girdap
Ordinaryus
- Katılım
- 8 Şub 2007
- Mesajlar
- 2,541
- Tepkime puanı
- 252
- Puanları
- 0
Muhammed Bahaeddin Nakşibend k.s hazretleri bir gün Buhara'nın bir köyünde konaklamışlardı. Köyün sakinleri onun sohbet ve ziyaretine koştular. Köylülerden birisi gelirken bir sepet dolusu armut da getirmiş, ev sahibi bu meyveleri ikram olarak Bahaeddin Nakşibend'in önüne koymuştu. Şah-ı Nakşibend armutları onları getiren de dahil olmak üzere mecliste bulunanlara birer birer dağıttı fakat yememelerini tembihledi. Sonra o köylüye dönüp "Söyle bakalım, bu ikramda bulunmaktaki asıl maksatın neydi?" diye sordu.
Köylü başı önünde, gözlerini elindeki armuta dikmiş, mahcup bir halde şu itirafta bulundu: "Efendim sizin keşf ü keramet sahibi bir mürşid-i kâmil olduğunuzu duymuştum. Acaba hakikaten öyle midir değil midir diye denemek istedim. Sepetteki armutlardan birine işaret koymuş, eğer bu zat dedikleri gibi biriyse bu armudu bulur bana verir, diye düşünmüştüm. Bağoşlayın boş bulunup cahillik ettim."
Şah-ı Nakşibend "Peki elindeki armut işaretlediğin meyve miydi?" diye tekrar sordu. Adam utana sıkıla, evet, diyebildi yavaşça.
Bahaeddin Nakşibend Hazretleri cemaate döndü ve buyurdu ki: "Allah'ın veli kullarını denemeye kalkışmak uygun değildir. İstikamet üzereyse, Rasulullah'ın (s.a.v) sünnetini yaşıyorsa eğer, bir mürşidi imtihana hacet yoktur. İstikametten daha doğru bir ölçü olamaz çünkü. Biz şu adama işaretlediği meyveyi keramet göstermek için değil, bizden uzak kalıp zarar görmemesi için bulup verdik! "
Keramet haktır ama...
Evliyanın kerametine dair böyle menkibeleri nakledip dinlemekten öteden beri hoşlanırız. Lakin anlatılan menkıbelerin bize bakan tarafını, bizimle alakalı mesajını görmek yerine, bu kerametleri kandisinden sadır olan zatın velayetine delil kılarak rahatlamak gibi bir alışkanlığımız var.
Tasavvufun "keramete değil istikamete itibar edilir" prensibine rağmen, kerametleri bazen "velayet kontrolü" yapmak için anlatıp dinleyenlere rastlıyoruz. Zaman zaman haddi aşarak Allah dostlarını imtihana yeltenenleri, armutları işaretlemeyi sürdürenleri görüyoruz.
Allah Tealâ'nın veli kullarından zuhur eden olağanüstü haller manasında "keramet" vardır ve haktır. Bununla beraber bir kısım kerametlere talep ve itibar hususunda ihtiyatlı olmamız istenmiştir. Çünkü keramet adından da anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hakk'ın sevdiğine bir ikramıdır ve bu ikram maddi yahut zahirî olabileceği gibi manevî veya batınî de olabilir. Avam tabakası keramet denilince sadece maddi olan olağanüstülükleri anlar; havada uçan, suda yürüyen mürşitler arar. Halbuki tasavvuf büyükleri, "manevi keramet, yani sırat-ı müstakim üzere emrolundukları gibi dosdoğru yürüyen salihlere ikram edilen istikamet hali, maddi kerametlerden daha önemli ve kıymetlidir" demişlerdir. Hakikaten de insan için tam bir imandan daha üstün, daha kıymetli bir ilahi ikram, ihsan yahut lütuf yoktur.
Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin, karşılaştığı densizliğe rağmen muhatabının zarar görmesine gönlünü razı kılmayan ve kâmil bir imanın eseri olan şefkat, merhamet yahut âlicenaplığına değil de işaretlenmiş bir meyveyi fark etmesine ehemmiyet vermek, avama mahsus bir cehalettir. Kaldı ki Allah Tealâ veli kullarını böyle basit düzenlerden, ahmakça denemelerden haberdar etmeyebilir. Nitekim Şah-ı Nakşibend Hazretlerine de getirilen meyveler hususunda bir ilham verilmeyebilirdi. Şüphesiz ki bu hâl onun velayetindeki eksikliğe değil, karşısındaki düzenbazın nasipsizliğine delalet edecekti.
Köylü başı önünde, gözlerini elindeki armuta dikmiş, mahcup bir halde şu itirafta bulundu: "Efendim sizin keşf ü keramet sahibi bir mürşid-i kâmil olduğunuzu duymuştum. Acaba hakikaten öyle midir değil midir diye denemek istedim. Sepetteki armutlardan birine işaret koymuş, eğer bu zat dedikleri gibi biriyse bu armudu bulur bana verir, diye düşünmüştüm. Bağoşlayın boş bulunup cahillik ettim."
Şah-ı Nakşibend "Peki elindeki armut işaretlediğin meyve miydi?" diye tekrar sordu. Adam utana sıkıla, evet, diyebildi yavaşça.
Bahaeddin Nakşibend Hazretleri cemaate döndü ve buyurdu ki: "Allah'ın veli kullarını denemeye kalkışmak uygun değildir. İstikamet üzereyse, Rasulullah'ın (s.a.v) sünnetini yaşıyorsa eğer, bir mürşidi imtihana hacet yoktur. İstikametten daha doğru bir ölçü olamaz çünkü. Biz şu adama işaretlediği meyveyi keramet göstermek için değil, bizden uzak kalıp zarar görmemesi için bulup verdik! "
Keramet haktır ama...
Evliyanın kerametine dair böyle menkibeleri nakledip dinlemekten öteden beri hoşlanırız. Lakin anlatılan menkıbelerin bize bakan tarafını, bizimle alakalı mesajını görmek yerine, bu kerametleri kandisinden sadır olan zatın velayetine delil kılarak rahatlamak gibi bir alışkanlığımız var.
Tasavvufun "keramete değil istikamete itibar edilir" prensibine rağmen, kerametleri bazen "velayet kontrolü" yapmak için anlatıp dinleyenlere rastlıyoruz. Zaman zaman haddi aşarak Allah dostlarını imtihana yeltenenleri, armutları işaretlemeyi sürdürenleri görüyoruz.
Allah Tealâ'nın veli kullarından zuhur eden olağanüstü haller manasında "keramet" vardır ve haktır. Bununla beraber bir kısım kerametlere talep ve itibar hususunda ihtiyatlı olmamız istenmiştir. Çünkü keramet adından da anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hakk'ın sevdiğine bir ikramıdır ve bu ikram maddi yahut zahirî olabileceği gibi manevî veya batınî de olabilir. Avam tabakası keramet denilince sadece maddi olan olağanüstülükleri anlar; havada uçan, suda yürüyen mürşitler arar. Halbuki tasavvuf büyükleri, "manevi keramet, yani sırat-ı müstakim üzere emrolundukları gibi dosdoğru yürüyen salihlere ikram edilen istikamet hali, maddi kerametlerden daha önemli ve kıymetlidir" demişlerdir. Hakikaten de insan için tam bir imandan daha üstün, daha kıymetli bir ilahi ikram, ihsan yahut lütuf yoktur.
Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin, karşılaştığı densizliğe rağmen muhatabının zarar görmesine gönlünü razı kılmayan ve kâmil bir imanın eseri olan şefkat, merhamet yahut âlicenaplığına değil de işaretlenmiş bir meyveyi fark etmesine ehemmiyet vermek, avama mahsus bir cehalettir. Kaldı ki Allah Tealâ veli kullarını böyle basit düzenlerden, ahmakça denemelerden haberdar etmeyebilir. Nitekim Şah-ı Nakşibend Hazretlerine de getirilen meyveler hususunda bir ilham verilmeyebilirdi. Şüphesiz ki bu hâl onun velayetindeki eksikliğe değil, karşısındaki düzenbazın nasipsizliğine delalet edecekti.