KESTANE DALINDA KiRAZ?

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Kocaman bir kestane ağacı vardı. Fakat yabanî idi. O muazzam ve ihtişamlı hâline nispetle meyveleri küçücük ve cılızdı.

Hemen yanı başında da bodur boylu, fakat meyveleri çok güzel bir kiraz ağacı vardı. Her yıl iri iri kirazlar verirdi.


Bahçıvan bu duruma bakarak şöyle düşündü:


“Şu küçük ağaçta kestane, şu büyük ağaçta da kiraz olsa ne iyi olurdu. Büyük bir kâr elde ederdim.” Sonra ilâve etti:


“Neden olmasın!”


Biraz daha iç dünyasında kendini takviye ettikten sonra karar verdi. Kestane ağacından kiraz, kiraz ağacından da kestane üretmek üzere kolları sıvadı. Başladı ter dökmeye.

Uğraştı, uğraştı...

Her iki ağacın da dallarına nice aşılar yaptı, nice eğitimler uyguladı.

Fakat;

Hepsi nafile, boşuna!

Çünkü ağaçların kök ve gövdeleri buna kesinlikle müsait değildi. Biraz tutacak gibi oluyor, fakat yine tutmuyordu.

Gafil bahçıvan ne yapsa netice alamadı. Alamadıkça da hırsı arttı, ısrarla kararında inat etti. «Bu iş illâ olmalı, olacak...» diye gurur ve inat meselesi hâline dönüştürdü.

Kirazın tadını bilen karganın teşvikleri de habire hırsını körüklüyordu:

“–Ey bahçıvan, en doğrusunu yapıyorsun! Hatırla, şu kestanenin dikeni kaç defa gözüne battı. Ya kör olsaydın? O zaman görmediğin bunca ağaçlar senin için ne ifade ederdi?”

Çaresiz tasdik etti:

“–Elbette hiç!”

“–Öyleyse aman kiraza ağırlık ver! Gerçi kestaneyi ben de pek severim ama; dikenleri çok acımasız, hem içi de bir sürü hırsız sincapla dolu.”

“–Evet, aynen öyle...”

Yan daldan sıçrayan bir sincap araya girdi:

“–Nankör karga! Kiraz iki günlük bir meyve... Güzel olsa da, kestane kebabı gibi olur mu? Kışın karlı günlerinde yem bulamazken benim kovuklarda sakladığım kestaneleri az mı çaldın? Yine kış gelmeyecek mi?”

Karga sincabın araya girmesine bozuldu:

“–Kim öle kim kala! Hem sana ne, bahçıvan nasıl isterse öyle yapar!”

“–Öyle yapar da, her meyvenin bir yeri var. Kiraz kestanenin, kestane de kirazın yerini tutmaz. İkisinin de vücuda katkısı farklı. İkisi de lâzım.”

Bahçıvanın kafası karışacak gibi oldu. Karga bunu fark edince hemen sincaba doğru sivri gagasıyla saldırdı. Zavallı küçük sincap, çareyi kaçmakta buldu. Karga, tekrar oturduğu dala kondu ve kaldığı yerden devam etti:

“–Hırsız sincap işte! Cevizlere dadandığı yetmiyor sanki! Kanaat edeceği yerde kestanelere de göz dikmiş, koca bahçıvanı kandırmaya çalışıyor...”

Bu sözler üzerine bahçıvan, başını dikti:

“–Hayır, kandıramayacak! Kaldığım yerden çalışmalarıma devam edeceğim...”

Yine bir sürü denemeler yaptı.

Fakat yine boşuna!

Gece-gündüz uğraştı, uğraştı...

Yine boşuna!

Bir türlü fark etmiyordu;

Kök ve gövde denilen ana malzeme, onun niyet ettiği şeye muvâfık/uygun değildi. Uygun olmayan malzeme üzerinde emek ve eğitim ne kadar kaliteli olsa da neticeye yansımayacaktı. Yansıması da hiçbir şekilde mümkün değildi.

Bu gerçeği göre göre bahçıvan âmâlık etti durdu.

Sonunda;

Her iki ağaç da perişan ve ziyan oldu. Ortada ne kestane kaldı, ne kiraz.

Hâsılı bahçıvana o ağaçlardan tek kalan kâr;

Kışın yakılacak odunlardı...

Bahçıvan, eline baltasını alınca hatasını fark etti. Her vuruşta yüreğine bir sızı saplandı. Gelecek sene için ne kirazı vardı, ne kestanesi. Dertli dertli alnındaki terleri kolunun yeniyle silerken yandaki kuru ağaca bir bülbül kondu. Seslendi:

“–Bahçıvan! Onca şaşmaz tecrübeleri zamanenin şaşkın moda fikirlerine fedâ ettin, olacağı buydu!”

O da mırıldandı:

“–Evet, olacağı buydu...”

Bülbül, bahçıvanın uyandığını anlayınca bir daha seslendi:

“–Öyleyse olması gerekeni yap! Yeni fidanlar dik! Yapılarını bozmadan ustalık göster!” dedi ve engin semâlara kanat çırptı.

Her kanat çırpması bir kelime oldu. Her kelime, gönül toprağına damladı ve şu eğitim cümlelerine dönüştü:

Hayatın telâş ve çalkantısı içinde;

Hâdiseleri ve içindeki uygunsuzlukları okurken bir film netliğinde aldanışları görürüz. Net gördüğümüz için aldanana hemen kızarız. «Şöyle şöyle yapsaydı...» deriz. Seyrettiğimiz müsabakalarda da genellikle bu böyle olur. Çünkü dıştan ve net görüyoruz. Ayrıca bütün hâlinde parçaları müşâhede edebiliyoruz. Bu da doğruyu zihnimizde hemen yerli yerinde tespiti sağlıyor.

Ama işin içinde isek;

İşte o vakit, iş değişiyor...

Pek çok husus, birbirinden kopuk, birbirine kapalı ve bütün de parçalar da meçhullerle örülü olabiliyor.

Böyle olunca da, uygulama esnasında çok kimse aynı hatalara düşebiliyor.

Kirazın tadı, nasıl bahçıvanı yanlış bir karara sevk ettiyse; eğitimde de cazip hususlar insanları yanlış kararlara sevk edebiliyor.



Bazı göz kamaştırıcı konumlar ve mevkiler, ya da zenginlikler, kararlara müthiş derecede tesir ediyor. Çokları da hiç düşünmeden, o tesire göre hareket sergiliyor. Oysa yapılması gereken, önce eldeki malzemeyi ölçmek. Malzemenin gerçeğine göre en uygun olanı hedefe yerleştirmek. Çünkü malzemeye uygun olmayan bir hedef ve gaye, ne kadar kıymetli ve üstün olsa da hiçbir değer ifade etmez. Etmez, zira kestane dallarında kiraz yetişmez! İllâ da yetişsin denecek olursa; ortada kestane de kalmaz, kiraz da.

Fakat insan kestanenin cüssesine bakarak, onun hakkında ister istemez böyle düşüncelere kapılabiliyor. Yani beğendiğini -o lâyık olmasa da- belli yerlerde görmek istiyor. Hâlbuki bu hususta Hazret-i Peygamber de ikaz edilmiştir:

“Ey Rasûlüm, şüphesiz ki Sen (bile olsan) sevdiğine hidâyet edemezsin.” (el-Kasas, 56)

Yani;

Sevmek ve beğenmek ayrı şey, onu neticeye taşıyıp taşıyamama gerçeği ve hakkı ayrı şey.

Bu gerçek ve hakka göre hareket edilmezse, insan çıkmazlar içinden kurtulamaz.

Çünkü;

Garip de olsa; insan, sevince ayakkabıyı bile başında taşımak istiyor. Oysa ayakkabı altından dahî olsa başa konmaz. Ancak ayağa giyilir. Bunun içindir.

Ama denge karıştı mı, anlat anlatabilirsen.

Anlaşılmayınca da, ne yazık ki; kiraz ağaçları da kestane ağaçları da birer kışlık odun hâline geliveriyor.

Bu durumda;

İnsanın da mânevî bir cennet ağacı olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, Hazret-i Âdem’den bu yana gelen şaşmaz tecrübeler yerine âhirzamanın şaşkın modaları ile hareketin onu kıyâmet kışında nasıl bir vaziyete düşüreceğini idrak etmek zor olmasa gerek...

O hâlde kulaklar;

Karga değil bülbül sesi dinlesin!

M.ALİ EŞMELİ

ALLAHA EMANET OLUN
 
Üst