Kaİnat (evren)

  • Konbuyu başlatan Murat Sâki
  • Başlangıç tarihi
M

Murat Sâki

Guest
13. Lem'a - İstiazenin (Allah'a sığınmanın) hikmeti

Hikmetü’l-İstiâze risalesi

ON ÜÇÜNCÜ LEM’A

Hikmetü’l-İstiâze
b559.gif
sırrına dairdir.

b560.gif


b561.gif


"De ki: Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, yâ Rabbi, Sana sığınırım." Mü’minûn Sûresi: 23:97-98.


Şeytandan istiâze sırrına dairdir. On Üç İşaret yazılacak. O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir surette Yirmi Altıncı Söz gibi bir kısım risalelerde beyan ve ispat edildiğinden, burada yalnız icmâlen bahsedilecek.

BİRİNCİ İŞARET


Sual: Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir methalleri olmadığı, hem Cenâb-ı Hak rahmet ve inâyetiyle ehl-i hakka taraftar olduğu, hem hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri ve mehâsinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfir ettikleri halde, hizbüşşeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenâb-ı Hakka sığınmasının sırrı nedir?


Elcevap: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki, yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam bir günde tahrip eder. Evet, bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan Hâlık-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğu halde, bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için, et-tahrîbü eshel durub-u emsal hükmüne geçmiş.

İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakikaten zayıf bir kuvvetle pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler,
b562.gif
("Akıbet takvâ sahiplerinindir." A’râf Sûresi: 7:128.
) sırrıyla, ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise, şeriat-ı Muhammediye ve sünnet-i Ahmediyedir (a.s.m.).

İKİNCİ İŞARET

Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip Cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemîl-i Alel’ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahmân-ı Bilhakkın rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor? Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.

Elcevap: Şeytanın vücudunda cüz’î şerlerle beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemâlât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade merâtip var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidâdâtın inkişâfâtı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa, melâikeler gibi, insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nevinde binler envâ hükmünde sınıflar bulunmayacak... Bir şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafidir.

Çendan, şeytan yüzünden ekser insanlar dalâlete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar; kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki, bin ve on çekirdeği bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse, ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette, bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de, nefis ve şeytanlara karşı mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil yüzünden o neve gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette, haşarat nev’inden sayılacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nevine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlâhiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.

Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’ân tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesidir. Ve silâhınız, istiâze ve istiğfar ve hıfz-ı İlâhiyeye ilticadır.
 
M

Murat Sâki

Guest
Avrupa

nb22_1.jpg

AVRUPA
“Biz müteharrik-i bizzat değiliz,
bil-vasıta müteharrikiz.
Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz.”
Rönesans ve reform hareketlerinden sonra, Avrupa’da maddî planda büyük ilerlemeler kaydedilmiş, özellikle “sanayi devriminden" sonra bu küçük kıt’a, dünyanın dört bir tarafına hükmetmeye başlamıştır.
Onlarda yükselişin olduğu dönemlerde, Osmanlı’da bir çöküş yaşanması, bir kısım Osmanlı aydınını Batı’yı taklide sevk etmiştir. Fakat bu taklit, fen ve sanayide, ilim ve teknolojide olması gerekirken, maalesef örf ve adette, sefahet ve eğlencede olmuştur.
Bediüzzaman, Avrupayı iki bölümde ele alır:
1- Gerçek Hristiyanlıktan aldığı feyz ile, toplum hayatına faydalı sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden, bozulmamış Avrupa,
2- Maddeci felsefenin zulmetiyle, medeniyetin pisliklerini güzellik zannederek, insanlığı sefahet ve dalalete sevk eden bozulmuş Avrupa.
İşte bu ikinci Avrupa, İslâm âlemine çok zarar vermiştir. Dinden uzak düşünürleri, zulmet-i kalb içinde olduklarından zulmetli fikirlerin kaynağı olmuşlardır. Çünkü zulmet-i kalb,
• Ruh sıkıntısının menbaıdır. Kalbi karanlıkta kalan kişiler, elbette ruhi bir sıkıntıya mahkum olacaklardır. Sıkıntı ise,
• Sefahetin muallimidir. Yani, dinden uzak Avrupalının ruhundaki sıkıntı, kendilerini avutmak için her türlü eğlence vasıtalarının bulunmasına öğretmenlik yapmıştır.
Heves-heva-eğlence-sefahetten memzuc medeniyetin şa’şaası
• Dalaletten gelen müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem
• Uyutucu zehir-baz durumundadır. (Yani, onların görünüşte parlak olan medeniyetleri, heves, heva, eğlence ve sefahetin bir karışımıdır. Böyle bir parlaklık, dalaletten gelen müthiş sıkıntıya yalancı bir merhem, bir uyuşturucu olmaktan öteye gidemez).
nb22_2.jpg
Bediüzzaman, sömürgeci büyük Avrupa devletleri için, “Avrupanın ejderhaları” tabirini kullanır. Onların reisleri için, “İnsaniyetperver maskesi altında vahşi reisler” tesbitini yapar. Böyle kişilerin yönlendirdiği ve başkasını yutmakla beslenen ejderhaların meydana getirdiği medeniyetten, “mimsiz medeniyet” olarak bahseder. (Malum, “medeniyet” kelimesinin ilk harfi olan “mim” kaldırılınca, geriye “deniyet” kalır. Deniyet ise “alçaklık” demektir). Evet, Avrupa medeniyeti,
• Habis
• Nazar-ı şeriatta merdud (şeriat böyle bir medeniyeti reddeder)
• Seyyiatı hasenatına galib (kötülükleri iyiliklerinden fazla)
• İntibah-ı beşerle mahkum-u inkıraz (insanlığın uyanmasıyla çökmeye mahkum)
• Sefih
• Mütemerrid
• Gaddar
• Mânen vahşi
• Dışı süs, içi pis
• Beşerin nefs-i emmaresi
• Kurtlanmış bir ağaç görünümündedir.
nb22_3.jpg
Fakat ne yazık ki, onun bu yüzünü bilmeyen pek çok aydınımız, koyun postundaki bu kurda gönül vermişler, bizi bu medeniyetin bir parçası yapmaya çalışmışlardır.
Bediüzzaman böyleleri hakkında “zulmetli münevverler” (karanlık aydınlar) teşhisini koyar. Körü körüne Avrupa hayranlığı yapanlar için “Avrupanın kaselisleri” (çanak yalayıcıları) tabirini kullanır. Bunların kendilerine “ladini” (laik) ismini vermekle, ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilan ettikleri halde, dinsizliği mutaassıbane bir din edindiklerine dikkat çeker.
Bosna-Hersek’te yaşanan insanlık faciası, Bediüzzaman’ın tesbitlerinin ne derece yerinde olduğunu göstermiştir. Öyle ki, pek çok Batı hayranı kimse, bu olaylarla Avrupa medeniyetinin iç yüzünü anlama fırsatı bulmuştur.
nb22_4.jpg

Bediüzzaman, medeniyetin güzelliklerinin alınmasını söyler. Bu hususta Japonları örnek gösterir. Ona göre:
Mehasin-i medeniyet, insaniyet-i suğra;
İslâmiyet ise, insaniyet-i kübradır.
Mehasin-i medeniyet, insaniyet-i kübranın mukaddimesidir.
Yani, medeniyetin güzellikleri olan sanayi, teknoloji ve bunların insanlığa getirdiği faydalar, kolaylıklar, insanın diğer canlılardan üstünlüğünün küçük bir göstergesidir. Bunun neticesi olarak insanoğlu, uçaklarla kuşlardan daha sür’atli uçabilmiş, denizde balinaları geçebilmiş, hatta uzayda keşiflere çıkabilmiştir. Bununla beraber, eğer insan, insanlığın en mükemmel şeklini çizen İslâmiyete sarılmazsa, gerçek insanlığı elde edemez. Karga, yerde iken de karga, gökte uçarken yine karga olduğu gibi; kötü ahlâklı birisi de yerde gezerken de o ahlâkı taşır, aya çıksa aynı huyunu oraya da götürür. Nitekim, insaniyet-i kübra olan İslâmiyetten ruh almayanlar, insaniyet-i suğra olan medeniyetin iyiliklerini de kötüye kullanmışlardır. Yaptıkları uçaklarla masumları bombalamışlar, uydularla dünyanın her tarafına en müstehcen yayınları yaymışlar, ele geçirdikleri TV kanallarıyla, rezaletin naşiri durumuna gelmişlerdir.
Sözün burasında, Bediüzzaman’ın, 1920’lerde söylediği şu sözleri hamiyetli insanımıza hatırlatmak istiyoruz:
“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Aya, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve batlı fikirlerine ittiba’ edip emniyet ediyorsunuz? Yok yok! Sefihane taklid edenler, ittiba’ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip, kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Agâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibanız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır.”
 
M

Murat Sâki

Guest
Şakirdlerin Güldüğü An

Mustafa Sungur abinin ankarada verdiği bir sohbetten aklımda kalanlar Şöyle gerçekleşiyor;

Her zaman olduğu gibi barlada kır'a sohbet etmek için çıkıyorduk bayram durmadan kulağıma üstad izin versede size bir ilahi okusam diye mırıldanıyordur. Ve sohbet yerine geldik bayram'ın aklında hala aynı konu ders başladı ama zannedersemki hala bayram acaba üstad bana bir ilahi söyletirmi diye geçiriyordu içinden bir anda ne oldu ise üstad sustu ve bayram'a döndü ''keçeli söyle bakalım bir ilahi'' dedi tabi bizde şok olduk baka kaldık o anda bayram değil ilahi söylemek konuşamadı bile aklındaki tüm ilahileri unutmuştu bunun üzerine herkeste tebessüm etmeye başladı üstad; ''evladım kendini derse ver ilahi'' o kadarda önemli değil..

:)

Böyle anlatıyor Mustafa Agabey bahsi geçen Bayram, Rahmetli Bayram Yüksel'dir
 

imanhavuzu

Üye
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
76
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Re: Şakirdlerin Güldüğü An

Allah(cc) ibadetini arttırsın kardeşim saol,
 

yasinerbu

Üye
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
188
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Re: Şakirdlerin Güldüğü An

Mustafa Sungur abinin ankarada verdiği bir sohbetten aklımda kalanlar Şöyle gerçekleşiyor;

Her zaman olduğu gibi barlada kır'a sohbet etmek için çıkıyorduk bayram durmadan kulağıma üstad izin versede size bir ilahi okusam diye mırıldanıyordur. Ve sohbet yerine geldik bayram'ın aklında hala aynı konu ders başladı ama zannedersemki hala bayram acaba üstad bana bir ilahi söyletirmi diye geçiriyordu içinden bir anda ne oldu ise üstad sustu ve bayram'a döndü ''keçeli söyle bakalım bir ilahi'' dedi tabi bizde şok olduk baka kaldık o anda bayram değil ilahi söylemek konuşamadı bile aklındaki tüm ilahileri unutmuştu bunun üzerine herkeste tebessüm etmeye başladı üstad; ''evladım kendini derse ver ilahi'' o kadarda önemli değil..

:)

Böyle anlatıyor Mustafa Agabey bahsi geçen Bayram, Rahmetli Bayram Yüksel'dir

:clap2: :clap2: :clap2: Allah razı olsun zınar kardeşim. Çok önemli bir ikazı sayende bir kez daha aldık. İnşaallah dikkatımızı bundan sonra derslere veririz.:wallbash[1]: :wallbash[1]: :wallbash[1]:
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Rİsale-İ Nur TercÜmesİ

Risale-i nur gibi insanın sadece aklına değil,bütün latifelerine hitap eden bir kitabın tercüme edilmesi kadar saçma bir şey olamaz.Böyle bir davranış onun nurlarının görülmemesine sebeb olur.
Nasıl beethoven'in müziğinin türkçesi olmazsa risalelerinde sadeleştirmesi olmaz.Olursa risale olmaz.
 
Üst