Kaza ve Kadere İnanmak

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
İSLÂM İLMİHALİ
Kaza ve Kadere İnanmak (1)

Kaza ve kadere inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsinin; Allah-u Teâlâ'nın takdiri ile, tertibiyle, dilemesi ve yaratması ile meydana geldiğine inanmak demektir.
Bir Âyet-i kerime'de:
"Biz her şeyi bir kader ile yarattık." buyuruluyor. (Kamer: 49)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"O Rabb ki yaratıp düzene koymuştur. Her şeyi takdir edip (plânlayıp) doğru yolu göstermiştir." (A'lâ: 2-3)
Kader ve takdir; bir şeyi belirli bir ölçüye göre yapmak, plânlamak, tayin etmek demektir. Sınırlama, ölçü, miktar, emir ve hüküm mânâlarına da gelir.
İslâm dini'ne göre; Allah-u Teâlâ'nın ezelden ebede kadar yaratılmış ve yaratılacak şeylerin yerini ve zamanını, en ince teferruatına varıncaya kadar her şeyi ezelî ilmi ile bilip takdir etmesine kader denir.
Allah-u Teâlâ'nın ezelde irade ve takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince Levh-i mahfuz'da yazıldığı şekilde meydana getirmesine de kaza denir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen her hangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan evvel, bir Kitap'ta yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu Allah'a göre kolaydır.
Bu, elinizden çıkana üzülmemeniz ve Allah'ın size verdikleri ile sevinip şımarmamanız içindir." (Hadid: 22-23)
Bir Âyet-i kerime'de de:
"Hepsi Allah'tandır." buyuruluyor. (Nisâ: 78)
Allah-u Teâlâ "Alîm"dir, her şeyi bilir. İlm-i ezelîsinde kişinin dünyada neler yapacağını, neler söyleyeceğini, bütün icraatlarını, âhiretteki yerini biliyordu ve o şekilde takdir etmişti. Bildiği için beyan etmişti. Çünkü hiçbir şey O'nun bilgisi dışında değildir. Kâinat da böyledir, insan da böyledir. Her şeyin filmi çekilmiş ve dürülmüş, kaseti tutulmuştur. O'nun hudutsuz bilgisi karşısında bir zerre ile mükevvenat arasında hiç fark yoktur.
Âyet-i kerime'sinde:
"Biz herkesin dünyadaki amelini kendi boynuna doladık." (İsrâ: 13)
Buyurduğu üzere bütün icraatlarının filmini çekti ve sardı. Hepsini Levh-i mahfuz'da beyan etti. An be an o filme göre insanın icraatları husule geliyor.
Bizi dünyaya göndermesindeki maksat bizi de bilsin içindir. Yoksa O'nun öğrenmesi için değildir.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Allah onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Kulların ilmi ise asla bunu kavrayamaz." (Tâhâ: 110)
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)
Biz insanlar muhakkak ki imtihanlara tâbi tutulacağız. Bir çok çilelere maruz kalacağız. Göstereceğimiz sadâkat nispetinde Cenâb-ı Hakk derecemizi ölçmüş ve bize vermiş olacak. Yoksa bizim ne yapacağımızı ezelî ilmi ile biliyordu.

Şehirlerin girişlerinde "Filân şehirdir." diye levhalar bulunur. Çıkışta da aynı levha vardır, çıkış olduğunu bildirmek için kırmızı bir çizgi çizilmiştir. Halbuki o levhalar aynı zamanda yazıldı.
Girerken şehrin ismini, çıkarken bitimini görüyoruz. Bunun gibi, Hazret-i Allah daha biz dünyaya gelmezden evvel girişimizi de çıkışımızı da takdir etmiştir.
Biz bir mahlûkken o tabelâları yazıyoruz, oraya oraya dikiyoruz. O Hâlık'tir, ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Eğer Cenâb-ı Hakk bizi bu dünyaya göndermeseydi gayet haklı olarak iddialarda ve itirazlarda bulunacaktık. "Aman Allah'ım, senin bir kulun olarak hiç bu işleri yapar mıydım?" diyecektik. Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri "Ey kulum! Ben senin bunları yapacağını biliyordum, sen de gör yaptıklarını" diye bize göstermek için bizi gönderdi. Yoksa ne yapacağımızı bilmediğinden değil.
Bir Âyet-i kerime'sinde:
"Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara duyururdu." buyuruyor. (Enfâl: 23)
Hazret-i Allah'ın takdiri takdirdir. Bir insanın O'nu böyle tanıması icabeder.

Bir de yalnız kendisinin bileceği takdir vardır. Bu takdir Levh-i mahfuz'da da yoktur, kişinin filminde de yoktur. Kendisine âittir. Kendisinden başka hiç kimse bilemez.
Sen buna şaşıyor musun? Bir insan kendi çevirdiği bir filmi seyrederken biraz sonra hangi sahnenin geleceğini biliyor da Allah-u Teâlâ takdirini beyan ettiği şeylerin her zerresini bilmez mi? Zaten senin takdir filmini sana takan O'dur.

İSLÂM İLMİHALİ

Kaza ve Kadere İnanmak (2)

İman-küfür, itaat-isyan, hayır-şer... Bunların her biri insanın kabiliyetine göre Cenâb-ı Hakk'tan talep ettiği şeylerdir. Ne diledi ise o verilmiş ve verildiği şeyin yolu kendisine kolaylaştırılmıştır. Bir Âyet-i celile'de Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:
"Kim âhiret ekimini dilerse, onun ekimini artırırız. Kim de sâdece dünya ekimini isterse ona da yalnız bundan veririz. Âhirette ise onun hiçbir nasibi yoktur." buyuruyor. (Şûrâ: 20)
Birisi Hazret-i Allah'tan âhireti istiyor, iman ve taatı istiyor. Hazret-i Allah da ona o yolu kolaylaştırıyor, iyiliği sevdiği için ona iyilik yaptırıyor.
Bu husus Kur'an-ı kerîm'de şöyle belirtiliyor:
"Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere elbette yollarımızı gösteririz." (Ankebût: 69)
Azim nisbetinde Cenâb-ı Hakk kulunu destekliyor, hidayetini artırıyor ve önüne ışık tutuyor.
Diğeri yalnız dünyayı istediği için Cenâb-ı Hakk da onu müyesser kılıyor. Yani istediği için, kötülük yapmayı kolaylaştırıyor. Yaptıkça hoşlanıyor, böylece arzusuna nail olmuş oluyor. İyilik isteyene iyilik, kötülük isteyene kötülük veriyor.
Buradaki maksat şu ki, yarın huzur-u ilâhîye çıktıkları zaman "Yâ Rabb'i, sen bizi dünyada istediğin gibi hareket ettirdin, bizim kabahatimiz ne?" diyemesinler.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'de:
"İşte bu şahidlendirme, kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeniz içindi." (A'râf: 172)
Kullarının hep iyiliğini isteyen Hazret-i Allah, hiç kimseye cebren aslâ kötülük yaptırmaz. Herkese arzusu verilmiş ve herkes onları yapmaya koyulmuşlardır. Binâenaleyh bir kulun "Salâhımı isterse salâh olurum, etmezse olmam." diyerek kaçamak yollar aramaya, yaptığı-yapacağı bütün kötü işlere bunu perde yapmaya hakkı yoktur. Kendi kendisini kandırmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Şeytan işini kadere havale etti kâfir oldu, Âdem Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'a sığındı. Cenâb-ı Hakk da onu affetti.
Kula düşen şudur: Hazret-i Allah'a muhtaç olduğunu bilecek, O'ndan isteyecek, O'na sığınacak, O'na yalvaracak, O'na boyun bükecek, gözyaşı dökecek, O'nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i Mübeşşere -radiyallahu anhüm- Hazeratı cennetle müjdelenmelerine rağmen ibadetten bir an bile geri kalmadılar.
Cenâb-ı Hakk mahlukâtın en ekmeli ve eşrefi olan insanı, en güzel iş ve hareket yapma istidâdı üzerinde halketmiştir. Böyle iken Hakk ve hakikati bırakıp gayrıya çalışması bâtıl değil midir?
Buhârî'nin rivayet ettiği bir Hadîs-i şerif'te Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Bakî-i Gargad mezarlığında bir cenazede bulunuyorduk. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanımıza gelip oturdu. Biz de etrafına oturduk. Elinde bir asâ vardı. Başını eğdi ve asâsıyla yere vurmaya başladı. Sonra buyurdu ki:
"Sizden hiçbiriniz müstesnâ olmamak üzere hepinizin cennetteki yeri de cehennemdeki yeri de yazılmıştır. Şakî veya said olacağı tesbit olunmuştur."
Bunun üzerine Ashâb-ı kiram'dan bir zât sordu:
"Öyle ise yâ Resulellah, amel ve ibâdeti bırakıp Cenâb-ı Hakk'ın takdirine itimad edemez miyiz? Zira bizden saâdet ehli olanları, ilâhî takdir saâdet ehlinin ameline sevkeder, kişi cennete girer. Yine bizden şekâvet ehli olanları, ilâhî takdir şekâvet ehlinin ameline sevkeder, kişi cehenneme girer."
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cevâben:
"Güzel ameller yapmaya devam edin. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa, o iş kendisine kolaylaştırılmıştır. Saâdet ehli olan saâdet amelleri yapar. Şekâvet ehli olan ise şekâvet amelleri yapar." buyurdu ve akabinde şu Âyet-i kerîme'leri okudu:
"Kim ki (her şeyini Hakk'a) verir, masiyetten sakınır Allah'tan korkarsa ve o en güzel Kelime-i Tevhid'i tasdik ederse; biz de ona kolay yolu hazırlarız, hayra karşı tatlı bir arzu veririz.
Fakat kim de hasislik edip inâyet-i ilâhîyeden kendisini müstağni görüp, o en güzel kelimeyi tekzip ederse, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız, hayra karşı bir isteksizlik veririz." (Leyl: 5-10)
Kişi baktığı zaman kendisini bu hakikat aynasında görebilir.
Yine bu hususta Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde şöyle buyuruyor:
"Kim bu çarçabuk geçen dünyayı isterse, biz de burada ona, evet kimi dilersek ona, dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Kınanmış ve rahmetimizden kovulmuş olarak oraya girer.

Kim de inanmış olarak âhireti ister ve çalışmasını da onun için yaparsa, işte onların bu çalışmaları meşkûr ve makbul olur.
Dünyâyı isteyenlere de âhireti isteyenlere de, Rabb'inin vergisinden birbiri ardınca veririz. Esasen Rabb'inin ihsanı hiç kimseye yasak kılınmış değildir." (İsrâ: 18-19-20)
Bu mevzuyu Cebriye mezhebinin görüşü ile karıştırmamak lâzımdır. Zira onlara göre, insan işlemiş olduğu bütün fiilleri yapmaya mecburdur. Bu fiillerin işlenişinde hiçbir rolü olmadığı gibi kudret ve iradeye de sahip değildir.
Halbuki Allah-u Teâlâ kişiyi cüz'i iradesi ile sorumlu tutar.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"İşlediklerinizden andolsun ki sorumlu tutulacaksınız." (Nahl: 93)
"Kim sâlih amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabb'in kullarına zulmedici değildir." (Fussilet: 46)
Durum bu şekilde olmasına rağmen kader mevzusuna girmemek gerekiyor. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kader mevzusunda derine dalmamayı tavsiye buyurmuşlardır. Kaderin mahiyeti bir sırdır. Fazla ileri gidilirse zındıklık husule getirir. Şeytan işini kadere havale etti, yalvarma lüzumunu hissetmedi kâfir oldu. Âdem Aleyhisselâm ise hatayı kendi nefsinde aradı, Mevlâ'sına yöneldi, istiğfar etti. Mevlâ da onu affetti.
Âlemlerin Rabb'i hep güzel yapar. Senin nefsin çirkin olduğu için onu çirkin görüyor, güzel göstermiyor. Her yaptığında hikmetler vardır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Cenâb-ı Hakk'ın kazâ ve kaderine râzı olandan Cenâb-ı Hakk râzı olur." (Camius-sağir)
"Kadere iman etmek hüzün ve kederi giderir." buyururlar. (C. Sağir)
"Sana gelen her iyilik Allah'tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir." (Nisâ: 79)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere, kul bütün iyilikleri Hazret-i Allah'tan bilecek, kötülükleri ise nefsinden. Kula düşen budur.
Kim böyle yaparsa şu Âyet-i kerime'lerdeki lütfa mazhar olur:
"De ki: Allah bizim için ne yazmış ne takdir etmiş ise ancak bize o ulaşır. O bizim sahibimizdir. Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar." (Tevbe: 51)
"Onlar Allah'ın öyle kullarıdır ki, çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Bir de onlar işledikleri günah üzerinde bilip dururken ısrar etmeyenlerdir." (Âl-i İmrân: 135)

http://www.hakikat.com

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh


 
Üst