Kendilerini Müctehid Ve Fıkıh Alimi Zannedenlere.....

halukgta

Asistan
Katılım
16 Ara 2011
Mesajlar
334
Tepkime puanı
11
Puanları
0


Bizlerin İslam anlayışına güzel bir örnek, geçen gün Cumhurbaşkanı ve kendisini dinde söz sahibi gören bir Profesör arasında geçti. Cumhurbaşkanı, dini konularda hiç hoş olmayan farklı sözler konuşan, hatta haddini aşan kişilerin sözlerini tenkit ederek, İslam ın hükümlerinin güncellenmesi konusunu gündeme getirdi. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz sosyal medya hesabından Cumhurbaşkanına şöyle bir cevap vermiş, basından okudum.


"MUHTEREM CUMHURBAŞKANIM! HADDİNİZİ AŞARAK ŞERâ€ââ€￾¢Î MESELELERDE FİKİR BEYAN ETMEYİNİZ! ZİRA NE MÜCTEHİD VE NE DE FIKIHÇISINIZ!"


İşte bizlerin İslam anlayışı, İşte bizlerin İslam dininde kendi ellerimizle yarattığımız ruhban sınıfının özeti. Dini konularda öyle bir sınıf yarattık ki, bu kişilerin sözleri adeta Allah ın emri gibi, dinin asli unsuru sayılır oldu. Düşünebiliyor musunuz, bizler yaşantımızda herhangi bir konunun, dine uyup uymadığına kendimiz karar veremeyeceğiz ve doğrumu yapıyoruz diye, bahsettiği kişilere soracakmışız. Hani İslam dininde ruhban sınıfı yoktu? Bu kişilere göre dinin tek kaynağı Kurâ€ââ€￾¢an değil, beşerin koyduğu fıkıh kuralları da dinin ana unsuru sayılıyor. Onun içinde dinde bölündük parçalandık ve ruhban sınıfını yarattık. Bu kişiler kendilerini öyle kaptırmışlar ki, Cumhurbaşkanı sen işine bak, dini konulara karışma, o bizim işimiz diyecek kadar, kendilerini din adına yetkili kabul edebiliyorlar. Kim verdi onlara bu yetkiyi? Kurâ€ââ€￾¢an da Allah elçisine hitaben, senin görevin tebliğ etmektir, yarattığım kulumla aramdan çekil. Tebliğ etmek senin, hesap sormak bizim görevimizdir der. AMA BU ŞAHISLAR NE YAZIK Kİ KENDİLERİNİ, ALLAH IN ELÇİSİNDEN BİLE YETKİLİ GÖRÜYORLAR.


Bizler İslam ı, Allah ın kolaylaştırılmış hükümlerine göre yaşamayıp, beşeri hükümler ile harmanlayıp yaşarsak, elbette her zaman, her çağda toplum sorunlarla karşılaşacaktır. Allah ayetlerini tüm zamana uygun şekilde saf, arı, duru bir şekilde göndermiştir. Bizlerde bu hükümleri, kendi çağımıza uyarlayarak anlamasını öğrenemediğimiz sürece, kendimizce dinin güncellenmesi gerektiğini söyleriz. HÂLBUKİ DİNİN GÜNCELLENMEYE DEĞİL, KAFALARIN, BATIL İNANÇLARIN GÜNCELLENMEYE İHTİYACI VAR. Unutmayalım din yalnız Kur'an dır. Allah ın elçisi de ümmetine, yalnız Kur'an ı tebliğ etmiş ve yalnız Kur'an ile hükmetmiştir.


Önce şunu hatırlatmak isterim. Fıkıh din değildir. Dini konularda beşeri düşüncelerin oluşturduğu hükümlerdir ve asla Allah emri olmayıp, kişileri bağlayıcıda değildir. Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için Müctehid ve fıkıh ne anlama geliyor toplumumuzda, önce onun özetini yazmak istiyorum.


“Müctehid; Kur'an'ın sırlarını hakkıyla bilen, içtihat yapabilen, İslâmî ilimlerin bütün hükümlerinde otorite olan her fıkıh bilginidir. Bu zatlar ayet ve hadislerin sırlarını bilme yeteneğine sahip seçkin insanlardır.
“Arapça bir kelime olan "fıkıh", bir şeyi derinlemesine bilmek demektir. Temel kaynakları Kurâ€ââ€￾¢an ve sünnet olan İslam hukukuna verilen ad. İslam hukukudur. Dört temele dayanır. 1) Kuran, 2) Hadis, 3) Kıyas, 4) İcma. Herhangi bir konuda, Kuran'da açıklayıcı bir ayet varsa, evvela bu esas alınır. Kuran'da bulunmayan konularda Hz. Muhammed'in «sahih» (doğru) Hadisleri esas alınır. Eğer aranan esas burada da bulunamazsa, o zaman fıkıhın üçüncü esası olan «kıyas» yoluna başvurulur. Kıyas, bir meselenin benzerini Ayet ve Hadis olarak bulmak demektir. Bulunan benzer Ayet veya Hadis, genelleştirilerek yeni meseleye uygulanır. Bu da olmazsa, nihayet fıkhın dördüncü esası İcma ya başvurulur. İcma, bir mesele üzerindeki halkın İsteği demektir. KUR AN'A VE HADİS'E AYKIRI OLMADIKÇA HALKIN İSTEĞİ ESAS SAYILIR.â€￾

Müctehid, Kurâ€ââ€￾¢an ın sınırlarını hakkıyla bilen kişi olduğu söyleniyor. Peki, kim bu kişiler? Allah ın apaçık ayetlerini yeterli görmeyen, Allah hüküm vermediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenler mi Müctehid? Bu kişiler hangi sırrı Kurâ€ââ€￾¢an dan anlamışlar, Allah apaçık dediği halde. Sakın veliler edinmeyin, güvenilecek veliniz yalnız benim diyen Allah ın hükmüne inat, nelere inandığımızın farkında mıyız? Bu kişiler benim imanıma nasıl olurda yön verebilir? Sizlere indirdiğim Kurâ€ââ€￾¢an yetmiyor mu diyen Yaradan a inatla, Allah ın kitabını yeterli görmeyip, anlaşılması zor ilan edip, bizleri kendi hükümlerine uymamızın mecburiyetine zorlayan bu kişiler, hangi yetki ve salahiyetle kendilerini yetkili görüyorlar? Kurâ€ââ€￾¢an azınlık kişilerin anlayacağı sırlarla dolu kitap değil, Allah ın yemin ederek kolaylarlaştırdığı bir rehberdir. Allah Kurâ€ââ€￾¢an ı ben açıkladım ve nice örneklerle izah ettim ki, sizi Allah ile aldatanlar çıkmasın diyor Kurâ€ââ€￾¢an da.


Günümüzde topluma anlatılan fıkıh beşeridir. İslam hukuku diye topluma sunulan fıkıh inancının, nerelerden oluşturulduğunu sizlere yazdım. Kurâ€ââ€￾¢an da olmayan hükümleri nerelerden derleyip, sanki Allah ın emriymiş gibi dinin ana unsuru yapmaya çalışıyorlar. İlginçtir, Kurâ€ââ€￾¢an a ve hadise aykırı olmadıkça halkın isteği esas alınır diyor. Din halkın isteği ile yaşanmaz. DİN YALNIZ ALLAH IN İNDİRDİĞİ KURâ€ââ€￾¢AN İLE YAŞANIR. Öyle hadisler, peygamberimiz söylemiş gibi gösterilmiştir ki, apaçık Allah ın elçisine iftiradır. Unutmayalım lütfen, Allah sizleri Kurâ€ââ€￾¢an dan hesaba çekeceğim diyor. Kurâ€ââ€￾¢an ın dışından beşeri fıkıh inancından değil.


Bizler Kurâ€ââ€￾¢an ı anlayarak, düşünerek okumadığımız sürece, Allah ın bizlerden ne istediğini de, ilk elden asla anlayamayız. Allah ile aramıza, kendisini din adına yetkili, sorumlu olduğunu iddia eden kişileri sokarsak, onların yanlış inançlarıyla da Allah ın huzuruna çıkarız. İnanın o çetin gün, şaşkınlığımızdan kaçacak yer ararız.


Lütfen şunu unutmayalım, din Allah ın dinidir. Allah da yemin ederek, bizleri imtihan ettiği Kurâ€ââ€￾¢an ı anlayabilmemiz için kolaylaştırdığını söylüyor da, dinde ruhban sınıfı olmadığını belirtiyorsa, kendilerini ruhban sınıfının yetkilileri olarak gören ve müctehid ve fıkıh âlimi kabul eden kişilerin oyunlarına gelmeyelim.


Padişahlık dönemlerinde, toplumu istedikleri gibi yönetmek isteyen yöneticiler, toplumu ellerinde tutabilmek adına, dinde söz sahibi kişiler ihdas edip, onların yardımıyla saltanatlarını sürdürebilmişlerdir. Âlim insan, İmamı Azam Ebu Hanife, buna asla izin vermemiş ve böyle yöneticilerin oyununa gelmemiştir. Onun içinde çok acılar çekmiş, hapislerde yatmıştır. Bugün aynı oyunlar oynanıyor ve kendilerini dinde yetkili ve sorumlu olduklarını ilan eden kişiler çıkıyor, devleti yönetenleri bile etkileri altına almaya, onları din adına tehdit etmeye çalışıyorlar. Bunun acı bir örneğini yakın zamanda gördük, toplum büyük acılar çekti. Yenilerinin ortaya çıkmaması içinde önlemler alınmalı ve kendilerini ruhban ilan eden bu kişilere, gereken cevaplar verilmelidir.


Allah Kurâ€ââ€￾¢an ın sınırlarını aşan, Allah hükmetmediği halde bunlarda Allah katındandır diyerek, Allah ın kolaylaştırdığı dini zorlaştıranlara Rabbimiz kâfir diyor. Lütfen dikkatli olalım, farkında olmadan kendimizi kâfirlerin safında bulabiliriz. Allah ile aldatıcı bu kişilerin oyunlarına gelmeyelim. Elde Kurâ€ââ€￾¢an onu anlayarak ve düşünerek okuyalım. Unutmayalım Allah anlayamayacağımız, açıklanmamış bir kitap gönderip, daha sonrada ondan bizleri asla sorumlu tutmaz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK


https://www.facebook.com/Kuranadavet1/?ref=aymt_homepage_panel
http://halukgta.blogcu.com/
http://kuranyolu.blogcu.com/
http://hakyolkuran.com/
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Müctehidler ve fakihler ruhban değildir ! Ruhbanlık ayrı bir uğraştır ve Hristiyanlıkta vardır ! İslâmda ise "ULEMA" sınıf vardır. İşte bu müctehidler ve fakihler ulemasınıfına girerler. Müslümanlar kendi ulemalarına şaşı bakmazlar bilâkis onların fikir ve içtihadlarından azami derecede istifade ederler ! Ulemanın fikri ve ictihadlarından istifade etmeyenler ise, sürüden ayrılan koyunlar gibi kurtlar sofrasında meze olurlar !
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Akgündüz Hakikat ı Kur'aniye bahsinde Reis-i Cumhur dan daha ziyade söz sahibidir..
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Akgündüz Hakikat ı Kur'aniye bahsinde Reis-i Cumhur dan daha ziyade söz sahibidir..

Kendi özel fikrin ve eğiliminle bir kişiyi şişirme fikrine burada kimsenin katılacağını bekleme ! Sana göre şişirdiğin zat söz sahibi ise, bir başkasına göre söz sahibi pekâlâ Sarı Cizmeli Mehmed Ağa olabilir ! Artık bu nalıncı keserliğinden ne zaman vaz geçeceksiniz ?
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Sarı çizmeli ağa meselenin özüne hakim mesele hakkında ihtisas sahibi ise pekala söz sahibi olabilir.. bir insanın başarılı bir siyasetçi olması onu her konuda mütehassıs yapmaz.. fazla şişirmeyelim evet haklısınız..
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Ahmet Akgündüz:

Yakın tarihimizdeki intihâllerin en dikkate değerlerinden biri, belki de birincisi Ahmet Akgündüz tarafından vakıflara dâir Arapça (yazarı Muhammed Ubeyd el-Kubeysî) bir kitabın dipnot sırası bile bozulmadan Türkçe’ye tercüme edilmesi ve doktora tezi olarak jüri mensuplarına yutturulmasıdır. Bu arada teze, Osmanlı tatbikatına dâir, klâsik vakıf kitaplarından alelacele çırpıştırılmış bir bölüm de eklenmiştir.[1] Akgündüz, aynı şekilde çok hızlandırılmış bir akademik süratle ve hâmileri (Rektörü Halil Cin) sayesinde 1986’da doktor, 1987’de doçent, 1993’de de profesörlük unvanlarını şereflendirmiştir”.[2]

“Ahmet Akgündüz ve Tarih İlminde Ahlâk Meselesi”

“Fuzulî her ne kadar;
İlm kesbiyle pâye-i rif’at
Ârzû-yu muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kal imiş ancak

dese de ilmin değil, hiç şüphesiz aşksız ilmin aleyhinde bulunuyordu. Ancak, ilmin aşktan daha çetin bir sevgili olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Her aşkta az veya çok bir vuslat ihtimali vardır. Ancak ilimde böyle bir ihtimal bahis mevzuu bile edilemez. İlim, son menzili olmayan sonsuz bir güzergâhta, Kâbe yolundaki karınca misâli, bir ömür boyu hiç durmaksızın yürümektir. Tabiî bu mânâda âlim, hiç şüphesiz âşıktan daha zorlu bir işe tâlip oluyor demektir. O, en büyük hazzı bu yolda yürümekte bulup, “bu işin kârı ne?” diye sormaz. Mevlevi çilesi bin bir gün, onun çilesi bir ömür boyu sürer. Aksi takdirde âlimin “Ar yılı değil, kâr yılı” veya “Ar eden kâr etmez” sözünü hayatının düsturu hâline getiren arsız bezirgândan farla kalmaz.

Hiç şüphesiz, ilim adamının bir başka alâmet-i farikası ise gerektiği zaman yanıldığını kabul ile yanlışım tashih etmeyi de bir zevk hâline getirmesidir. Zaten yanılmazlık iddiası kulun tâkatini aşan bir davranıştır. Yanılmamak ancak Allah (cc.)’a mahsustur. Yanılmazlık iddiası enaniyet dâvâsının en büyük şâhididir.

Bu iki esastan hareketle ifade etmek gerekirse, ne yazık ki, memleketimizde “geçim köşe başını tutmuş” bir hâlde iken ilme âşık âlim yetişmesini beklemek bir ham hayalden başka bir şey değildir. Pek az istisnası bu gerçeği tekzip değil, ancak teyid için zikredilebilir. Mükrimin Halil (Yinanç) merhum ne kadar haklı:

“İnsanın, hasta iken doktor, aç kalınca aşçı, istirahata çekileceği zaman tarihçi olacağı gelir. Tarih, ilimlerin en sonunda gelir. Önce herkes alacağını vermez; hukuk doğar. Sonra hasta olurlar; tıb doğar. Sonra sihir ve nücûma itimat başlar. Tarih de lüks bir ilimdir.” Aslında kazanç hırsının insanların bütün hayatını kuşattığı bir iklimde sadece tarih değil, hiçbir ilim gelişmez ve ilim zihniyetinin sağlığı altından daima bezirgan sureti sırıtır.

İlim yapar gibi görünenler esas itibariyle şöhretin ve servetin kapısında bekleşirler. Kuru bir şöhretin değil, servetin kapısını aralayabilen kârlı bir şöhretin âşığıdırlar. “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır” sözünü, ‘Yiğit ölür han kalır” şeklinde telkin buyururlar; tavırlarının bir muhtekirden farklı bir tarafı yoktur. İlim dünyası ile yer altı dünyası arasındaki fark ancak mevzu ve usûl farkından ibâret olur. Bir tarafın âleti silâhtır, diğer tarafın kalemi silâh olur. Artık vur vuranın, kâr kıranındır.[3]

Son zamanlarda ilim hayatımıza hâkim olan bu tavırdan pek fazla rahatsızlık duyulduğuna dair bir işaret de görünmüyor. İnsanlar başkalarının eserlerini ve tercümelerini çalıp kendi isimleriyle bastırıyor, yalan yanlış bilgilerle dolu kitaplarıyla şöhretlerini şekerleyip vitrinleri ve kütüphaneleri ve tabiî ceplerini dolduruyorlar. Başkalarının eserlerini çalmayı ise hizmet edebiyatıyla ambalajlıyorlar. Bilhassa Müslümancı aydınlar ve yayınevleri tam bir Müslüman-fırîblikle (Müslüman avcılığı) işi kotarıyorlar. “Ar-namus tertemiz” düsturuyla hareket edenler “kâr”dan başka bir düstur da tanımıyorlar. Bu yapılanları tutmadığımızı söylemek hakkını kullanmak, vazifemizdir diye düşünüyoruz.

Daha önce yazdığımız bir yazıda[4] adı geçen şahıslardan Sadık Yalsızuçanlar’ın ve Timaş’ın yağma ve -niçin açıkça yazmayalım- hırsızlıkları devam etmektedir. Yine Timaş Ali Çankırılı imzasıyla Batı klâsiklerini ve başka tercümeleri de basmaya devam etmektedir.[5] O yazıda, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve genç ortağı Doç. Dr. Said Öztürk tarafından Bilinmeyen Osmanlı (Haziran 1999, s. 286-293) isimli kitabında kırk bir derece hararetli bir kazanç hırsının ürünü olduğuna inandığımız bu türrehatta bulunan iki yanlışı örnek olarak zikretmiştik. Bu bazı okuyucularımız tarafından yanlış yorumlandı ve kitapta “iki yanlışın bulunması üzerinde durulacak bir şey değildir” denildi. Hâlbuki kitabın zaten isminden itibaren her şeyi yanlıştı. İsmi yanlış, yâni çok iddialı; yazılma sebebi ise ilmî değil ticârî ve tabiî metni ise tam bir çırpıştırmadan ibaretti.

II. Meşrutiyet devrinin en temel meselelerinden bir olan ve hakkında kâfi miktarda bilgi bulunan Halâskârân meselesini bile yanlış yazan ve yirminci asır İslâm dünyasının en ünlü kişilerinden Emir Şekip Arslan’ı (1869-1946) asgarî ölçüde bile tanımayan (a.g.e. 286) bir hukuk tarihçisinin Osmanlı Tarihi sahasında yaptığı bütün yanlışları tespit ve tahrir ancak bir takım, hem de geniş bir takım tarafından yapılacak bezdirici, bıktırıcı ve derin sabırlı çalışmalardan sonra mümkün olabilir. Diğer taraftan böyle bir çalışma da usûle aykırıdır. Sadece örnekler göstermek en isabetli yoldur. Bay A. A. İşaret ettiğimiz yanlışlarını kitabın sonraki baskısında (Ağustos 1999) da düzeltmemiş, nasıl olsa okuyucum (!) yutuyor diyerek aynı yanlışları piyasaya sürerken, kitabın satışını kast ederek “Ali Birinci yanılıyor, okuyucu cevabını verdi” selâmını göndermiştir. Bu defa örneğimizi teke indirerek, sadece Emir Şekip Arslan hakkındaki bilgi kaynaklarının dördünden birer sayfalık klişe koymakla iktifa edeceğiz.

Ancak son bir husus olarak bir itirafta bulunmamız gerekmektedir: Yanlışına işaret ettiğimiz A. A. nasıl olsa yeni baskısında bunları tashih eder diye bir ümit taşıyorduk. Bu inancımız meğerse bir saflıktan ibaretmiş ve Prof. A. A.’nın asıl hedefi ve heyecanı yanlışların tashihi değil, kesesinin takviyesinden ibaretmiş; gerisi lafügüzafmış ve mesele ise ilmî değil, ahlâkî temellere dayanıyormuş. Kâr getiren yanlışlar yanlış sayılmazmış. Câhil diye bu meydanda, kazanmayanlara denirmiş. Bu saflığım için kendimden ve okuyucularımdan özür dilerim.

İhtiyarımla acep ben hiç olur muydum yazar

Ger bileydim Ahmed’in bunca devasız derdini.”[6]

O’nun hakkında diğer bir beyan da şudur:

“Leiden Üniversitesi öğretim üyelerinden Türkolog Eric – Jan Zurcher, Akgündüz‘ün çalışmalarına aldığı kimi paragrafların, başkalarına ait eserlerle birebir aynı olduğunu iddia ediyor.

Hollandalı profesör, “Paragraflar, o kadar benzer ki, bunu Akgündüz‘ün yazdığını söylemek zor” diyor.

Ahmet Akgündüz ise iddiaları reddetti. Akgündüz, iddiaların “Ermeni ve PKK yandaşı tezviratçıların” işi olduğunu öne sürdü.

Prof. Dr. Akgündüz Aksaray’da daha çok, ‘Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi’ isimli, Somuncu Baba’nın hayatını ele alan eseri ile tanınıyor. Prof. Akgündüz’in bu eseri, Aksaray ve Somuncu Baba ilişkisini ortaya koyan 40’tan fazla arşiv belgesinin sadece bir tanesine yer veriyordu. Eser bu ve başka hataları ile ilim dünyasında ağır eleştiri almıştı. Bu esere karşı bir reddiye yazan konunun uzmanı Prof. Dr. İsmail Erünsal, Prof. Akgündüz’ün adı geçen eserinin intihal içerdiğine de imada bulunmuştu. Prof. Erünsal’ın yanı sıra Başbakanlık Osmanlı Arşivi Uzmanı Orhan Özdil kaleme aldığı ve hakemli dergide yayınlanan makalesinde, Prof. Akgündüz’ün görmediği arşiv belgelerini tek tek ortaya koydu.”[7]

Dipnotlar:

[1] Bu kitabı TTK tarafından basılmıştır: İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara, 1989, XXXII+489 s. Ahmet Akgündüz’ün intihali ve kendisinin cevap niyetine karaladığı satırlar için: Hasan Yüksel, “Vakıflara Dâir Bir Eser Üstüne”, Tarih ve Toplum, Sayı: 89 (Mayıs 1991), s. 57-61; Ahmet Akgündüz, “Vakıf Müessesesi Adlı Eserimizin Tenkidi Üzerine”, Sayı: 91 (Temmuz 1991), s. 56-58; Buna Hasan Yüksel’in cevabı: “Vakıf Müessesesi Adındaki Kitaba Yaptığımız Tenkide Verilen Cevaba Dâir”, Sayı: 93 (Eylül 1991), s. 57-59.

[2] Prof. Dr. Ali Birinci-Tarihin Kara Kitabı, İstanbul 2014, sh. 201 vd.

[3] Burada, acı bir hakikat de olsa, mafyanın ilim hayatımızdan daha çok ve iyi kurumlaşmış ve kaideleşmiş olduğunu belirtmek gerekiyor.

[4] Bkz. “Cehâlete Methiye”, Türk Yurdu, Sayı. 144 (Ağustos 1999), s. 7-11.

[5] Timaş, ısrarla, kararlılıkla ve büyük bir hızla yağmaladığı eserlerin neşriyatına devam etmektedir. Bu, ayrı bir yazı mevzuudur. Ancak sahibi Ömer Okçu, nâmıdiğer Hekimoğlu İsmail’e bir sualimiz olacak: Acaba bu yağmayı yaşlı gözlerle seyreden ne buyuruyor, bir sorar mısınız? Cevabı bekliyoruz.

[6] Prof. Dr. Ali Birinci-A.g.e. sh. 217 vd.

[7] http://www.haberfark.net/rektor-profdr-ahmet-akgunduze-intihal-suclamasi-43722h.htm
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
o kafa güzel kafa ama... ne içiyorlarsa biz de içsek de o kafayı bulsak keşke :)




Ama sorsan bunlar asla makam sevdalısı değildir. Ama kendilerine daha az makam veren herkes ise makamperesttir :)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Müslüman coğrafyası ağlar iken, benim liderim Mehdi idi diye bir cemaat liderini ve aslında kendini pazarlamaya çalışıyor ise, buna dur demek lazım. Daha dün Feto'ya kutup diyen abilerin, bugün liderim de aslında Mehdi idi demelerine ancak gülünür ama bu biraz acı gülüş olacaktır.

Her yer daha fazla kan gölü olacaksa, bu Mehdi'yi mi biz bekledik yıllarca. Gelmese daha iyi imiş!
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
Osmanlı bu güncellemeyi yapamadığı için bitiş sürecine girmiştir. Yapmak isteyenlerde bazı tepkilerden korkup yapamamıştır. inşallah cumhurbaşkanımız çok hayırlı bir kapıyı açmış bulunuyor. Allah tamamlamayı nasip etsin inşallah.
 
Üst