Karanlıklardan aydınlığa çıkma fırsatı

semih_TEK

Doçent
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
598
Tepkime puanı
3
Puanları
0

Türk siyasetini çok derinden etkilemiş, üzerinde şaibeler bulunan ve kamu vicdanında aklanmamış eski defterler yeniden açılıyor. Açılan defterler şimdilik 1993 yılına ait olan karanlık olaylarla ilgili. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ile 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümlerini yeniden ele alan savcılar, tozlu raflarda kalmış dosyaları indiriyor.

Bir taraftan da emekli Albay Arif Doğan'ın itiraflarıyla yeniden gündeme gelen faili meçhul cinayetler araştırılıyor. Bunların gün yüzüne çıkacağına dair beklentiler oldukça yüksek. Üstelik bu kez savcıların bir HSYK korkusu da yok. Karanlık dehlizlere çomak soktukları için görevden el çektirilme, sürülme gibi korkulardan arınmış olarak işlerini yapabilecekler. Yeter ki aydınlatmaya niyet etsinler.
Uğur Mumcu cinayetini soruşturan Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun'un, katillerin yakalanmaması için olayı nasıl da sümenaltı ettiklerini, nasıl savsakladıklarını, hatta bu savsaklamanın TBMM'ye soru önergesi olarak yansıdığını hatırlayacaksınız.
1993 yılının gizli bir darbe yılı olduğu, Özal'ın bu ülkeye getirdiği bütün yenileşme ve özgürlüklerin darbeciler tarafından 1993 yılında başlayan faili meçhuller süreci ile geri alındığı defalarca yazıldı çizildi. Bu iddiaların devletin resmî makamları tarafından ciddiye alınması ve konuyla ilgili olarak dosyaların yeniden açılıp soruşturmaların başlatılması çok sevindirici bir gelişme. Hele MGK'nın polisten 12 Eylül sürecindeki cinayet ve faili meçhul olayların yeniden incelenmesini istediğine dair bilgiler geliyor ki; bu da heyecan verici. Kimin istediği kimin yaptığı önemli değil. Ehli namus birileri keşke bu dosyaları yeniden ele alsa, yeniden kurcalasa, altındaki bütün kirli yapıları birer birer deşifre etse... Böylece Türkiye'nin nasıl bir kısırdöngü içine sokulduğunu ve sürekli olarak olağanüstü şartlarda nasıl tutulduğunu herkes görebilse. Aslında biz her zaman yüzeydeki işleri tartışıyoruz. Yani 12 Eylül darbesi denilince sadece Kenan Evren ve beş konsey üyesinin yargılanmasını gündeme getiriyoruz. Evet bunların yargılanması da çok önemli; ama asıl Türkiye'yi darbe ortamına sokan eylemler üzerinde durmalıyız. Bunlarla ilgili bütün gerçekleri ortaya çıkarıp, enine boyuna ele almalıyız. Adına ister 'kontrgerilla' deyin, ister 'derin devlet' deyin, o yapının bütün görevi Türkiye'yi olağanüstü şartlara hazırlamaktır. 12 Eylül öncesinde de, 90 sürecinde de, 2000'li yıllarda da bu görevini ifa etti. Ve hâlâ yapmaya çalışıyor. Bu yapı bugün bile dipdiri duruyor. Şu son bir yıl içinde suçüstü yapılan olaylara bir bakar mısınız? Hamdi Yaver Aktan'ın internete düşen konuşmalarını, İlhan Cihaner davasında gördüklerimizi ya da üzerlerinden seri numaraları silinmiş silah yüklü kamyonları hatırlayın. Ya da Reşadiye baskınını, Heron görüntülerine rağmen gerekli tedbirlerin alınmamasını, göstere göstere yapılan Dağlıca, Hantepe, Aktütün baskınlarını hatırlayın. Hemen hepsinin de Türkiye'yi olağanüstü şartlara hazırlamaktan başka bir amacı yoktu. Bütün bu olaylar birer ikişer deşifre oldukça nasırına basılmış gibi feryat figan edenler, 'cemaat dinliyor, bütün bunları cemaat yapıyor' diye ipe sapa gelmez iddialarda bulunanlar Türkiye'yi olağanüstü şartlara hazırlayamadıklarının rahatsızlığını yaşıyor aslında. Bütün karanlık olaylar deşifre oldukça keşke diyor insan; 12 Eylül öncesinde de, 1993 darbesi yapılırken de, 28 Şubat'ta da bu karanlık olaylar deşifre edilebilseydi... Eğer Özal dosyası o gün açılabilseydi, eğer Eşref Bitlis'in uçak enkazının üzerini herkes ayaklarıyla çiğneyip delilleri yok etmeseydi ya da bunların üzerine gidebilecek yürekli savcılar bulunabilseydi, bugün Türkiye bambaşka bir ülke olurdu. En azından şimdi, geleceğimizi kurtarmak için bütün bu karanlık odaklardan kurtulma fırsatını kaçırmamalıyız.



mehmet kanış/zaman
 
Üst