Kerbela Risalesi

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
KERBELA RİSALESİ…


Yağlıkçızade Esseyyid Osman’ın 1304 Ramazanında bir Cumartesi günü ikindi vaktine yakın sıralarda, tercümesini bitirdiği risale; Hz.Hüseyin Efendimizin Kerbela Şahidi Kızları ve Akıbetleri ile ilgiliydi… Mütercim Efendi gözyaşları ile tamam ettiği Risale-i Suyuti’ye bir müddet baktıktan sonra, Kerbela kederiyle yanan gönlünü nerede avutacağını iyice bilemez hale gelmişti… Kocamustafa Paşa’ya çıksa, Sümbül Efendi’ye varsa, Çifte Sultanlar’ın huzurunda tefekküre dalsa, selamlaşsa Ehli Beyt’in mübarek kızlarının ruhlarıyla…

“İşbu risâlede Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ İmâm-ı Hüseyn-i bâ-safâ salavâtullâhi alâ Nebiyyinâ Muhammed ve âlihî ecmaîn hazretlerinin iki aded gonce-i gül-i dohter-i pâkize ve kerîme-i muhteremelerinin der saâdete teşrîfleri ve Koca Mustafa Paşa Câmii şerîfi civarında medfûn olduklarını mübeyyin Mevlânâ İmam-ı Süyûtî’nin Arabiyyülibâre cem-i tertîb buyurdukları risâlesinden tercüme olmuştur. Ve min-Allâhi’t-tevfîk ni’me’r-refîk”…

Bu girişten sonra, hürmetkar selamlamalar ile geleneksel başlangıcını kuran metin, Kerbela Faciasından arta kalanlar hakkında verdiği malumat ile devam ediyor. Kerbela Şahı Hz.Huseyn’in kız kardeşi Hz.Zeynep ile iki kız evladı, Şam’da iktidar iddiasında bulunan Yezid’in makamına götürülmek üzre, kötü şartlarda yola çıkarılırlar. Şam’a ulaştıktan sonra ise, Hz.Hüseyn’in evlatları olan kız kardeşler, diğer Kerbela şahitlerinden ayrılarak Mısır’a doğru yola çıkartılırlar… Sahabe-i Kiram’dan beş kişi, Kavm-i Yezid’den ise on beş nefer olmak üzere, kız kardeşlere eşlik ederek, bir gemiye bindirilirler… Kız kardeşlerin çilesi bununla da bitmez. “Deryâda giderler iken, bi hıkmetillâhi Teâlâ ruzigârın şiddetine tesadüfle, İspanya sefînelerine rastgelip bunların gemisini ahz ü girift ederek hükûmetlerine teslim ederler…”

İspanya Kralının huzuruna çıkarılan kız kardeşlere Kral ziyadesiyle hürmet eder; “Sizin dedeniz Hz.Muahmmed, büyükanneniz Hz.Fatıma Zehra, büyükbabanız Hz.Ali, Mübarek babanız Hz.Huseyn, amcanız Hz.Hasan değil midir? Bu ismet timsali iffetleriniz ve temiz sülbünüze rağmen, bu garip diyarda ne arasınız?” diye sorar…

Bu kıymetli misafirleri takdir eder, hediyeler verir ve kendilerince önemli bir bayramları olduğunu, lutfedip seyrederlerse memnun olacaklarını saygıyla rica eder… O akşam, büyük bir heyet toplanır, soylular ve din uluları, kral da başta olmak üzere, altın ve yakut mahfazalarından çıkartılan sonra da kırk bir bohça içeiçe sarılmış acaip bir sandığı öperek başlarına koymaktadırlar bu törende… Yezid’in askerleri bu duruma çok şaşırırlar, ne olduğunu sorarlar…

Kral cevap verir: “ Rivâyet olunur bu merkeb ayağı ol ayakdır ki bu ayağın sahibi olan merkebe Cenâb-ı Rûhullah olan Hazret-i Îsâ aleyhisselâm efendimiz bir def’a râkib olmuşlardır ihtimali üzerine bu tırnak ol mübarek tırnakdır diye Cenâb-ı Îsâ aleyhisselâm efendimize ta’zîmen böyle senede birkaç def’a çıkarıp kemâl-i ta’zîm ve tekrîm ile ziyâret edip yüzümüze ve gözümüze sürüp ve suyunu içeriz ve nice alîl ve hastegâna dahî içirib şifâ biliriz. Böyle nâ ma’lûm olan bir merkeb ayağına peygamberimize riâyeten ta’zîm ve tekrîm ederiz.”…

Ve ardından Ehli Beyt’in kızlarını esir edip Şam’dan Mısır’a oradan da İspanya’ya sürükleyen gözü dönmüşlere, bir de kendi işledikleri büyük suça, ihanete bakmalarını, hicapla tövbe etmelerini söyler, işlenen suçtan ve muhatapların aymazlıklarından o derece hiddete gelir ki on beş neferin kellesini oracıkta mahir cellatlarına koparttıverir. Kral, İstanbul’daki Büyük İmparator’a bir mektup yazarak, Ehli Beyt’in kızlarının emaneten korunması ve asayiş berkemal olduğunda yeniden Hicaz’a intikalleri için en güvenli güzergahınsa Konstantinapol olduğunu anlatır.

Kardeşler, deniz yoluyla İspanya’dan İstanbul’a geçerler. Ehli Beyt’in kızları İstanbul’da, o dönemin en görkemli yapılarından, Kızlar Sarayı’na yerleştirilir. Gündüzleri oruçlu geceleri sabaha kadar dua ve niyaz eden kız kardeşler, başlarına gelene hayret etmekte, yetimliği ve esareti, gurbette çile ile doldurmaktadır…

Tek duaları; iffetlerine ve onurlarına bir zeval gelmeden şehit babalarına ve parlak üst soylarına kavuşmaktır. Duaları kabul edilir ki, sabah seccadeleri üzerinde üst üste bükülmüş incecik narin halleriyle bulunurlar. Cenazeleri İslam şeriatine göre tezyin ve tedfin edilir, kaldıkları Kızlar Sarayı’na (bugünkü Kocamustafapaşa Camii) kubbeli bir kabristan tertip edilir. Kız kardeşler nice eziyetli gurbetlikten sonra artık asli yurtlarına ve Ehli Beyt’e kavuşmuşlardır… Eve varmışlardır…

Mütercim Yağlıkçızade Osman Efendi ağlamakta haksız mıdır?
Bu Risale’yi, Muharrem Ayı’na intisab ettiklerinde, kan gözyaşı dökerek okurlarmış eski zamanlarda İstanbullular… Tesbihat, Selavat, üzerlerine olsun…

Sibel Eraslan
(GERÇEK HAYAT, 10 ARALIK 2010)
 
Üst