Komisyonu kanunu ona tam da bu görevi veriyor.


Çünkü 3686 sayılı kanunun 4. maddesinin b bendi "Türkiye'nin insan hakları alanında taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla T.C. Anayasası ve diğer milli mevzuat ve uygulamalar arasında uyum sağlamak amacıyla yapılması gereken değişiklikleri tespit etmeyi ve bu amaçla yasal düzenlemeler önerme" yi, d bendi, "Türkiye'nin insan hakları uygulamalarının, taraf olduğu uluslararası anlaşmalara, Anayasa ve Kanunlara uygunluğunu incelemek ve bu amaçla, araştırmalar yapmak, bu konularda iyileştirmeler, çözümler önerme"yi emrediyor.


Başkan ne yapıyor? Tam tersini. Vatandaşını, İnsan haklarına aykırı bir kanunla tehdit ediyor.


Gelelim taraf olduğumuz uluslar arası anlaşmaya.


Türkiye BM Çocuk Hakları Sözleşmesine taraftır.


20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda onaylanarak 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren sözleşme 27 Ocak 1995 gün ve 22184 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak Türkiye Cumhuriyeti'nce de kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir.


Yürürlüğe giren bu sözleşmenin ikinci maddesi her çocuğun anne babası veya vasisinin sahip olduğu düşünce ve inanç dahil tüm statülerine sahip olacağı ve bu konuda ayrım yapılmayacağını taahhüt edilmiştir.


İkinci maddenin ikinci bendinde çocuğun anne-babasının, yasal vasilerinin veya ailesinin öteki üyelerinin durumları, faaliyetleri, açıklanan düşünceleri veya inançları nedeniyle her türlü ayırıma veya cezaya tabi tutulmasına karşı etkili biçimde korunması için gerekli tüm uygun önlemin alınacağı devlet tarafından taahhüt edilmiştir.


Sözleşmenin 14. maddesinin birinci bendi "Taraf Devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterirler." diyor, ikinci bendi, "Taraf Devletler, anne-babanın ve gerekiyorsa yasal vasilerin; çocuğun yeteneklerinin gelişmesiyle bağdaşır biçimde haklarının kullanılmasında çocuğa yol gösterme konusundaki hak ve ödevlerine, saygı gösterirler." diyor, üçüncü bendi ise, "Bir kimsenin dinini ve inançlarını açıklama özgürlüğü kanunla öngörülmek ve gerekli olmak kaydıyla yalnızca kamu güvenliği, düzeni, sağlık ya da ahlakı ya da başkalarının temel hakları ve özgürlüklerini korumak gibi amaçlarla sınırlandırılabilir." diyor.


Şimdi ilköğretimde okuyan bir Müslüman kız çocuğu büluğ çağına gelmişse inancı gereği örtünmek isteyebilir. Yönetim, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi gereği bu isteğe saygılı davranmak zorundadır. Ama memur statüsündeki yöneticiler ellerindeki yönetmelikleri, kanunları ya da konjoktürü göz önünde bulundurarak bu isteğe karşı çıkabilirler. Onları anlarız. Nihayetinde memurdurlar.


Ama TBMM İnsan Hakları Komisyonu ve milletvekilleri memur değillerdir. Hele İnsan Hakları Komisyonunun temel görevi yukarıda izah ettiğimiz üzere kanunlarımızdaki uluslar arası sözleşmelere aykırılıkları tespit edip meclise yasal düzenleme teklif etmektir.


Durum böyleyken İnsan Hakları Komisyonu'nun sayın başkanı da kendisini sıradan bir devlet memuru yerine koyup insan haklarına aykırı bir yasa ile vatandaşı tehdit etmiştir.


Şimdi sayın başkana soralım 12 yaşındaki bir kız çocuğunun başörtüsü kamu güvenliğini ya da düzenini mi tehdit etmektedir, yoksa sağlık için mi bir tehlike oluşturmaktadır, ya da başkalarının temel hak ve özgürlüklerini mi kısıtlamaktadır?



Konjoktüre herkes ayak uydurabilir hepsini anlayışla karşılayabiliriz ama insan hakları savunucularını ve hele hele İnsan Hakları komisyonu üyelerini ve başkanını anlayışla karşılayamayız. Çünkü onların görevi konjonktürü hukuka davet etmektir!


Başkandan gereğini yapmasını bekliyoruz.


Resul Tosun
Yenişafak
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Hizbullahçı biri başörtüsü taktığı kızını, ideolojisine alet etmek adına okul önlerinde dolaşıyor, ve küçücük çocuğu ergenekonculardan aldığı talimatla istismar ediyorsa, buna din kılıfı bulmaya çalışması inandırıcı gelmiyor bana.
 
Üst