İhtişam gözde ve görülende değil, görüşte olmalıdır..
Bu vesileyle, bir özel tv. kanalında ‘
Muhteşem Yüzyıl’ adıyla yayınlandığı bildirilen ve
K. Sultan Süleyman’ın harem hayatına dair doğruluğu-yanlışlığı tartışılabilecek iddiaları, allayıp pullayarak anlatan bir diziye de; ‘
muhteşemlik, ihtişam, gözde ve görülende değil, görüşte olmalıdır..’ diyerek kısaca değinelim..
Bu film dolayısiyle,
‘sultan efendilerimiz’i
pîr’u pâk göstermek kadar, baştan başa ahlâksızlıklara batmış kimseler olarak göstermek, her ikisi de,
ifrat ve
tefrit durumuna düşülmesi açısından ilginçtir.. (Bu arada,
câriyelik kurumu ve hukuku üzerine geliştirilen ve padişahlarla çevresindekilerin yaptıkları tuhaf yorumlara ve onları mazûr gösterme çabalarına da belki ayrı bir başka yazıda değinmek gerekir.. Unutmayalım ki, geçmiş, olduğu gibi tertemiz sanılmamalıdır.. Sözgelimi,
İstanbul- Şehremeni denilen mıntıkada, çok affedersiniz,
‘Avrat Pazarı’ denilen mıntıkada, savaş bölgelerinden getirilen sahibsiz kadınların, bir hayvan gibi nasıl satıldığına dair, Osmanlı tarihçilerinin kitablarında yazılanlar utanç verici olduğundan, bu uygulamaların, İslam’ın yanlış yorumlamasından kaynaklandığını belirtmekle yetiniyorum...
Bu vesileyle ilgili olarak yazılan ve
Ebussuûd Efendi’nin bazı fetvâlarındaki çarpıklıklardan da söz eden bir makale dolayısiyle, 6 Ocak günü,
’Tarih, doğrusuyla-yanlışıyla bizim yükümüzdür..’ başlığı altında dile getirdiğim görüşleri burada tekrarlamak istiyorum..
’(…) Yazıda sözkonusu edilen bir filmde gösterilmeye çalışılan çirkinliklerin doğruluk veya yanlışlığı o kadar önemli değildir.
Konu, tövbekârın bile, tövbe ederken ve sonrasında, işlediği hikayesini anlatmaması ve o günahların tasvirini yapmaması gerektiği açısından ele alınmalıdır.
Osmanlı da dahil, bizim bütün geçmiş tarihimiz, iyisiyle-kötüsüyle bizim sırtımıza vurulan bir yüktür. O yük bizden ayrılmaz; doğrularını alıp, yanlışlarını reddetsek bile..
O tarih, şanlı olduğu kadar kanlıdır da..
Geleceğimizi kurmaya çalışırken, tarihimizin bu iki tarafını da görmek ve yanlışlarından arınmak zorundayız.
Bugün, emperyalist çevreler
'Eyvah, (Yeni Osmanlı!)' derken, onun yanlışlarından değil; onun kültür ve medeniyet değerleri içindeki doğrularından korktuklarını göstermektedirler.. Emperyalistler ve onların içimizdeki uzantıları, bizim geçmişimizde hiçbir yüksek değer olmadığı iddiasını yaymaya çalışıyorlar.
Biz müslümanlar da bu gibi tartışmalarla, körü körüne bir tarih seviciliğine sürüklenmek yerine, geçmişin doğrularını alıp, yanlışlarından arınmaya çalışmalıyız.
*
Ebussuûd Efendi'nin fetvâlarına da böyle bakmak gerekiyor. Ne yazık ki, müslümanlar arasında oluşan
fırkaların hemen herbirisi, birbirlerini asırlarca tekfir ederek, yok edilmesi gereken düşmanlar olarak gördüler ve bu uğurda
'cihad-ı ekber'ler ilan edip, haklı
(sanılan)ların ölmeleri halinde
(şehadet-i azîme)ye nail olacakları ve Cennet'in kendilerini beklediğine dair fetvâlar verdiler. Bu kadar yaldızlı teşvikler, kimi iştahlandırmaz?
Ki, bunu Anadolu'da 30 yıl öncelerdeki Maraş, Çorum hadiselerinde ve Afganistan'da 10 yıl öncelerde, kendilerini
’sünnî müslüman’ olarak gösteren
Tâlibân yönetimi ile, '
Hezarecât' denilen
şiî müslümanlar arasındaki korkunç boğuşmalarda da gördük.
Tarih,
'vardı, yoktu..' gibi temennilere dayalı iddialarla doğrulanamaz. (…)’
http://www.haksozhaber.net