Kamil Mürşid?

  • Konbuyu başlatan uhuvvet
  • Başlangıç tarihi
U

uhuvvet

Guest
günümüzde tam bir kamil insan varmıdır acaba biz kişinin kamil olduğunu nasıl anlarız?
 

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
merak ediyorum bir kişinin kamil olduğunu nasıl anlayacağız?
 
M

Murat Sâki

Guest
uhuvvet' Alıntı:
günümüzde tam bir kamil insan varmıdır acaba biz kişinin kamil olduğunu nasıl anlarız?
vardır illaki olmayada devam edeceğinden şüphem yok ama bu kamil bu değil diyerek karpuz seçer gibi ayırmakta biraz abes diye düşünüyorum öyle bir insan zaten kendini belli eder diye düşünüyorum..
 

HAFIZENES

Üye
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
kamil mürşid

Kamil mürşid te aranan keramet gibi şeyler değil kuran ve sünnet istikametinde gidişi ve insanların ondan feyz almaları murşid peygamber efendimizin manevi halifesidir her ALLAH dostu murşid olamaz ona verilen bir vazifedir İşte kamil bir murşid
Üç kişi ALLAH dostu olamaz
1-Kibirli
2-Cimri
3-Ahmak
(Osman Nuri Topbaş HOCAEFENDİ)

sizlere acizane resimlerle bir klip hazırladım ve birde resim(kamil murşidler)
http://www.hemenpaylas.com/download/...tanim.wmv.html

hocaefendinin resmi http://www.hemenpaylas.com/download/...tanim.wmv.html
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Vardır. Kuran ve Sünnet Şeriat'e uyup uymadığına bakarız. Ehli Sünnet İlmiyle amel den Alim olmalıdır. Alim olmayan Allah dostu olabilir ama Mürşid olamaz. Kamil değilse bırakmalıyız. Sahtesinden aslandan kaçar gibi kaçmalıyız.Kadınlara elini öptürmemeli.Haremlik selamlıga çok dikkat etmelidir. İslam Hukukunun,Düzeninin Hakim olmasını istemeyen olsa olsa müşriktir. bi haber olan sahte şehylerde var malesef. Onun için yazdım yanlış anlamayın.
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
günümüzde kamil mürşid var ve olmayada devam edecek.Kamil olup olmadığını nasıl anlarsın: Namazlarına bakarak anlayabilirsin onda hiç taviz vermezler ve dosdoğru kılarlar. Sünnetlerden hiç taviz vermezler. Ayaklı kütüphane gibidirler ilim konusunda bir kitaba danışacağına o kişilere danışabilirsin. Arapçayı kelime manasıyla bilirler. Birde bir kişiden hiçbir zaman kamil bir mürşidim lafını duyamazsın. Duyarsan bilki kamil değildir. Daha önceden tanımıyorsan 2-3 ay sürer onun nasıl bir maneviyata sahip olduğu anlaman. yani o kadar zamanda anca anlarsın. Kamil olduğunu öğrensen oda senin bunu öğrendiğini bilse yine ağzından o kelimeyi duyamazsın. Şimdilerde çıkıyorlar ben şeyhim şöyle manevi hallerin var böyleyim gibi diyenler sahtekardan başka birşey değildir.

Öyle kişiler sabah akşam dua edip Allah tan günahlarının af olması için istiğfar ediyorlar. Hemde saatlerce gözleri yaşlı. Onlar istiğfar ederken biz günahların içinde yüzüp ibadet yapmayı bir kenara bırakıyoruz. Zor geliyor... :(
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
Mâneviyat yolunda ilerleyen bir mümin, çok değişik tecellîlerle karşılaşır. Zîrâ insan kalbi okyanus gibidir. Bu okyanusun suları bazen çok durgundur, bazen de korkunç dalgalı bir fırtına hâlindedir. Bu sebeple okyanusu geçip sâhil-i selâmete ulaşmak için geminin sağlamlığı kadar dirâyetli bir kaptana da ihtiyaç vardır. Eğer kaptan fırtınalar esnâsında gemisine hâkim olamazsa, onu okyanusun derinliklerine gömüverir. Henüz yolun başındakilerde bu gibi tecellîler pek görülmez. Ancak bu deryada açıldıkça Rahmânî mi şeytânî mi olduğu bilinemeyen zuhûratlar, ferdden ferde değişen bâzı mânevî cilveler, inkıbâz, inbisât(1) vs. tâbir olunan birtakım hâller kendini göstermeye başlar. İşte bunların tesbîti ve tedbîri için dirâyetli ve kâmil bir mürşidin rehberliğine ihtiyaç vardır.
Her mümin bu istikâmete ermek için kendisini bir disiplin altına almalıdır. Ümmete en büyük numûne şahsiyet olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in kalbî hayâtını da titizlikle ve tâkat nisbetinde tatbîk etmeye çalışmalıdır. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Hakk'a teslîmiyetini, belâ ve sıkıntılar karşısında sabır ve şükür hâlini, nîmetler, derya gibi önünde akarken sergilediği istiğnâ, tevâzû ve mahviyeti, imkân nisbetinde hayata geçirmelidir. Bu sebeple kalbî inkişâf yolundaki engelleri aşabilmek için, peygamber vârisi olan âlimlerin, âriflerin ve mürşid-i kâmillerin rehberliğine tevâzû ve edeble mürâcaat edip, tavsiyelerini cân u gönülden tatbîke gayret etmelidir. Hak dostlarının yakınında ve terbiyesi altında bulunmayı nîmet bilmelidir. Çünkü nûrunu güneşten alan mehtap, nasıl güneşin varlığına bir delîl ise, nûr-i Muhammedî ile nûrlanmış velîler de Hazret-i Peygamber'in birer şâhidi ve vârisidir.
Tasavvuf, kişide fıtraten -az veya çok- var olan mânevî istîdâdı inkişâf ettirmektir. Her gönül -tâbir câizse- altında petrol bulunan bir arâzî gibidir. Fakat sondaj vurulmadığı için o petrol, kendi başına hiçbir zaman dışarı çıkma imkânı bulamaz. İşte o alt zemindeki petrol, Cenâb-ı Hakk'ın insana verdiği mânevî bir istîdâddır. Bu da tıpkı akıl gibi her insanda muhtelif seviyededir.
Bu istîdâdın inkişâfı için mânevî sondajı vurarak o cevheri açığa çıkaracak olan, mürşid-i kâmildir. Ancak bu petrolün yukarı çıkabilmesi için tâ mâdenin bulunduğu mıntıkaya kadar o sondajın ulaşabilmesi gerekir. Ve sondaj âletinin bir kayaya çarpıp parçalanmaması için de sağlam olması îcâb eder. Bu demektir ki mânevî rehberliğine teslîm olunacak mürşidin muktedir ve dirâyetli olması da son derece mühimdir. Bunun da belli bâzı kıstasları vardır. Yeri gelmişken bu mühim meseleye bir nebze temâs etmek isteriz:
Gerçek bir mürşid-i kâmili, sâhib olduğu şu üç vasıfla tanımak mümkündür:

Birinci vasıf:
Kitap ve sünnete tam bir ittibâdır. Kâmil bir mürşidin hayatı ve amelleri Kur'ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyye ahlâkının yaşanmasından ibârettir. Mürşid-i kâmillerin Kitap ve sünnete bağlılıkları daha bir üst derecededir. Tıpkı karlı arâzîdeki bir şahsın, adımlarını önden giden rehberin ayak izlerine, tam bir hassâsiyetle basarak yürümesi gibidir. Bunun için mürşid-i kâmile "veresetü'l-enbiyâ", yâni peygamber vârisi denir. Tabiî ki, böyle bir bağlılığın muhtevâsında nefsânî bir hayat yaşanamaz.

İkinci vasıf:
Söz ve hâlleriyle Allâh'ı hatırlatmasıdır. Allâh'ın velî kulları esmâ-yı ilâhiyye tecellîlerine kâmilen mazhar olup, cemâlî sıfatları ahlâka inkılâb ettirdiklerinden etrafındakilere dâimâ Allâh'ı hatırlatırlar. Nitekim ashâb-ı kirâm:
"- Allâh'ın velî kulları kimlerdir?" diye sorduklarında, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

اَلَّذِينَ اِذَا رُئوُا ذُكِرَ اللهُ عَزَّ وَ جَلَّ

(Allâh'ın velî kulları) yüzlerine bakıldığında Allâh Teâlâ'yı hatırlatan kimselerdir." (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X, 78; İbn-i Mâce, Zühd, 4) buyurmuştur.
İşte Allâh dostu bir mürşid-i kâmilin sîmâsının da muhâtabının gönlüne huzur vermesi, onu mânevî bir âleme taşıması, Allâh'ı ve âhireti hatırlatması îcâb eder. Çünkü onlar, Allâh ve Rasûlü'nün ahlâkıyla ahlâklanmışlardır.
Cenâb-ı Hakk'ın en mâruf isimlerinden ikisi "Rahmân" ve "Rahîm"dir. Allâh'ın velî kulları da çok merhametlidirler. Cenâb-ı Hak, "Settâru'l-uyûb" dur. Bir velî de ayıp araştırmayıp bilâkis örter. Cenâb-ı Hak, Kerîm'dir; evliyâullâh da cömerttir ve ikrâm etmekten haz duyar. Cenâb-ı Hak Gafûrdur; velîler de hatâ ve kusurları affederler. Cenâb-ı Hak, Halîm'dir; evliyâullâh da hilm sâhibidirler.
Kâmil mürşidler, Allâh'ın dostudurlar. Bu sebeple onlar, diğer insanlardan pek çok yönleriyle farklıdırlar. Kalbleri Allâh'a yakındır. İbâdetlerinde ciddiyet ve huşû vardır. Davranışlarına çok dikkat ederler. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in izinden yürüdükleri için onların duâları diğer insanların duâlarından daha makbûldür. Vücûdları zâkir hâle gelip sadırları da berraklaştığı için girdikleri yerlere ferahlık verirler.
Samîmî bir mümin, bir fâsıkla ihtilâtın mânevî sıkletinden müteessir olur. Hâlbuki sâlih bir müminle birliktelik, onun rûhuna huzûr bahşeder. Lâkin bir mümin için Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'le berâberlik, hayâl ötesi bir güzelliktir. O peygamberler sultanının mânevî heybetine muhâtab olmanın şerefi karşısında bir müminin alacağı mânevî hazzı târif etmek mümkün değildir. İşte mürşid-i kâmiller de Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in izinden yürüdükleri, sünnet-i seniyyeye kâmilen ittibâ ettikleri ve nebevî ahlâka en çok onlar yaklaşabildikleri için, kaynağı Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'den gelen mânevî bir heybet ve feyiz taşırlar. Nasıl ki; elektriğe tutulan bir insan sarsılır, gerçek bir mürşidin de insanın rûhunu önce biraz sarsması, sonra da onu ihyâ edip mânevî ufuklara götürmesi lâzımdır.

Üçüncü vasıf:
Mânevî tâyindir. Bir zâtı mürşid tâyin etmek üzere bir zümrenin toplanması yeterli olmaz. Bu vazîfe, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e kadar uzanan sahih bir silsileden icâzetli bir mürşid-i kâmilin tensib ve tâyini ile olur. Böyle bir tâyin olmadığı zaman silsile orada kesilir. Bu sebeple bâzı mürşid-i kâmiller, salâhiyetli birini bulamadıkları zaman kendilerine halef olarak, yollarını devâm ettirecek birini bırakamazlar. Bâzen bir tane, bâzen de -Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri gibi- bir zuhûrât ile çok sayıda mürşid bırakırlar. Bunun hikmeti, Cenâb-ı Hakk'a âit bir keyfiyettir.
Hülâsa, kalbin olgunlaşması ve mânevî hakîkatleri alıcı hâle gelmesi, bâzı temrinlerle mümkündür. Bunun için mânevî kemâlâtın yollarını bilmek ve tatbîk etmek îcâb eder. Bu yollardaki engelleri selâmetle aşabilmek için de Hak dostlarının rehberliğine ihtiyaç vardır. Her sâlik, mânevî inkişâf için kendisine rehber olacak bir mürşid aramalı, ancak terbiyesi altına gireceği mürşidde de bâzı vasıfların mevcûd olup olmadığına dikkat etmelidir.



Mühim birkaç îkâz:
Buraya kadar anlattığımız husûsiyetleri ile mürşid-i kâmiller, müstesnâ birer Hak dostu ve seçkin kullar olarak tebârüz ettiklerinden elbette ki, onlara karşı edeb ve hürmette kusur etmemek ve kendilerinden mânen istifâde etmek îcâb eder. Ancak bu edeb, hürmet ve istifâdeyi, olması gereken sınırların dışına taşırarak ifrat ve tefritlerin arasında boğulmamalıdır. Zîrâ bütün peygamberler de, sâlih zâtlar da, öncelikle hepsi birer kuldur. Cenâb-ı Hak, kendilerine ilim, hikmet, mârifet deryâlarından neleri nasîb etmişse, ancak onlara nâil olmuşlardır. Zaman gelir, gözlerine ve gönüllerine iki cihânın sırları açılır, zaman gelir bir adım ötesini göremeyebilirler. Şeyh Sâdi Gülistan'ında rivâyet eder ki, bir kişi Hazret-i Yâkub'a:
"- Ey kalbi münevver, akıllı peygamber! Yûsuf'un gömleğinin kokusunu Mısır'dan gelirken duydun da, neden yanıbaşındaki kuyuya atılırken onu görmedin?" diye sordu.
Yâkub -aleyhisselâm- da cevâben şöyle buyurdu:
"- Bizim bu hususta nâil olduğumuz ilâhî nasîb, çakan şimşekler gibidir. Bundan dolayı gerçekler, bize bazan ayân olur, bazan kapanır!"
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, birgün kendisine o an için bilmediği bazı suâller soran bir kimseye vahyin kesin olarak geleceğine istinâden, "inşâallâh" lafzını söylemeden:
"- Yarın gel, cevabını vereyim!" buyurmuştu.
Ancak ertesi gün ilâhî vahiy gelmedi ve bu hâl onbeş gün devam etti. Böylece âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı o Varlık Nûru dahî âciz kaldı. Nihâyet ilâhî vahiy ancak:
"(Rasûlüm!) Allâh'ın dilemesi olmadan (inşâallâh demeden) hiçbir şey için "Bunu yarın muhakkak yapacağım." deme!" (el-Kehf, 23-24) îkâzıyla birlikte gelmeye başladı.
Bu ölçü, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hakkında bile tahakkuk ettikten sonra, onun muhtevâsının, bütün kullara ne derecede şâmil olduğunu iyi anlamak lâzımdır. Bu bakımdan, meselâ Allâh'ın sevgili bir kulu, duâ ettiğinde mutlaka kabul olacak veya bir hastaya okuduğunda kesinlikle şifâ bulacak denilemez. Zîrâ bu hususlar, her iki tarafın ihlâsı yanında, bir de Cenâb-ı Hakk'ın murâdına muvafık düşmelidir ki, maksad hâsıl olsun. Ayrıca yapılan duâ ve ilticâların hepsinin kabulünün, hemen bu dünyâda değil, daha sonra, yâni âhirette de tecellî edebileceğini ve bunların da Hakk'ın irâdesine bağlı keyfiyetler olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır.

Başka bir önemli husus da, hem peygamberlerin hem de evliyâullâhın farklı farklı meşreb ve tasarruflara sahip olmasıdır ki, birinde öne çıkan üstün bir vasıf, diğerinde aynı seviyede bulunmayabilir. Onun için hepsinden aynı meşreb ve tasarrufları beklemek doğru olmaz. Kur'ân-ı Kerîm'de de bildirildiği gibi Musâ -aleyhisselâm-'a bir ilim verilmiştir, o Hazret-i Hızır'da yoktur; Hızır -aleyhisselâm-'a bir ilim verilmiştir, o da Hazret-i Mûsâ'da yoktur. Aynı şekilde Hazret-i Geylânî bir Hazret-i Mevlânâ olamayacağı gibi, Hazret-i Mevlânâ da bir Hazret-i Geylânî olamaz. Zîrâ her iki tarafa verilenler ve kendilerinden istenilen hizmetler ayrı ayrıdır. Ama elbette ki, hepsinde asıl gâye, kulluk ve mârifettir. Çünkü Rabb'e giden yollar, mahlûkâtın nefesleri sayısınca çoktur.
Diğer bir mühim husus ise, peygamberlerin dışında hiçbir kulun ilâhî teminat altında olmadığı hakîkatidir. Yâni bir kul zirvelerin zirvesine de çıksa, her an ayak kayması tehlikesi ile karşı karşıyadır. Nitekim bir zamanlar sâlih bir kimse olan Bel'am bin Baura, daha sonra nefsine uyarak ebedî hüsrâna uğramıştır. Bu hâdise Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle bildirilir:
"Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin hâdisesini anlat. Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Onun hâli, üstüne varsan da, kendi hâline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir." (el-A'râf, 175-176)
Kasas Sûresi'nde bildirilen Kârun'un misâli de böyledir. O da pek müstesnâ sâlih bir kul iken, sefil bir gâfil ve rezil bir âsî olarak ebedî saâdetini perîşân etmiştir. Cenâb-ı Hak, onu, dayanıp güvendiği ve sırtını yaslayarak böbürlendiği servetiyle beraber yerin dibine geçirmiştir. Dolayısıyla hangi mânevî makam, mertebe ve üstünlük olursa olsun, her hâlükârda kulların içindeki nefisler dâimâ pusuda beklemekte ve fırsatını bulur bulmaz gönülleri hüsrâna uğratabilmektedir. Bu itibarla Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bile:
"Allâh'ım! Rahmetini umuyorum. Gözümü açıp kapayıncaya kadar dahî beni nefsimin hevâsıyla başbaşa bırakma! Her hâlimi ıslâh eyle! Şüphesiz senden başka ilâh yoktur..." (Ebû Dâvud, Edeb, 100-101) şeklinde Hakk'a ilticâda bulunmuştur.
Hak dostları da, dâimâ bu hadîs-i şerîfin muhtevâsı içinde yaşarlar ve hiçbir zaman "bizim işimiz tamam oldu" şeklinde bir vehme kapılmazlar. Zîrâ seyr u sülûklerini bitirseler de bu vehme kapılanlar, hep yarı yolda kalmışlardır. Ancak "daha olamadım" diyerek kendi noksanlarını görenler, acziyet içinde ve ilticâ hâlinde olarak hiç durmadan yol almışlardır. Öyle ki, peygamberlerin sertâcı olan Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dahî, o kâbına varılmaz kulluk tezâhürlerine rağmen, geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılmayı hiçbir zaman terketmemiş ve O'nun bu hâlinin sebebini soran Hazret-i Âişe'ye:
"- Yâ Âişe, şükreden bir kul olmayayım mı?" (Müslim, Münâfikûn, 79) buyurmuştur.
Yine O Fahr-i Kâinât, ezvâc-ı tâhirâtın rivâyetine göre:
"Rabbine hamdederek onu tesbîh et; ondan mağfiret dile! Çünkü o, tevbeleri çok kabul edendir." (en-Nasr, 3) âyetinden sonra her an bir öncekinden daha fazla hamd ve senâ ile meşgul olmuştur.
O hâlde Hak yolunda kim hangi dereceye varırsa varsın, hiçbir zaman kulluk mes'ûliyetinden kurtulamaz ve amellerinde hiçbir şekilde eksiltme ve muâfiyet ihdâs edemez. Yâni farzlar, vacipler, sünnetler, haramlar, helâller, mübahlar, müstehaplar ve diğer bütün ilâhî düstur ve mükellefiyetler, kulluk yolundaki herkesin omuzlarına konmuş olup ölüm vaktine kadar da alınmayacaktır. Onun için gerçek mürşid-i kâmiller, bütün bir ömrünü:
"Rabbini hamd ile zikret, secde edenlerden ol ve ölünceye kadar Rabbine kulluk et." (el-Hicr, 98-9) emrine tâbî olarak yaşayabilme gayreti içinde olurlar.
Böyle mânevî rehberler, halka karşı yaptıkları hizmetten dolayı en küçük bir talepte bulunmazlar. Hattâ Rablerine kullukları için bile bir karşılık beklemezler. Çünkü bilirler ki karşılık bekleyerek amel-i sâlih işleyenler, yaptıklarının değer ve derecelerini düşürürler. Bu itibarla Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma, kendileri oruçlu oldukları hâlde, iftarlıklarını bir akşam kapılarına gelen bir miskine, diğer akşam bir yetime, üçüncü akşam da bir esire vererek üç gün suyla iftar etmişler, ayrıca o kimselerin teşekkürlerine de:
"- Biz, sizden teşekkür bekleyerek böyle davranmadık. Yegâne maksad ve niyetimiz, Rabbimizin rızâsıdır..." şeklinde mukabele etmişlerdir.
Hâsılı gerçek mürşid-i kâmiller, örnek bir şahsiyet sergilemek sûretiyle peygamberlerin terbiye ve tezkiye vazîfelerini devam ettiren rûh dünyâsının zirveleridir. Aynı zamanda bu Hak dostları, Allâh'a ve onun ulvî sıfatlarına ârif olarak îmânlarında ihsân derecesine ulaşmış kimselerdir. Böylece kendilerine Hak katında ilm-i ledün, hikmet, mârifet vesâir nîmetler bahşedilmiştir. Lâkin hiçbiri bir sahâbe derecesinde değildir. Elbette sahâbe de peygamberlerin merbetesinde, peygamberler de Hazret-i Peygamber'in makâmında değildir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gelince, o da, Hak Teâlâ'nın sadece kulu ve Rasûlüdür.
Bu hakîkate binâen insanlara aşırı değer vermekten sakınmalı ve hepsine ancak bulundukları hâle göre muâmele etmelidir. Yâni Veysel Karânî ve hattâ İslâm hukukunu tedvîn eden İmâm-ı Âzam bile hiçbir zaman bir sahâbe derecesinde olamaz. Zaman zaman bazı gâfillerin, üstad belledikleri şahısları sahâbeden, hattâ Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'den üstün tutarcasına bir saygı, ihtirâm ve -gûyâ- bağlılık sergilemeleri ise, hatâdan öte bir dalâlettir. Bu dalâlet, Cenâb-ı Hakk'ın taksimâtını tersine bir mübâlağa içinde hakîkatten uzaklaştıran garip bir ifrattır. Bunun içindir ki, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böylesi hâllere düşülmesi endişesiyle, gâfilâne medh ü senâlardan menetmiş ve övülecek hususlar şâyet nefsâniyete sebebiyet verecekse, medheden kişiyi kastederek:
"Onun yüzüne toprak serpin!" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 5) buyurmuştur.
Çünkü nefsi tahrik edecek iltifatlar, kalbin felâketine atılan imzâlardır.
(OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAEFENDI IMANDANIHSANATASAVVUF ADLI KITABINDANDIR)

AYRICA KARDESLERIM GERCEK BIR MURSIDIN EN BUYUK 5 OZELLIGI VARDIR COK SAYGIN AMCALARIMDAN DUYDUM DEVAMLI SOYLERLER
1-KESINLEKLE ESNEMEZ
2-ELLERINI ARKADAN BAGLAMAZ
3-BASKA CEMAATIN MURIDINE GEL BANA DEMEZ
4-KIBLEYE KARSI TUKURMEZ
5-SENIN BENIM GIBI AVAM TABAKA GIBI YEMEK YEMEZ.BURDAN ANLADIGIM YANI BIZ AVAMLAR GIBI ACIKTIGI ICIN DEILDE RABBINE DAHA IYI KULLUK EDEBILMEK ICIN ELDEN AYAKTAN DUSMEMEK ICIN YERLER.
 

inteus

Üye
Katılım
1 Eyl 2006
Mesajlar
124
Tepkime puanı
0
Puanları
0
yunus emreyle özdeşleştirilmiş bir kavram olsa gerek.
"hepisinden iyice, bir gönüle girmektir."
der ve noktalar mubarek insan..
allah a yakın olanların bazısı ne kendi tarafından bilinir ne de halk tarafından, bazıları kendilerini bilirler halk onları bilmez, bazılarının yakınlığını halk bilir de kendi bilmez , bazıları da hem kendilerini bilir hem de halk onları tanır, mürşid i kamil bu sonuncuları arasındadır.dolayısı ile isteyen herkes murşidi kamil olabilir.bunun için ne nişane nede birirleri tarafından yetkiyle verilir..
geçen kimdi yavv he bizim arkadaş kadiri-nakşi tarikatından sonra sakal bırakıp şalvar giyinmeye başladı.ama yine kırıcı ağız yine aynı kişilik değişen sadece kıyafet.biri daha vardı yanımızda oda eski serseri halini bırakmış yerini sessizik ve öğrenme iştiyakı almıştı.dedi-ki ben said nursinin yoluna kurban olurum.öbürü yani pizot hemen atladı yanımızda birde benim eski öğrencilerden(öğrenci derken kitap felan verirdim)edebiyat öğretmenine sordu,said nursi hangi tarikattan?hiç bir tarikat tan değil evliyadır demesine ragmen pizot hmm demek yetki verilmemiş demesinmi.bende ne yetkisi yav dedim boşver felan dedi.peki kim veriyor dedim bu yetkiyi?resulullah veriyor demesinmi...welhasıl kafam bir karıştiki..hangi yönden baksam çelişkiler görüyorum..bilenler varsa anlatsınlar..
 

mühür

Üye
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bence bağlanmak istediğimiz zatın bir Murşidi Kamil olup olmadığını anlamak istediğimizde Allah CC. sormalı yani istihare yapmalı.Nasıl ki dünyalık işlerimizi Allah CC.soruyorsak bu konuyuda Allah CC. sormak gerekiyor.Muhakkak Allah CC.size bunun cevabını verecektir arkadaşlar.Bir çok derviş bu yolla Murşidi Kamiline ulaşmıştır ve sonunda kendiside bir Murşidi Kamil olmuştur
 

KURAN

Üye
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
70
Tepkime puanı
0
Puanları
0
günümüzde tam bir kamil insan varmıdır acaba biz kişinin kamil olduğunu nasıl anlarız?

Vardır tabiki. Zamanı Allah boş bırakır mı ki?Nasıl anlarsın?İlminden,vediği nasihat ve fetvalar Kur'an ışığında günümüzün ihtiyaçlarını karşılayabilir olup olmadığından anlaşılır.
"İyi bilin ki Allah dostlarına korku yoktur.Onlar üzülmeyeceklerdir.
Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır.Allah'ın sözlerini değiştirecek yoktur."Yunus S.62-64
"Alimler pegamberlerin veresesidir."hadis.
"Onlar devamlı namazda dır."ayet
" Hasenatü'l-ebrar seyyiatü'l mukarrebin"Hadis
Açıklaması:
"Ebrarın(alimlerin,salihlerin)sevap olarak yaptıkları işler,Mukarrebler(Arif ve Evliyalar)için günahtır."
Arkadaşlar Kur'an-ı iyi bilmeden,iyi bilenden dinlemeden,hadislerin Kur'an la uyuşup uyuşmadığını bilmeden zanna göre yorumlar yapmayın lütfen.Allah mufahafaza....
Mühür arkadaşımıza katılıyorum.Bir insan candan bunu isterse zaten Allah O na buldurur.
 
Katılım
13 Haz 2006
Mesajlar
444
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Web sitesi
beysehiraktuel.blogcu.com
Allah dostları bulundukça kıyamet kopmayacaktır diyor peygamberimiz s.a.v..Demekki kamil insanlar vardır..Çevremizde dahi böyle insanlara ulaşmamız mümkündür.Kuanı Kerimde müslümanın vasıfları anlatılır işte buna riayet eden kamildir.Bazı kitaplarda geçer büyüklerin sözüdür bu ahir zamanda fazrlara riayet eden büyük günahlardan kaçan büyük velidir.Ricaul gayb erleri vardır.Ve hepsinin bir görevi vardır.Arkadaşımız sadece kamil insan olarak sormuş fakat bazıları hemen atlamış müşidi kamillerden bahsetmeye başlamış..Mürşid olmak basit bir şey değil..Resulullah s.a.v işaretle gelindiği ya da bu görevin alındığı söyleniyor ama bazı cemaatlere baktığınızda saltanat gibi ilerliyor..Bakın ben mesela size örnek vereyim. Garanti veriyorum şimdididen Menzil cemaatinin Abdulbaki hz.den sonraki şeyhi oğlu Muhammed saki olacaktır..Bu işler kafalara soru işareti koyuyor..Öncelikle bir mürşidin arapça bilmesi şarttır..Acaba kaç tanesi biliyor...İsim vermek istemiyorum..Mürşide bağlı olanlar araştırsın..
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
GÖNÜL İKLİMİ Menzil cemaati diye ayrı cemaat yoktur. S. Abdulbaki Hz den sonra kimin gelecegi kesin belli olmaz Onlara aleyhinde konuşmak bizim ne haddimize. Tanımadıgın birisi hakkında ön yargılı olmasan. Anlayamıyorum neden Menzille ne alıp vermediğiniz var. Hepsinde ilim vardır. S.Fevzeddin Erolda Muhammed Raşid Hzlerinin ogludur,S.Abdulbaki'de kardeşidir neden bu çelişkiniz. Menzilin Bitlis-Nurşindeki (Güroymak) Alimler ile yakınlıgı vardır. Nurşinin ise Haznevilerle. Belki diğerleriylede yakınlıgı vardır. Bildigim bu kadar acizane. Ayrı görmeyin. Biz diger cemaatlerede saygı duyar severiz. Menzile baglanmadım ama sofilerin vakfına 2-3 yıl gittim. İçlerinde Veliyullah diyecegim sofiler var. Muhabbetli,Cezbeli,Hak Aşığı sofiler,vekilleri var.

Seyyid Muhammed Saki Erol'a övgüler

http://nedir.antoloji.com/s-muhammed-saki-erol/sayfa-1/
 
Katılım
13 Haz 2006
Mesajlar
444
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Web sitesi
beysehiraktuel.blogcu.com
AŞAĞIDA VERDİĞİN LİNKLE SÖYLEMİŞ OLDUKLARIN ÇELİŞİYOR KARDEŞ...:)

O Kİ ZAMANIN GAVSININ TEK HALİFESİ GELECEGİN GAVSIDIR ONLAR NE MÜBAREK İNSANLARDIR ALLAH BAŞIMIZDAN EKSİK ETMESİN AMİN AMİN AMİN

seyda hazretlerinin yegane varisidir


GAVS hzleri hariç şu an yeryüzünde seyd MUHAMMED SAKİ.nin elinin üstünde başka bir el yok...onun sahibi ALLAH.cc ve RESULULLAH..SAV. dir


BU ALINTILAR VERDİĞİN LİNKTE KARDEŞ..:)

Bu arada ben gönlümdekileri söyledim..Soru işareti dedim..Neden çoğu cemaat babadan oğula devam ediyor..? Bunlar benim fikrim..MENZİLLE benim alıp veremediğim olamaz..12 sene ben Menzile gittim.Senin benden daha iyi bilebileceğini sanmıyorum kardeş..Ama işte görüyoruz ki cemaatler neden eleştirilere açık değil ya da müslümanlar diyelim..En ufak bir sorgulama ya da eleştiriye bazen bazı kişiler tarafından münkir tekfir bile yapılabilmekte..MÜSLÜMANLARIN KENDİLERİNİ SORGULAMA ZAMANI GELMİŞ GEÇMİŞTİR BİLE..
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Çoğu Cemaat derken hangi cemaatler. Nakşi Şeyhlerinin hemen hemen hepsi Mürşidi Kamildir. Bidat,hurafe ehli diğer tarikatların çoguna girmiştir. Kadiri,Rufai Tarıkatında Mürşidi Kamiller yok denecek kadar azdır. Şuçlu Tarikatlar değil isimlerini kötüye kullananlardır. Kendimizi hatasız görüpte devamlı başkalarını eleştirmek,kusur aramak dogru degil. Bu sitede sahte Şeyhi savunan kimse çıkmamıştır.
 

Mevlevi

Paylaşımcı
Katılım
22 Eki 2006
Mesajlar
382
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Manavgat
Web sitesi
www.abdullahbaba.net
Elbetteki

Kardeşlerim Kamil Mürşid hiçbir zaman eksik olmaz... Benim üstadım 40'lardandır. Yani Kamil Mürşiddir...Bir Kimsenin Mürşid-i Kamil olması için Peygamberimizden görev alması gerekir. O görevi alanlar sadece 7. nefis meratibi tamamlayabilenlerdir. Ama her tamamlayan Mürşid-i Kamil olur diye bir şart yoktur... Detaylı bilgi edinmek ve sohbet etmek için... [email protected]



efendimmy3.jpg
Tireli Hacı Kamil KARASU Efendi...



Üstadım görevini daha yakın açıkladı... Haziran 2006'da açıklayışının videosundan önemli bir bölümünü kesip siteye ekleyeceğim inşaallah. Sizlerde faydalanırsınız...
 

barani

Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Çoğu Cemaat derken hangi cemaatler. Nakşi Şeyhlerinin hemen hemen hepsi Mürşidi Kamildir. Bidat,hurafe ehli diğer tarikatların çoguna girmiştir. Kadiri,Rufai Tarıkatında Mürşidi Kamiller yok denecek kadar azdır. .

Zamanın kutbu siz olmalısınız galiba.. Kamil mürşidlerin hepsini biliyor gibi yazmışsınız.. Kadiri ve Rufai tarikatlarında kaç mürşidi kamil var Nakşi'de ne kadar var isimleriyle yazında bilelim o zaman.
Bence bu konularda daha dikkatli konuşmak ve işi takım tutmaya çevirmemek gerekir...
Selam ve Muhabbetle..
 

Mevlevi

Paylaşımcı
Katılım
22 Eki 2006
Mesajlar
382
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Manavgat
Web sitesi
www.abdullahbaba.net
Zamanın kutbu siz olmalısınız galiba.. Kamil mürşidlerin hepsini biliyor gibi yazmışsınız.. Kadiri ve Rufai tarikatlarında kaç mürşidi kamil var Nakşi'de ne kadar var isimleriyle yazında bilelim o zaman.
Bence bu konularda daha dikkatli konuşmak ve işi takım tutmaya çevirmemek gerekir...
Selam ve Muhabbetle..

arkadaşa katılıyorum. Benim üstadım. üstelik benim üstadım kadiri şeyhidir...
 

mesnevi

Üye
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
18
Tepkime puanı
0
Puanları
0
s.a

Bu işler o kadar basit değil.Sinsileyi iyi bildiğinizi var saymaktayım ki mutlak öyledir de.Bi mürşit olabilmek icin önce ilmen ilmini tamamlamış olması gerekir.Vede şu an halen rahmetli seyda hz lerinin bi oğlu ilim tahsil etmekte bunu bileniniz varmı bilmem.SEYİD MUHAMMED RAŞİT HZ lerinin farkLI bi oğlu.
Vede en önemlisi hz fatma r.a ma kimin kızı idi ve peygamber efendimizin iceri girdiğinde onu hep ayakta karşılamıştı.Şimdi bununla ne alakasımı var diyeceksiniz biraz sabır ederseniz bi bağlantı kuracağım.
Altın sinsile biliyorsunuz ki peygamber efendimizden hz ali r.a dan gecerkten bu günümüze kadar gelmiştir.Şimdi o zaman niye Hz ali r.a dan geldi niye Hz osmandan gelmedi bakın bu işler o kadar basit değil.Onun icin insanların kafasını karıştırmayı bırak vede işine bak derim.

Menzile bağlı değilim lakin hic bi cemaate laf söylenmesine icime sindiremem.
12 SENE menzile gitmişsin ama boşuna gitmişsin.Demekki fıtratında vardı senin yanlışlık ki sana oradan bi nasip verilmemiş.Zira oraya gidipte nasiplenmiyen cok azdır.Oranın corbasını icipte onudan feyiz almayan şifa bulmayan cok azdır.Demekki senin nasibin yokmuş.İnsan ekmek yediği yere laf söylermi ya
bide 12 sene gittim diyon 12 sene zaman icinde oranın corbasını vede ekmeğini mutlak yemişsindir.Ahte vefalık nerede .Sen kendi bildiklerini kendine sakla zira senin bilgine kimsenin burada ihtiyacı yok zira nifak vede fitne kokmakta.Allah cc sana yardım etsin.

SELAM VEDE DUA İLE Allah cc yar vede yardımcınız olsun
 

ebumusab

Üye
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
252
Tepkime puanı
90
Puanları
28
:friends: selamun aleyküm kardeşler
mürşidi kamil deyince ne anlıyoruz?
kamil olmanın alt ve üst sınırları nelerdir?
mürşidimiz kamil olunca biz ne kazanıyoruz intisab etmeyenler ne kaybediyorlar?
kamil olma vasfı nasıl elde ediliyor?
bütün bu kamil manada ki mürşitler ashabın neresindeler?
bizlerin ALLAH cc nun katındaki değeri amellerimizle yoksa bağlı olduğumuz dini liderlerimizle belirlenecek?
imtihanın nersindeler yani kendilerini kurtarmışlarmıdır?
kardeşler biraz alternatif düşünmenin yollarını açmak için yazdım bütün bunları ve bir ayet ve tafsirini nakletmek istiyorum
yer peygamber mescidi iki kişi mescidde güzel efendimiz bulunduğu halde tartışıyorlar ve sonrasında ALLAH azze ve celle peygamberin huzurunda seslerini yükseltmeyiniz ve onu birbirinizi çağırır gibi çağırmayınız yoksa daha önceki amellerinizi silerim buyuruyor( hucurat-2)
bu iki kişi kim biliyormusunuz kardeşler birisi hz ömer digeri hz ebu bekir ra
bir nakil daha yapmak istiyorum kardeşler oda ahmed bin hambel rahmetullahi aleyhi ölüm döşehinde ve bayılıp bayılıp ayılırken bazen daha değil daha değil dediğini alim olan oğulları işitiyor derken ona soruyorlar babacığım bize bir şey mi söylemek istiyorsun deyince imam evladım şeytan aleyhillane yanıma geliyor bana imam elimden kurtuldun diyor bende ona daha değil daha değil diyorum yani son nefesimi vermedim diyorum ALLAH ŞEFAATLERİNE BİZLERİ NAİL EYLESİN AMİN
ala külli hal son nefeşlerinden emin olamayanların halleri bizim üstünlüğümüz olmamalı onlardan neler aldıklarımız bizim yarıştığımız alanlar olmalı
essalamu aleyna ve ala ibadillahissalihin
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Tavuga ayeti kerimeyi takıp tüfekle vurduran sözde bir Kadiri şeyhi vardı. Gittigim köyde karşısına oturup kadınlar,erkekler agızlarını açık tutuyorlar sözde Şeyde güya dua okuyup üfürüyor. Komik. Ayrıca ben takım tutar gibi yapmıyorum. Geçmişteki Şeyhlerin sözleri var. Ben kafamdan yazmıyorum. Bazı sözleri şu an aklımda değil,kaynakları var.Hemen hemen çoğu tarikatlara bidatlar girmiştir.Haşa Kadiri Tarikatına karşı çıkmam söz konusu olamaz. Tarikatları ayıklayacak hizaya getirecek ancak İslam Şeriatidir. Sahte Şeyleri savunan çıkabilir. Sahte Şeylerin çok oldugunu biliyorum. Duyuyoruz.Yazsak bitmez. Bu konuyu kapatalım.
 
Üst