Sadık Yalsızuçanlar
Sonsuz Uzun Ölüm: Kadir Tanır
Kadir Tanır, 14 Aralık Çarşamba günü alem-i manaya göçtü. O’nu ilk kez Mavera’daki öykülerinden tanımıştım. Mavera’da yayımlanıyordu ve insanı maveraya çekiyordu bu öyküler. Maraş’ın bereketli iklimindendi. Son Fatih sertürbedarı aziz bilge Ahmed Amiş Efendi’nin seçkin halifesi Maraşlı Aziz diye bilinen Ahmed Tahir Efendi’nin yurdundan. O topraklar da irfanla mayalanmıştır. Maraş, şair ve yazar açısından oldukça münbit bir topraktır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu ve diğerleri… Sezai Karakoç da sanırım lise yıllarını Maraş’ta geçirmişti.
Kadir Tanır, bizim edebi kamumuzun üzdüğü yazarlardandı. Ahlaki sınırları çiğneyen bir ortam bu. Kıskançlık, yandaşlık ve çıkar ilişkilerinin kirlettiği bir yer. Oraya girmedi hiç. Eş-dost, ahbap-çavuş ilişkilerinden uzak durdu. Edebi cemaatlerin iletişim ortamlarında yer almadı. Samimi idi. Bağımsız, kendi yolunda yürüyen ve edebiyatın kendine has kalitelerini korumaya çalışan bir yazar oldu. Şimdi timsah gözyaşları dökenlerin onu nasıl üzdüğünü yakından biliyorum. İletişimimiz bazen yüz yüze bazen telefon ve elektronik mektupla daima sürdü. Şeytan Sarmalı romanının yayımında kısmen katkım olmuştu.
Yakın dostu ve çok sevdiği Rasim Özdenören, Yeni Şafak’taki yerinde güzel bir yazı yazdı Tanır için. Rasim Bey’i nasıl sevdiğini de yakinen biliyorum. Tanır’la en son Kahramanmaraş’ta, Özdenören’le ilgili bir etkinlik vesilesiyle görüşmüştük. Rasim Bey’le birlikte son güzel birkaç saat geçirmiştik. Saygıdeğer eşine, sevenlerine, yakınlarına başsağlığı dilerim. Mekânı cennet olsun.
Kadir Tanır, ilk öykülerinden itibaren has bir yazarı haber veriyordu. Gerçek malzemeden beslenen öykülerini, titiz, zengin ve hem akılcı hem metafiziksel boyutu olan bir “dil”le kuruyordu. Rasim Bey’den öğrendiğimize göre onaltı yaşındayken bir roman denemesi olmuş. Sonrasında 80’li yıllardan itibaren Mavera’da görünmeye başladı. Tanır’ın ilk öykü kitabı Alagün, seksenli yıllar öykü ortamımızın güzel meyvelerindendir. Tanır’ı uzun bir aradan sonra 1998 yılında Güz Yağmurları adlı öykü kitabıyla izlemeyi sürdürdük. 2004’te Savaş İmparatorluğu geldi, iki yıl sonra ise anı-öykü türünde Küskün. Timaş Yayınları tarafından okura sunulan Şeytan Sarmalı ve nihayet Sonsuz Uzun Ölüm adlı romanı. Tanır’ın sağlığı elverseydi, roman ortamımıza son derece yetkin eserler kazandıracağını sanıyorum. Sonsuz Uzun Ölüm’e ilişkin Rasim Özdenören şöyle der : “Sağlam bir mantık, titiz bir kurgu, dikkat ve özen, kelime işçiliği… Bütün bunlar Kadir Tanır’ın metinlerinde belirgin olarak görünen özellikler. Aynı titizliği ve usta örgüyü onun bu son çalışmasında da gözlemliyoruz. Tanır’ın mimar bakışı ve kılı kırk yaran ayrıntı dikkati romanın ana örgüsüyle buluşuyor. Gerilim, entrika, duygusallık, bilim-teknik (…) işini bilen bir ustanın elinde harikulade bir titizlikle harmanlanıyor. Edebî-gerilim, Türkçede Tanır’ın kaleminden yeni bir tür halinde fışkırıyor. Yazar, çağının gerçeklerini dile getirirken bu gerçeklerin altına tanıklığının imzasını atıyor. Türkçenin son yıllardaki en nitelikli çıkışlarından biri…”
Rasim Bey’in bu söylediklerine katılmamak mümkün değil. Gerilim, bilim kurgu alanında Sadık Yemni’den sonra ilk kez bu denli güzel bir dil okumuştum. Kurgu sorununa da kafa yoran bir yazardı Tanır.
Tanır’ın bir önceki romanı Şeytan Sarmalı, alışılmış, bildik tanıdık “gerilim” anlatılarına benzemiyordu. Hatta bunun “gerilim” diye nitelenmesi ne ölçüde doğru bilemiyorum. Evet, kuşkusuz olaylarda ve kurgulanma biçiminde bir “gerilim” var ama bu, olağan ya da muhtemel “polisiye” vak’anın çerçevesini fazlasıyla aşıyor; hem soyut anlamda varlığa, hem de yaşadığımız coğrafyaya ve giderek dünyaya ilişkin politik ve ontolojik bir sorgulama haline geliyor. Yine romanın bütünü açısından bakıldığında, Vesvas önemli bir metafor; bu bölümü ürpererek okudum ve ilginç biçimde, “Bayezid Camii’nde Şeytanla Bir Münazara” başlıklı risaleyi hatırladım. Bu bölümde Tanır’ın “dil”inin imkânları büyüleyici biçimde açılıyor ve adeta anlatının sınırları genişliyor. “(…) Evet, bilir, o Vesvas’tır. O, cin neslinin en güçlü ismidir. En azılı ve zorludur. En azman ve en azgındır. En yapışkan, en süreğendir. En avına düşkün ve vurgun olan, en bırakışı, kaçırışı olmayan bir türdür, bilir. Kendi mi anlatmıştır, yoksa hissettirmiş midir, kestiremez, fakat işte bilir… Ve bilir ki o insanı her an bir sinek gibi, bir bit gibi ezebilir, fakat ezmez. Niye ezmez? Onu da bilir. Artık bu yoldaki tüm bilinmezleri okumuş gibidir. Bu yoldaki… Ya ötekiler?”
Bu ve özellikle “Hatıra Defterinden”deki metinle birlikte belki de Şeytan Sarmalı’nın en zengin çağrışımlı dünyasına girmiş oluyoruz. Ardından gelen “Küçük Kirli Çıkın” başlıklı bölümle yazar bizi sürüklediği kuytularda yaşamın kılcal uçlarına doğru iyice çekiyor.
Romanın “Gaybın Derinliklerinden” gelen bir başka dalgası, “Zamanı Duymak”la gerçekleşiyor. Bu bölüm de hem içe doğru bir med-cezir hem de yazının kılcallaştığı bir yer… Dil, varlığın evidir, diyordu Heidegger. Doğrudur, varlık dilde mukimdir. Bir gün bu gerçeğe “uyanır”ız… Sonrası için yazara kulak verelim “Bu, hangi uykunun uyanışıdır, gece mi yatmıştır, gündüz mü, yoksa bir akşam vaktinin iç karartıcı, kasvetli mahmurluğunda, üstüne ölü otu serpilmiş gibi, içine çöken baygınlığa mı yenilmiştir gene kestirmeye çalışır. (…) Hayatla ölümün iç içe geçtiği, birbirine gelip gittiği bu alabildiğine ürkünç ve bilinmezliklerle dolu, kör kapılışların, yaman uğrayışların, bitişlerin, tükenişlerin, mahviyete gark oluşların çığırından çıktığı zorlu ve alevli kıyıda… zamanı… artık dışarısında kaldığı, uzaktan, puslar, sisler, dumanlar içinden, bulutlar ötesinden baktığı zamanı.”
Sarmal’ın dil açısından başkaca uçlar verdiği, göğerdiği yerler arasında, 2. bölümün yedi, sekiz ve onuncu alt bölümleri de anılmalıdır. Buradaki alt (üst mü yoksa) metinler -ki italiktir bunlar- hem anlatının hem olay ve kişilerin iç dünyasının içe doğru büküldüğü yerler olarak düşünülebilir.
Tanır’a rahmet diliyorum. Bu vesileyse kitaplarının tekrar okunmasını ve yaşamında görmediği ilgi ve dikkati görmesini umuyorum.
Milat Gazetesi