Kapı ve Pencere

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
e_notlari.jpg




Gıcırtılı bir sesle kapı tekrar açıldı. Pencere kaşlarını çattı:

“–Ey kapı, senin şu gıcırtılı çenenden bıktım. Nedir şikâyetin?”

“–Benim başıma gelen senin başına gelmediği için sana göre hava hoş! Sen benim feryadımdan bıktın. Bir de benim çektiklerimi çeksen kim bilir hâlin nasıl olurdu?”

Pencere gözlerini kapının üzerine iyice odakladı:

“–Nasıl olurdum? Bir kere hiç şikâyet etmezdim. Benim sözüm; senin çektiklerine değil, durmadan şikâyet gıcırtısı yapmana...”



“–Hey gidi gafil pencere! Nasıl ki bekâra karı boşamak kolaysa, sana da çekmediğin sıkıntıları boş zannetmek kolay. Sen benim yerimde olsan o cılız yapınla iki gün bile dayanamazdın.”

“–Hadi ordan ey şaşkın kapı! Kendi cehaletini başkasına sıçratma! Ben her gün seni seyrediyorum. Senin, kendini göreceğin gözler bile; benden aldığı ışıkla bunu yapıyor. Hâl böyleyken kör kör konuşuyorsun!”

“–Biraz yavaş ol ey pencere! Ben olmazsam sen olmazsın. Unutma, kapısız bir odaya hiçbir akıllı kimse pencere koymaz.”

“–Hey kapı, kapı! Bugün sana ne oldu ki gerçekleri görmezden gelerek konuşuyorsun? Bilmiyor musun; bensiz hangi odaya kapı olsan, oraya oda demezler; sadece zindan derler. Sen; bensiz saray kapısı değil, ancak zindan kapısı olursun!”

“–Ya sen? Kapısız bir odada beş para etmezsin. Seni bir defa bile kullanan olmaz. Kapı olmayınca kimse pencere kenarına oturup da seyrâna dalmaz.”

“–Öyle ama, seni benim hatırıma odaya koyuyorlar.”

“–Ya seni? Seni de benim hatırıma duvara açıyorlar.”

“–Fakat sensiz olur ama bensiz asla...”

“–Bugün çok tuhafsın be pencere! Bensiz nasıl olacak? Kaleler bile kapısız değil. Hani cam olmasa idare ediliyor da kapı olmasa, her taraf engel!”

Kapı tekrar gıcırtıyla açılıp kapandı. Pencerenin öfkesi başına sıçradı:

“–Lâf yapmayı biliyorsun ama yazık ki gıcırtılı gıcırtılı. Sadece can sıkıyorsun. Suçlama ve şikâyette de üzerine yok.”

“–Ey pencere, sen nûrun o kadar mazharı olduğun hâlde; akıl ve idrakinde bu kadar zulmet ve karanlık nasıl çöreklendi, anlamıyorum.”

“–Neyi îmâ ediyorsun?”

“–Şunu: Beni senden daha çok çalıştırdıkları için menteşelerimin yağı kuruyor. Bağrım sessiz ve şikâyetsiz olduğu hâlde, odaya giren ve çıkan yüzünden gıcırtılar meydana geliyor. Bu ses, benden gibi görünse de sebep başkaları. Onların bakımsızlığı sebep. Eğer kimse içeri girip çıkmasa benden çıt çıkıyor mu? Hayır. Tam bir sessizlik âbidesi gibi oluyorum. Öyle anlarda senin sesin daha fazla çıkıyor. En ufak rüzgârda uğulduyorsun. Fakat nedense kendinden haberin yok, sadece bendeki kusuru görüyorsun.”

Pencere bu doğru sözleri kabul etmekle beraber, kapının baskın çıkmasını istemedi:

“–Kimse gelmese ne kıymetin olur! Sen insanlar odaya girebilsinler diye yapılmadın mı? Kimse gelmezse gıcırdamazmış. Mesele, şikâyet mevzuu olduğunda sessiz kalabilmek. İçeri giren-çıkan olduğunda sükûta bürünmek.”

Kapı itiraz etti:

“–Sende kaç sefer cam değiştirdiler unuttun galiba. En ufak rüzgâr çarpmasında kaç kere cam kırdın? Bu hâl şikâyetten daha ileri bir hırçınlık değil mi?”

“–Ama benim yerim ayrı. Odada konumum senden yukarıda. Sen dar bir odaya ve bir de daracık koridora bakıyorsun, ben ise sonsuz göklere açılıyorum. Tekrarla söylüyorum: Ben olmasam, sen ancak mahzen kapısı olursun. Kimse de uğramaz.”

Kapının morali bozuldu:

“–Şeytan gururlanınca huzurdan kovuldu. Yüceyim sandığı günden beri pes oldu. Kendine gel ey gafil pencere!”

Kapı daha söylenecekti ki;

O esnada kuvvetli bir fırtına esti. Tam kapatılmamış pencereyi duvara boylu boyunca yapıştırdı. Şangır sesleri doldurdu odayı. Pencere camı parça parça olmuştu yine.

Hemen yan odadan içeri koştular. Biri öfkeyle kapıya baktı:

“–Açık kalmış lânet olası! O yüzden cereyan yapmış ve cam kırılmış.” dedi, şiddetli bir tekme savurdu.

Bu sert darbeye kapının menteşesi dayanamayıp yerinden fırladı. Tekme atan adam:

“–Öf!” çekti ve sonra yanındakine seslendi:

“–İyi bir usta çağırın da şunları elden geçirsin! Hem bakımsız kalmışlar hem de dikkatsizliğimiz cebimize mal oldu.”

Onlar odadan çıktığında pencere kenarına bir bülbül kondu. Yaşananlara acı acı baktı ve hafif sesle konuştu:

“–Burada gaflet kokusu var. Pencere kapının kıymetini bilememiş, kapı da pencerenin. Onları kullananların da ihmali üzerlerine eklenince ortalık darmadağın olmuş. Oysa yapılması gereken, kapının doğru bakımı, pencerenin de. Çünkü odanın sıhhati onların sıhhatiyle paralel.”

O hafif sesi iniltiler içinde duyan kapı da pencere de bu cümlelere katıldı:



“–Ey bülbül, haklısın! Keşke daha önce gelseydin de ahval böyle olmasaydı.”

Bülbül, onların işittiğini fark edince memnun oldu:

“–Benim gelişim sizin aranızı düzeltmeye faydalı, fakat diğer yapılması gerekenlere çare değil. Herkes vazifesini tam, yerinde ve vaktinde yapsa mesele kalmaz.” dedi.

Sonra da hür semâlara doğru uçtu gitti.

Eğitim notlarına şu mânâlar döküldü:


Herkes bulunduğu noktada bir bütünün parçası. Bütünü tamamlayıcı olduğu kadar değerli. Bütün de o parçalar ile mevcut. Her birinin ayrı ayrı vazifesi toplamda aynılıklarının sırrı. Buna göre kapıdaki bir aksama, pencerenin de aksaması. Penceredeki aksama da kapının da aksaması. Bu irtibat noktası koparsa bütün kalmaz. Bütün kalmayınca maksat hâsıl olmaz.

Hele insan yetiştirirken.

Kişi bir bütün olarak ele alınmadığında bütün noktaları gözden kaçar. Nokta nokta ele alınmadığında da bütünü ihmal olur.

Hâsılı bütüne bakarak noktaya büyüteç tutmak, en doğrusu.

O zaman kapı da pencere de sağlam kalır.

Tespitler yerli yerince olur.

Aksi hâlde tespit karmaşası içinde doğru prensipler bile eğri iş görmeye başlar.

İşe gıcırtılardan başlayalım.

Menteşelere dikkat ederek.

Hep kapıda hem pencerede...



M. Ali EŞMELİ​
 
Üst